Söyle bana anneanne gençlik senin için nasıl bir şeydi?
20’li 30’lu yaşlar senin için nasıl geçti? Peki ya yeniden o yıllara dönsen şimdi, var mı farklı yapardım dediğin bir zaman dilimi? Sen büyürken çok hata yaptın mı peki? Hayatının en çok hangi dönemini hatırlıyorsun şimdi?
Bugünlerde en büyük korkun ne, ne rahatsız ediyor seni? Merak ediyorum çok, senin bu dünyaya gelme amacın neymiş peki? Bulabildin mi, yoksa aramaktan sen de bir noktada vazgeçtin mi?
Şimdi bu yaştasın, 60-70 arası nasıl bir yolculuktu peki? Güçlü bir kadın olmak için, aynada kendini gördüğünde hep ne demen gerekti?
Söyle bana ölümden korkuyor musun anneanne?
Peki ya yaşlı bir bedende en sıkıcı olan şey ne?
Bu tuhaf dünyada, bu zamanda senin gibi hayatta kalmak için ne yapmak lazım sence?
Söylesene bana anneanne, yaşlılık nasıl bir ülke?
Sormak isterdim şimdi, ellerini tutup gözlerinin içine bakarak: ‘Seni can kulağıyla dinliyorum, haydi anlat..’ demek isterdim.
Ama diyemiyorum, onun yerine senin diyebileceklerini tahmin etmeye çalışıyorum.
Okuyunca kitabı, anneannem geçti aklımdan.. Yaşlılık geçti. Çünkü bu yüzden tanıdım Nino’yu ben. Anneannemin bakıcısıydı. Tarsus’ta anneannemin evinde ilk gördüğümde hem yadırgamış hem de bir yandan anlamaya çalışmıştım onun kim olduğunu.
Garip gelmişti anneannemin bir yabancı ile olan zorunlu arkadaşlığı. Sonradan gelen, anneannemin yanından bir saniye bile ayrılmak istemeyen, her gün aynı saatte beraber kahve içen, televizyon izleyen, her daim sohbet eden o ikili bana ilkokulda kol kola beraber tuvalete gidip, birbirini tuvaletin kapı önünde bekleyen kız çocuklarını anımsatmıştı.
Son görüşümüzde ben İstanbul’dan annemlerse Ankara’dan gelmişti. 2 günümüz vardı. Bir kaç yemek, kahvaltı, sohbetin ardından süre bitecek geri dönecektik. Nino ise orada kalmaya devam edecekti. Anneannemle geçen yaşamı, onların o çocuksu ve geçici arkadaşlığı biz orada olsak da olmasak da anneannem vefat edene kadar sürecekti.
Dönüş yolunda ‘ne tuhaf’ dediğimi hatırlıyorum kendi kendime.
Anneannemle kahve içmek, sohbet etmek, gezmek ve de ihtiyacı olduğunda onun yanında olabilmek için para alıyor bir başkası. Onunla beraber aynı evde yaşıyor, bizim tanık olamadığımız son anlarına tanık oluyor ve biz hiçbir şey yapamadan olan biteni öylece uzaktan izliyoruz. Bir işte çalıştığımız, yanında olamadığımız ve de ileride de yeterince olamayacağımız için bir başkası bizim yerimizi para karşılığı dolduruyor. Ne ağır bir durum !
Gerçi şu an tam bilmiyorum o sırada asıl ağır olan şey neydi?
Bir yerden sonra anneannemin yanında bir başkası gibi hissetmek mi yoksa artık onunla an biriktirme işini istemeden de olsa çoktan başkasına devretmiş olduğunu farketmek mi? En çok hangisi yaraladı beni kestiremiyorum şimdi. Ama bu durumun o günlerde beni epey rahatsız ettiği açık ve netti.
Şimdi, anneannem vefat ettikten ve de onun yaşamda olduğu son videoları Nino’nun telefonundan izleyişimin üzerinden neredeyse 5 yıl geçtikten sonra yeniden hatırlıyorum o günleri. Çünkü benim anneannem de belki onun yaşlarında olan bir çok kişi gibi hem çocuklarının hem de torunlarının yerine koyduğu bir yabancı uyruklu kadın ile geçirdi bu yaşamdaki son vakitlerini. Biz yetişemedik. Başka öncelikler, telaşlar ve de meraklar peşindeydik. Bizim jenerasyonumuzda bizim yaşıtlarımız olan bir çok kişi gibi biz de kendi hayatımızın peşindeydik.. O yüzden de işin perde arkasını, diğer açısını bilemedik.
