hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bu hayatta insanın başına, üstesinden gelemeyeceği şey gelmez

    13.07.2018 Cuma | 13:59Son Güncelleme:

    Sakıp Sabancı Müzesi Koleksiyonu. Bu koleksiyonda yer alan Osman Hamdi Bey’e ait 6 önemli eser. Bu 6 eserin bilimsel analiz ve konservasyon sonuçları. İki yılı aşkın bir hazırlık. Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin bu sonuçlara ulaşırkenki müthiş katkısı. Üstüne Koç Üniversitesi Yüzey Teknolojileri Araştırma Merkezinin bu projeye sağladığı katkı. Aylardan Temmuz, yerimiz Emirgan. Karşınızda Sakıp Sabancı Müzesi’nin tarihinde bir ‘ilk’ olan sergisi: “Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey” 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu hayatta insanın başına, üstesinden gelemeyeceği şey gelmez

    Sakıp Sabancı Müzesi Konservasyon Laboratuvarı Yöneticisi Nurçin Kural Özgörüş’le sergi afişinin önünde buluşup iki çift laf ediyor sonra da beraber içeri giriyoruz. Bordo duvarlı loş odacıkta ilk karşılaştığımız eser Osman Hamdi Bey’in eşi ‘Naile Hanım’ın Portresi’. Nurçin Hanım anlatmaya başlıyor. Naile Hanım’ın gerçek adı Maria Palyart’mış. Fransa’da doğmuş İstanbul’da yaşamış. Osman Hamdi Bey bugüne kadar en çok onun portresini yapmış. Ben resmin analizlerinin altındaki metne bakarken Nurçin Hanım, portre detaylarına girmeye başlıyor ve işaret parmağını kullanarak figürün etrafında kullanılan altın yaldızlar yüzünden bu portrenin diğerlerinden ayrıştığını söylüyor. Bunun üzerine resmin altın yaldızlarına odaklanıyorum ve analiz metninde geçen ‘altın yaldızlar’ kalıbını yakalayıp devamındaki cümleyi hızlıca okuyorum.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bilinen tek natürmort eseri 

    Analiz metninde şöyle diyor: “Portreyi çevreleyen bu altın yaldız, Antik Mısır’dan başlayarak, İslam sanatında, Ortaçağ Avrupası’nda ve erken rönesans’ta daima kutsal kişilerle ilişkilendirmiş olan bir renktir.” Aynı Klimt gibi diyorum içimden. (Ayrıntı için bkz. 5 Haziran tarihli CNN TÜRK makalem.) Yan duvara geçiyoruz. Önünde durduğumuz eserin adı ‘Vazodaki Çiçekler’. Nurçin Hanım anlatmaya devam ediyor. Tablo 1876 tarihliymiş ve Osman Hamdi Bey’in bilinen tek natürmort eseriymiş.

    Tablodaki Uşak Halısı nadir resmedilen bir halı imiş ve bir de bu tabloda özel bir durum var imiş. Denizaşırı mavi kullanılmış. Denizaşırı maviyi duyar duymaz resim analizi metninde bu sefer de ‘Denizaşırı mavi’yi bulmaya çalışıyorum. Ultramarin denilen denizaşırı mavisinin yalnızca Afganistan’da bulunan Lapis Lazuli taşı öğütülerek elde edildiğini ve Ortaçağ Avrupa’sında altın kadar değerli olduğunu iki saniye içinde ayaküstü öğreniyorum. Sadece varlıklı kişiler tarafından verilen siparişlerde ve Meryem Ana’nın kaftanının rengi için kullanılan bu boyanın aynı Osman Hamdi Bey’in paletini süslediği gibi Van Gogh, Monet, Renoir gibi empresyonistlerin paletini de süsleyen boyalardan biri olduğunu öğrenmek hoşuma gidiyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow


