Taliban vesile oldu, bana da 2. Dünya Savaşı’ndan garip silah denemeleri hikayeleri yazacak fırsat doğdu. Oh!
Ama, önce tarih; ille de tarih.
“Savaş fili”, “savaş domuzu” ne anlatmadan bu yazıyı yazmak olmaz.
Hatırlayalım: Geçtiğimiz günlerde gazete ve internet sitelerinde “Taliban’ın görülmemiş taktiği” başlığı ile verilen haberde Afganistan’da güvenlik güçlerininin “şüphe üzerine” vurduğu bir kuşun üzerinde izleme cihazları ve patlayıcı bulunduğu, kuşun “intihar saldırısı” için eğitilmiş olabileceğinin düşünüldüğü yazıldı.
Bu aslında ilk kez görülen bir uygulama değil.
2. Dünya Savaşı boyunca Müttefikler’in savaş bakanlıkları ve silah geliştirme birimleri labratuvarlarında bol bol “silah hayvan” deneyleri yaptılar. İnanmazsınız, bazıları da çok başarılı oldu. Ancak bu uygulamalar da mantık olarak yeni değildi. Tarih boyunca hayvanlar savaşlarda silah olarak kullanıldı.
“Savaş filleri”
İlk akla gelen “Savaş filleri”.
Doğal yaşam alanları olduğundan olacak, bu amaçla ilk Hindistan’da kullanılmaya başlandıkları, sonrasında kullanımın Orta Asya ve “Batı” ya yayıldığı söyleniyor. Perslerin filleri Büyük İskender’e karşı kullandıkları; Epir’li Yunan general Pyrrhus’un ve Kartaca’lı efsanevi komutan Hannibal’in ordularında bu fillere şimdiki tanklar gibi, düşman hatlarını yarmak ve düşman piyadesinin moralini bozmak için yer verdiği biliniyor.
“Savaş domuzları”
Fillere karşı kullanılan yegane silah ise “savaş domuzları” ya da “savaş koçları” imiş.
Farklı dönemlere ait Polyaenus, Aelian, Pliny ve Procopius gibi Roma ve Doğu Roma’lı yazarlar ortak şekilde “savaş domuzları”nın ya da savaş koçları”nın, “savaş filleri” ne karşı kullanıldığını belirtiyor. Bu da uygulamanın, aklı evvel bir komutanın bir kerelik gerçekleştirdiği başarılı bir proje olmaktan öte sürekliliği olan askeri bir taktik olarak benimsendiğini gösteriyor.
Uygulama vahşi ama çok basit. Temelde domuzlar ya da koçlar katrana bulandıktan sonra yakılıp düşman fillerinin üzerine sürülüyor. Yanan birer top halinde canhıraş son sürat üzerlerine gelen zavallı hayvanların çığlıklarından korkan filler de geri dönüp kendi askerlerini eziyor, yani kendi mevzilerini dağıtıyor ve arkadan gelen askerlere düşman hattını daha kolay yarma ve bozgun şansı veriyor.
Başta bahsettiğimiz konuya dönecek olursak; savaş tarihi ve strateji okumalarından ilham almış olacaklar; ABD’li, Britanyalı ve Sovyet bilim insanları 2. Dünya Savaşı boyunca gerek yokluktan gerek teknolojik tıkanmışlıktan gerek çaresizlikten ya da “çılgınlıktan” hayvanların silah olarak kullanıldığı birçok proje geliştirmiş. Başta da söylediğim gibi bazıları çok başarılı olmuş. Bazılarıysa tam bir felaket. “Yanan yarasalar” felaketlerden.
“Yanan yarasalar”
Projenin mimarı o dönemdeki ABD Frist Lady’si Elenor Roosevelt’in arkadaşı olan Pensilvanya’lı bir diş hekimi Lytle Adams. Beyaz Saray’a Ocak 1942’de sunulan proje kısaca yarasaların üzerlerine bağlanan mini patlayıcılarla birer yangın bombalarına dönüştürülmesi ve Japon kentlerine salınması üzerine kurulmuş.
