Ancak içeri girdiğimde menüden evvel 2 sanat eseri çekti dikkatimi. Biri içeride, içki barının hemen arkasında iki ayrı ekranda hiç durmadan akan bir dijital sanat eseri. Diğeri de kafenin terasındaki duvarlardan birinde asılı olan bir portre.
Yemeğimi beklerken oturduğum masa dijital eserinin sürekli dönüp durduğu ekranlara yakın olduğu için haliyle ilk olarak onu sormak istedim. Masaya gelen garsona eserin kime ait olduğunu ve de hikayesinin ne olduğunu bilip bilmediğini sorduğumda da bu eserin Londra merkezli "Sedition" isminde, sınırlı sayıda sanat eseri satan bir online sanat galerisinden alındığını öğrendim. Fakat aldığım cevap ile yetinmek istemeyerek bu dijital sanat eserinin hikayesini öğrenmek için bir de yaratıcısı Amine Rachad'a, Türkiye'den Güney Fransa'ya, Toulouse'a bir mesaj yazdım.
Rachad'a, İstanbul'un göbeğinde, The Marmara Oteli’nin hemen girişindeki kafenin içinde kendisine ait olan bir dijital sanat eseri gördüğümü ve de hikayesini merak ettiğimi söyledim.
Rachad 24 saat geçmeden yanıt verdi mesajıma.
Böylece bu eserin, Rachad'ın "Emotion" (Duygu) adını taşıyan 6 parçalık bir serisinin 5'inci eseri olduğunu ve kısaca duygularımız ile huzurumuz arasındaki karmaşık bağlantıyı anlattığını öğrendim. Bu seride yer alan her parçanın kendisi tarafından bestelenmiş, 285 Hz frekansta oluşturulmuş müziği olduğunu öğrenmek ise açıkçası benim için sürpriz oldu.
Çünkü takdir edersiniz ki The Marmara'nın kafesinin tam merkezinde yer alan bu dijital sanat eserinin müziğini duymak o kalabalık ve gürültü arasında pek mümkün değil. (Bu esere Rachad tarafından bestelenmiş müziği ile beraber izlemek isterseniz, kendisinin eserlerinin birer kopyasının yer aldığı seditionart.com 'a bir göz atabilirsiniz.)
Bu arada bilmeyenler için kısa bir bilgi, 285 Hz frekans, kutsal frekanslar olarak bilinen Solfeggio frekanslarının 6 ana hertz dizilimine eklenen 3 frekanstan biri ve çok eski zamanlardan beri şifa için kullanılıyor. Her ne kadar günümüzde pek çok kişi uyurken bu müzikleri uyku müziği olarak açıp uyumayı tercih ediyor olsa da aslında kökü dünyanın temel rezonansı olan 7.83 ile 33.8 Hz aralığındaki Schumann rezonansına dayanıyor.
Yani uzun lafın kısası Cafe Marmara'da yer alan bu eserin arka fonunda çalan müzik, insana şifa ve ruhsal güven verirken bir yandan da tarafsızlığa ve de dinginliğe doğru yolculuğa çıkaracak şekilde bestelenmiş.
Bu sırada Amine Rachad'ı tanımayanlar için kısa bir not, eserlerinin yer aldığı Sedition adlı bu web sitesinde kendisi hakkında "Âme In Love" takma adı ile bilinen, felsefi ve ruhani öğretilerden ilham alan bir sanatçı olduğu yazıyor. Çalışmaları üzerine ise; dijital sanatçı Refik Anadol'un görsel tekniklerini kendine özgü yorumlarıyla birleştirerek saygı duruşunda bulunurken diğer bir yandan, içsel kopukluk yoluyla acıdan özgürlüğe ulaşmak konusunda bizlere yeni bir bakış açısı sunduğu özel olarak vurgulanmış.
**
Mekandaki diğer sanat eserine gelince..
Terasta yer alan bir portre olduğunu söylemiştim. Bu portre her ne kadar ilk bakışta çok iyi bildiğimiz bir Atatürk portresi gibi görünüyor olsa da yaklaştıkça tedavülden kalkalı çok olmuş eski kağıt 1.000.000 Türk lirasının tam ortasındaki Atatürk resmi olduğunu fark ediyorsunuz.
