Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

‘Serseri, hayalperest ve yalnız kovboylar için..’

20.07.2023 Perşembe | 12:32Son Güncelleme:

16 yaşındayım. Bodrum'da yazlıktayız. Birileri konuşuyor duyuyoruz. Teoman'ın konseri olacakmış kalede. Gidip bilet alacağız. İnternet yok tabi o günlerde. 90’ların sonu. Şıp diye bir linke tıklayıp alamıyorsun. Teoman'ın ‘telesekretere konuşamayanlardanım’ diye şarkı sözü yazdığı günler, internet ne arasın?

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Atlıyoruz hemen dolmuşa. Bir öğlen vakti, Yalıkavak'tan doğru Bodrum'a. Beyaz okul servisi görünümlü dolmuşlarda. Hava nasıl sıcak ama ! Boncuk boncuk terler alnımızda. Biletlerini aldığımız konserse antik tiyatroda, tam 2 hafta sonraki bir akşama. O günlerde 2 hafta 2 gün gibi bizim jenerasyona. Çocukların dünyasından çıkmış büyüklerin dünyasına girmeye başlamışız. Zamansız zamanlardayız nasılsa.

Konser gecesi ayna karşısındayım. Bol pantolon bir de askılı bir bluz giymiş kendime bakıyorum. Geç kalmaya başladığımızı farkedince hızla merdivenlerden aşağı iniyorum. Yazın sıcağında ne pantolonu diyorlar evdekiler ama dinleyen kim. Moda o zamanlar. Kızlar kendini asi gibi göstermek istiyor. Asi ne demektir bilmeden ayrık otu gibi farklı durmak farklı okunmak istiyor.

Giriyoruz Bodrum barlar sokağına, konsere son yarım saat. Daha ilk adımda tıklım tıklım, iğne atsan yere düşmez derler ya aynı öyle. Kalenin kapısı ise fena izdiham. Ellerinde Teoman kasetleri, posterleri ile kızlar heyecandan kıpır kıpır yerinde duramıyor. Konserde bir bakıyoruz arkalarda kalmış bizim yerimiz, çıkmaya üşeniyoruz, aşağılarda bir yerlerde durabilir miyiz ne yapabiliriz bir yol arıyoruz. Bir anda önümüzdeki kalabalık hareketlenmeye başlıyor. Meğer Teoman çıkmış sahneye, ortalık yıkılıyor. Teoman’ın parçalarını ezbere bilen kızlarsa sahnenin önünde tek sıra halinde safları sıkı tutuyor. Şarkıları bağıra bağıra söyleyen bir ordu gibi yürüyen ikinci kızlar taburuysa arkadan uygun adım marş sahneye en yakın yere doğru rap rap yürüyor. O bir buçuk iki saat bir ileri bir geri Bodrum sıcağının sıcak esen akşam rüzgarları eşliğinde böyle geçiyor. Dedim ya yaş arafta bir yerlerde olunca o günlerde zaman bizim dünyamızda bir tuhaf akıyor. Sahnedeyse elinde gitarıyla Teoman sanki durduğu yerde devleştikçe devleşiyor..

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

‘Serseri, hayalperest ve yalnız kovboylar için..’

Sonra birden bir sessizlik. Bir anlığına sanki dünyadaki tüm sesler kesiliyor. Meğer konser bitmiş, Teoman arkasını dönmüş içeri doğru gidiyor. Sahneye en yakın yerde duran kızlarsa hep bir ağızdan ‘Teoman’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. ‘Ne olur Teoman gitme, biraz daha kal, şarkılarını söyle, gitme.’ diye diye sayıklayıp duruyor. Ama Teoman gidiyor. Tabi gidecek, başka ne yapacak? Sabaha kadar tüm şarkılarını baştan sona tekrar tekrar mı çalacak?