Hipoteze göre bu yarasalar bölümlere ayrılmış bomba şeklinde kafeslere konacak; kafesler uçaklardan atıldıktan sonra belli irtifada mekanizmaya bağlı paraşütler açılacak ve bu paraşütler de kafes mekanizmasını tetikleyerek yarasaların serbest kalmasını sağlayacakmış. Birer yangın bombasına dönüştürülmüş yarasalar da çoğunluğu geleneksel olarak karton ve ahşaptan yapılmış Japon evlerinin çatılarına konarak bombaların ulaşamadığı yerlerde kanatlarının çırpılma hesabına bağlı zamanlayıcıların devreye girmesiyle patlayacak ve Japon kentlerini ateşe vereceklermiş. Proje deneme aşamasında belli oranda başarıya ulaşmış, ancak küçük bir untukanlık neredeyse projenin sonunu getiriyormuş. Bir akşam denemelerin yapıldığı New Mexico’daki Carslbad Hava Üssü’nde yarasaların tutulduğu hangarların kapısı yanlışlıkla açık bıraklılınca yarasalar kaçmış. Biraz uçtuktan sonra üsse geri dönüp binaların çatılarına konan yarasalar uçuş sırasında harekete geçen zamanlayıcılar nedeniyle bir bir patlamaya balşlayınca hava üssünde birçok bina yanmış. Hatta bir benzin deposunun patlaması hem yangınları hem de zararı katlamış.
“Yarasa bombası” programı bu felaket üzerine rafa kalkmasa da sekteye uğramış. Pogram, yürüten bölümden alındıktan sonra silahlı kuvvetler içinde birkaç farklı birimin sorumluluğuna verilse de en sonunda fizibilite raporları “askeri anlamda efektif kullanımın” ancak 1945’in ortalarında; yani savaşın sonunda gerçekleşebileceğini ortaya koyunca harcanan 2 milyon dolara rağmen yürürlükten kaldırılmış.
“İntihar köpekleri”
Aynı dönemde felaketle sonuçlanan bir diğer proje ise Sovyetler’in anti- tank köpekleri. Aslında Sovyetler’de köpeklerin askeri amaçlarla kullanılmaları 1924 tarihli bir Devrim Askeri Konseyi kararı ile başlamış. Bu tarihten itibaren de kurtarma, ilkyardım, haberleşme, mayın arama ve iz sürme faaliyetleri için eğitilmişler.
Bu proje ise kısaca, güçlü Alman tanklarını tek zayıf noktaları olarak görülen altlarındaki benzin depolarından vurmak üzerine kurulmuş.
Hipoteze göre özel eğitilecek köpekler savaş alanlarında Alman tanklarının üzerine sürülecek, tankın altına giren köpek, sırtına yerleştirilecek katranla kaplı bomba çantasını ya da mayını eğitimi sayesinde boynunu çevirip dişleriyle yukarı, yani tankın altına fırlatacak; çanta da katran nedeniyle tankın altına yapışacak ve sonrasında zaman ayarlı mekanizma ile patlayarak tankı yok edecekmiş.
Denemeler büyük oranda başarısız olmuş.
Köpekler ne kadar eğitim alsa da işin yapılması sırasındaki operasyonel zorluk ve olasılıkların güvenilmezliği nedeniyle uygulamadan bu haliyle vazgeçilmiş.
Bunun yerine köpeklere daha az iş bırakılan ancak birer intihar bombacısına dönüştükleri bir yönteme geçilmiş.
Yeni yöntemde eğitim yine köpeklerin savaş alanında Alman tanklarının altına girmesi üzerine kurulmuş. Ancak bu kez sırtlarındaki çantalara tahtadan birer tetik mekanizması yerleştirilerek mekanizmanın köpeğin tankın altına girmesiyle birlikte harekete geçmesi ve mayını / bombayı patlatması sağlanmış.
Testler ilke etapta başarılı olmuş.
Bu yüzden 1941-1942 yılları arasında tank birliklerine 40 bin köpek gönderildiği söyleniyor.
Yoldaş köpekler “Rusya Anne ve Sovyetler”in bekası için büyük bir umut haline gelmiş.
Ancak program savaş alanında uygulamaya konduğu anda sırrı hala saklanan, neredeyse büyük bölümü açılan Sovyet arşivlerinde detaylarına erişilmesine hala izin verilmeyen büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmış.