Oysa hikayede bir de Nino vardı. Nino’nun kendi ailesi, yaşamı, dertleri, çok zor dayandığı acıları vardı ve tabi o sırada herkes kendi derdinde olduğu için onun tarafını yeterince iyi anlayamadı. Sadece anneannemin vefatının ardından tanıdık bir aileye, mutlu bir biçimde gidişi akılda kaldı.
Şimdi o nedenle bu kitap önemli bir hatırlatıcı oldu bana. Unuttuğum bir anı bana yeniden anımsattı. Belki de yaşlandıktan sonra bir çok kişinin ortak kaderi olan ve de olacak olan bir gerçekle bir kez daha yüzleştirdi. O da aile büyükleri ile geçirilen vakitlerin değeri ve de o büyüklere bakan kadınların emeği..
Kitabı okuyuncaya kadar hikayenin sadece anneannem ve bizden oluştuğunu düşünüyordum. Şimdiyse artık gerçekte bir piyano öğretmeni olan ve de kendi ülkesinde bu mesleği yapıp para kazanamadığı için Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Nino’yu da düşünüyorum. Nino’nun anneannemin yanında olabildiği günler için ise ona kalpten: ‘Eğer sen olmasaydın, anneannem bakımsız, yalnız ve de mutsuz olurdu. Bizim yerimize ona göz kulak olduğun için teşekkür ederiz sana Nino.’ demek istiyorum.
Kitabın adı ‘Hayatımın Kadını’, yazan ise Özge Yetkiner. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan bu kitabın içinde ise aynı bu yazıda size anlattığım Nino gibi yurtdışından Türkiye’ye çalışmaya gelen yabancı uyruklu kadınların hikayeleri var. Ailesini, evini, ülkesini bırakıp büyük bir hasret ve sabırla çalışmaya Türkiye’ye gelen kadınların acı tatlı hikayeleri..
Kitabı okurken çoğu zaman bu kadınların yaşadığı acı travmalardan etkilenerek bu hikayelerin tamamen gerçek olaylardan hareketle yazılmış oluşuna inanmakta güçlük çekebiliyorsunuz. İlhamdan uzak suç, ölüm, intihar ve benzeri gibi konular sizi başta pek iyi hissettirmiyor belki ancak bir yerden sonra bu hikayelerin size hiç bakmadığınız bir açıyı da getirdiğini görünce kendinizi daha güçlü hissettiğinizi de farkediyordunuz.
Söyle bana anneanne gençlik senin için nasıl bir şeydi?
20’li 30’lu yaşlar senin için nasıl geçti? Peki ya yeniden o yıllara dönsen şimdi, var mı farklı yapardım dediğin bir zaman dilimi? Sen büyürken çok hata yaptın mı peki? Hayatının en çok hangi dönemini hatırlıyorsun şimdi?
Bugünlerde en büyük korkun ne, ne rahatsız ediyor seni? Merak ediyorum çok, senin bu dünyaya gelme amacın neymiş peki? Bulabildin mi, yoksa aramaktan sen de bir noktada vazgeçtin mi?
Şimdi bu yaştasın, 60-70 arası nasıl bir yolculuktu peki? Güçlü bir kadın olmak için, aynada kendini gördüğünde hep ne demen gerekti?
Söyle bana ölümden korkuyor musun anneanne?
Peki ya yaşlı bir bedende en sıkıcı olan şey ne?
Bu tuhaf dünyada, bu zamanda senin gibi hayatta kalmak için ne yapmak lazım sence?
Söylesene bana anneanne, yaşlılık nasıl bir ülke?
Sormak isterdim şimdi, ellerini tutup gözlerinin içine bakarak: ‘Seni can kulağıyla dinliyorum, haydi anlat..’ demek isterdim.
Ama diyemiyorum, onun yerine senin diyebileceklerini tahmin etmeye çalışıyorum.
Okuyunca kitabı, anneannem geçti aklımdan.. Yaşlılık geçti. Çünkü bu yüzden tanıdım Nino’yu ben. Anneannemin bakıcısıydı. Tarsus’ta anneannemin evinde ilk gördüğümde hem yadırgamış hem de bir yandan anlamaya çalışmıştım onun kim olduğunu.
Garip gelmişti anneannemin bir yabancı ile olan zorunlu arkadaşlığı. Sonradan gelen, anneannemin yanından bir saniye bile ayrılmak istemeyen, her gün aynı saatte beraber kahve içen, televizyon izleyen, her daim sohbet eden o ikili bana ilkokulda kol kola beraber tuvalete gidip, birbirini tuvaletin kapı önünde bekleyen kız çocuklarını anımsatmıştı.