İspanyol Sanatçı Carlos Aires'e ait olan bu eserin ise hikayesi bilmeyenler için epey mesaj içerikli ve de keyifli.
Rachad'a yazdığım gibi bu eserin hikayesini tam öğrenebilmek için bu defa da Carlos Aires'e yazdım.. Aires'e, Taksim'deki The Marmara otelinin terasında bir eseri olduğunu, masmavi gözlerini dikmiş, güçlü, güvenli bir şekilde ileri bakan bu Atatürk portresinin hikayesini merak ettiğimi sordum. Aires’ten cevap hiç gecikmedi ve bana bu eserinin "kriz zamanları için aşk şarkıları" başlıklı bir dizi çalışmasında yer alan eserlerinden biri olduğunu söyledi.
Bu portrenin içinde bir caz parçasının gizli olduğunu öğrenmek ise beni müthiş derecede şaşırttı. Sormasam eksik kalacak olan bu bilgiyi bunun üzerine tam olarak öğrenmek istedim.
Meğer Carlos Aires, “I only have eyes for you” şarkısının tam sözlerini altın iğnelerle trompe l'oeil (optik illüzyon) ile bir taksidermist’in kelebeği iğnelemesi gibi bu eserin içine gizlemiş. (Bu arada Frank Sinatra, Carmen McRae ve Louis Armstrong gibi birçok ünlü şarkıcı tarafından seslendirilmiş, yapım yılı 1934'ten itibaren bir caz klasiği haline gelmiş bu romantik şarkının bestecisi ise Harry Warrem ve söz yazarı Al Dubin'miş.)
Farklı ülkelerin banknotlarındaki büyük formatlı görsellerden oluşan ve de kendisinin kişisel veya otobiyografik diskografisindeki aşk şarkılarının tam sözlerini gizleyen bu seri ise aslında müziğin ve sözlerin evrenselliğini kutlayan bir seriymiş.
Benim hikayesini sorduğum bu Atatürk portresi konusunda ise, Atatürk ile bu eserin içinde gizli olan parçanın bir bağlantısı olmadığını özel olarak söyledi bana Aires. Yani banknot portresi ile bu caz parçası belirli bir mantıkla seçilmemiş. Yalnızca şarkı ve portre, fantastik bir bakış açısı üzerinden birbirini tamamlıyormuş.
Ama tabi kişisel olarak benim açımdan her ne kadar Aires bir bağlantı yok demiş olsa da - bu Atatürk portresinin bir banknotun üzerinde olduğunu bir kenara bırakırsak - işin içinde Atatürk var ise "gözlerim senden başkasını görmüyor" başlıklı bir parçadan daha güzeli olamazmış sanki.. (bu parçayı sanırım şu an yeniden bir dinleme vakti..)
**
Gelelim gastronomi tutkunları için Cafe Marmara'nın yeni menüsüne..
The marmara group head şefi Tolga Özkaya'nın öncülüğünde hazırlanan The Marmara'nın son menüsünde ilk öğrendiğimde gastronomi meraklıları için bakla çorbası, kuşkonmazlı gemelli, burrata pizzetta, rokoko ve chocolate moelleux gibi yeni tatlar vardı. (Şimdi bu ay ile beraber başka tatlar da eklenmiş olmalı.)
Şefin özel tatlarının yer aldığı bu menüye ise haliyle Vinkara şarapları eşlik ediyordu. Özellikle Vinkara'nın Yaşasın'ı (Türkiye'nin ilk köpüklü şarabı, yani adıyla yaşamı her daim kutlayan mutlu şampanyası) eğer bugüne kadar denenmemişse burada denenecekler arasında kesinlikle 1 numara olmalı..
Tatlı konusunda ise patisserie bölümündeki tatlılar ne kadar tok olsanız da muhakkak aklınızı çelen cinsten.. Yemek sonrası ince belli bardakta gelen demli çayın yanında ne yiyeceğinizi kelimenin tam anlamıyla şaşırıyorsunuz..