Genelde hareketesiz tek hedefe karşı eğitilen köpekler savaş alanının hengamesinde birden fazla hedefle karşılaşınca ne yapacaklarını şaşırmış.
Programın felaketle sonuçlanmasını sağlayan asıl sorun ise eğitimlerde gözden kaçan başka bir ölümcül detay olmuş.
Sovyet tankları dizel, Alman tankları ise benzinliymiş.
Dolayısıyla eğitim sırasında hedef olarak gördükleri tanklardaki mazot kokusuna alışan bu köpek intihar bombacıları; savaş alanında serbest bırakıldıklarında benzin kokan alman tanklarının altına değil, biraz koşup dolaştıktan sonra geri dönüp mazot kokan Sovyet tanklarının altına giriyor, ve o tankı mürettabatı ile birlikle havaya uçuruyormuş.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Sovyetler yapmadığı gibi Rusya da hala bu program çerçevesinde ne kadar zayiat verildiğini açıklamıyor.
Eğer referans sayabilirsek Wikipedia’da bu konudaki başlıkta Rus tarihçilerin programla ilgili; 300 Alman tankının yokedildiğine yönelik söylentinin propaganda amaçlı olduğunu söyledikleri ancak birkaç bölgesel başarıdan da bahsettikleri belirtiliyor. Anti tank köpekleri buna göre Stalingrad Havalanı yakınlarında 13, Hlukhiv’de 5; Kursk’taysa 12 Alman tankını imha etmiş. Buna ek olarak köpeklerin hızı ve hareket kabiliyeti nedeniyle zırhlı araçların ve tankların makinalı tüfek yuvalarından vurulamamaları nedeniyle 1941’den itibaren her Alman askerinin çatışma bölgesinde gördüğü köpeği vurmak üzerine emir aldığı da söyleniyor.
Kötü sonucu nedeniyle 1942’den sonra bu programdan vazgeçilse de araştırmacılar 1996’yılına kadar Rusya’da anti-tank köpeği yetiştirildiğini söylüyor.
“Güvercin güdüm sistemi”
2. Dünya Savaşı’ndan hayvanların silah olarak kullanılmasının belki de en başarılı örneği ise güvercin güdümlü bombalar.
Bu da yine “zihni sinir” bir proje olarak ortaya çıkmış. Hem de Harvard Üniversitesi’nden.
Güvercin Projesi’nin fikir babası insan ve hayvan davranışlarında uzman ünlü Amerikan ruh bilimci Burrhus Fredrick Skinner.
Projenin temel amacı Müttefik hava kuvvetlerinin deniz hedeflerine yönelik gerçekleştirdiği saldırılardaki isabet yüzdesini güdümlü bombalar geliştirerek artırmak.
Skinner hayvanlar üzerinde yaptığı uzun deneyler sonucu güvercinlerin bu iş için en uygun tür olduğunu keşfetmiş.
Üstün görme yetenekleri, zaten kuş oldukları için yüksek irtifada bayılmamaları ve beyinlerinin görsel bilgiyi insan beyninden 3 kat daha hızlı işleyebilme özellikleri bu seçimde büyük rol oynamış.
Ancak bu anlamda en önemli özellikleriyse eğitilebilir olmalarıymış.
Skinner güvercinleri ödüllendirme yöntemiyle önlerinde devamlı hareket eden bir noktayı sürekli olarak gagalamaya alıştırmış. Gagaladıkça yem alacağını bilen hayvanlar nokta nereye giderse gitsin sürekli olarak gagalamaya devam etmiş.
Sonra bu yöntemdeki noktayı, yani hedefi; denizdeki düşman gemilerinin müttefik uçaklarından çekilmiş hava görüntüleriyle değiştirmiş. Dolyayısıyla eğitimdeki hedef de artık düşman gemileriymiş.
Uygulamanın ikinci aşamasındaysa güvercinler kafalarından bir çorap geçirilerek hareketsizleştiriliyor; gagalarına da bir metal parça takılarak bırakılacak bomba ile birlikte aerodinamik 3 penceresi olan bir çeşit dış korumanın ya da kutunun içine konuyormuş.
