17 Aralık’ta zoom üzerinden katıldığım Contemporary İstanbul basın toplantısından bu yana olan izlenimlerimi aktarmadan önce ise, kendi adıma ilk olarak Akbank Sanat’ı ve Contemporary İstanbul’u, bu süreci olağanüstü bir biçimde yönetmiş olduklarından dolayı tebrik etmek istiyorum. Çünkü bir çok sanat galerisi ve sanatçı açısından zorlu geçiyor olan bu süreçte bütün risklere rağmen duruşlarını gerçekten hiçbir şekilde değiştirmediler ve gündeme göre kendilerini yeniden şekillendirerek yola devam etmeyi göze alabildiler. Bana sorarsanız bu seneki fuara ilişkin atlanmaması gereken ilk ve en önemli husus buydu.
Fuar özelinde ise, basından bu süre zarfında takip edenleriniz mutlaka olmuştur, 11 ülkeden 37 galeri, 560 sanatçı, 1800 eser ve 13 inisiyatifin yer aldığı bu seneki fuar, 19 gün boyunca ücretsiz olarak dünyanın dört bir yanından erişime açık olan bir sanal fuardı.
Dün gece Contemporary İstanbul ofisinden aldığım son bilgiye göre fuar bu 19 gün içerisinde 100.000’in üzerinde ziyaret ve 1 milyonun üzerinde görüntülenme almış. Bu rakamlara bakılacak olursa Contemporary İstanbul kendi tarihinde bir ilki yaşamış demek yanlış olmaz sanırım. Satışlar konusunda ise, 15 yıldır olduğu gibi bu yıl da ana sponsorun Akbank Sanat olduğu Contemporary İstanbul’da bir eser 480 bin USD fiyatla yurtdışından bir alıcıya giderken fuar süresince sergilenen 1800 eserin de %36’sı satılarak yeni sahiplerini bulmuş.
14 online sanat turuna ise yaklaşık olarak 1000 kişi katılım sağlamış. Bu online tur konusunda ise kendi adıma şu bilgiyi sizlerle paylaşmam gerekiyor. Açıkçası ben bu yılki sanal Contemporary İstanbul’da yer alan galeriler ve de sanat eserleri hakkında detaylı bilgiye, CI’un basın için özel olarak organize ettiği ve zoom üzerinden gerçekleştirdiği bu rehberli turlar sayesinde sahip oldum.
Tabi bu rehberli turun küratör, sanat yazarı, sanat tarihçisi ve de Yeditepe Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Marcus Graf tarafından verilmiş oluşu da başka bir ayrıcalıktı. Bu nedenle Comtemporary İstanbul tarafından bu 19 gün içerisinde davet edildiğim ve kendisinin anlatıcı olarak yer aldığı her online tura katıldım. Kısacası bu seneki fuarı tekrar tekrar deneyimleme ve keşfetme fırsatım buradan doğdu. Bu nedenle Prof. Dr. Marcus Graf gibi işini son derece titizlikle yapan bir kişinin önderliğinde bu deneyimi yaşamanın fuarın gücünü ikiye katladığını düşünüyorum.
Graf’ın bu sanat turunda anlatmış olduğu fuarda sergilenen bazı sanat eserleri hakkında ise aklımda çok güzel bilgiler kaldı. Son aylarda hayatın farklı gidişatının, bizlerin hakikat ile gerçek ayrımını nasıl değiştirmekte olduğunu yeniden gördüm. Bu süreçte tümüyle değişmek zorunda kalan yaşam tarzlarımızın bizi uzun zamandır kopuk olduğumuz doğaya yeniden bağlamakta olduğunu yeniden hatırladım. Hep bilim kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz simülasyon ve illüzyon kavramlarının farklı versiyonları ile tanışmaya başladığımızı anladım.