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

İşte böyle sıcak bir yaz akşamı, kale içindeki konserinde tanıdım ben Teoman’ı. Sahnede şarkılarını söylüyordu, mutluydu. Sanki bulunduğum yerden bakınca, onun tarafında her şey mükemmel gibi duruyordu.

Oysa Teoman’ın çocukluğundan bu yana tüm anılarını bazı fotoğrafları ve de gazete küpürleri ile beraber bir araya topladığı o müthiş ‘Fasa Fiso’ adlı kitabını okurken işin öyle olmadığını anladım. Bu bölümden sonra ara vereyim, çift sayılı sayfa olunca durayım, 5 sayfa daha okuyayım diye diye kitabı bir çırpıda bitiriverdim. Bir de kitabın üzerine Enka Sanat’tan ‘Teoman konserine gelmek ister misiniz?’ basın davetini görünce pes dedim, bu kadar olur. Benim bu yazıyı sanırım gerçekten yazmam gerekiyor. İşte 2 gün evvel Enka Açık Hava Tiyatro’sundaki konsere, nereden baksam 20-25 yıl evvelki o Bodrum Kalesi’ndeki konserlerin ardından ilk gidişim ve de yeniden Teoman’ı sahnede izleyişim böyle oluyor.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

‘Serseri, hayalperest ve yalnız kovboylar için..’

Konser, sanki eski kovboy kasabalarının hareketli bar kapıları gibi açıla açıla başlıyor. Önce sol ön, sonra sağ ön, sonra sol arka ardından hemen sağ arka taraftaki müzisyenler sanki o görünmez kovboy kapılarından geçerek sahnede yerini alıyor. Herkes hazır olduktan sonra da sıra Teoman’a geliyor. Teoman’ın sahneye çıkmasıyla beraber de işte yine aynı şey oluyor. Ortalık alkışlar, ıslıklar ve kibar ‘Teoman’ bağırışları ile hareketlenmeye başlıyor. Teoman’sa seyircisinin önünde önce bir reverans yapıp ardından hemen şarkısına başlıyor. Konser müthiş bir enerji ile akıyor, her şey resmen makine gibi işliyor ve konser ne bir dakika önce ne bir dakika sonra, tam saatinde bitiyor. ‘Sen geçerken sahilden’ parçasını söylerken ise Teoman sahnede bir köşeden öbür köşeye hızlı adımlarla yürümeye başlıyor sonra bir anda mikrofonu hep bir ağızdan söylemesi için seyircilere uzatıyor. Sanırsınız Enka Açık Hava’da Teoman’dan önce seyirciler de gizlice soundcheck yapmış. Öyle bir bütünlük, öyle bir ahenk. Bunu görünce Teoman bu, durur mu en güçlü olan ordu onun ordusuymuş gibi, bir general edasıyla ‘devam’ diyor seyircisine. Seyirci bir daha söylüyor ardından Teoman bir kez daha ‘devam’ diyor. Seyircilerse Teoman tamam diyene kadar şarkıyı söylemeye devam ediyor.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Benimse o dakikalar içinde bir yandan şarkıyı söylerken bir yandan da aklıma o müthiş ‘Fasa Fiso’ adlı kitabındaki Bulutsuzluk Özlemi’ni anlattığı hikaye geliyor. Oturduğum yerde gülümsüyorum.

‘Bulutsuzluk Özlemi Cumartesi günleri Hayalde çalıyor. Hayranları hep bir ağızdan şarkılarını söylüyor grubun. Ne kadar güzel diyorum. Keşke benim de şarkılarım böyle söylense. Eve döndüğümde galiba hiçbir şey yapamadan ölüp gideceğim, Allah’ım ne yapacağım ben bu hayatta diyorum kendi kendime. Demolarımla evde oturuyorum. Artık 27 yaşındayım.’ (Fasa Fiso, Sf 124)

Neden gülümsüyorum, çünkü o an Teoman’ın bu cümleleri kurduğu daha doğrusu bu cümlelerin duyguları ile dolu olduğu o günlerden tam 28 yıl sonradayız ve ‘olmuş keşkelerin gücü’ ile karşı karşıyayız.

