

Birbiri peşi sıra dünyada hayret/şaşkınlık dalgaları yaratan “Panama Kanalı”, “Grönland”; “Gazze” gibi güncel Trump temalardan, bunlar arasında ilk ifade edilen Panama üzerinden ilerlediğimizde; aslında hiçbirinin “bir anda ortaya çıkmadığını ve evveliyatı bulunduğunu” anlamak mümkün oluyor:
Panama Kanalı’nın öyküsü, bir asırdan uzun süre öncelerine dayanıyor. 1903 yılında, dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt, on milyon dolarlık bir ödeme ile her iki yakasında beşer millik bölgenin kontrolünü de alacakları bir kanal inşaat hakkını elde ediyor. Altı bine yakın işçinin can kaybı ile inşası on yılda tamamlanan ellibir mil uzunluğundaki Panama Kanalı; Atlantik ve Pasifik Okyanuslarını stratejik biçimde bağlamış oluyor. 1914 yılında devreye girmesi ile birlikte, mesela, bir geminin New York limanından San Fransisco gidebilmesi için Güney Amerika’nın güneyini dolaşması sonucu aylarca süren seyahat süresinin; haftalar mertebesine indirilmesi sağlanıyor. ABD’ ye sağlanan büyük stratejik imkan ile avantajlar, sonraki yıllarda, bu ülkenin askeri ve ticari hegemonyasının inşasında anahtar rol oynuyor. Günümüze gelindiğinde, Panama Kanalı’nın dünya deniz taşımacılığının %5’ini; ABD kargo taşımacılığının ise %40’ını karşıladığını belirtmek gerekiyor.
Yüzyılın başında imzalanan anlaşma gereğince ABD’nin sahip olduğu ve Panama idaresi dışında kalan Kanal Bölgesi hükümranlığı, zaman içerisinde huzursuzluk yaratıyor ve bundan tam altmışaltı yıl önce Ocak 1964’ deki protesto gösterilerinde yirmibir Panama vatandaşı ve dört Amerikalı asker hayatlarını kaybediyor. İki ülke arasında başlayan görüşmeler sonucunda, Başkan Jimmy Carter döneminde iki ayrı mutabakat sözleşmesi, 1977 yılında imzalanıyor. Bunlardan birisine göre; ABD’nin, belirlenen süreç bitiminde 1999 yılının son günü, Kanal’ın mülkiyetinin, Panama’ya devredilmesi karara bağlanmış oluyor. Tamamlayıcı nitelikte diğer sözleşme ise, Panama’nın, “makul düzeylerde” kanal geçiş ücreti uygulaması ve kanal güvenliğinde, “tarafsızlığın sağlanması bakımından” gerekirse Amerikan askerlerinin yetkili kılınması hususları imza altına alınıyor. İşte, yıllar sonra, Trump’ın güncel Panama çıkışı, tam da bu temeller üzerinde yapılandırılıyor:
Trump’a göre, Panama; Amerikan gemilerine “makul düzeyi aşan” ve adeta istismara varan düzeyde fahiş geçiş ücretleri uygularken, kanalın idaresini; tarafsızlık şart ve anlaşmasını ihlal edecek şekilde Çin’in ellerine bırakmış bulunuyor!. İşte, bu yüzden, Panama Kanalının “yeniden geri alınacağı” ifadesini, Başkanlık Kabul Konuşmasında sarf etmekten geri durmuyor. Bu ifadenin arkasında, “askeri güç kullanımı” motifinin yer aldığına dair şüphe bulunmuyor. Siyasi karşıtı Demokrat Partili Başkan “Fıstıkçı” Carter’in “tarihi hata/aymazlığını” telafi etme şansını yakaladığını ifade eden bir duruşla dünya kamuoyunun karşısına çıkıldığı düşünülüyor.