Kıyamet senaryolarında anlatılan, sonuna gelmiş bir dünya ile başa çıkmaya çalışan insanın doğa ile olan imtihanının yalnızca filmlerde olmadığını düşündüm. Yeni dünya düzenindeki multi-disipliner yapımızın aynı anda aynı ortamda farklı pek çok kültürle ve insanla bir arada oluşumuzun ve de artık tek bir kalıbın içine sığamayışımızın bizi yepyeni hybrid modellere dönüştürmekte olduğunu hissettim. Sanatçılar bu dönemin tanıklıklarını bu dönemde hissettikleri duyguları bir bir kendi lehçelerinde dışarı çıkarırken biz de bu olan biteni kendimizin fazlalıklarını yontup, eksiklerini tamamlamaya çalışarak geçiriyoruz. İşte bu fuarda sergilenen eserlerin bazılarından bende kalan hisler bunlardı…
Diğer bir yandan Graf’ın bu online tur içinde anlattığı bir eserden de bahsetmeden geçmek istemiyorum. İsabel Croxatto Galerisi’nde yer alan Carlos Gallardo’nun kendini ön plana konumlayarak çektiği bu fotoğraflar açıkçası bende tuhaf bir iz bıraktı. Çünkü Gallardo, bu fotoğraflarda aslında kendisini ünlü tabloları arkasına almış bir biçimde selfi çekmişti ancak kendisinin yüzü fotoğrafın en önünde olmasına karşın flu bir halde görünüyordu. Kendi arkasında duran ünlü tablolar ise son derece netti. Graf Gallardo’nun özel olarak ayarlayarak çektiği bu kareler üzerine şöyle bir cümle kurdu:
Yani bu eser aracılığıyla Gallardo bize diyor ki: “bu arkamdaki ünlü tablolar, bu önemli eserler varken ben nasıl öne çıkabilirim, ben nasıl önemli olabilirim…?”
Halbuki selfi, kendini net ve ön planda konumlayan, kendinden başka her şeyi küçük ve de flu kabul etmek isteyen bencil bir bakış açısı değil midir? Ancak burada eseriyle Gallardo bize farklı bir bakış açısı getiriyor.
Geçmişe duyduğu saygıyı, çok iyi bildiği bir eserin ihtişamı karşısında kendisini küçücük hissedişini ve bu hissin onun şimdisini nasıl etkileyebileceğini bize farklı bir biçimde söylüyor. Ancak diğer bir yandan bu durum yine de Gallardo’nun flu bile olsa kendini o ihtişamlı resimlerin önüne konumlamış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Belki de Gallardo’nun istediği bu paradoksun içinde kaybolarak eserin içine daha da çok girmemizi sağlamaktır…
Uzun lafın kısası insan kendi adına bir takım anlamlar çıkarmak isterse içinde olduğu platform sanalmış değilmiş pek takılmıyor. Mühim olan bahane yaratmadan, sana sunulan bir alanda kendine neler toplayabiliyorsun onu görmek, daha doğrusu görmek istemek. Dolayısıyla son söz olarak bu seneki fuara ilişkin şunları söylemek istiyorum.
Akbank Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Murat Göllü’nün hem basın toplantısı hem de online turlarda dediği gibi, gerçekten Akbank Sanat en zorlu koşullarda kendisini geri çekmek yerine daha da çok üzerine gidiyor sorunun ve bu süreçte de hali hazırda yaptıkları işleri dijital ortama taşımak konusunda özveriyi elden kesinlikle bırakmıyor. Ben bu konuya pandemi döneminde eşim Uraz Kıvaner’in Akbank Caz Festivali için evimizin salonunda kendi piyanosunda verdiği bir saatlik canlı caz konserine tanık olduğum ve onun sanatını bu dönemde icra etmesine alan tutmuş oldukları için haliyle daha çok inanıyorum.
Diğer bir yandan ise Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin çağdaş sanat alanında öncü projelere ev sahipliği yapma gayretini de kalben destekliyorum. Bu süreçte hiç böyle bir işe girişmeyebilirlerdi ancak her şeye rağmen yola devam etmeyi seçtiler, bu nedenle alkışı hak ediyorlar. Şimdi artık geriye İstanbul’un dünya kültür sanat metropolleri arasında ilk üçte anılması için çalışan Contemporary İstanbul’un 27 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında yapılması planlanan fiziki edisyonunu beklemek kalıyor.