Son görüşümüzde ben İstanbul’dan annemlerse Ankara’dan gelmişti. 2 günümüz vardı. Bir kaç yemek, kahvaltı, sohbetin ardından süre bitecek geri dönecektik. Nino ise orada kalmaya devam edecekti. Anneannemle geçen yaşamı, onların o çocuksu ve geçici arkadaşlığı biz orada olsak da olmasak da anneannem vefat edene kadar sürecekti.
Dönüş yolunda ‘ne tuhaf’ dediğimi hatırlıyorum kendi kendime.
Anneannemle kahve içmek, sohbet etmek, gezmek ve de ihtiyacı olduğunda onun yanında olabilmek için para alıyor bir başkası. Onunla beraber aynı evde yaşıyor, bizim tanık olamadığımız son anlarına tanık oluyor ve biz hiçbir şey yapamadan olan biteni öylece uzaktan izliyoruz. Bir işte çalıştığımız, yanında olamadığımız ve de ileride de yeterince olamayacağımız için bir başkası bizim yerimizi para karşılığı dolduruyor. Ne ağır bir durum !
Gerçi şu an tam bilmiyorum o sırada asıl ağır olan şey neydi?
Bir yerden sonra anneannemin yanında bir başkası gibi hissetmek mi yoksa artık onunla an biriktirme işini istemeden de olsa çoktan başkasına devretmiş olduğunu farketmek mi? En çok hangisi yaraladı beni kestiremiyorum şimdi. Ama bu durumun o günlerde beni epey rahatsız ettiği açık ve netti.
Şimdi, anneannem vefat ettikten ve de onun yaşamda olduğu son videoları Nino’nun telefonundan izleyişimin üzerinden neredeyse 5 yıl geçtikten sonra yeniden hatırlıyorum o günleri. Çünkü benim anneannem de belki onun yaşlarında olan bir çok kişi gibi hem çocuklarının hem de torunlarının yerine koyduğu bir yabancı uyruklu kadın ile geçirdi bu yaşamdaki son vakitlerini. Biz yetişemedik. Başka öncelikler, telaşlar ve de meraklar peşindeydik. Bizim jenerasyonumuzda bizim yaşıtlarımız olan bir çok kişi gibi biz de kendi hayatımızın peşindeydik.. O yüzden de işin perde arkasını, diğer açısını bilemedik.
Oysa hikayede bir de Nino vardı. Nino’nun kendi ailesi, yaşamı, dertleri, çok zor dayandığı acıları vardı ve tabi o sırada herkes kendi derdinde olduğu için onun tarafını yeterince iyi anlayamadı. Sadece anneannemin vefatının ardından tanıdık bir aileye, mutlu bir biçimde gidişi akılda kaldı.
Şimdi o nedenle bu kitap önemli bir hatırlatıcı oldu bana. Unuttuğum bir anı bana yeniden anımsattı. Belki de yaşlandıktan sonra bir çok kişinin ortak kaderi olan ve de olacak olan bir gerçekle bir kez daha yüzleştirdi. O da aile büyükleri ile geçirilen vakitlerin değeri ve de o büyüklere bakan kadınların emeği..
Kitabı okuyuncaya kadar hikayenin sadece anneannem ve bizden oluştuğunu düşünüyordum. Şimdiyse artık gerçekte bir piyano öğretmeni olan ve de kendi ülkesinde bu mesleği yapıp para kazanamadığı için Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Nino’yu da düşünüyorum. Nino’nun anneannemin yanında olabildiği günler için ise ona kalpten: ‘Eğer sen olmasaydın, anneannem bakımsız, yalnız ve de mutsuz olurdu. Bizim yerimize ona göz kulak olduğun için teşekkür ederiz sana Nino.’ demek istiyorum.
Kitabın adı ‘Hayatımın Kadını’, yazan ise Özge Yetkiner. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan bu kitabın içinde ise aynı bu yazıda size anlattığım Nino gibi yurtdışından Türkiye’ye çalışmaya gelen yabancı uyruklu kadınların hikayeleri var. Ailesini, evini, ülkesini bırakıp büyük bir hasret ve sabırla çalışmaya Türkiye’ye gelen kadınların acı tatlı hikayeleri..
Kitabı okurken çoğu zaman bu kadınların yaşadığı acı travmalardan etkilenerek bu hikayelerin tamamen gerçek olaylardan hareketle yazılmış oluşuna inanmakta güçlük çekebiliyorsunuz. İlhamdan uzak suç, ölüm, intihar ve benzeri gibi konular sizi başta pek iyi hissettirmiyor belki ancak bir yerden sonra bu hikayelerin size hiç bakmadığınız bir açıyı da getirdiğini görünce kendinizi daha güçlü hissettiğinizi de farkediyordunuz.