Nasıl güzel bir ilham veriyor bu durum insana inanamazsınız..

‘Ben de yapabilirim’ dedirtiyor. Şu an kendime ve hayata dair hissettiklerim, bir gün başardıktan sonra ileride anlatacağım hikayemin en vurucu yerlerinden biri olabilir dedirtiyor.

‘Serseri, hayalperest ve yalnız kovboylar için..’

Zaten şu da bir gerçek ki kitabı okuduktan sonra Teoman’a bakışınız da değişiyor. Başarmış diyorsunuz içinizden. Başarırken biraz sıkılmış, bunalmış, dünyası karışmış ama yine de başarmış diyorsunuz. Ne yapmış etmiş Teoman olduğunu bize göstermiş. Bir de üstelik kendini bize şarkıcı olarak tanıtmış ama aslında yazarmış. Hem de kendiyle kimsenin pek öyle kolay kolay yapamayacağı şekilde müthiş dalga geçen, gerçekten ne hissediyorsa içinden geleni olduğu gibi söyleyen, ne kendinden ne de başkasından kendini gizlemeyen, ‘ben buyum’ diyebilen, kendini her şekilde ifade etmenin peşine düşen, varoluş denizinde yüzmeyi seven biriymiş.

O nedenle yazmak istedim bu yazıyı. Çünkü benim gibi, 16 yaşlarında, ergenliğin sıkıştırdığı o sert kayalıklarda, Teoman’ın şarkılarındaki mısralarından kendine hayat dersi çıkarmaya çalışan çok insan tanıyorum hayatımda. Teoman’ın ‘hayalperest, serseri, zampara, uykusuz, yalnız kovboy’ dünyasına saygı duyan, o şarkılardaki hikayelerin gerçekte yaşanmış oluşu mu yoksa salt hayal gücünden çıkmış oluşu mu hangisi daha güçlüdür diye sorgulamayan insanlardan bahsediyorum. Öyle ya, kelimelerle iyi oynamasını bilen usta kalemler için bu ikisi birbiriyle eştir, çünkü en sıradan anlar bile o insanların zihninde olağanüstü anlar gibidir. Zaten o kelimelerdeki güç de buradan gelir.

‘Serseri, hayalperest ve yalnız kovboylar için..’

Uzun lafın kısası kitabı okuduktan sonra da, Enka’daki konserin ardından da aynı hafifliği hissettim. Sanki dünyanın tüm depresifliğini ve de karanlığını bir süreliğine o üstlenmiş, sıkılamayanlar adına sıkılmış ve bu sayede de insanlara bu hayatta yapmak istediklerini kendi üzerinden giderek yeniden düşündürebilmeyi bilerek seçmiş gibiydi. Bizim halledememiş olduğumuz zamanlarda bir çok şeyi halletmişti. Hayatın matematiğini çözmüş gibiydi. Şarkılarındaki kelimelerle sudoku oynar gibiydi. O yüzden de anladım ki genel olarak Teoman’ın kelimeleri şarkı veya kitap hiç farketmez hep çözülmüş zor bulmacaların hissini verecekti.

Not: Fasa Fiso kitabını uzun bir süre bulamadım. Aramadığım kitapçı sormadığım sahaf kalmadı. Hepsinden ağız birliği etmişçesine "tükendi" cevabını aldım. Son bir çare olarak ne yapayım Teoman’ın menajeri sevgili Funda Sanlıman’a yazdım. ‘Ben bu kitabı nereden bulabilirim Funda Hanım, bana ne önerirsiniz?’ dedim. Kendisi de bana ‘ben size hemen gönderirim.’ dedi ve hemen de kitabı gönderdi. İşte bu yazıyı yazma sebebim. Bu nedenle kendisine teşekkürlerimi iletmek isterim.