Abdullah Öcalan yakalanmasında sorumuluğu olduğu iddiasıyla 2008’de Yunanistan’a dava açmıştı.
“Yunanistan’ın Kenya ve muhtemelen ABD makamlarıyla birlikte Türkiye’ye teslim edilmesini organize ettiğini” ileri sürüyordu.
Davanın ilk duruşması geçtiğimiz pazartesi yapıldı. İkincisi dosyadaki eksik belgelerin tamamlanabilmesi için 22 Şubat 2016’ya ertelendi.
Sonuç büyük ihtimalle Öcalan’ın beklediği gibi olmayacak.
Zira olay daha önce Yunan yargısına başka bir boyutu ile taşınmış, Yunan gizli servisinin operasyonu “ülkenin barış içindeki konumunu tehlikeye atmak” iddiasıyla yargılanmıştı.
Malum Öcalan meselesi o dönem Türkiye için “casus belli” idi.
Öcalan Yunanistan’dan sembolik olarak 20 bin 100 Euro tazminat istiyor.
Ancak asıl istediği büyük ihtimalle yakalanmasıyla ilgili kendi değişiyle “uluslararası bir komployu” açık etmek.
Dava dilekçesinde 1999’da kendisine siyasi iltica hakkı tanınacağına ilişkin Yunanistan hükümetinden ‘dolaylı ancak yanıltıcı vaatler’ aldığını ve Atina’nın başka seçenekler olmasına karşın kendisinin Kenya’da konakladığı Yunan büyükelçilik rezidansından ne pahasına olursa olsun uzaklaştırılmasını istediğini yazıyor.
Büyük ihtimalle yaşadıklarına dayanarak belirttiği gibi belli ki onu elçiliğinde ağırlayan, kaçmasını örgütleyen Atina büyük baskı altındaydı.
Demirel: “Öcalan’ı ABD verdi”
Zira Öcalan’ın “muhtemelen” diye tanımladığı bağlantı gerçekti.
Hep bir sis perdesi ardında kalan ve MİT’in büyük başarısı olarak, ki bence öyle, lanse edilen olayın bir kısmı resmi ağızdan ilk Süleyman Demirel’in sağlığında Radikal’den gazeteci ağabeyimiz Murat Yetkin’e verdiği röportajda aydınlandı.
Evet; Öcalan’ı MİT’e Amerikalılar vermiş, “Yunanistan’ın kolunu da onlar bükmüştü”.
Oysa ki operasyonda ABD’nin payı resmi olarak kabul edilmese de biliniyordu.
“Yunanistan İstihbarat Servisi (EYP) başkanının Kenya’daki operasyondan sadece bir gün önce (14 Şubat 1999), Yunan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’a gönderdiği ‘çok gizli’ belge daha önce Özgür Politika ve Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştı.
Belgeye göre, ABD ile Yunanistan arasındaki mutabakat Başbakan Kostas Simitis ile ABD’nin Atina Büyükelçisi Nicholas Burns arasında olmuş, bir faksla, Yunanistan’ın Nairobi büyükelçisine tâlimat olarak gönderilmişti.”
Pangalos: “Yunan gizli servisi daha büyük gizli servislere yenik düştü”
Dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos konuyla ilgili sorulara sonraki dönemlerde “Öcalan Kenya’da Yunanistan elçiliğinden çıktıktan sonra sarışın uzun boylu kimseler müdahale etti”. “Yunan gizli servisi daha büyük gizli servislere yenik düştü” diyerek cevap veriyor ve ABD’yi işaret ediyordu.
Olay, başta bahsettiğim Yunanistan’da açılan davada da 3 savcının 20 günde hazırladığı bir iddianame ile zaten belli bir oranda aydınlanmış, Öcalan’ın kaçtığı sürerin bir kısmında yanında olan onu korumakla görevli Yunan istihbarat ajanı Savvas Kalenderidis’in bu dava sürecinde verdiği ifadenin bir bölümü de Ta Nea gazetesine sızmıştı.
Operasyondan 1 ay sonra, Frankfurter Algemeine Zeitung gazetesinin, o dönemde büyük ihtimalle Alman istihbaratından aldılar, diye değerlendirilen haberine göreyse Öcalan aslında bir ABD-İsrail ortak operasyonu ile yakalanmış, Türkiye’ye İsrail’de teslim edilmişti.
Malezya’nın kendine ait olduğunu reddettiği sahte Malezya amblemli bir uçakla kaçırılmış, Nairobi’de o gün değme casus filmine konu olacak bir senaryo yaşanmıştı.