    Sakıp Sabancı Müzesi'nde Osman Hamdi Bey tablolarına farklı bir bakış

    Osman Hamdi Bey'in sanat tarihindeki ayrıcalıklı yeri 

    Serginin amacı besbelli. Osman Hamdi Bey’i tanımak ve tekniklerini anlamak. Bunun için de teknolojinin nimetlerini en ince ayrıntısına kadar kullanıyor. Peki neden Osman Hamdi Bey’in eserleri diyorum. Neden başka bir Türk ressamı değil de Osman Hamdi Bey? Nurçin Hanım, bir sonraki tablo analizinin önüne doğru giderken sorumu yanıtlıyor. “Çünkü; Osman Hamdi Bey’in Türkiye sanat tarihinde oldukça önemli olan bir yeri var…” diye söze başlayınca sevgili Osman Hamdi Bey ve onun Türk sanat tarihine fazlaca katkılı olan yaşamı geliyor akla.

    Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak bilinen Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin kurucusu oluşundan, ilk Türk arkeloğu olarak kabul edilişine, dünyaca ünlü İskender Lahidi’ni bulmuş oluşundan, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kurup, 29 yıl müdürlüğünü yapıp, müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmuş oluşuna kadar Osman Hamdi Bey ve ele güne ibret olması gereken yaşamı film şeridi gibi geçiyor zihinlerden.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İlk Türk ressamlarından biri oluşu, Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiş oluşu, Paris’ten Bağdat’a ordan İstanbul’a uzanan hayat döngülerini ince ince işlediği eserleri ve tasavvufun ‘Kalplerin Şifası Sevgiliyle Buluşmaktır’ cümlesini içinde büyük bir ustalıkla geçirdiği, bilgelik ve dervişlik makamına erişmiş bir kimsenin, sahip olduğu tüm bilgi birikimini aktardığı insanları temsil eden o güzelim ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosunu hatırlarken 3’ncü resmin analizinin önünde duruyoruz.

    Resmin adı ‘Camii’. Resimde bir meydanı görüyoruz. Bu meydanda yürüyen insanların arkasında ihtişamıyla görünen camiiye bakarak Nurçin Hanım anlatmaya devam ediyor. Meğer 1868 yılında, Paris’ten döndükten sonra yabancı işleri müdürü olarak Midhat Paşa’nın maiyetinde Bağdat’a gitmek üzere görevlendirilmiş Osman Hamdi Bey. İşte önünde durduğumuz ‘Camii’ tablosu da 1870’lerde az sayıda yapmış olduğu manzara resimlerinden biriymiş ve büyük ihtimalle de 2 yıl yaşamış olduğu Bağdat’a, o coğrafyaya ait bir tabloymuş. Resmin hemen altındaki ‘X ışınında tablonun sonradan resmedilen bölümleri’ ibaresini okuyunca soruyorum ve X ışınında, tablo üzerindeki tüm detayların röntgen çektirir gibi apaçık ortaya çıktığını yani bir anlamda tablonun 7 ceddini ortaya çıkardığını öğreniyorum. 6 eserden en derin restorasyona uğramış olan eser bu eser.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu hayatta insanın başına, üstesinden gelemeyeceği şey gelmez

    Sanatçının imzasının olduğu bölümün sonradan resmedilmiş olduğunu söyleyerek Nurçin Hanım hemen açıklıyor: “Ancak tablonun zarar gören kısmının yangın ya da haşere yeniği değil su baskını olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü tual kumaşı bozulmamış. Bu doğrudan boyaları bozan ancak tuale hasar vermeyen bir bozulma.” Bu açıklamayı duyunca detektifçilik oyunun içindeymişiz gibi hissediyorum. Bir ileri bir geri gidiyor, röntgen üzerinden kırık bacağın gerçekten kırık olduğu üzerine konuşan iki doktormuşuz da kemiğin kaynama aşamaları üzerine konuşuyormuş gibi hissediyorum. Önünde en çok vakit geçirdiğimiz eser bu eser çünkü en ağır restorasyona uğramış eser bu eser.

    Resmin bir kısmının bir zamanlar kayıp oluşu ve müze koleksiyonuna girmeden önce bilinmeyen birileri tarafından aslına uygun bir biçimde yeniden yapılmış oluşu, bu eserin Osman Hamdi Bey’in eseri olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve katiyen değerini düşürmüyor.

