

Yerleşik küresel ticaret çerçeve ve işleyişinin; adeta “ben yaparım; ben yıkarım!” egoist yaklaşımı ile yerle bir edildiği izleniyor. Seksen yıllık küresel mimari ve yapılanma, bizzat kurucusu ve yürütücüsü; hatta ana teminatı ve koruyucusu olarak görülen hegemon güç tarafından sarsılıyor. Günümüze kadar sürdürülen; ”demokrasi” ve “uluslararası kurumlar” üzerinden MÜTEFFİKLİK/ORTAKLIK ve UZLAŞMA temelli yaklaşım, yerini, BUYURUCU ve BEN-MERKEZCİ zihniyete terk ediyor. Öyle ki, uzun zamandır cilası eskiyen-makyajı sırıtan, “demokratik idealler çevresinde birlikte yaşamak” sloganı yerini açıkça, “America First (Önce Amerika)” haykırışına bırakmış görünüyor. Pazarlık ve müzakere süreçlerinin dahi, bu yeni ben-merkezcil duruş tarafından tanımlanacağı; ona göre şekillendirileceği açıkça ifade ediliyor. ABD tasarımı yerleşik düzenin pek çok kurumu ile birlikte, dünya ticaretinin düzenleyici otoritesi WTO (Dünya Ticaret Örgütü) de, adeta işlevsiz duruma düşürülmüş bulunuyor. Gelinen noktada, yerleşik sistemin ilgili kurumları, başta IMF (Uluslararası Para Fonu) ve UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) açık ve net itiraz ile uyarılarını seslendirmeye başlıyor.
UNCTAD Genel Sekreteri Grynspan’ın; kırılgan ekonomiler üzerinde beklenen olumsuz etkilere vurgu yapmanın yanısıra, “ticaretin; kalkınma ve küresel büyümeye, gerginlik üzerinden değil ve fakat, ortak işbirliği temelinde katkı sağlaması gerektiği” tespitleri dikkat çekiyor. ABD’nin ikiyüze yakın ticaret ortağından sadece on tanesinin; Trump’ın ana söylemi olan dev ticaret açığının %90’ını oluşturmasına karşın, 2 Nisan kararlarıyla tüm ülkeleri hedef alması gerçeğine, ayrıca vurgu yapılıyor.
Adı az duyulmuş kimi ülkeleri de kapsayan çarşaf tarife listelerinde yer alan yeni oranların; Trump yönetimince “tek taraflı olarak ifade edilen” ABD’ye yönelik korumacı manşetin %50’si olarak ortaya konulduğu görülüyor. Burada, bir kere daha, “ben-merkezci ve yukarıdan bakan” zihniyetin izlerine rastlanıyor; Trump açıklamasında; “ anlayışlı ve alicenap bir karşılık oranı ile hareket ettiklerini” ifade ediyor. Hem zaten, “hesaplamalara” temel aldıkları ifade edilen ana formül ve model temelindeki arka plan değerlendirmelerimiz, sonuçlara ulaşmada; matematik yaklaşımlar dışında geniş bir sübjektif etki alanı bulunduğunu gösteriyor. Çin’in “arka kapı” uygulamalarını engelleme yolunda Vietnam, Tayland ve Kamboçya gibi pek çok ülke, şimdiye kadar görülmemiş oranlar kapsamında yaptırıma konu ediliyor. Benzer matematiğe rağmen, mesela Meksika gibi ülkelerin farklı muameleye tabi tutulması gibi örnekler bu tespitimizi destekliyor. Esasen, teknik ve dolayısıyla matematik temelli olması gereken ticaret araç ile mekanizmalarının yapılandırılmasında, ben-merkezcil ve sübjektif yaklaşımların ön plana çıkartılmış bulunduğunu, bir kere daha ifade etmek gerekiyor.
2 Nisan öncesinde ortalama %11 seviyesinde hesaplanan ortalama ABD gümrük tarifesi oranının; bir anda iki misline çıkarak, %22’ye tırmandığı hesap ediliyor. Bu oran, Trump’ın “altın yıllar” olarak nitelendirdiği 1789-1913 dönemi içinde kalan 1909 yılından bu yana en yüksek korumacı oranı işaret ediyor. Ancak, gene bu düzenleme ile Çin’e karşı bazı kalemlerde devreye alınacak gümrük vergi oranlarının %79 düzeyinde uygulanacağı gibi gerçekler de gözden kaçmıyor. Çin’in, vakit geçirmeden açıkladığı bire-bir karşılık oranlı yeni düzenleme oranı üzerinde yeni operasyon ile dokunuşlara açık bir alan oluştuğu şimdiden görülüyor.
