

Bir kaç gün evvel gezdim "Ay, Güneş ve Ay" adını taşıyan bu sergiyi. Aslında açılış gününde sergiyi ilk açıldığı anda gezmeyi planlayan davetlilerden biriydim ancak o gün, yağmurun artışı ve de hızlanışı benim son dakika programımı değiştirmeme neden oldu. Dolayısıyla bu serginin açılışı için gitmiş olduğum halde açılıştan 1 saat evvel ayrıldım Gazhane'den..
O ilk gün uzaktan takip ettiğim kadarıyla serginin açılışı epey kalabalıktı. Sosyal medyada öne çıkan, ilk bakışta merak uyandıran pek çok görsel vardı. Serginin küratörü sevgili Begüm Güney'in sergiye dair kaleme aldığı metnini (serginin hemen girişinde yer alan) açılıştan 1 hafta 10 gün kadar evvel okuma fırsatım olmuştu. Dolayısıyla sergi hakkında bir ön bilgiye sahiptim.
Cem Güventürk’ü ise sosyal medyadan tanıyordum. Gerçek hayatta hiçbir işini görmemiştim ancak sosyal medyada denk geldiğim bazı çizimleri ve de cümleleri her denk gelişimde bana iyi gelmişti. O gördüğüm çizimler ve de cümleleri şu an hatırlamam imkansız ancak şöyle söyleyebilirim bu çizimler bir insanı tanımadan o insana nasıl hissettiğini kısaca özetleyebilen şeylerdi. O nedenle merak ediyordum bu sergiyi. Sadece içinden geçeni dışına çıkarmaya çalışan kalemi kuvvetli birinin eserleri olarak değil, "bilmeden bilen" birinin kendi lisanında konuşma biçimi olarak görüyordum buradaki eserleri.
Bu nedenle sergiye gidince ve de Cem Güventürk’ün "Bir şey olur bilirim, hiçbir şey olmaz hissederim" adını taşıyan eserini görünce kocaman gülümsedim. Sonra da o eseri dakikalarca izledim. Ardından da o esere baka baka içimden şöyle bir şey söyledim:
"Elinde bir küre tutuyor çingene pembesi adam. Masmavi bir okyanusun derinliğinde kaybolmuş kaybolmasına ama sonuçta kendini bulmuş. Belki kaybolup kendini bulunca da kendini buluşun ödülü olarak bu 'önceden biliş' küresini almış. Şimdi tersten bakma cesareti gösterdiği küre o nedenle ona bu yaşamda görmesi gerekeni gösteriyor. Geçmişten ve gelecekten ziyade olmakta olanı, duyulması bilinmesi gerekeni gösteriyor. O da gördüğünü çizerek resmederek gösteriyor. Hepsi bu. Küre ona konuşuyor, çünkü çingene pembesi adam ötekiler gibi "küre bende, ben bilirim" diye böbürlenmiyor. Gördüklerini fısıldar gibi sessizce söylüyor. Duyan duyuyor, bilen biliyor, o mühim söz var ya hani Lao Tzu'nun aynı öyle "söyleyen bilmiyor, bilen ise zaten hiç söylemiyor."
Müze Gazhane'nin çaktırmadan sizi yukarı taşıyan eğimli zemininde farketmeden ve pek de çaba sarfetmeden ilerlerken önünden geçtiğiniz resimler ve heykellerin ardından serginin en üst katında beklenmedik bi resim karşılıyor sizi. Serginin bu son resminde yangın var. Bir ev bir de insan, tepe çakrasından alev almış yanıyorlar. Eserin adı "Yak" ve altında şöyle bir cümle yazıyor:
"Ya ne hissettiğini söyleyip herşeyi yakarsın, ya da hiçbir şey söylemez ve bunun seni yakmasına izin verirsin."
İçinden geçenleri geçtiği an söylemenin önemi..
Söylenmesi gerekenleri söylenmesi gereken zamanda söylenmesi gereken kişiye filtresiz bir şekilde söyleyebilmenin erdemi..
İşte zaten de bütün mesele bundan ibaret değil mi?