Panama Cumhurbaşkanı Raul Mulino tarafından, bu ifade ile iddiaların tamamen ve kategorik olarak reddedildiği izleniyor. Kanal ve çevreleyen kanal bölgesi üzerindeki Panama hakimiyet ve kontrolünün asla değişmeyeceğine; tartışmaya dahi gerek olmadığına vurgu yapılıyor. Yeni atanan ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından da dile getirilen “kanal işletiminde Çin hakimiyeti” iddiaları kuvvetle ret ediliyor. Ancak, Panama’nın; Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol Projesi’ne, 2017 yılında ilk katılan Güney Amerika ülkesi olduğu ve kanala bağlı iki limanı Hong Kong merkezli şirketlerin işletmeye devam ettiği de biliniyor. Çin’in, tıpkı son Peru liman projesi için geçerli olduğu gibi, burada da, kanal bağlantılı birden fazla alt yatırım girişimleri ile “ABD’ yi güneyden çevrelemek ve güneyden izole etmek” yönünde aktif çaba sarf ettiği değerlendirmeleri de ortada duruyor.
Sayılı günler önce, ek ticaret vergileri tehdidi ile, Kolombiya; Kanada ve Meksika nezdinde, ticaret dışında farklı kulvarlarda “geri adım attırma” sonucu elde eden Trump’ın, pazarlıkçı politikalarını benzer yöntemlerle sürdüreceğini öngörmek gerekiyor. Nitekim, Panama, geçen hafta, Tek Kuşak-Tek Yol Projesinden çıktığını dünyaya ilan ediyor ve 1977 anlaşmasına göre geçerli kılınan “herkes için geçişte eşit ücret ve rejim” prensibine rağmen Amerikan gemilerine ayrıcalık, hatta askeri gemilere ücretsiz geçiş uygulamalarının önü açılmış bulunuyor.
Kısa erimde, Trump’ ın, bir kez daha sert söylem ve tehdit üzerinden istenilen sonuç ile avantajları (şimdilik) elde edebildiği ortaya çıkıyor. O halde, “zor; oyunu bozar!” anlayışının üzerinde yapılanmış; “rövanşist duruş ile taçlandırılmış” Trump tarz-ı siyasetinin yeni örneklerle süreceği ihtimali ağırlık kazanmış bulunuyor.
Birbiri peşi sıra dünyada hayret/şaşkınlık dalgaları yaratan “Panama Kanalı”, “Grönland”; “Gazze” gibi güncel Trump temalardan, bunlar arasında ilk ifade edilen Panama üzerinden ilerlediğimizde; aslında hiçbirinin “bir anda ortaya çıkmadığını ve evveliyatı bulunduğunu” anlamak mümkün oluyor:
Panama Kanalı’nın öyküsü, bir asırdan uzun süre öncelerine dayanıyor. 1903 yılında, dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt, on milyon dolarlık bir ödeme ile her iki yakasında beşer millik bölgenin kontrolünü de alacakları bir kanal inşaat hakkını elde ediyor. Altı bine yakın işçinin can kaybı ile inşası on yılda tamamlanan ellibir mil uzunluğundaki Panama Kanalı; Atlantik ve Pasifik Okyanuslarını stratejik biçimde bağlamış oluyor. 1914 yılında devreye girmesi ile birlikte, mesela, bir geminin New York limanından San Fransisco gidebilmesi için Güney Amerika’nın güneyini dolaşması sonucu aylarca süren seyahat süresinin; haftalar mertebesine indirilmesi sağlanıyor. ABD’ ye sağlanan büyük stratejik imkan ile avantajlar, sonraki yıllarda, bu ülkenin askeri ve ticari hegemonyasının inşasında anahtar rol oynuyor. Günümüze gelindiğinde, Panama Kanalı’nın dünya deniz taşımacılığının %5’ini; ABD kargo taşımacılığının ise %40’ını karşıladığını belirtmek gerekiyor.