Çikolata barının tam karşısındaki rafta duran tazecik kruvasanlarda ise ne yazık ki mekandan dışarı çıkarken epey aklınız kalıyor..
Belki bir sabah erken, İstanbul yeni uyanırken belki de bir akşam üzeri, güneş marmara denizine batmak üzereyken.. Bilmiyorsunuz ne zaman tekrar geleceksiniz ama bir şekilde eminsiniz, bir kahve eşliğinde, bir vakit o tazecik kruvasanlardan muhakkak yiyeceksiniz..
Bu sırada cafede sanatı merkeze alan güzel bir ayrıntıya da tanık oldum..
Aslen Londra doğumlu bir mimar olan, yıllarca İstanbul'da yaşamış, Türk dostu bir ingiliz sanatçı Ned Pamphilon'un çizimleri Cafe Marmara'nın terasındaki küçük masaların üzerine sığacak şekilde düzenlenmişti. Yani, İstanbul manzaraları ile İstanbul'da günlük yaşamı konu alan bu çizimlerin büyük baskılarından oluşan table matleri (kağıt amerikan servisleri) siz bu masalardan birine oturduğunuzda size yemek tabağınızın altından gizli gizli göz kırpıyor.
Mekandan bu şekilde bir onay henüz almadım ancak benim şu an hayalimi, bir sonraki sefer sıcak kruvasan yemeğe gittiğimde, terasta oturup Pamphilon'un çizimlerinden oluşturulmuş bu amerikan servislerinden birinin üzerine yazı yazıp sonra da anı olması için eve götürmek süslüyor. Hatta belli mi olur belki çerçeveletip evimin duvarına bile asabilirim..
285 Hz frekans müzikli dijital sanat eserinden içinde caz parçası gizli Atatürk portresine ve de Ned Papillion'un çizimlerinden oluşturulmuş amerikan servislerine kadar The Marmara, Taksim'deki yenilenmiş kafesinin içine sanatı, hem naif hem de son derece sürprizli bir biçimde ne güzel saklamış ama değil mi?
Ancak içeri girdiğimde menüden evvel 2 sanat eseri çekti dikkatimi. Biri içeride, içki barının hemen arkasında iki ayrı ekranda hiç durmadan akan bir dijital sanat eseri. Diğeri de kafenin terasındaki duvarlardan birinde asılı olan bir portre.
Yemeğimi beklerken oturduğum masa dijital eserinin sürekli dönüp durduğu ekranlara yakın olduğu için haliyle ilk olarak onu sormak istedim. Masaya gelen garsona eserin kime ait olduğunu ve de hikayesinin ne olduğunu bilip bilmediğini sorduğumda da bu eserin Londra merkezli "Sedition" isminde, sınırlı sayıda sanat eseri satan bir online sanat galerisinden alındığını öğrendim. Fakat aldığım cevap ile yetinmek istemeyerek bu dijital sanat eserinin hikayesini öğrenmek için bir de yaratıcısı Amine Rachad'a, Türkiye'den Güney Fransa'ya, Toulouse'a bir mesaj yazdım.
Rachad'a, İstanbul'un göbeğinde, The Marmara Oteli’nin hemen girişindeki kafenin içinde kendisine ait olan bir dijital sanat eseri gördüğümü ve de hikayesini merak ettiğimi söyledim.
Rachad 24 saat geçmeden yanıt verdi mesajıma.
Böylece bu eserin, Rachad'ın "Emotion" (Duygu) adını taşıyan 6 parçalık bir serisinin 5'inci eseri olduğunu ve kısaca duygularımız ile huzurumuz arasındaki karmaşık bağlantıyı anlattığını öğrendim. Bu seride yer alan her parçanın kendisi tarafından bestelenmiş, 285 Hz frekansta oluşturulmuş müziği olduğunu öğrenmek ise açıkçası benim için sürpriz oldu.
Çünkü takdir edersiniz ki The Marmara'nın kafesinin tam merkezinde yer alan bu dijital sanat eserinin müziğini duymak o kalabalık ve gürültü arasında pek mümkün değil. (Bu esere Rachad tarafından bestelenmiş müziği ile beraber izlemek isterseniz, kendisinin eserlerinin birer kopyasının yer aldığı seditionart.com 'a bir göz atabilirsiniz.)
