Manifest dizisini böyle izledim.
Günde 4-5 bölüm hatta belki daha bile fazlası. Nerden çıktıysa karşıma bir anda müptelası oldum ve de 2018 yapımı bu diziye ilginç bir biçimde takılıp kaldım. Üstelik bazı bölümlerinde oyunculuk ve senaryo, diziyi izlemekten neredeyse vazgeçirecek kadar amatördü de.. Ama yine de siz deyin merak ben diyeyim insanın başkalarının hikayeleri üzerinden kendine ayna tutma ihtiyacı, bir şekilde her şeye rağmen diziye devam ettim ve sezon finaline gelince de iyi ki dedim, diziyi sonuna kadar izlemişim..
Neden derseniz;
Çünkü dizide, dünyanın sonuna geliş ve de o sondan kurtuluş gibi konular vardı. Ayrıca kişisel yüzleşmeler, ruhun taşıdığı yüklerden arınması, geçmiş ile şimdi arasındaki hizalanmanın yapılması gibi konularsa, işlenme şekli nedeni ile insanın dünya ile bağlantısını yeniden bir düşünmesini sağlıyordu.
Kısacası dizi beni şu sıcak yaz günlerinde bir güzel serinletti..
Bir bardak soğuk limonata içmişim gibi geldi.
Özellikle de dizinin başrollerinden biri olan Mick'in kendi geçmişi ile yüzleştiği bölümde, bir kırmızı balonun ipine bağladığı kağıda kendini artık affedip olduğu haliyle kabul ettiğini yazdığı ve de bu uçan balonu bir apartmanın çatısından bulutlara gönderdiği sahne çok güzeldi. İnsana bazen üzerinde taşıdığı en büyük yükün, kendini bir türlü affedemediği büyük pişmanlıklardan ve de öfkelerden geldiğini hatırlatıyordu. Çok çok daha zor şeyleri çok daha kolay yaparken, dışarıda devleri yere sererken kendi içinde bunu bir türlü başaramamanın ağırlığını gösteriyordu. Fiziki özgürlüğe sahip olan insanların neden ruhen uçamıyor oluşlarını anlatıyordu..
Dizinin ikinci başrolü olan, Mick'in abisi Ben'in en vurucu sahnesi ise bana göre kendine ve ailesine kötülük yapan birini fırsat eline geçtiğinde ölüme terk edebilecekken kurtarmayı seçtiği sahneydi. Çünkü bir aile babasının, çocuklarının annesini, çok sevdiği eşini öldürmüş, kendi öz kızını kaçırmış, ailesine fazlaca zarar vermiş olan birini affetmesi her yiğidin harcı olan bir durum değil.
Yani kısacası dizide iki kardeşten biri kendine olan öfkesi ile yüzleşirken diğeri yaşamda en çok sevdiklerine, ailesine kötü davranan birine karşı olan öfkesi ile yüzleşiyor. Her ikisinde de affetmenin zorluğu ve başarılabilirse de gücü kendini gösteriyor. Buradan yola çıkarak da insan kendi kişisel muhakemesini yaparak kendine karşı şu gibi soruları peş peşe sormaya başlıyor;
Peki ya ben geçmişte kendi yaptığım hatalarla ne kadar barışığım? Kaçı ile gerçek anlamda yüzleşme şansına eriştim? Kaçına beni büyütmüş olduğu için, görememekte olduğum bir şeyi görmek konusunda bana yardımcı olduğu için teşekkür edebildim? Peki ya diğer bir yandan bana karşı yapılan hatalar konusunda ne kadar affedici, bağışlayıcı ve de kucak açıcıyım? Zaman geçse de zaman hiç geçmemişçesine kimleri affetme konusunda bencil davranmış ve de davranıyor olabilirim?
Bu sorular bir kenarda dursun dizi konusunda hoşuma giden asıl hikaye ise aslında şuydu.. 828 sefer sayılı uçağın yolcuları, bir anda hayatlarına 5,5 yıl gecikmeli olarak geri dönüyorlardı. Yani bindikleri uçak iniş yapması gereken gün ve saatten tam tamına 5,5 yıl sonra varması gereken yere ulaşıyordu. Böylece de bu yolcular kendi hayatlarından bir anda yok olsalar hayatları neye benzerdi onu görüyorlardı. Tabi hikaye bununla da kalmıyor, bu olağanüstü kayboluşu çağrılar almak, kaynağa bağlanmak, kolektif bilinç ve de duru görü, duru işiti, telekinezi gibi metafizik alanında önemli yere sahip ancak fizik dünyada bir insanın kendi başına gelmezse asla anlamayacağı hatta inanmayacağı deneyimler takip ediyordu. Böylece dünyanın şimdiki zamanında ruhun uyanışını yaşayan ve de ne yazıkki hala derin bir uykuda olan insanların birbirleri ile olan zor iletişimi çıplak gözle görünür oluyordu. Dolayısıyla da dizi, parçaları birleştirmek, içinden gelen bir şeyin peşinden gidebilmek konusunda özgür olmak, fiziki alemde görünen yansımanın ötesine geçebilmek, sembolleri okuyabilmek, geçmişin şimdiki tekrarını uyanık gözlerle görebilmek, ezoterik bilgilerin anlamının peşine düşebilmek gibi konularda insana çok güzel örneklendirmeler yapıyordu.