17 Aralık’ta zoom üzerinden katıldığım Contemporary İstanbul basın toplantısından bu yana olan izlenimlerimi aktarmadan önce ise, kendi adıma ilk olarak Akbank Sanat’ı ve Contemporary İstanbul’u, bu süreci olağanüstü bir biçimde yönetmiş olduklarından dolayı tebrik etmek istiyorum. Çünkü bir çok sanat galerisi ve sanatçı açısından zorlu geçiyor olan bu süreçte bütün risklere rağmen duruşlarını gerçekten hiçbir şekilde değiştirmediler ve gündeme göre kendilerini yeniden şekillendirerek yola devam etmeyi göze alabildiler. Bana sorarsanız bu seneki fuara ilişkin atlanmaması gereken ilk ve en önemli husus buydu.
Fuar özelinde ise, basından bu süre zarfında takip edenleriniz mutlaka olmuştur, 11 ülkeden 37 galeri, 560 sanatçı, 1800 eser ve 13 inisiyatifin yer aldığı bu seneki fuar, 19 gün boyunca ücretsiz olarak dünyanın dört bir yanından erişime açık olan bir sanal fuardı.
Dün gece Contemporary İstanbul ofisinden aldığım son bilgiye göre fuar bu 19 gün içerisinde 100.000’in üzerinde ziyaret ve 1 milyonun üzerinde görüntülenme almış. Bu rakamlara bakılacak olursa Contemporary İstanbul kendi tarihinde bir ilki yaşamış demek yanlış olmaz sanırım. Satışlar konusunda ise, 15 yıldır olduğu gibi bu yıl da ana sponsorun Akbank Sanat olduğu Contemporary İstanbul’da bir eser 480 bin USD fiyatla yurtdışından bir alıcıya giderken fuar süresince sergilenen 1800 eserin de %36’sı satılarak yeni sahiplerini bulmuş.
14 online sanat turuna ise yaklaşık olarak 1000 kişi katılım sağlamış. Bu online tur konusunda ise kendi adıma şu bilgiyi sizlerle paylaşmam gerekiyor. Açıkçası ben bu yılki sanal Contemporary İstanbul’da yer alan galeriler ve de sanat eserleri hakkında detaylı bilgiye, CI’un basın için özel olarak organize ettiği ve zoom üzerinden gerçekleştirdiği bu rehberli turlar sayesinde sahip oldum.
Tabi bu rehberli turun küratör, sanat yazarı, sanat tarihçisi ve de Yeditepe Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Marcus Graf tarafından verilmiş oluşu da başka bir ayrıcalıktı. Bu nedenle Comtemporary İstanbul tarafından bu 19 gün içerisinde davet edildiğim ve kendisinin anlatıcı olarak yer aldığı her online tura katıldım. Kısacası bu seneki fuarı tekrar tekrar deneyimleme ve keşfetme fırsatım buradan doğdu. Bu nedenle Prof. Dr. Marcus Graf gibi işini son derece titizlikle yapan bir kişinin önderliğinde bu deneyimi yaşamanın fuarın gücünü ikiye katladığını düşünüyorum.
Graf’ın bu sanat turunda anlatmış olduğu fuarda sergilenen bazı sanat eserleri hakkında ise aklımda çok güzel bilgiler kaldı. Son aylarda hayatın farklı gidişatının, bizlerin hakikat ile gerçek ayrımını nasıl değiştirmekte olduğunu yeniden gördüm. Bu süreçte tümüyle değişmek zorunda kalan yaşam tarzlarımızın bizi uzun zamandır kopuk olduğumuz doğaya yeniden bağlamakta olduğunu yeniden hatırladım. Hep bilim kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz simülasyon ve illüzyon kavramlarının farklı versiyonları ile tanışmaya başladığımızı anladım.