Uçaktan bırakıldıktan sonra eğitimdeki gibi aşağıda gemiyi gören güvercin bomba düşerken yön değiştirdikçe geminin üzerini gagalıyor; gagadaki metal parça da pencerelerdeki manyetik alan üzerinden bombanın arkasındaki küçük kanatlara mors alfabesinin çalıştığı sistemle sinyaller yolluyormuş. Böylece bomba “güdümleniyor” ve aşağıdaki geminin üzerine düşmesi sağlanıyormuş.
Çalışma test aşamasında oldukça başarılı olmuş; ancak Amerikan Ulusal Savunma Araştırmaları Komitesi araştırma için 25 bin dolar bağış yapmış olmasına rağmen çalışmayı son noktasında çok “eksantrik” ve amiyane tabirle “antika” bulmuş.
Proje bu yüzden 8 Ekim 1944’te rafa kaldırılmış.
Çalışma ABD Donanması tarafından 1948’de “Orcon projesi” adıyla tekrar yürürlüğe konmuş; ancak 1953’te elektronik güdüm mekanizmalarının verimli çalışır hale gelmesiyle bu kez sonsuza kadar yürürlükten çıkarılmış.
Bitirirken, yazarken kendim de zevkten kudurduğum bu kadar eğlenceli bilgiden sonra kendimden birkaç şey söylesem sorun etmezsinin sanırım. Ne alakası var şimdi yukarıda yazdığınla derseniz de başım gözüm üstüne.
İbn-i Haldun insanın silahları doğada kendinden daha vahşi hayvanlara karşı, yani savunma ve avlanma anlamında doğa ile dezavantajlı durumunu eşitlemek üzere geliştirdiğini söylüyor.
Ancak neredeyse tüm insanlık tarihi bir noktaya kadar doğa ile “eşitlenen” insanın, sonrasında doğal olarak kendi arasında da gelişen bu eşitliği bozmak için çaba sarfedip durması üzerine kurulmuş.
Bu üstünlük arayışı en başta silahların gelişmesine, ya da daha doğrusu silah olarak kullanılmak üzere değişik taktiklerin ve araçların geliştirilmesine yol açmış. Teknolojiyi de çoğunlukla yaşamsal ihtiyaçlar değil, sahip olunanı korumak ya da daha fazlasını edinebilmek için girişilen bu arayış geliştirmiş. Gerek hammadde eksikliği gibi dönemsel koşullar nedeniyle, gerekse zaman zaman teknolojik tıkanmışlıktan modern silah yarışında yenişemeyen insansı temellere dönmekten ve bilimin her alanını bu amaçta kullanmaktan çekinmemiş. Hayvanların kullanımı işte bundan.
Ancak teknoloji ne kadar ilerlese de, zamanlar ne kadar “modernleşse” de insan değişmemiş.
Kullanılan hayvanlara üzülenler için hep birlikte hatırlayalım diye yazıyorum; çiçek hastalığını biyolojik silaha çevirecek kadar gaddar; ordusundaki askeri hiçbirşeyden korkmadan kendini ölüme atsın diye kimya laboratuvarlarında “cesaret serumu” geliştirecek kadar kalleş; psikolojiyi, sosyolojiyi nasıl daha iyi işkence yöntemi geliştiririm diye kullanmaktan çekinmeyecek kadar haysiyetsiz bir tür bizimkisi. Büyük ihtimalle Irak’a gelmeden haritadaki yerini bile bilmeyen, Arap kültürü ve onur anlayışından bihaber, ortalama Amerikalının da cahili (ki bu karacahil demek) insanlık müsveddesi bir kadının işgal sırasında Abu Guryeb’te Arap bir erkeği çırılçıplak boyununa tasma takarak yerde köpek gibi gezdirmesi kendi aklının ürünü sanıyorsanız, inanın çok yanılırsınız.
E bir hak yolu var bir de diğeri.
Biz gelin bilimin de teknolojinin de yapabilirsek insan için, ilerleme için kullanılması için elimizden birşey geliyorsa yapalım.
Milli silah yapmaya ayırdığımız araştırma geliştirme kaynağını daha faydalı işler için kullanmaya yöneticilerimizi ikna etmeye çalışalım.
3 ordan 5 burdan, kim bilir; belki birgün fezaya gideriz.