    Yavaşça ilerliyoruz. Sıradaki eser ‘Arzuhalci’. Bu eser, Osman Hamdi Bey’in imzasız ve tarihsiz resimlerinden biri olmakla beraber, restorasyona uğramamış bir eser olduğu için üzerine konuşacak detektifçilik konusu olmadığı için içgüdüsel olarak biraz hızlı geçmek istiyorum. “ ‘Kur’an Okuyan Hoca’ ise…” diye söze yeniden giriyor Nurçin Hanım ve “Bu eser üzerinde resimlerini nasıl bir teknik kullanarak yaptığı görebiliyoruz.” diyor. İşaret parmağını tablodaki hocanın kıyafetine doğru yaklaştırıyor ve parmağı takip edince de birden Osman Hamdi Bey’in kurşun kalem ile yapmış olduğu ön desen çalışmaları ile burun buruna geliyorum. İşte o an düşündüğüm şey şu. Yarım kalan bir resim, tam olan bir resimden kesinlikle çok daha fazla çekici! İlerlemeye devam ediyoruz. Odadan çıkmadan önce, önünde durduğumuz son eser ise ‘Kokona Despina’. Nurçin Hanım anlatmaya devam ediyor. O dönemde Müslümanlar Hıristiyan kadınlara ‘kokona’ derlermiş. Despina ise Osman Hamdi Bey’in evinde çalışan yardımcısıymış. Resmin aşırı detaylı resmedilmiş bir resim oluşu konusunda ise, tam emin olunamamakla beraber, Osman Hamdi Bey’in fotoğraftan modelleme yapmış olabileceği konusu üzerinde duruluyormuş. Son resimle beraber 6 eserin analizini tamamlamış oluyoruz. Bank of America Merrill Lynch’in sanata tarifsiz desteğinin öneminden, bu tip bir serginin Türkiye’de ilk olduğundan, aslında bu hayatta görünenlerin arkasında ne çok şeyin gizlenmiş olduğundan bahsediyor, konuştuklarımızı ayaküstü mühürlüyor ve Nurçin Hanım’la ayrılıyoruz.  

    Bu ayrılık sonrası ise kibarca farkına vardığım şey şu; 

    Bu hayatta ne kadar restorasyon geçirirsen geçir, seni sen yapan sanatçının elinden çıkmış olan orjinalinin tüm kodları DNA’nda işli olduğu için, dönüp dönüp kendini kendine dönüştürmekten başka çaren yok. İster olduğu gibi muhafaza et kendini ve hiçbir dönüşüme uğratmadan yaşa bu hayatı, istersen de üstüne vazife olmadık her işe burnunu sok, dene, merak et, yıkıl sonra yeniden yapıl, aynı Osman Hamdi’nin restorasyona uğramış eserleri gibi, sonuç bir farkla aynı oluyor. İkisinde de görünürde mükemmel bir hayat tablosu çizmiş ve duvara asılmış oluyorsun ama yalnızca birinde, insanlar senin restorasyon gerektiren yerlerinde durup bugüne kadarki tüm oluş hikayelerini en ince detayına kadar dinleyip daha fazla vakit harcamak istiyor. Birinde ise hikayen olmadığını sanarak önünden hızla geçip gidiyor. 

    Sanırım o nedenle Osman Hamdi Bey’in, restorasyona uğramış tabloları bir odada beklemek yerine dışarı çıkıp yaramazlık yapıp dönmüş gibi geldi bana. Hayata başkaldıran tablolar gibi geldi. Aynı hayata başkaldıran asi insanlar gibi. Zaman ve yaşanmışlıklar sonucu biraz yıpranmış olabilirler belki ama duvarda hala tüm ihtişamları ile durabiliyorlar. Üstelik kendilerini en fazla da onlar izlettiriyorlar. Hem zaten üstesinden gelemeyecek olsalardı o tablolar başlarına neden öyle işler açsınlardı değil mi? 

    Sergi Aralık’a kadar sizi bu yaramazlık hikayesinin arka planını görmeye bekliyor. 

    İstanbul’un tam zamanı ! Sanatsız kalmayın !