Amerika’yı, kendi deyimiyle; “yeniden birinci plana yerleştiren” Trump, yıllar boyunca kaybedilen doksan bin fabrika ve milyonlarca imalat sektörü istihdam kaybına vurgu yaparken, “üretimi yeniden anavatana çekme” sloganının peşine düşüyor. Yatırımların ABD’ye yönlenmesi ve üretimin ABD’de yapılması formülünü; yeni vergilerden kurtulmanın biricik yolu olarak takdimi sürdürüyor. 2 Nisan konuşmasının önemli bir bölümünü; şimdiden altı trilyon dolarlık yatırım sözü verdiği bilinen şirket ile markaların liste halinde takdimlerinin oluşturması da dikkatlerden kaçmıyor. 1970’ lerden sonra dışarıya giden/taşınan/gönderilen fabrika-imalat alt yapısının tekrar geriye getirilmesi hedefleniyor. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm ABD istihdamının dörtte birini (%25) teşkil eden imalat sektörü payının, günümüzde %8 düzeyine gerilediği biliniyor. Bunca yıl sonra ve küresel üretimde Çin kartının yıllardır kullanımı çerçevesinde ABD’nin “üretim kaslarının ne kadar zayıflamış olduğu” gibi soruları da masaya taşımak gerekiyor. Pek çok ülkenin yeni yatırım ihtiyaç ve arayışı içerisinde adeta “kıvranıp, çabaladığı” bir vasatta, yatırımların yeni adresi olarak bizzat kendisini adresleyen ABD’nin kendisini merkeze yerleştiren ben-merkezci tutumu gene aşikar hale geliyor. Önceki tahminlere paralel olarak, “küresel yerleşik mimaride bir kırılma” sürecine girildiği ve eko-politik iklimde ABD tandanslı ben-merkezci rüzgarların esmeye başladığı izleniyor. Şimdi, maalesef merak edilen ve beklenilen; bu rüzgarların bir kasırgalar serisine dönüşme ihtimali ile ortaya çıkacak büyük yıkım/ felaket senaryolarıdır.
Yerleşik küresel ticaret çerçeve ve işleyişinin; adeta “ben yaparım; ben yıkarım!” egoist yaklaşımı ile yerle bir edildiği izleniyor. Seksen yıllık küresel mimari ve yapılanma, bizzat kurucusu ve yürütücüsü; hatta ana teminatı ve koruyucusu olarak görülen hegemon güç tarafından sarsılıyor. Günümüze kadar sürdürülen; ”demokrasi” ve “uluslararası kurumlar” üzerinden MÜTEFFİKLİK/ORTAKLIK ve UZLAŞMA temelli yaklaşım, yerini, BUYURUCU ve BEN-MERKEZCİ zihniyete terk ediyor. Öyle ki, uzun zamandır cilası eskiyen-makyajı sırıtan, “demokratik idealler çevresinde birlikte yaşamak” sloganı yerini açıkça, “America First (Önce Amerika)” haykırışına bırakmış görünüyor. Pazarlık ve müzakere süreçlerinin dahi, bu yeni ben-merkezcil duruş tarafından tanımlanacağı; ona göre şekillendirileceği açıkça ifade ediliyor. ABD tasarımı yerleşik düzenin pek çok kurumu ile birlikte, dünya ticaretinin düzenleyici otoritesi WTO (Dünya Ticaret Örgütü) de, adeta işlevsiz duruma düşürülmüş bulunuyor. Gelinen noktada, yerleşik sistemin ilgili kurumları, başta IMF (Uluslararası Para Fonu) ve UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) açık ve net itiraz ile uyarılarını seslendirmeye başlıyor.
UNCTAD Genel Sekreteri Grynspan’ın; kırılgan ekonomiler üzerinde beklenen olumsuz etkilere vurgu yapmanın yanısıra, “ticaretin; kalkınma ve küresel büyümeye, gerginlik üzerinden değil ve fakat, ortak işbirliği temelinde katkı sağlaması gerektiği” tespitleri dikkat çekiyor. ABD’nin ikiyüze yakın ticaret ortağından sadece on tanesinin; Trump’ın ana söylemi olan dev ticaret açığının %90’ını oluşturmasına karşın, 2 Nisan kararlarıyla tüm ülkeleri hedef alması gerçeğine, ayrıca vurgu yapılıyor.
