hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Er ya da geç herkes her şeyden ayrılır

    24.09.2018 Pazartesi | 17:32Son Güncelleme:

    Şapkacı ve Alice, Zaman’la çay saatindedirler. Şapkacı elinde tuttuğu çay fincanı ile beraber Zaman’a yaklaşır ve ona ‘Gerçekten tüm yaraları iyileştirdiğiniz doğru mu?’ diye sorar. Zaman büyük bir kahkaha atar. Yerinden kalkar ve saat biçiminde olan evine doğru yürümeye başlar. Şapkacı da şapka şeklinde olan evine doğru yürümeye başlar. Bu basit alegori karşısında da insan kendi kendine şunu sorar: Ya ‘Alice Harikalar Diyarında’ olduğu gibi bizim dünyamızda da herkesin evi kendi yaptığı iş gibi olsaydı?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir rahme düştüğün gün evin, rahimdir. Yersin, uyursun, büyürsün ve bir gün, nasıl ve neden olduğunu asla anlayamadığın bir gün, bir anda süre biter. İlk evini zorunlu terk etme vaktidir. İstesen de istemesen de çıkar gidersin. Çıktığın an oksijen denilen bir şeyi bir solukta nefes boruna çekersin ve yaşamının yegâne temeli olduğunu bilmediğin bir şeye yeni evim dersin. Her yanı hava denilen gözle görüp tanımlayamadığın bir boşluk artık yeni evindir. Bir rahmin seni bir vakit kusmuş oluşunu, bu boşluğun içinde seni sımsıkı tutan bir kadının kolları arasında unutur gidersin. İlk travmandır bu hayatta. Travma nedir bilmediğinden üzerinde durmaz geçer gidersin. Kadının kolları sıcaktır, aynı rahim gibi kapsayıcı ve koruyucudur. Evim dediğin ikinci yer gözlerinin dünyaya ilk baktığı yerdir. Anne denilen varlık bu dünyadaki ikinci evindir. Bir müddet ikinci evinin içinde aynı rahimde yaşadığın gibi yaşarsın. Yersin, uyursun, büyürsün ve neden olduğunu anlayamadığın bir gün bir anda birden yine süre biter. İkinci evini terk etme vaktidir. Yine çıkar gidersin. Çıktığın an aşk dedikleri bir şeyi bir solukta nefes boruna çekersin ve yaşamının yegâne temeli olduğunu sandığın birine evim dersin. Her yanı aşk ile kaplı olan biri artık yeni evindir. Bir rahmin ve bir annenin bir zamanlar evin olduğunu unutup gidersin. İkinci travmandır bu hayatta. Travma nedir hala bilmediğinden üzerinde durmaz yine geçer gidersin. Aşkın kolları sıcaktır, aynı rahim ve anne gibi kapsayıcı ve koruyucudur. Evim dediğin üçüncü yer gözlerinin içinde ilk kaybolduğun kimsedir. Aşkı tattığın ilk yer senin bu dünyadaki üçüncü evindir.

     Er ya da geç herkes her şeyden ayrılır

    Bir müddet üçüncü evinin içinde aynı rahimde ve anne kucağında yaşadığın gibi yaşarsın. Yersin, uyursun, büyürsün ve hiç bitmesin istersin ancak neden olduğunu anlayamadığın bir gün bir anda yine süre biter. Bu sefer de üçüncü evini terk etme vakti gelmiştir. Zaman yine dolmuştur. Çıkıp gidersin. Sonra ev neresidir, kimdir ve gerçekte neyin nesidir karıştırmaya başlarsın. Bir müddet evsiz kalırsın. Evsizlik en iyi şeymiş meğer der, evsizliğin eş anlamını özgürlük sanırsın. Eş anlamın sınırsızlığına kapılıp giden bir uçurtma olursun. Uçurtma olmak zevklidir, uçucu ve akışkan olma vaktidir gereğini yaparsın. Zaman geçer. Sonra bir gün rüzgâr bir anda durur hiç hesapta yokken birden yere düşersin. Evsizlik de çok öyle zannettiğim kadar iyi bir şey değil belki de demeye başlarsın. Evsizliğini o birden yere düştüğün kaldırımın köşesinde üzerinden çıkarıp atarsın. Kendine ev arama vaktidir. Kendi evini arayıp bulma vaktin gelmiştir. Artık yere basıyordur ayakların, bir rüzgârın uçuramayacağı denli ağırsındır. Kapı kapı dolaşır doğru ev nerededir bulmaya çalışırsın. Zaman yine geçer. Zaman her zaman olduğu gibi seni umursamadan geçer ve gider.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Er ya da geç herkes her şeyden ayrılır

