

Altın; çağlar boyunca zenginlik ve iktidar/güç sahibi olmanın bir numaralı simgesi olarak kabul görüyor, adeta baştacı ediliyor. Bu gerçeğe en özlü şekilde; “Altın’ı olan kuralı koyar!” deyişi işaret ediyor. Altının kıymet ve şerefiyesi, ekonominin temel kurallarından olan “Nedret İlkesi” üzerinde yükseliyor; nadir olan altın değer kazanıyor.
Üstelik, yüzyıllardır simyagerler eliyle girişilen “madenleri dönüştürerek altın elde etme” çabaları sonuç vermiyor; mesela, pırlanta için ortaya çıkan “sentetik özdeş ürün” kapanına düşülmüyor. İşte bu yüzden altın her daim “Güvenli Liman” kimliğine en yakın zenginlik aracı olmayı sürdürüyor. Suyun eritmediği; rüzgarın götürmediği; kemirgenin kemiremediği altın, tarih boyunca cazibesini hiç kaybetmiyor.
Dünyanın belirli coğrafyalarında bu “avantajları” ile adeta “kutsanmış ve geleneğin içine alınmış” bir kıymet; kültürel bir kazanım olarak sosyalleştiriliyor, kuşaklar arasında devredilmeyi sürdürüyor. Anadolu coğrafyası, Moğol istilası ve Büyük Kaçgunluk Dönemi günlerinden bu yana, yüzyıllardır bu geleneğin en sıkı ve sadık takipçilerine ev sahipliği yapıyor. Milletin varlık ve istikbali olan kadınlarımıza “ziynet” olarak emanet edilen altının; baskın ve göçte yüksek mobilite ile varlığını koruma imkanını sunması, maşer-i şuurumuzda yer alıyor.
Sosyal yardımlaşma ve ekonomik dayanışma kulvarları bakımından, Anadolu ve Hint coğrafyaları başta olmak üzere, “düğün/doğum ve benzeri” hadiselerin destek ile finansmanında altının “eskimeyen” gücüne inanılıyor. WGC (Dünya Altın Konseyi) altın istatistiklerinde, mesela “Hindistan’daki düğün sezonu” ön planda hesaba katılıyor
Son dönemlerde, ons altın düzeyinin rekor düzeyi temsil eden 3500 dolara ulaşması, altının parlak tarihinde yeni bir zirveye işaret ediyor. İkinci Trump döneminin artan belirsizliği; “Güçlü Dolar” sendromunu zayıflattığı oranda altının yolu açılıyor. Ancak, sene başından bu yana en yüksek düzeyde net dokuz yüz dolarlık kazançlar sağlayan altın; gerileme risk ve ihtimalini de bünyesinde barındırıyor. Nitekim, geçtiğimiz günler için geçerli olan “düne göre pahalı; yarına göre ucuz!” değerlendirmeleri geçerliliğini ancak bir süre için koruyabiliyor.
1970’li yılların başında sadece 40 dolar seviyesinde olan altın, sonraki on yılda yükselişini sürdürürken, İran Devrimi ile birlikte yirmi katlık bir artış oranı temelinde 800 dolara ulaşıyor. Ancak, hemen sonrasında, uzun yıllar 500 dolar civarlarında değerini sergiliyor. Trump’ın ilk döneminde 1200 doların altında bir değere ulaşan altının, ikibin dolar çıtasını aşması için 2020 yılı Ağustos ayını beklemek gerekiyor. Sadece haftalar önce, 2500 dolar eşiğini aşmada zorlanan altının; Trump’ın “baş döndürücü” ilk üç aylık icraatleri zoruyla, “çılgın bir koşu tutturduğu” izleniyor.
Ancak, tüm meta/emtialar için geçerli olan değerlenme kurallarının, bu büyüleyici metal için de geçerli olduğu bir kere daha ortaya çıkıyor; zirve değerlerden geriye düzeltme hareketleri bir birini takibe başlıyor. Her yatırım/varlık aracı için geçerli olan temel “vadeli düşünme” prensibi varlığını bir kere daha gösteriyor; altın’ın bir yatırım aracı olmaktan ziyade, “ orta-uzun vadede zorunlu biriktirme ve varlığı muhafaza etme aracı” kimliğine daha yakın olduğu ortaya çıkıyor. Altın okumalarına, Türkiye özelinde, ayrıcalıklı olarak devam etmekte fayda bulunuyor.