Kıyamet senaryolarında anlatılan, sonuna gelmiş bir dünya ile başa çıkmaya çalışan insanın doğa ile olan imtihanının yalnızca filmlerde olmadığını düşündüm. Yeni dünya düzenindeki multi-disipliner yapımızın aynı anda aynı ortamda farklı pek çok kültürle ve insanla bir arada oluşumuzun ve de artık tek bir kalıbın içine sığamayışımızın bizi yepyeni hybrid modellere dönüştürmekte olduğunu hissettim. Sanatçılar bu dönemin tanıklıklarını bu dönemde hissettikleri duyguları bir bir kendi lehçelerinde dışarı çıkarırken biz de bu olan biteni kendimizin fazlalıklarını yontup, eksiklerini tamamlamaya çalışarak geçiriyoruz. İşte bu fuarda sergilenen eserlerin bazılarından bende kalan hisler bunlardı…
Diğer bir yandan Graf’ın bu online tur içinde anlattığı bir eserden de bahsetmeden geçmek istemiyorum. İsabel Croxatto Galerisi’nde yer alan Carlos Gallardo’nun kendini ön plana konumlayarak çektiği bu fotoğraflar açıkçası bende tuhaf bir iz bıraktı. Çünkü Gallardo, bu fotoğraflarda aslında kendisini ünlü tabloları arkasına almış bir biçimde selfi çekmişti ancak kendisinin yüzü fotoğrafın en önünde olmasına karşın flu bir halde görünüyordu. Kendi arkasında duran ünlü tablolar ise son derece netti. Graf Gallardo’nun özel olarak ayarlayarak çektiği bu kareler üzerine şöyle bir cümle kurdu:
Yani bu eser aracılığıyla Gallardo bize diyor ki: “bu arkamdaki ünlü tablolar, bu önemli eserler varken ben nasıl öne çıkabilirim, ben nasıl önemli olabilirim…?”
Halbuki selfi, kendini net ve ön planda konumlayan, kendinden başka her şeyi küçük ve de flu kabul etmek isteyen bencil bir bakış açısı değil midir? Ancak burada eseriyle Gallardo bize farklı bir bakış açısı getiriyor.
Geçmişe duyduğu saygıyı, çok iyi bildiği bir eserin ihtişamı karşısında kendisini küçücük hissedişini ve bu hissin onun şimdisini nasıl etkileyebileceğini bize farklı bir biçimde söylüyor. Ancak diğer bir yandan bu durum yine de Gallardo’nun flu bile olsa kendini o ihtişamlı resimlerin önüne konumlamış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Belki de Gallardo’nun istediği bu paradoksun içinde kaybolarak eserin içine daha da çok girmemizi sağlamaktır…
Uzun lafın kısası insan kendi adına bir takım anlamlar çıkarmak isterse içinde olduğu platform sanalmış değilmiş pek takılmıyor. Mühim olan bahane yaratmadan, sana sunulan bir alanda kendine neler toplayabiliyorsun onu görmek, daha doğrusu görmek istemek. Dolayısıyla son söz olarak bu seneki fuara ilişkin şunları söylemek istiyorum.
Akbank Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Murat Göllü’nün hem basın toplantısı hem de online turlarda dediği gibi, gerçekten Akbank Sanat en zorlu koşullarda kendisini geri çekmek yerine daha da çok üzerine gidiyor sorunun ve bu süreçte de hali hazırda yaptıkları işleri dijital ortama taşımak konusunda özveriyi elden kesinlikle bırakmıyor. Ben bu konuya pandemi döneminde eşim Uraz Kıvaner’in Akbank Caz Festivali için evimizin salonunda kendi piyanosunda verdiği bir saatlik canlı caz konserine tanık olduğum ve onun sanatını bu dönemde icra etmesine alan tutmuş oldukları için haliyle daha çok inanıyorum.
Diğer bir yandan ise Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin çağdaş sanat alanında öncü projelere ev sahipliği yapma gayretini de kalben destekliyorum. Bu süreçte hiç böyle bir işe girişmeyebilirlerdi ancak her şeye rağmen yola devam etmeyi seçtiler, bu nedenle alkışı hak ediyorlar. Şimdi artık geriye İstanbul’un dünya kültür sanat metropolleri arasında ilk üçte anılması için çalışan Contemporary İstanbul’un 27 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında yapılması planlanan fiziki edisyonunu beklemek kalıyor.