Bu sırada dizinin içindeki hikayede dünyanın sonu 2 Haziran 2024'te (yani bugünden tam tamına 1 ay bir hafta önce) geliyordu. 2018 yapımı olan bir dizinin şu an içinde olduğumuz yıla yapmış olduğu bu göndermeden yola çıkarak siz de bu yılın 2 Haziran 2024'inde son bulacak şekilde 5,5 yılınızı şöyle bir yeniden düşünmek ve de kendinize şöyle sorular sormak isteyebiliyordunuz.
Peki ya benim hayatımda son 5,5 hiç yıl yaşanmamış olsaydı ben nasıl biri olurdum bugün? Bu 5,5 yıl beni nasıl değiştirdi, o zaman kimdim, şu an kim oldum? Beni en son 5,5 yıl önce görenler, bu süre zarfında hiç görmeyip de şu an görselerdi benimle ilgili ne düşünürlerdi? Peki hala 5,5 yıl öncesi ile aynı insanlar mı var hayatımda, çıkanlar neden çıktı?
Cevaplar sizde.
Unutmadan, bu diziyi izlerken bir yandan da bir podcast dinlesem, tam da bu dizideki 828 sefer sayılı uçağın yolcularının yaşadıkları gibi konularda olsa, bana dünyanın sonu ve de uyanış gibi konularda bilmem gerekenleri en özet şekilde anlatsa diyenler Mehmet Kafkaslıgil'in "Kozmik kolektif" başlıklı podcastlerini başından sonuna kadar dinleyebilir.
Manifest dizisini böyle izledim.
Günde 4-5 bölüm hatta belki daha bile fazlası. Nerden çıktıysa karşıma bir anda müptelası oldum ve de 2018 yapımı bu diziye ilginç bir biçimde takılıp kaldım. Üstelik bazı bölümlerinde oyunculuk ve senaryo, diziyi izlemekten neredeyse vazgeçirecek kadar amatördü de.. Ama yine de siz deyin merak ben diyeyim insanın başkalarının hikayeleri üzerinden kendine ayna tutma ihtiyacı, bir şekilde her şeye rağmen diziye devam ettim ve sezon finaline gelince de iyi ki dedim, diziyi sonuna kadar izlemişim..
Neden derseniz;
Çünkü dizide, dünyanın sonuna geliş ve de o sondan kurtuluş gibi konular vardı. Ayrıca kişisel yüzleşmeler, ruhun taşıdığı yüklerden arınması, geçmiş ile şimdi arasındaki hizalanmanın yapılması gibi konularsa, işlenme şekli nedeni ile insanın dünya ile bağlantısını yeniden bir düşünmesini sağlıyordu.
Kısacası dizi beni şu sıcak yaz günlerinde bir güzel serinletti..
Bir bardak soğuk limonata içmişim gibi geldi.
Özellikle de dizinin başrollerinden biri olan Mick'in kendi geçmişi ile yüzleştiği bölümde, bir kırmızı balonun ipine bağladığı kağıda kendini artık affedip olduğu haliyle kabul ettiğini yazdığı ve de bu uçan balonu bir apartmanın çatısından bulutlara gönderdiği sahne çok güzeldi. İnsana bazen üzerinde taşıdığı en büyük yükün, kendini bir türlü affedemediği büyük pişmanlıklardan ve de öfkelerden geldiğini hatırlatıyordu. Çok çok daha zor şeyleri çok daha kolay yaparken, dışarıda devleri yere sererken kendi içinde bunu bir türlü başaramamanın ağırlığını gösteriyordu. Fiziki özgürlüğe sahip olan insanların neden ruhen uçamıyor oluşlarını anlatıyordu..