Adı az duyulmuş kimi ülkeleri de kapsayan çarşaf tarife listelerinde yer alan yeni oranların; Trump yönetimince “tek taraflı olarak ifade edilen” ABD’ye yönelik korumacı manşetin %50’si olarak ortaya konulduğu görülüyor. Burada, bir kere daha, “ben-merkezci ve yukarıdan bakan” zihniyetin izlerine rastlanıyor; Trump açıklamasında; “ anlayışlı ve alicenap bir karşılık oranı ile hareket ettiklerini” ifade ediyor. Hem zaten, “hesaplamalara” temel aldıkları ifade edilen ana formül ve model temelindeki arka plan değerlendirmelerimiz, sonuçlara ulaşmada; matematik yaklaşımlar dışında geniş bir sübjektif etki alanı bulunduğunu gösteriyor. Çin’in “arka kapı” uygulamalarını engelleme yolunda Vietnam, Tayland ve Kamboçya gibi pek çok ülke, şimdiye kadar görülmemiş oranlar kapsamında yaptırıma konu ediliyor. Benzer matematiğe rağmen, mesela Meksika gibi ülkelerin farklı muameleye tabi tutulması gibi örnekler bu tespitimizi destekliyor. Esasen, teknik ve dolayısıyla matematik temelli olması gereken ticaret araç ile mekanizmalarının yapılandırılmasında, ben-merkezcil ve sübjektif yaklaşımların ön plana çıkartılmış bulunduğunu, bir kere daha ifade etmek gerekiyor.
2 Nisan öncesinde ortalama %11 seviyesinde hesaplanan ortalama ABD gümrük tarifesi oranının; bir anda iki misline çıkarak, %22’ye tırmandığı hesap ediliyor. Bu oran, Trump’ın “altın yıllar” olarak nitelendirdiği 1789-1913 dönemi içinde kalan 1909 yılından bu yana en yüksek korumacı oranı işaret ediyor. Ancak, gene bu düzenleme ile Çin’e karşı bazı kalemlerde devreye alınacak gümrük vergi oranlarının %79 düzeyinde uygulanacağı gibi gerçekler de gözden kaçmıyor. Çin’in, vakit geçirmeden açıkladığı bire-bir karşılık oranlı yeni düzenleme oranı üzerinde yeni operasyon ile dokunuşlara açık bir alan oluştuğu şimdiden görülüyor.
Amerika’yı, kendi deyimiyle; “yeniden birinci plana yerleştiren” Trump, yıllar boyunca kaybedilen doksan bin fabrika ve milyonlarca imalat sektörü istihdam kaybına vurgu yaparken, “üretimi yeniden anavatana çekme” sloganının peşine düşüyor. Yatırımların ABD’ye yönlenmesi ve üretimin ABD’de yapılması formülünü; yeni vergilerden kurtulmanın biricik yolu olarak takdimi sürdürüyor. 2 Nisan konuşmasının önemli bir bölümünü; şimdiden altı trilyon dolarlık yatırım sözü verdiği bilinen şirket ile markaların liste halinde takdimlerinin oluşturması da dikkatlerden kaçmıyor. 1970’ lerden sonra dışarıya giden/taşınan/gönderilen fabrika-imalat alt yapısının tekrar geriye getirilmesi hedefleniyor. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm ABD istihdamının dörtte birini (%25) teşkil eden imalat sektörü payının, günümüzde %8 düzeyine gerilediği biliniyor. Bunca yıl sonra ve küresel üretimde Çin kartının yıllardır kullanımı çerçevesinde ABD’nin “üretim kaslarının ne kadar zayıflamış olduğu” gibi soruları da masaya taşımak gerekiyor. Pek çok ülkenin yeni yatırım ihtiyaç ve arayışı içerisinde adeta “kıvranıp, çabaladığı” bir vasatta, yatırımların yeni adresi olarak bizzat kendisini adresleyen ABD’nin kendisini merkeze yerleştiren ben-merkezci tutumu gene aşikar hale geliyor. Önceki tahminlere paralel olarak, “küresel yerleşik mimaride bir kırılma” sürecine girildiği ve eko-politik iklimde ABD tandanslı ben-merkezci rüzgarların esmeye başladığı izleniyor. Şimdi, maalesef merak edilen ve beklenilen; bu rüzgarların bir kasırgalar serisine dönüşme ihtimali ile ortaya çıkacak büyük yıkım/ felaket senaryolarıdır.