Bu arada bilmeyenler için kısa bir bilgi, 285 Hz frekans, kutsal frekanslar olarak bilinen Solfeggio frekanslarının 6 ana hertz dizilimine eklenen 3 frekanstan biri ve çok eski zamanlardan beri şifa için kullanılıyor. Her ne kadar günümüzde pek çok kişi uyurken bu müzikleri uyku müziği olarak açıp uyumayı tercih ediyor olsa da aslında kökü dünyanın temel rezonansı olan 7.83 ile 33.8 Hz aralığındaki Schumann rezonansına dayanıyor.
Yani uzun lafın kısası Cafe Marmara'da yer alan bu eserin arka fonunda çalan müzik, insana şifa ve ruhsal güven verirken bir yandan da tarafsızlığa ve de dinginliğe doğru yolculuğa çıkaracak şekilde bestelenmiş.
Bu sırada Amine Rachad'ı tanımayanlar için kısa bir not, eserlerinin yer aldığı Sedition adlı bu web sitesinde kendisi hakkında "Âme In Love" takma adı ile bilinen, felsefi ve ruhani öğretilerden ilham alan bir sanatçı olduğu yazıyor. Çalışmaları üzerine ise; dijital sanatçı Refik Anadol'un görsel tekniklerini kendine özgü yorumlarıyla birleştirerek saygı duruşunda bulunurken diğer bir yandan, içsel kopukluk yoluyla acıdan özgürlüğe ulaşmak konusunda bizlere yeni bir bakış açısı sunduğu özel olarak vurgulanmış.
**
Mekandaki diğer sanat eserine gelince..
Terasta yer alan bir portre olduğunu söylemiştim. Bu portre her ne kadar ilk bakışta çok iyi bildiğimiz bir Atatürk portresi gibi görünüyor olsa da yaklaştıkça tedavülden kalkalı çok olmuş eski kağıt 1.000.000 Türk lirasının tam ortasındaki Atatürk resmi olduğunu fark ediyorsunuz.
İspanyol Sanatçı Carlos Aires'e ait olan bu eserin ise hikayesi bilmeyenler için epey mesaj içerikli ve de keyifli.
Rachad'a yazdığım gibi bu eserin hikayesini tam öğrenebilmek için bu defa da Carlos Aires'e yazdım.. Aires'e, Taksim'deki The Marmara otelinin terasında bir eseri olduğunu, masmavi gözlerini dikmiş, güçlü, güvenli bir şekilde ileri bakan bu Atatürk portresinin hikayesini merak ettiğimi sordum. Aires’ten cevap hiç gecikmedi ve bana bu eserinin "kriz zamanları için aşk şarkıları" başlıklı bir dizi çalışmasında yer alan eserlerinden biri olduğunu söyledi.
Bu portrenin içinde bir caz parçasının gizli olduğunu öğrenmek ise beni müthiş derecede şaşırttı. Sormasam eksik kalacak olan bu bilgiyi bunun üzerine tam olarak öğrenmek istedim.
Meğer Carlos Aires, “I only have eyes for you” şarkısının tam sözlerini altın iğnelerle trompe l'oeil (optik illüzyon) ile bir taksidermist’in kelebeği iğnelemesi gibi bu eserin içine gizlemiş. (Bu arada Frank Sinatra, Carmen McRae ve Louis Armstrong gibi birçok ünlü şarkıcı tarafından seslendirilmiş, yapım yılı 1934'ten itibaren bir caz klasiği haline gelmiş bu romantik şarkının bestecisi ise Harry Warrem ve söz yazarı Al Dubin'miş.)
Farklı ülkelerin banknotlarındaki büyük formatlı görsellerden oluşan ve de kendisinin kişisel veya otobiyografik diskografisindeki aşk şarkılarının tam sözlerini gizleyen bu seri ise aslında müziğin ve sözlerin evrenselliğini kutlayan bir seriymiş.
