

Üstelik, yüksek volatilite (oynaklık) ile artan kur geçişkenliği üzerinden dezenflasyonist politikalarda güç ve zemin kaybı beklentisi varlığını koruyor.
Yabancı kurum rapor ve değerlendirmelerinde de yer verilen “dolarizasyon ve enflasyon risklerinde yükselme” olgusu eko-politik radarın hakim görüntüsü konumuna yerleşiyor. Bu durumu net biçimde Mart 2024 yerel seçimleri sonrası en yüksek seviyeye ulaşan beş yıllık CDS’ler (ülke risk primi) üzerinden okumak gerekiyor. Takvim dışı bir PPK toplantısı ile Merkez Bankasının sadece gecelik borç verme faizini arttırarak, hareket alanını dört yüz bips oranında genişletmiş bulunuyor. Faiz politikaları bakımından bu adımı; “ara vites yükseltme” olarak nitelendirmek gerekiyor. Önümüzdeki hafta içerisinde benzer tedbir ve tamamlayıcı adımların piyasalar tarafından beklenti radarına alındığı görülüyor. Bu noktada, farklı tedbir ile düzenlemelerin zamanlaması/sıralanması kriterlerine bağlı olarak, “pozitif çarpan etkisi” ve “sinerji (birliktelikten doğan güç)” prensiplerinin dikkate alınması önem kazanıyor.
Dünyada her beş kişiden birisinin su kıtlığı yaşadığı bir konjonktürde, yaklaşık dört milyar insanın temiz suya erişim problemi ile karşı karşıya kaldığı ifade ediliyor. 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla bu yaşamsal kaynak çerçevesinde yaşanan sıkıntı ile tehditlere bir kez daha dikkatler çekiliyor. Türkiye bakımından kritik bir tespit, yeniden vurgulanıyor; ülkemizin “su stresi yaşayanlar” klasmanına sıkışmış olduğu hatırlatılıyor. Bu yüzden sadece tarım politikalarımızda değil ve fakat, tüm ekonomik yapılanmada köktenci değişikliklere yol açmak; gereklerini araştırmak gerekiyor. Mesela, ihracatın geleneksel lokomotifi olan hazır giyim-tekstil örneğinde; bir adet pamuklu tişört ihracında aynı anda imalatı için gerekli olan 2700 litrenin üzerinde su varlığımızın da feda/ihraç edildiğini bilmek önem kazanıyor.
Türkiye’ye en fazla dışsatım geliri sağlayan üçüncü sektör konumundaki hazır giyim sektörü özelinde, 70’li yılların ortalarından itibaren çizilen elli yıllık başarı grafiğinin karşılaştığı güncel problemlere (küresel daralmada negatif ülkesel ayrışma) çözüm aranırken, “maliyet-kur dezavantajı” gibi faktörlerin yanısıra, Stratejik Su Yönetimi yaklaşımının ıskalanmaması gerekiyor. Ayrıca, en büyük dış ticaret partnerimiz olan Avrupa Birliği’nin son dönemde ivme kazanan MENA - Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi eksenli yatırım teşvik politikalarına karşı kapsamlı tedbirleri çalışma mecburiyeti ortaya çıkıyor.
AB ile Gümrük Birliği güncellemesi kulvarında süratle gelişme sağlanmasına ilaveten, uzun vadeli sipariş garantileri ve imalat işbirliklerinin güçlendirilmesi benzeri açılımlara odaklanmak aciliyet kazanıyor. Gene, dış ticaret çerçeve düzenlemeleri bakımından, TTA (Tercihli Ticaret Anlaşmaları) ve STA (Serbest Ticaret Anlaşmaları) kulvarlarında süregelen müzakerelerin sonuçlandırılması ve gerekli revizyon süreçlerinin süratle ikmal edilmesi işini ihmal etmemek gerekiyor. Aslında, tekstil-hazır giyim paralelinde tüm sektörleri kavrayıcı ve senkronize edici benzer makro duruş ile politikalara duyulan ihtiyacın ortada olduğu, bir kere daha görülmüş bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere, İngiltere, Güney Kore ve Tayland gibi ülkelere öncelik tanınarak takvim oluşturulması ve gerekirse, özel yetkilerle donatılmış uzman müzakereci/temsilci atama yoluyla, bu kulvarda hız ve derinlik kazanma avantajına ulaşma yollarının aranması yerinde görülüyor. ABD Başkanı Trump’ın ikinci döneminde dozaj arttıran ve ticaret politikaları üzerinden de “el yükselten” yeni belirsizlik ortamında, Türkiye’nin eko-politik konum ile önceliklerini gözden geçirmesinde fayda bulunuyor. Bu uğraşta, ilk planda ve öncelikle üzerinde çalışılacak başlık; “enflasyon oranının makul seviye; sürdürülebilir ve kalıcı biçimde çekilmesi” olarak karşımıza çıkıyor.