Bunu bilerek resme bakınca o yüzden şöyle şeyler diyorsunuz içinizden:
"Söyleyememiş bu insan duygularını, korkmuş, kaçmış kendinden. Ertelemiş kendini, bugün değil yarın diye diye küçük bir çocuk gibi avutmuş kalbini.. tabi yanar. O da cesur olabilseydi birazcık.. kendinin farkında olabilseydi. Kim olduğunu görmemezlikten ve duymamazlıktan gelmeseydi. O zaman yanar mıydı ki?... Yanmazdı. Yanamazdı ki.. Kendine ve yaşama karşı tam anlamıyla gerçek bağlantıda olduktan sonra onu hiç bir şey yakamazdı ki.."
Son olarak, bize bir şeyler daha söyle, başka neler var bu sergide diye soranlar için bende izi kalan bir kaç eseri ve o eserlere dair aldığım notlarımı paylaşıyorum..
- Bu sergide bebeklerin beşiğinin başucuna takılan dönencelerden biri var. Ama altın renkli aylar ve güneşlerin yan yana getirildiği dev bir dönence. Bizim için. Bebekleri değil bizi, insanları uyutmak için o aylar ve güneşler sonsuz bir döngü içinde tam tur dönüşteler. (Serginin adının gezegenlerin dizilimi, ay burcu, güneş burcuna gönderme yaptığını öğrenince 'insanoğlunu uyutan' bu dönenceyi daha çok sevdim.)
- Bu sergide "dünyadan çocukluğuna kaçan bir adam" var. O adam koltuk yastıklarından salonun ortasına minik bir yuva yapmış. Acaba siz de büyüklüğünüze aldanmayıp gidip oradaki gibi bugünkü salonunuzda koltuk yastıklarından aynı yuvayı yapıp içinden yeniden dünyaya bakmayı isteyebilecek misiniz benim gibi..
- Bu sergide çeşitli yalnızlıklar var. Mesela yalnızlığı seviyorum deyip yalnız kaldığında ben neden yalnızım diyenler de yalnızlıktan korkuyorum deyip yalnız kalınca kendi yaratımının zirvesine ulaşan, kendini gerçekleştirenler de hep beraber buradalar. Gidip siz hangi yalnızlardansınız bir görüp öğrenmelisiniz..
- Sergide "Biri bize bunları hissettirdi mi? Tamamdır, birinden birini eksik hissettirirse de herşey yalandır." dediğimiz, yokluğu ruhu çalkalayan varlığı ise tezahüratlar eşliğinde içerideki stadyumu ayağa kaldıran "Sevilmek / anlaşılmak / dinlenmek / hissedilmek / duyulmak / saygı duyulmak / hatırlanmak / dokunulmak" gibi duygular var. Aile, arkadaşlık, sevgililik.. Her türlü ilişki biçimi için muazzam bir ayna hali.. Tombala gibi çıkıyor ortaya kim aslında nasıl biriymiş, sizi ne için severmiş..
- Bu sergide şifalı sözler, gizli gülüşler var. Ancak aynı yoldan geçerek iyileşmiş olanların anlayabileceği bazı gerçek hikâyeler de renkli çizimlerin arasına gizlenmişler. Gerçek değilmiş, şakacıktan yapıyormuş gibi davranıyorlar ama anlayan anlıyor. Bilmeye hazır olmayan da hiçbir şey yokmuş gibi önünden geçip gidiyor..
Serginin küratörü Begüm Güney'in insana okumayı bitirdiği an yeni baştan okuma isteği uyandıran sergi metninin ilk cümlesi şöyle başlıyor: "Sanat tarihi boyunca sanatın en büyük sorusu "Sanat nedir?" iken, sanatın yaratıcısı insanoğlunun en büyük sorusu "Ben kimim?" olmuştur" ve aynı metin Albert Camus'nun Sisifos Söylemi'nden alıntıladığı anlamlı bir cümle ile son buluyor.
Şu bir gerçek ki insan bu serginin kapısından geçtikten sonra çıkana kadar bir dolu şeyi yeni baştan sorguluyor. Çünkü derin şeyler hissediyor, tuhaf şeyler düşünüyor ve de zihnin dar köşelerinde varlığından dahi haberi olmayan şeyleri hatırlıyor. Bana göre bu sergide herkes için bir şey var ama sanırım en çok ‘kendi yolunu arayan, kendiyle ilgili bir mesaja ihtiyaç duyan’ birileri için çok şey var. Epey tanıdık hissedebileceğiniz, sizi size davet eden İBB Kültür ve İBB Miras’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen bu sergi için son tarih 13 Nisan 2025.