    Bazen yavaş bazense hızlı ancak hep geçer gider. Sonra günün birinde bir gün, onca ev, onca insan, onca iş, onca olay, onca şehir ve onca yeri evin sanıp, yaşayıp ardından da evin olmadığını anlayıp geçip gitmişken sen, birden beklemediğin bir şey olur. Bir alışveriş merkezinin içinde, yanından yürüyerek geçtiğin sıradan bir mağazanın vitrinindeki yansımanda birden evin karşına çıkar. Onca yastık altında, onca insan arasında, onca kitap, onca satır, onca duygu, onca film, onca aşk ve onca merak arasında bitmek bilmeyen bir iştahla aradığın evin oracıkta birden karşına çıkar. İşte o an anlarsın ki, insanın evi aslında kendidir. Anahtarı kendi elinde, kilidi ise olmasını istediği her yerdedir ve bu hayat denilen yolculuk insanın kendisinin kendi evi olduğunu idrak etmesinden başka bir şey değildir. Ancak ev kolay bulunmaz. Ev oyun sever. Evin yolu çetrefillidir. Evin yolu engebelidir. Evin yolu yol gibi değildir. Sırtına çantanı alıp, yola koyulacağın bir yol ise hiç değildir. Ev, senin insanlardan, duygulardan, hayatlardan, yenilgilerden, hatalardan, haksızlıklardan, mutsuzluklardan, kırılmışlıklardan, vazgeçmişliklerden ve kimsesizliklerden sonra ‘her şeye rağmen vazgeçmeyeceğim, yol olmasa da yürüyeceğim’ dediğin bir cümledir. Ev, senin kendi başına ayakta durabileceğin bir yerdir. Ev, senin tek başına dimdik ayakta durman gereken ve bunun için de sahip olman gereken her şeye sahip olduğunu vakitler sonra anladığın bir yerdir. Ev, gerçek kendini gizlediğin yerdir. Ev, gerçek çıplak olduğun yerdir. Ev, konuşmak zorunda olmadığın, istediğini istediğin an yaptığın, kendini beslediğin, büyüttüğün ve dünyaya uyanıp dünyayı uyandıracağın yerdir. Ev, oyunsuz ve makyajsız bir yerdir. Ev, tek kişiliktir. Ev, yalnızlığını sakladığın yerdir. Ev, sensindir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Er ya da geç herkes her şeyden ayrılır

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Geçtiğimiz hafta bana ‘ev gerçekte nedir?’ sorgulamasını yaptırıp, tüm bu tümceleri kurduran, bir tür hayali ev gibi algıladığım, insanın bu hayatta eksikliğini hissettiği bir takım şeylerle yeniden kucaklaşabildiği anlarda hissettiği türden bir sıcaklığı üzerinde taşıyan, bugüne kadar varlığından dahi haberdar olmadığım gizli bir yerde gizli bir sergiye gittim. Beyoğlu Merkez Rum Kız Lisesi’nde ‘Ben Hep Evdeyim’ başlıklı bir sergiye. Genç çağdaş sanatçıların eserleri zamanında fukara kız çocuklarının gittiği bir Rum okulunun koridorlarına, sınıflarına ve giriş holüne asılmıştı. Açık çağrı sonucu seçilen 20 sanatçı tarafından ‘ev’de olmak teması oldukça farklı bakış açılarından ele alınmıştı. Duvarlarda asılı duran fişlerin, harfleri düşmüş altın cümlelerin, Atatürk resimlerinin, hala tebeşir izleri duran yeşil tahtaların ve paslanmış çivilerin arasında bir sergiyi gezmek bende aynı batık Titanik gemisinin içinde onca darbeye karşın şans eseri kırılmamış pahalı İngiliz porselenlerinden biri ile çay içiyormuşum hissi yarattı. Bir fincanda onlarca yılı içmişim gibi oldum. Geçici bir sergi mekânında, mekânın ruhunun insanla konuşması için fırsat yaratılması, kesinlikle insanın karşılaştığı eserlerin anlamlarında daha da derinleşilebilmesine olanak tanıyor. Galeri Muaf, zamanında aktif kullanılmış ancak bir zaman sonra kaderine terk edilmiş yerleri tekrar canlandırarak, bu mekânlarda genç sanatçılara fırsat veren bir çağdaş sanat galerisi. Öyle sanıyorum ki bugünlerde İstanbul’da resmen kapanmadıkları halde faaliyette olmayan bir Rum okulunun kapılarını yıllar sonra ilk kez yeniden halka açtırabilen türden bir sergi bulmak kolay değil. Bahsettiğimiz mekanın 1850 yılında kurulmuş, 1893’te Stefanos Zafiropulos’un bağışlarıyla aktif dönemini geçirmiş, 1998’de de son mezununu vermiş ve o tarihten beri de kapalı olan bir okulun tarihi koridorları olduğunu unutmayın. İstanbul’un önemli sanat olaylarından biri olan ‘ben hep evdeyim’ sergisini 20 Ekim’e kadar Beyoğlu Merkez Rum Kız Lisesi’nde izleyebilirsiniz.