Üstelik, yüksek volatilite (oynaklık) ile artan kur geçişkenliği üzerinden dezenflasyonist politikalarda güç ve zemin kaybı beklentisi varlığını koruyor.
Yabancı kurum rapor ve değerlendirmelerinde de yer verilen “dolarizasyon ve enflasyon risklerinde yükselme” olgusu eko-politik radarın hakim görüntüsü konumuna yerleşiyor. Bu durumu net biçimde Mart 2024 yerel seçimleri sonrası en yüksek seviyeye ulaşan beş yıllık CDS’ler (ülke risk primi) üzerinden okumak gerekiyor. Takvim dışı bir PPK toplantısı ile Merkez Bankasının sadece gecelik borç verme faizini arttırarak, hareket alanını dört yüz bips oranında genişletmiş bulunuyor. Faiz politikaları bakımından bu adımı; “ara vites yükseltme” olarak nitelendirmek gerekiyor. Önümüzdeki hafta içerisinde benzer tedbir ve tamamlayıcı adımların piyasalar tarafından beklenti radarına alındığı görülüyor. Bu noktada, farklı tedbir ile düzenlemelerin zamanlaması/sıralanması kriterlerine bağlı olarak, “pozitif çarpan etkisi” ve “sinerji (birliktelikten doğan güç)” prensiplerinin dikkate alınması önem kazanıyor.
Dünyada her beş kişiden birisinin su kıtlığı yaşadığı bir konjonktürde, yaklaşık dört milyar insanın temiz suya erişim problemi ile karşı karşıya kaldığı ifade ediliyor. 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla bu yaşamsal kaynak çerçevesinde yaşanan sıkıntı ile tehditlere bir kez daha dikkatler çekiliyor. Türkiye bakımından kritik bir tespit, yeniden vurgulanıyor; ülkemizin “su stresi yaşayanlar” klasmanına sıkışmış olduğu hatırlatılıyor. Bu yüzden sadece tarım politikalarımızda değil ve fakat, tüm ekonomik yapılanmada köktenci değişikliklere yol açmak; gereklerini araştırmak gerekiyor. Mesela, ihracatın geleneksel lokomotifi olan hazır giyim-tekstil örneğinde; bir adet pamuklu tişört ihracında aynı anda imalatı için gerekli olan 2700 litrenin üzerinde su varlığımızın da feda/ihraç edildiğini bilmek önem kazanıyor.
Türkiye’ye en fazla dışsatım geliri sağlayan üçüncü sektör konumundaki hazır giyim sektörü özelinde, 70’li yılların ortalarından itibaren çizilen elli yıllık başarı grafiğinin karşılaştığı güncel problemlere (küresel daralmada negatif ülkesel ayrışma) çözüm aranırken, “maliyet-kur dezavantajı” gibi faktörlerin yanısıra, Stratejik Su Yönetimi yaklaşımının ıskalanmaması gerekiyor. Ayrıca, en büyük dış ticaret partnerimiz olan Avrupa Birliği’nin son dönemde ivme kazanan MENA - Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi eksenli yatırım teşvik politikalarına karşı kapsamlı tedbirleri çalışma mecburiyeti ortaya çıkıyor.
AB ile Gümrük Birliği güncellemesi kulvarında süratle gelişme sağlanmasına ilaveten, uzun vadeli sipariş garantileri ve imalat işbirliklerinin güçlendirilmesi benzeri açılımlara odaklanmak aciliyet kazanıyor. Gene, dış ticaret çerçeve düzenlemeleri bakımından, TTA (Tercihli Ticaret Anlaşmaları) ve STA (Serbest Ticaret Anlaşmaları) kulvarlarında süregelen müzakerelerin sonuçlandırılması ve gerekli revizyon süreçlerinin süratle ikmal edilmesi işini ihmal etmemek gerekiyor. Aslında, tekstil-hazır giyim paralelinde tüm sektörleri kavrayıcı ve senkronize edici benzer makro duruş ile politikalara duyulan ihtiyacın ortada olduğu, bir kere daha görülmüş bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere, İngiltere, Güney Kore ve Tayland gibi ülkelere öncelik tanınarak takvim oluşturulması ve gerekirse, özel yetkilerle donatılmış uzman müzakereci/temsilci atama yoluyla, bu kulvarda hız ve derinlik kazanma avantajına ulaşma yollarının aranması yerinde görülüyor. ABD Başkanı Trump’ın ikinci döneminde dozaj arttıran ve ticaret politikaları üzerinden de “el yükselten” yeni belirsizlik ortamında, Türkiye’nin eko-politik konum ile önceliklerini gözden geçirmesinde fayda bulunuyor. Bu uğraşta, ilk planda ve öncelikle üzerinde çalışılacak başlık; “enflasyon oranının makul seviye; sürdürülebilir ve kalıcı biçimde çekilmesi” olarak karşımıza çıkıyor.