Ancak bu iddia kamuoyunda hep kahve sohbetinde “İsrail’in de rolü var canım” seviyesinde konuşuldu.
Ecevit: “ABD Öcalan’ı bize niye verdi anlamadım”
Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in sonraları kulaktan kulağa yayılan “ABD Öcalan’ı bize niye verdi anlamadım” sözü ise olayla ilgili birçok komplo teorisinin üretilmesine neden oldu.
Belki bir kısmı da doğruydu; kim bilir?
En azından başka bir sürü insanla birlikle Öcalan’ın yakalanmasıyla ilgili “Ortadoğu’da değişen dinamikler nedeniyle büyük güçlerin kendisini tehdit olarak gördüğü”nü söylemesinden bunlardan bir kısmına inandığını anlıyoruz.
Tuncay Özkan’ın konuyla ilgili Doğan Kitap’tan çıkmış “Operasyon” ve Alfa Yayınları’nın bastığı “Abdullah Öcalan: Neden verildi? Nasıl yakalandı? Ne olacak?” isimli kitapları ya da olay sırasında Öcalan’ın yanında yer alan Yunan istihbarat ajanı Savvas Kalenderidis’in Pencere Yayınları tarafından Türkçesi basılan “Öcalan’ın Teslimi: Gerçeğin Zamanı” kitapları meraklısını aydınlatabilir.
Ancak sanırım ne olduğunu dönemin Kalenderidis dışındaki aktörleri de karar verip anlılarını yazmadan bilemeyeceğiz.
Belki muhtemelen Öcalan’ın da umduğu gibi Yunan yargısının olayı daha derinlemesine araştırıken erişeceği bilgiler, alacağı ifadeler dışarı sızarsa şimdiye kadar öğrendiklerimizden daha fazlasını bilebileceğiz.
Aslında daha fazlasını daha önce de bilebilirdik.
Daha doğrusu bilebilirdiniz.
Nasıl mı?
Öcalan’ın “yakalanma hikayesi” nasıl yarım kaldı?
32. Gün ekibi Mehmet Ali ağabeyin ölümünden çok önce 2008’de konuyla ilgili bir belgesel çalışmasına başlamıştı. Belgeseli de Öcalan’ın yakalanmasının 10. yılında yayınlamayı planlıyorduk.
Tam bir eski 32. Gün işi olacaktı.
İşin başında ustamız Rıdvan Akar olacak, şu kardeşiniz de editörlüğünü, derin araştırmasını, muhabirliğini yapacaktı.
Temel araştırmamız ve prodüksiyon planımız çok sağlamdı.
Öcalan’ın kaçmaya başladıktan sonra gittiği tüm ülkelerde gerçek mekanlarda çekimler yapacak, canlandırmalarla tüm hikayeyi anlatacaktık.
Ne yalan söyleyeyim çok detaylı çalışmış ve iyi bir sinopsis yazmıştım.
Rıdvan ağabeyin ise metinde neler yapacağını, kalemini nasıl konuşturacağını sadece tanrılar bilebilirdi.
Belgeselde ilk defa duyacağınız ve göreceğiniz şeyler olacaktı.
Ancak proje belgeseli birlikte yapmayı önerdiğimiz kanalın o dönemki yöneticilerinden birine ve “maliyet engeline” takıldı.
Yani çok şey kaçırdınız.
Banaysa meslek hayatımın hiçbir zaman unutmayacağım deneyimlerinden biri ve komik anılar kaldı.
Rıdvan ağabey ile Öcalan’ın Rusya’da geçirdiği sürenin mimarlarından biri olan; gazetecilere röportaj sırasında soruyu beğenmezse tükürmesi ve yumruk atmasıyla bilinen aşırı milliyetçi Rus politikacı Vladimir Zhirinovsky ile yaptığımız röportaj öncesi ciddi ciddi “Bu yumruk atarsa ne yapıyoruz şimdi? Dalıyor muyuz?” diye konuştuğumuzu hala gülerek hatırlıyorum.
Yine aynı projenin bir parçası olarak istihbaratın bir dönem “en tepesindeki” beyefendinin evinde
çekirdek ekip olarak birkaç kez yediğimiz öyle yemeklerini ve ettiğimiz sohbetleri hayatım boyunca unutamam.
O yemeklerde sanırım çok az kimsenin gördüğü şeyleri gördük, dokunduğu şeylere dokunduk.
Her Öcalan haberinde aklıma gelir.
O not defterini de hala çok özenle saklarım.
Belki bir gün, kim bilir?