İyi haftalar
Taliban vesile oldu, bana da 2. Dünya Savaşı’ndan garip silah denemeleri hikayeleri yazacak fırsat doğdu. Oh!
Ama, önce tarih; ille de tarih.
“Savaş fili”, “savaş domuzu” ne anlatmadan bu yazıyı yazmak olmaz.
Hatırlayalım: Geçtiğimiz günlerde gazete ve internet sitelerinde “Taliban’ın görülmemiş taktiği” başlığı ile verilen haberde Afganistan’da güvenlik güçlerininin “şüphe üzerine” vurduğu bir kuşun üzerinde izleme cihazları ve patlayıcı bulunduğu, kuşun “intihar saldırısı” için eğitilmiş olabileceğinin düşünüldüğü yazıldı.
Bu aslında ilk kez görülen bir uygulama değil.
2. Dünya Savaşı boyunca Müttefikler’in savaş bakanlıkları ve silah geliştirme birimleri labratuvarlarında bol bol “silah hayvan” deneyleri yaptılar. İnanmazsınız, bazıları da çok başarılı oldu. Ancak bu uygulamalar da mantık olarak yeni değildi. Tarih boyunca hayvanlar savaşlarda silah olarak kullanıldı.
“Savaş filleri”
İlk akla gelen “Savaş filleri”.
Doğal yaşam alanları olduğundan olacak, bu amaçla ilk Hindistan’da kullanılmaya başlandıkları, sonrasında kullanımın Orta Asya ve “Batı” ya yayıldığı söyleniyor. Perslerin filleri Büyük İskender’e karşı kullandıkları; Epir’li Yunan general Pyrrhus’un ve Kartaca’lı efsanevi komutan Hannibal’in ordularında bu fillere şimdiki tanklar gibi, düşman hatlarını yarmak ve düşman piyadesinin moralini bozmak için yer verdiği biliniyor.
“Savaş domuzları”
Fillere karşı kullanılan yegane silah ise “savaş domuzları” ya da “savaş koçları” imiş.
Farklı dönemlere ait Polyaenus, Aelian, Pliny ve Procopius gibi Roma ve Doğu Roma’lı yazarlar ortak şekilde “savaş domuzları”nın ya da savaş koçları”nın, “savaş filleri” ne karşı kullanıldığını belirtiyor. Bu da uygulamanın, aklı evvel bir komutanın bir kerelik gerçekleştirdiği başarılı bir proje olmaktan öte sürekliliği olan askeri bir taktik olarak benimsendiğini gösteriyor.
Uygulama vahşi ama çok basit. Temelde domuzlar ya da koçlar katrana bulandıktan sonra yakılıp düşman fillerinin üzerine sürülüyor. Yanan birer top halinde canhıraş son sürat üzerlerine gelen zavallı hayvanların çığlıklarından korkan filler de geri dönüp kendi askerlerini eziyor, yani kendi mevzilerini dağıtıyor ve arkadan gelen askerlere düşman hattını daha kolay yarma ve bozgun şansı veriyor.
Başta bahsettiğimiz konuya dönecek olursak; savaş tarihi ve strateji okumalarından ilham almış olacaklar; ABD’li, Britanyalı ve Sovyet bilim insanları 2. Dünya Savaşı boyunca gerek yokluktan gerek teknolojik tıkanmışlıktan gerek çaresizlikten ya da “çılgınlıktan” hayvanların silah olarak kullanıldığı birçok proje geliştirmiş. Başta da söylediğim gibi bazıları çok başarılı olmuş. Bazılarıysa tam bir felaket. “Yanan yarasalar” felaketlerden.
“Yanan yarasalar”
Projenin mimarı o dönemdeki ABD Frist Lady’si Elenor Roosevelt’in arkadaşı olan Pensilvanya’lı bir diş hekimi Lytle Adams. Beyaz Saray’a Ocak 1942’de sunulan proje kısaca yarasaların üzerlerine bağlanan mini patlayıcılarla birer yangın bombalarına dönüştürülmesi ve Japon kentlerine salınması üzerine kurulmuş.