Bir kaç gün evvel gezdim "Ay, Güneş ve Ay" adını taşıyan bu sergiyi. Aslında açılış gününde sergiyi ilk açıldığı anda gezmeyi planlayan davetlilerden biriydim ancak o gün, yağmurun artışı ve de hızlanışı benim son dakika programımı değiştirmeme neden oldu. Dolayısıyla bu serginin açılışı için gitmiş olduğum halde açılıştan 1 saat evvel ayrıldım Gazhane'den..
O ilk gün uzaktan takip ettiğim kadarıyla serginin açılışı epey kalabalıktı. Sosyal medyada öne çıkan, ilk bakışta merak uyandıran pek çok görsel vardı. Serginin küratörü sevgili Begüm Güney'in sergiye dair kaleme aldığı metnini (serginin hemen girişinde yer alan) açılıştan 1 hafta 10 gün kadar evvel okuma fırsatım olmuştu. Dolayısıyla sergi hakkında bir ön bilgiye sahiptim.
Cem Güventürk’ü ise sosyal medyadan tanıyordum. Gerçek hayatta hiçbir işini görmemiştim ancak sosyal medyada denk geldiğim bazı çizimleri ve de cümleleri her denk gelişimde bana iyi gelmişti. O gördüğüm çizimler ve de cümleleri şu an hatırlamam imkansız ancak şöyle söyleyebilirim bu çizimler bir insanı tanımadan o insana nasıl hissettiğini kısaca özetleyebilen şeylerdi. O nedenle merak ediyordum bu sergiyi. Sadece içinden geçeni dışına çıkarmaya çalışan kalemi kuvvetli birinin eserleri olarak değil, "bilmeden bilen" birinin kendi lisanında konuşma biçimi olarak görüyordum buradaki eserleri.
Bu nedenle sergiye gidince ve de Cem Güventürk’ün "Bir şey olur bilirim, hiçbir şey olmaz hissederim" adını taşıyan eserini görünce kocaman gülümsedim. Sonra da o eseri dakikalarca izledim. Ardından da o esere baka baka içimden şöyle bir şey söyledim:
"Elinde bir küre tutuyor çingene pembesi adam. Masmavi bir okyanusun derinliğinde kaybolmuş kaybolmasına ama sonuçta kendini bulmuş. Belki kaybolup kendini bulunca da kendini buluşun ödülü olarak bu 'önceden biliş' küresini almış. Şimdi tersten bakma cesareti gösterdiği küre o nedenle ona bu yaşamda görmesi gerekeni gösteriyor. Geçmişten ve gelecekten ziyade olmakta olanı, duyulması bilinmesi gerekeni gösteriyor. O da gördüğünü çizerek resmederek gösteriyor. Hepsi bu. Küre ona konuşuyor, çünkü çingene pembesi adam ötekiler gibi "küre bende, ben bilirim" diye böbürlenmiyor. Gördüklerini fısıldar gibi sessizce söylüyor. Duyan duyuyor, bilen biliyor, o mühim söz var ya hani Lao Tzu'nun aynı öyle "söyleyen bilmiyor, bilen ise zaten hiç söylemiyor."
Müze Gazhane'nin çaktırmadan sizi yukarı taşıyan eğimli zemininde farketmeden ve pek de çaba sarfetmeden ilerlerken önünden geçtiğiniz resimler ve heykellerin ardından serginin en üst katında beklenmedik bi resim karşılıyor sizi. Serginin bu son resminde yangın var. Bir ev bir de insan, tepe çakrasından alev almış yanıyorlar. Eserin adı "Yak" ve altında şöyle bir cümle yazıyor:
"Ya ne hissettiğini söyleyip herşeyi yakarsın, ya da hiçbir şey söylemez ve bunun seni yakmasına izin verirsin."
İçinden geçenleri geçtiği an söylemenin önemi..
Söylenmesi gerekenleri söylenmesi gereken zamanda söylenmesi gereken kişiye filtresiz bir şekilde söyleyebilmenin erdemi..
İşte zaten de bütün mesele bundan ibaret değil mi?