Dizinin ikinci başrolü olan, Mick'in abisi Ben'in en vurucu sahnesi ise bana göre kendine ve ailesine kötülük yapan birini fırsat eline geçtiğinde ölüme terk edebilecekken kurtarmayı seçtiği sahneydi. Çünkü bir aile babasının, çocuklarının annesini, çok sevdiği eşini öldürmüş, kendi öz kızını kaçırmış, ailesine fazlaca zarar vermiş olan birini affetmesi her yiğidin harcı olan bir durum değil.
Yani kısacası dizide iki kardeşten biri kendine olan öfkesi ile yüzleşirken diğeri yaşamda en çok sevdiklerine, ailesine kötü davranan birine karşı olan öfkesi ile yüzleşiyor. Her ikisinde de affetmenin zorluğu ve başarılabilirse de gücü kendini gösteriyor. Buradan yola çıkarak da insan kendi kişisel muhakemesini yaparak kendine karşı şu gibi soruları peş peşe sormaya başlıyor;
Peki ya ben geçmişte kendi yaptığım hatalarla ne kadar barışığım? Kaçı ile gerçek anlamda yüzleşme şansına eriştim? Kaçına beni büyütmüş olduğu için, görememekte olduğum bir şeyi görmek konusunda bana yardımcı olduğu için teşekkür edebildim? Peki ya diğer bir yandan bana karşı yapılan hatalar konusunda ne kadar affedici, bağışlayıcı ve de kucak açıcıyım? Zaman geçse de zaman hiç geçmemişçesine kimleri affetme konusunda bencil davranmış ve de davranıyor olabilirim?
Bu sorular bir kenarda dursun dizi konusunda hoşuma giden asıl hikaye ise aslında şuydu.. 828 sefer sayılı uçağın yolcuları, bir anda hayatlarına 5,5 yıl gecikmeli olarak geri dönüyorlardı. Yani bindikleri uçak iniş yapması gereken gün ve saatten tam tamına 5,5 yıl sonra varması gereken yere ulaşıyordu. Böylece de bu yolcular kendi hayatlarından bir anda yok olsalar hayatları neye benzerdi onu görüyorlardı. Tabi hikaye bununla da kalmıyor, bu olağanüstü kayboluşu çağrılar almak, kaynağa bağlanmak, kolektif bilinç ve de duru görü, duru işiti, telekinezi gibi metafizik alanında önemli yere sahip ancak fizik dünyada bir insanın kendi başına gelmezse asla anlamayacağı hatta inanmayacağı deneyimler takip ediyordu. Böylece dünyanın şimdiki zamanında ruhun uyanışını yaşayan ve de ne yazıkki hala derin bir uykuda olan insanların birbirleri ile olan zor iletişimi çıplak gözle görünür oluyordu. Dolayısıyla da dizi, parçaları birleştirmek, içinden gelen bir şeyin peşinden gidebilmek konusunda özgür olmak, fiziki alemde görünen yansımanın ötesine geçebilmek, sembolleri okuyabilmek, geçmişin şimdiki tekrarını uyanık gözlerle görebilmek, ezoterik bilgilerin anlamının peşine düşebilmek gibi konularda insana çok güzel örneklendirmeler yapıyordu.
Bu sırada dizinin içindeki hikayede dünyanın sonu 2 Haziran 2024'te (yani bugünden tam tamına 1 ay bir hafta önce) geliyordu. 2018 yapımı olan bir dizinin şu an içinde olduğumuz yıla yapmış olduğu bu göndermeden yola çıkarak siz de bu yılın 2 Haziran 2024'inde son bulacak şekilde 5,5 yılınızı şöyle bir yeniden düşünmek ve de kendinize şöyle sorular sormak isteyebiliyordunuz.
Peki ya benim hayatımda son 5,5 hiç yıl yaşanmamış olsaydı ben nasıl biri olurdum bugün? Bu 5,5 yıl beni nasıl değiştirdi, o zaman kimdim, şu an kim oldum? Beni en son 5,5 yıl önce görenler, bu süre zarfında hiç görmeyip de şu an görselerdi benimle ilgili ne düşünürlerdi? Peki hala 5,5 yıl öncesi ile aynı insanlar mı var hayatımda, çıkanlar neden çıktı?
Cevaplar sizde.
Unutmadan, bu diziyi izlerken bir yandan da bir podcast dinlesem, tam da bu dizideki 828 sefer sayılı uçağın yolcularının yaşadıkları gibi konularda olsa, bana dünyanın sonu ve de uyanış gibi konularda bilmem gerekenleri en özet şekilde anlatsa diyenler Mehmet Kafkaslıgil'in "Kozmik kolektif" başlıklı podcastlerini başından sonuna kadar dinleyebilir.