Hipoteze göre bu yarasalar bölümlere ayrılmış bomba şeklinde kafeslere konacak; kafesler uçaklardan atıldıktan sonra belli irtifada mekanizmaya bağlı paraşütler açılacak ve bu paraşütler de kafes mekanizmasını tetikleyerek yarasaların serbest kalmasını sağlayacakmış. Birer yangın bombasına dönüştürülmüş yarasalar da çoğunluğu geleneksel olarak karton ve ahşaptan yapılmış Japon evlerinin çatılarına konarak bombaların ulaşamadığı yerlerde kanatlarının çırpılma hesabına bağlı zamanlayıcıların devreye girmesiyle patlayacak ve Japon kentlerini ateşe vereceklermiş. Proje deneme aşamasında belli oranda başarıya ulaşmış, ancak küçük bir untukanlık neredeyse projenin sonunu getiriyormuş. Bir akşam denemelerin yapıldığı New Mexico’daki Carslbad Hava Üssü’nde yarasaların tutulduğu hangarların kapısı yanlışlıkla açık bıraklılınca yarasalar kaçmış. Biraz uçtuktan sonra üsse geri dönüp binaların çatılarına konan yarasalar uçuş sırasında harekete geçen zamanlayıcılar nedeniyle bir bir patlamaya balşlayınca hava üssünde birçok bina yanmış. Hatta bir benzin deposunun patlaması hem yangınları hem de zararı katlamış.
“Yarasa bombası” programı bu felaket üzerine rafa kalkmasa da sekteye uğramış. Pogram, yürüten bölümden alındıktan sonra silahlı kuvvetler içinde birkaç farklı birimin sorumluluğuna verilse de en sonunda fizibilite raporları “askeri anlamda efektif kullanımın” ancak 1945’in ortalarında; yani savaşın sonunda gerçekleşebileceğini ortaya koyunca harcanan 2 milyon dolara rağmen yürürlükten kaldırılmış.
“İntihar köpekleri”
Aynı dönemde felaketle sonuçlanan bir diğer proje ise Sovyetler’in anti- tank köpekleri. Aslında Sovyetler’de köpeklerin askeri amaçlarla kullanılmaları 1924 tarihli bir Devrim Askeri Konseyi kararı ile başlamış. Bu tarihten itibaren de kurtarma, ilkyardım, haberleşme, mayın arama ve iz sürme faaliyetleri için eğitilmişler.
Bu proje ise kısaca, güçlü Alman tanklarını tek zayıf noktaları olarak görülen altlarındaki benzin depolarından vurmak üzerine kurulmuş.
Hipoteze göre özel eğitilecek köpekler savaş alanlarında Alman tanklarının üzerine sürülecek, tankın altına giren köpek, sırtına yerleştirilecek katranla kaplı bomba çantasını ya da mayını eğitimi sayesinde boynunu çevirip dişleriyle yukarı, yani tankın altına fırlatacak; çanta da katran nedeniyle tankın altına yapışacak ve sonrasında zaman ayarlı mekanizma ile patlayarak tankı yok edecekmiş.
Denemeler büyük oranda başarısız olmuş.
Köpekler ne kadar eğitim alsa da işin yapılması sırasındaki operasyonel zorluk ve olasılıkların güvenilmezliği nedeniyle uygulamadan bu haliyle vazgeçilmiş.
Bunun yerine köpeklere daha az iş bırakılan ancak birer intihar bombacısına dönüştükleri bir yönteme geçilmiş.
Yeni yöntemde eğitim yine köpeklerin savaş alanında Alman tanklarının altına girmesi üzerine kurulmuş. Ancak bu kez sırtlarındaki çantalara tahtadan birer tetik mekanizması yerleştirilerek mekanizmanın köpeğin tankın altına girmesiyle birlikte harekete geçmesi ve mayını / bombayı patlatması sağlanmış.
Testler ilke etapta başarılı olmuş.
Bu yüzden 1941-1942 yılları arasında tank birliklerine 40 bin köpek gönderildiği söyleniyor.
Yoldaş köpekler “Rusya Anne ve Sovyetler”in bekası için büyük bir umut haline gelmiş.
Ancak program savaş alanında uygulamaya konduğu anda sırrı hala saklanan, neredeyse büyük bölümü açılan Sovyet arşivlerinde detaylarına erişilmesine hala izin verilmeyen büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmış.