Abdullah Öcalan yakalanmasında sorumuluğu olduğu iddiasıyla 2008’de Yunanistan’a dava açmıştı.
“Yunanistan’ın Kenya ve muhtemelen ABD makamlarıyla birlikte Türkiye’ye teslim edilmesini organize ettiğini” ileri sürüyordu.
Davanın ilk duruşması geçtiğimiz pazartesi yapıldı. İkincisi dosyadaki eksik belgelerin tamamlanabilmesi için 22 Şubat 2016’ya ertelendi.
Sonuç büyük ihtimalle Öcalan’ın beklediği gibi olmayacak.
Zira olay daha önce Yunan yargısına başka bir boyutu ile taşınmış, Yunan gizli servisinin operasyonu “ülkenin barış içindeki konumunu tehlikeye atmak” iddiasıyla yargılanmıştı.
Malum Öcalan meselesi o dönem Türkiye için “casus belli” idi.
Öcalan Yunanistan’dan sembolik olarak 20 bin 100 Euro tazminat istiyor.
Ancak asıl istediği büyük ihtimalle yakalanmasıyla ilgili kendi değişiyle “uluslararası bir komployu” açık etmek.
Dava dilekçesinde 1999’da kendisine siyasi iltica hakkı tanınacağına ilişkin Yunanistan hükümetinden ‘dolaylı ancak yanıltıcı vaatler’ aldığını ve Atina’nın başka seçenekler olmasına karşın kendisinin Kenya’da konakladığı Yunan büyükelçilik rezidansından ne pahasına olursa olsun uzaklaştırılmasını istediğini yazıyor.
Büyük ihtimalle yaşadıklarına dayanarak belirttiği gibi belli ki onu elçiliğinde ağırlayan, kaçmasını örgütleyen Atina büyük baskı altındaydı.
Demirel: “Öcalan’ı ABD verdi”
Zira Öcalan’ın “muhtemelen” diye tanımladığı bağlantı gerçekti.
Hep bir sis perdesi ardında kalan ve MİT’in büyük başarısı olarak, ki bence öyle, lanse edilen olayın bir kısmı resmi ağızdan ilk Süleyman Demirel’in sağlığında Radikal’den gazeteci ağabeyimiz Murat Yetkin’e verdiği röportajda aydınlandı.
Evet; Öcalan’ı MİT’e Amerikalılar vermiş, “Yunanistan’ın kolunu da onlar bükmüştü”.
Oysa ki operasyonda ABD’nin payı resmi olarak kabul edilmese de biliniyordu.
“Yunanistan İstihbarat Servisi (EYP) başkanının Kenya’daki operasyondan sadece bir gün önce (14 Şubat 1999), Yunan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’a gönderdiği ‘çok gizli’ belge daha önce Özgür Politika ve Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştı.
Belgeye göre, ABD ile Yunanistan arasındaki mutabakat Başbakan Kostas Simitis ile ABD’nin Atina Büyükelçisi Nicholas Burns arasında olmuş, bir faksla, Yunanistan’ın Nairobi büyükelçisine tâlimat olarak gönderilmişti.”
Pangalos: “Yunan gizli servisi daha büyük gizli servislere yenik düştü”
Dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos konuyla ilgili sorulara sonraki dönemlerde “Öcalan Kenya’da Yunanistan elçiliğinden çıktıktan sonra sarışın uzun boylu kimseler müdahale etti”. “Yunan gizli servisi daha büyük gizli servislere yenik düştü” diyerek cevap veriyor ve ABD’yi işaret ediyordu.
Olay, başta bahsettiğim Yunanistan’da açılan davada da 3 savcının 20 günde hazırladığı bir iddianame ile zaten belli bir oranda aydınlanmış, Öcalan’ın kaçtığı sürerin bir kısmında yanında olan onu korumakla görevli Yunan istihbarat ajanı Savvas Kalenderidis’in bu dava sürecinde verdiği ifadenin bir bölümü de Ta Nea gazetesine sızmıştı.
Operasyondan 1 ay sonra, Frankfurter Algemeine Zeitung gazetesinin, o dönemde büyük ihtimalle Alman istihbaratından aldılar, diye değerlendirilen haberine göreyse Öcalan aslında bir ABD-İsrail ortak operasyonu ile yakalanmış, Türkiye’ye İsrail’de teslim edilmişti.
Malezya’nın kendine ait olduğunu reddettiği sahte Malezya amblemli bir uçakla kaçırılmış, Nairobi’de o gün değme casus filmine konu olacak bir senaryo yaşanmıştı.