Altın; çağlar boyunca zenginlik ve iktidar/güç sahibi olmanın bir numaralı simgesi olarak kabul görüyor, adeta baştacı ediliyor. Bu gerçeğe en özlü şekilde; “Altın’ı olan kuralı koyar!” deyişi işaret ediyor. Altının kıymet ve şerefiyesi, ekonominin temel kurallarından olan “Nedret İlkesi” üzerinde yükseliyor; nadir olan altın değer kazanıyor.
Üstelik, yüzyıllardır simyagerler eliyle girişilen “madenleri dönüştürerek altın elde etme” çabaları sonuç vermiyor; mesela, pırlanta için ortaya çıkan “sentetik özdeş ürün” kapanına düşülmüyor. İşte bu yüzden altın her daim “Güvenli Liman” kimliğine en yakın zenginlik aracı olmayı sürdürüyor. Suyun eritmediği; rüzgarın götürmediği; kemirgenin kemiremediği altın, tarih boyunca cazibesini hiç kaybetmiyor.
Dünyanın belirli coğrafyalarında bu “avantajları” ile adeta “kutsanmış ve geleneğin içine alınmış” bir kıymet; kültürel bir kazanım olarak sosyalleştiriliyor, kuşaklar arasında devredilmeyi sürdürüyor. Anadolu coğrafyası, Moğol istilası ve Büyük Kaçgunluk Dönemi günlerinden bu yana, yüzyıllardır bu geleneğin en sıkı ve sadık takipçilerine ev sahipliği yapıyor. Milletin varlık ve istikbali olan kadınlarımıza “ziynet” olarak emanet edilen altının; baskın ve göçte yüksek mobilite ile varlığını koruma imkanını sunması, maşer-i şuurumuzda yer alıyor.
Sosyal yardımlaşma ve ekonomik dayanışma kulvarları bakımından, Anadolu ve Hint coğrafyaları başta olmak üzere, “düğün/doğum ve benzeri” hadiselerin destek ile finansmanında altının “eskimeyen” gücüne inanılıyor. WGC (Dünya Altın Konseyi) altın istatistiklerinde, mesela “Hindistan’daki düğün sezonu” ön planda hesaba katılıyor
Son dönemlerde, ons altın düzeyinin rekor düzeyi temsil eden 3500 dolara ulaşması, altının parlak tarihinde yeni bir zirveye işaret ediyor. İkinci Trump döneminin artan belirsizliği; “Güçlü Dolar” sendromunu zayıflattığı oranda altının yolu açılıyor. Ancak, sene başından bu yana en yüksek düzeyde net dokuz yüz dolarlık kazançlar sağlayan altın; gerileme risk ve ihtimalini de bünyesinde barındırıyor. Nitekim, geçtiğimiz günler için geçerli olan “düne göre pahalı; yarına göre ucuz!” değerlendirmeleri geçerliliğini ancak bir süre için koruyabiliyor.
1970’li yılların başında sadece 40 dolar seviyesinde olan altın, sonraki on yılda yükselişini sürdürürken, İran Devrimi ile birlikte yirmi katlık bir artış oranı temelinde 800 dolara ulaşıyor. Ancak, hemen sonrasında, uzun yıllar 500 dolar civarlarında değerini sergiliyor. Trump’ın ilk döneminde 1200 doların altında bir değere ulaşan altının, ikibin dolar çıtasını aşması için 2020 yılı Ağustos ayını beklemek gerekiyor. Sadece haftalar önce, 2500 dolar eşiğini aşmada zorlanan altının; Trump’ın “baş döndürücü” ilk üç aylık icraatleri zoruyla, “çılgın bir koşu tutturduğu” izleniyor.
Ancak, tüm meta/emtialar için geçerli olan değerlenme kurallarının, bu büyüleyici metal için de geçerli olduğu bir kere daha ortaya çıkıyor; zirve değerlerden geriye düzeltme hareketleri bir birini takibe başlıyor. Her yatırım/varlık aracı için geçerli olan temel “vadeli düşünme” prensibi varlığını bir kere daha gösteriyor; altın’ın bir yatırım aracı olmaktan ziyade, “ orta-uzun vadede zorunlu biriktirme ve varlığı muhafaza etme aracı” kimliğine daha yakın olduğu ortaya çıkıyor. Altın okumalarına, Türkiye özelinde, ayrıcalıklı olarak devam etmekte fayda bulunuyor.