Genelde hareketesiz tek hedefe karşı eğitilen köpekler savaş alanının hengamesinde birden fazla hedefle karşılaşınca ne yapacaklarını şaşırmış.
Programın felaketle sonuçlanmasını sağlayan asıl sorun ise eğitimlerde gözden kaçan başka bir ölümcül detay olmuş.
Sovyet tankları dizel, Alman tankları ise benzinliymiş.
Dolayısıyla eğitim sırasında hedef olarak gördükleri tanklardaki mazot kokusuna alışan bu köpek intihar bombacıları; savaş alanında serbest bırakıldıklarında benzin kokan alman tanklarının altına değil, biraz koşup dolaştıktan sonra geri dönüp mazot kokan Sovyet tanklarının altına giriyor, ve o tankı mürettabatı ile birlikle havaya uçuruyormuş.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Sovyetler yapmadığı gibi Rusya da hala bu program çerçevesinde ne kadar zayiat verildiğini açıklamıyor.
Eğer referans sayabilirsek Wikipedia’da bu konudaki başlıkta Rus tarihçilerin programla ilgili; 300 Alman tankının yokedildiğine yönelik söylentinin propaganda amaçlı olduğunu söyledikleri ancak birkaç bölgesel başarıdan da bahsettikleri belirtiliyor. Anti tank köpekleri buna göre Stalingrad Havalanı yakınlarında 13, Hlukhiv’de 5; Kursk’taysa 12 Alman tankını imha etmiş. Buna ek olarak köpeklerin hızı ve hareket kabiliyeti nedeniyle zırhlı araçların ve tankların makinalı tüfek yuvalarından vurulamamaları nedeniyle 1941’den itibaren her Alman askerinin çatışma bölgesinde gördüğü köpeği vurmak üzerine emir aldığı da söyleniyor.
Kötü sonucu nedeniyle 1942’den sonra bu programdan vazgeçilse de araştırmacılar 1996’yılına kadar Rusya’da anti-tank köpeği yetiştirildiğini söylüyor.
“Güvercin güdüm sistemi”
2. Dünya Savaşı’ndan hayvanların silah olarak kullanılmasının belki de en başarılı örneği ise güvercin güdümlü bombalar.
Bu da yine “zihni sinir” bir proje olarak ortaya çıkmış. Hem de Harvard Üniversitesi’nden.
Güvercin Projesi’nin fikir babası insan ve hayvan davranışlarında uzman ünlü Amerikan ruh bilimci Burrhus Fredrick Skinner.
Projenin temel amacı Müttefik hava kuvvetlerinin deniz hedeflerine yönelik gerçekleştirdiği saldırılardaki isabet yüzdesini güdümlü bombalar geliştirerek artırmak.
Skinner hayvanlar üzerinde yaptığı uzun deneyler sonucu güvercinlerin bu iş için en uygun tür olduğunu keşfetmiş.
Üstün görme yetenekleri, zaten kuş oldukları için yüksek irtifada bayılmamaları ve beyinlerinin görsel bilgiyi insan beyninden 3 kat daha hızlı işleyebilme özellikleri bu seçimde büyük rol oynamış.
Ancak bu anlamda en önemli özellikleriyse eğitilebilir olmalarıymış.
Skinner güvercinleri ödüllendirme yöntemiyle önlerinde devamlı hareket eden bir noktayı sürekli olarak gagalamaya alıştırmış. Gagaladıkça yem alacağını bilen hayvanlar nokta nereye giderse gitsin sürekli olarak gagalamaya devam etmiş.
Sonra bu yöntemdeki noktayı, yani hedefi; denizdeki düşman gemilerinin müttefik uçaklarından çekilmiş hava görüntüleriyle değiştirmiş. Dolyayısıyla eğitimdeki hedef de artık düşman gemileriymiş.
Uygulamanın ikinci aşamasındaysa güvercinler kafalarından bir çorap geçirilerek hareketsizleştiriliyor; gagalarına da bir metal parça takılarak bırakılacak bomba ile birlikte aerodinamik 3 penceresi olan bir çeşit dış korumanın ya da kutunun içine konuyormuş.