Benim hikayesini sorduğum bu Atatürk portresi konusunda ise, Atatürk ile bu eserin içinde gizli olan parçanın bir bağlantısı olmadığını özel olarak söyledi bana Aires. Yani banknot portresi ile bu caz parçası belirli bir mantıkla seçilmemiş. Yalnızca şarkı ve portre, fantastik bir bakış açısı üzerinden birbirini tamamlıyormuş.
Ama tabi kişisel olarak benim açımdan her ne kadar Aires bir bağlantı yok demiş olsa da - bu Atatürk portresinin bir banknotun üzerinde olduğunu bir kenara bırakırsak - işin içinde Atatürk var ise "gözlerim senden başkasını görmüyor" başlıklı bir parçadan daha güzeli olamazmış sanki.. (bu parçayı sanırım şu an yeniden bir dinleme vakti..)
**
Gelelim gastronomi tutkunları için Cafe Marmara'nın yeni menüsüne..
The marmara group head şefi Tolga Özkaya'nın öncülüğünde hazırlanan The Marmara'nın son menüsünde ilk öğrendiğimde gastronomi meraklıları için bakla çorbası, kuşkonmazlı gemelli, burrata pizzetta, rokoko ve chocolate moelleux gibi yeni tatlar vardı. (Şimdi bu ay ile beraber başka tatlar da eklenmiş olmalı.)
Şefin özel tatlarının yer aldığı bu menüye ise haliyle Vinkara şarapları eşlik ediyordu. Özellikle Vinkara'nın Yaşasın'ı (Türkiye'nin ilk köpüklü şarabı, yani adıyla yaşamı her daim kutlayan mutlu şampanyası) eğer bugüne kadar denenmemişse burada denenecekler arasında kesinlikle 1 numara olmalı..
Tatlı konusunda ise patisserie bölümündeki tatlılar ne kadar tok olsanız da muhakkak aklınızı çelen cinsten.. Yemek sonrası ince belli bardakta gelen demli çayın yanında ne yiyeceğinizi kelimenin tam anlamıyla şaşırıyorsunuz..
Çikolata barının tam karşısındaki rafta duran tazecik kruvasanlarda ise ne yazık ki mekandan dışarı çıkarken epey aklınız kalıyor..
Belki bir sabah erken, İstanbul yeni uyanırken belki de bir akşam üzeri, güneş marmara denizine batmak üzereyken.. Bilmiyorsunuz ne zaman tekrar geleceksiniz ama bir şekilde eminsiniz, bir kahve eşliğinde, bir vakit o tazecik kruvasanlardan muhakkak yiyeceksiniz..
Bu sırada cafede sanatı merkeze alan güzel bir ayrıntıya da tanık oldum..
Aslen Londra doğumlu bir mimar olan, yıllarca İstanbul'da yaşamış, Türk dostu bir ingiliz sanatçı Ned Pamphilon'un çizimleri Cafe Marmara'nın terasındaki küçük masaların üzerine sığacak şekilde düzenlenmişti. Yani, İstanbul manzaraları ile İstanbul'da günlük yaşamı konu alan bu çizimlerin büyük baskılarından oluşan table matleri (kağıt amerikan servisleri) siz bu masalardan birine oturduğunuzda size yemek tabağınızın altından gizli gizli göz kırpıyor.
Mekandan bu şekilde bir onay henüz almadım ancak benim şu an hayalimi, bir sonraki sefer sıcak kruvasan yemeğe gittiğimde, terasta oturup Pamphilon'un çizimlerinden oluşturulmuş bu amerikan servislerinden birinin üzerine yazı yazıp sonra da anı olması için eve götürmek süslüyor. Hatta belli mi olur belki çerçeveletip evimin duvarına bile asabilirim..
285 Hz frekans müzikli dijital sanat eserinden içinde caz parçası gizli Atatürk portresine ve de Ned Papillion'un çizimlerinden oluşturulmuş amerikan servislerine kadar The Marmara, Taksim'deki yenilenmiş kafesinin içine sanatı, hem naif hem de son derece sürprizli bir biçimde ne güzel saklamış ama değil mi?