Bunu bilerek resme bakınca o yüzden şöyle şeyler diyorsunuz içinizden:
"Söyleyememiş bu insan duygularını, korkmuş, kaçmış kendinden. Ertelemiş kendini, bugün değil yarın diye diye küçük bir çocuk gibi avutmuş kalbini.. tabi yanar. O da cesur olabilseydi birazcık.. kendinin farkında olabilseydi. Kim olduğunu görmemezlikten ve duymamazlıktan gelmeseydi. O zaman yanar mıydı ki?... Yanmazdı. Yanamazdı ki.. Kendine ve yaşama karşı tam anlamıyla gerçek bağlantıda olduktan sonra onu hiç bir şey yakamazdı ki.."
Son olarak, bize bir şeyler daha söyle, başka neler var bu sergide diye soranlar için bende izi kalan bir kaç eseri ve o eserlere dair aldığım notlarımı paylaşıyorum..
- Bu sergide bebeklerin beşiğinin başucuna takılan dönencelerden biri var. Ama altın renkli aylar ve güneşlerin yan yana getirildiği dev bir dönence. Bizim için. Bebekleri değil bizi, insanları uyutmak için o aylar ve güneşler sonsuz bir döngü içinde tam tur dönüşteler. (Serginin adının gezegenlerin dizilimi, ay burcu, güneş burcuna gönderme yaptığını öğrenince 'insanoğlunu uyutan' bu dönenceyi daha çok sevdim.)
- Bu sergide "dünyadan çocukluğuna kaçan bir adam" var. O adam koltuk yastıklarından salonun ortasına minik bir yuva yapmış. Acaba siz de büyüklüğünüze aldanmayıp gidip oradaki gibi bugünkü salonunuzda koltuk yastıklarından aynı yuvayı yapıp içinden yeniden dünyaya bakmayı isteyebilecek misiniz benim gibi..
- Bu sergide çeşitli yalnızlıklar var. Mesela yalnızlığı seviyorum deyip yalnız kaldığında ben neden yalnızım diyenler de yalnızlıktan korkuyorum deyip yalnız kalınca kendi yaratımının zirvesine ulaşan, kendini gerçekleştirenler de hep beraber buradalar. Gidip siz hangi yalnızlardansınız bir görüp öğrenmelisiniz..
- Sergide "Biri bize bunları hissettirdi mi? Tamamdır, birinden birini eksik hissettirirse de herşey yalandır." dediğimiz, yokluğu ruhu çalkalayan varlığı ise tezahüratlar eşliğinde içerideki stadyumu ayağa kaldıran "Sevilmek / anlaşılmak / dinlenmek / hissedilmek / duyulmak / saygı duyulmak / hatırlanmak / dokunulmak" gibi duygular var. Aile, arkadaşlık, sevgililik.. Her türlü ilişki biçimi için muazzam bir ayna hali.. Tombala gibi çıkıyor ortaya kim aslında nasıl biriymiş, sizi ne için severmiş..
- Bu sergide şifalı sözler, gizli gülüşler var. Ancak aynı yoldan geçerek iyileşmiş olanların anlayabileceği bazı gerçek hikâyeler de renkli çizimlerin arasına gizlenmişler. Gerçek değilmiş, şakacıktan yapıyormuş gibi davranıyorlar ama anlayan anlıyor. Bilmeye hazır olmayan da hiçbir şey yokmuş gibi önünden geçip gidiyor..
Serginin küratörü Begüm Güney'in insana okumayı bitirdiği an yeni baştan okuma isteği uyandıran sergi metninin ilk cümlesi şöyle başlıyor: "Sanat tarihi boyunca sanatın en büyük sorusu "Sanat nedir?" iken, sanatın yaratıcısı insanoğlunun en büyük sorusu "Ben kimim?" olmuştur" ve aynı metin Albert Camus'nun Sisifos Söylemi'nden alıntıladığı anlamlı bir cümle ile son buluyor.
Şu bir gerçek ki insan bu serginin kapısından geçtikten sonra çıkana kadar bir dolu şeyi yeni baştan sorguluyor. Çünkü derin şeyler hissediyor, tuhaf şeyler düşünüyor ve de zihnin dar köşelerinde varlığından dahi haberi olmayan şeyleri hatırlıyor. Bana göre bu sergide herkes için bir şey var ama sanırım en çok ‘kendi yolunu arayan, kendiyle ilgili bir mesaja ihtiyaç duyan’ birileri için çok şey var. Epey tanıdık hissedebileceğiniz, sizi size davet eden İBB Kültür ve İBB Miras’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen bu sergi için son tarih 13 Nisan 2025.