Ancak bu iddia kamuoyunda hep kahve sohbetinde “İsrail’in de rolü var canım” seviyesinde konuşuldu.
Ecevit: “ABD Öcalan’ı bize niye verdi anlamadım”
Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in sonraları kulaktan kulağa yayılan “ABD Öcalan’ı bize niye verdi anlamadım” sözü ise olayla ilgili birçok komplo teorisinin üretilmesine neden oldu.
Belki bir kısmı da doğruydu; kim bilir?
En azından başka bir sürü insanla birlikle Öcalan’ın yakalanmasıyla ilgili “Ortadoğu’da değişen dinamikler nedeniyle büyük güçlerin kendisini tehdit olarak gördüğü”nü söylemesinden bunlardan bir kısmına inandığını anlıyoruz.
Tuncay Özkan’ın konuyla ilgili Doğan Kitap’tan çıkmış “Operasyon” ve Alfa Yayınları’nın bastığı “Abdullah Öcalan: Neden verildi? Nasıl yakalandı? Ne olacak?” isimli kitapları ya da olay sırasında Öcalan’ın yanında yer alan Yunan istihbarat ajanı Savvas Kalenderidis’in Pencere Yayınları tarafından Türkçesi basılan “Öcalan’ın Teslimi: Gerçeğin Zamanı” kitapları meraklısını aydınlatabilir.
Ancak sanırım ne olduğunu dönemin Kalenderidis dışındaki aktörleri de karar verip anlılarını yazmadan bilemeyeceğiz.
Belki muhtemelen Öcalan’ın da umduğu gibi Yunan yargısının olayı daha derinlemesine araştırıken erişeceği bilgiler, alacağı ifadeler dışarı sızarsa şimdiye kadar öğrendiklerimizden daha fazlasını bilebileceğiz.
Aslında daha fazlasını daha önce de bilebilirdik.
Daha doğrusu bilebilirdiniz.
Nasıl mı?
Öcalan’ın “yakalanma hikayesi” nasıl yarım kaldı?
32. Gün ekibi Mehmet Ali ağabeyin ölümünden çok önce 2008’de konuyla ilgili bir belgesel çalışmasına başlamıştı. Belgeseli de Öcalan’ın yakalanmasının 10. yılında yayınlamayı planlıyorduk.
Tam bir eski 32. Gün işi olacaktı.
İşin başında ustamız Rıdvan Akar olacak, şu kardeşiniz de editörlüğünü, derin araştırmasını, muhabirliğini yapacaktı.
Temel araştırmamız ve prodüksiyon planımız çok sağlamdı.
Öcalan’ın kaçmaya başladıktan sonra gittiği tüm ülkelerde gerçek mekanlarda çekimler yapacak, canlandırmalarla tüm hikayeyi anlatacaktık.
Ne yalan söyleyeyim çok detaylı çalışmış ve iyi bir sinopsis yazmıştım.
Rıdvan ağabeyin ise metinde neler yapacağını, kalemini nasıl konuşturacağını sadece tanrılar bilebilirdi.
Belgeselde ilk defa duyacağınız ve göreceğiniz şeyler olacaktı.
Ancak proje belgeseli birlikte yapmayı önerdiğimiz kanalın o dönemki yöneticilerinden birine ve “maliyet engeline” takıldı.
Yani çok şey kaçırdınız.
Banaysa meslek hayatımın hiçbir zaman unutmayacağım deneyimlerinden biri ve komik anılar kaldı.
Rıdvan ağabey ile Öcalan’ın Rusya’da geçirdiği sürenin mimarlarından biri olan; gazetecilere röportaj sırasında soruyu beğenmezse tükürmesi ve yumruk atmasıyla bilinen aşırı milliyetçi Rus politikacı Vladimir Zhirinovsky ile yaptığımız röportaj öncesi ciddi ciddi “Bu yumruk atarsa ne yapıyoruz şimdi? Dalıyor muyuz?” diye konuştuğumuzu hala gülerek hatırlıyorum.
Yine aynı projenin bir parçası olarak istihbaratın bir dönem “en tepesindeki” beyefendinin evinde
çekirdek ekip olarak birkaç kez yediğimiz öyle yemeklerini ve ettiğimiz sohbetleri hayatım boyunca unutamam.
O yemeklerde sanırım çok az kimsenin gördüğü şeyleri gördük, dokunduğu şeylere dokunduk.
Her Öcalan haberinde aklıma gelir.
O not defterini de hala çok özenle saklarım.
Belki bir gün, kim bilir?