Yüzyılın başında imzalanan anlaşma gereğince ABD’nin sahip olduğu ve Panama idaresi dışında kalan Kanal Bölgesi hükümranlığı, zaman içerisinde huzursuzluk yaratıyor ve bundan tam altmışaltı yıl önce Ocak 1964’ deki protesto gösterilerinde yirmibir Panama vatandaşı ve dört Amerikalı asker hayatlarını kaybediyor. İki ülke arasında başlayan görüşmeler sonucunda, Başkan Jimmy Carter döneminde iki ayrı mutabakat sözleşmesi, 1977 yılında imzalanıyor. Bunlardan birisine göre; ABD’nin, belirlenen süreç bitiminde 1999 yılının son günü, Kanal’ın mülkiyetinin, Panama’ya devredilmesi karara bağlanmış oluyor. Tamamlayıcı nitelikte diğer sözleşme ise, Panama’nın, “makul düzeylerde” kanal geçiş ücreti uygulaması ve kanal güvenliğinde, “tarafsızlığın sağlanması bakımından” gerekirse Amerikan askerlerinin yetkili kılınması hususları imza altına alınıyor. İşte, yıllar sonra, Trump’ın güncel Panama çıkışı, tam da bu temeller üzerinde yapılandırılıyor:
Trump’a göre, Panama; Amerikan gemilerine “makul düzeyi aşan” ve adeta istismara varan düzeyde fahiş geçiş ücretleri uygularken, kanalın idaresini; tarafsızlık şart ve anlaşmasını ihlal edecek şekilde Çin’in ellerine bırakmış bulunuyor!. İşte, bu yüzden, Panama Kanalının “yeniden geri alınacağı” ifadesini, Başkanlık Kabul Konuşmasında sarf etmekten geri durmuyor. Bu ifadenin arkasında, “askeri güç kullanımı” motifinin yer aldığına dair şüphe bulunmuyor. Siyasi karşıtı Demokrat Partili Başkan “Fıstıkçı” Carter’in “tarihi hata/aymazlığını” telafi etme şansını yakaladığını ifade eden bir duruşla dünya kamuoyunun karşısına çıkıldığı düşünülüyor.
Panama Cumhurbaşkanı Raul Mulino tarafından, bu ifade ile iddiaların tamamen ve kategorik olarak reddedildiği izleniyor. Kanal ve çevreleyen kanal bölgesi üzerindeki Panama hakimiyet ve kontrolünün asla değişmeyeceğine; tartışmaya dahi gerek olmadığına vurgu yapılıyor. Yeni atanan ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından da dile getirilen “kanal işletiminde Çin hakimiyeti” iddiaları kuvvetle ret ediliyor. Ancak, Panama’nın; Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol Projesi’ne, 2017 yılında ilk katılan Güney Amerika ülkesi olduğu ve kanala bağlı iki limanı Hong Kong merkezli şirketlerin işletmeye devam ettiği de biliniyor. Çin’in, tıpkı son Peru liman projesi için geçerli olduğu gibi, burada da, kanal bağlantılı birden fazla alt yatırım girişimleri ile “ABD’ yi güneyden çevrelemek ve güneyden izole etmek” yönünde aktif çaba sarf ettiği değerlendirmeleri de ortada duruyor.
Sayılı günler önce, ek ticaret vergileri tehdidi ile, Kolombiya; Kanada ve Meksika nezdinde, ticaret dışında farklı kulvarlarda “geri adım attırma” sonucu elde eden Trump’ın, pazarlıkçı politikalarını benzer yöntemlerle sürdüreceğini öngörmek gerekiyor. Nitekim, Panama, geçen hafta, Tek Kuşak-Tek Yol Projesinden çıktığını dünyaya ilan ediyor ve 1977 anlaşmasına göre geçerli kılınan “herkes için geçişte eşit ücret ve rejim” prensibine rağmen Amerikan gemilerine ayrıcalık, hatta askeri gemilere ücretsiz geçiş uygulamalarının önü açılmış bulunuyor.
Kısa erimde, Trump’ ın, bir kez daha sert söylem ve tehdit üzerinden istenilen sonuç ile avantajları (şimdilik) elde edebildiği ortaya çıkıyor. O halde, “zor; oyunu bozar!” anlayışının üzerinde yapılanmış; “rövanşist duruş ile taçlandırılmış” Trump tarz-ı siyasetinin yeni örneklerle süreceği ihtimali ağırlık kazanmış bulunuyor.