Uçaktan bırakıldıktan sonra eğitimdeki gibi aşağıda gemiyi gören güvercin bomba düşerken yön değiştirdikçe geminin üzerini gagalıyor; gagadaki metal parça da pencerelerdeki manyetik alan üzerinden bombanın arkasındaki küçük kanatlara mors alfabesinin çalıştığı sistemle sinyaller yolluyormuş. Böylece bomba “güdümleniyor” ve aşağıdaki geminin üzerine düşmesi sağlanıyormuş.
Çalışma test aşamasında oldukça başarılı olmuş; ancak Amerikan Ulusal Savunma Araştırmaları Komitesi araştırma için 25 bin dolar bağış yapmış olmasına rağmen çalışmayı son noktasında çok “eksantrik” ve amiyane tabirle “antika” bulmuş.
Proje bu yüzden 8 Ekim 1944’te rafa kaldırılmış.
Çalışma ABD Donanması tarafından 1948’de “Orcon projesi” adıyla tekrar yürürlüğe konmuş; ancak 1953’te elektronik güdüm mekanizmalarının verimli çalışır hale gelmesiyle bu kez sonsuza kadar yürürlükten çıkarılmış.
Bitirirken, yazarken kendim de zevkten kudurduğum bu kadar eğlenceli bilgiden sonra kendimden birkaç şey söylesem sorun etmezsinin sanırım. Ne alakası var şimdi yukarıda yazdığınla derseniz de başım gözüm üstüne.
İbn-i Haldun insanın silahları doğada kendinden daha vahşi hayvanlara karşı, yani savunma ve avlanma anlamında doğa ile dezavantajlı durumunu eşitlemek üzere geliştirdiğini söylüyor.
Ancak neredeyse tüm insanlık tarihi bir noktaya kadar doğa ile “eşitlenen” insanın, sonrasında doğal olarak kendi arasında da gelişen bu eşitliği bozmak için çaba sarfedip durması üzerine kurulmuş.
Bu üstünlük arayışı en başta silahların gelişmesine, ya da daha doğrusu silah olarak kullanılmak üzere değişik taktiklerin ve araçların geliştirilmesine yol açmış. Teknolojiyi de çoğunlukla yaşamsal ihtiyaçlar değil, sahip olunanı korumak ya da daha fazlasını edinebilmek için girişilen bu arayış geliştirmiş. Gerek hammadde eksikliği gibi dönemsel koşullar nedeniyle, gerekse zaman zaman teknolojik tıkanmışlıktan modern silah yarışında yenişemeyen insansı temellere dönmekten ve bilimin her alanını bu amaçta kullanmaktan çekinmemiş. Hayvanların kullanımı işte bundan.
Ancak teknoloji ne kadar ilerlese de, zamanlar ne kadar “modernleşse” de insan değişmemiş.
Kullanılan hayvanlara üzülenler için hep birlikte hatırlayalım diye yazıyorum; çiçek hastalığını biyolojik silaha çevirecek kadar gaddar; ordusundaki askeri hiçbirşeyden korkmadan kendini ölüme atsın diye kimya laboratuvarlarında “cesaret serumu” geliştirecek kadar kalleş; psikolojiyi, sosyolojiyi nasıl daha iyi işkence yöntemi geliştiririm diye kullanmaktan çekinmeyecek kadar haysiyetsiz bir tür bizimkisi. Büyük ihtimalle Irak’a gelmeden haritadaki yerini bile bilmeyen, Arap kültürü ve onur anlayışından bihaber, ortalama Amerikalının da cahili (ki bu karacahil demek) insanlık müsveddesi bir kadının işgal sırasında Abu Guryeb’te Arap bir erkeği çırılçıplak boyununa tasma takarak yerde köpek gibi gezdirmesi kendi aklının ürünü sanıyorsanız, inanın çok yanılırsınız.
E bir hak yolu var bir de diğeri.
Biz gelin bilimin de teknolojinin de yapabilirsek insan için, ilerleme için kullanılması için elimizden birşey geliyorsa yapalım.
Milli silah yapmaya ayırdığımız araştırma geliştirme kaynağını daha faydalı işler için kullanmaya yöneticilerimizi ikna etmeye çalışalım.
3 ordan 5 burdan, kim bilir; belki birgün fezaya gideriz.
İyi haftalar