hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Uğur Hakan Hacıoğlu Uğur Hakan Hacıoğlu

    Su Soley; “Sevmeden ve saygı duymadan bu işi iyi yapmak mümkün değil”

    22.04.2021 Perşembe | 13:11Son Güncelleme:

    Bazen kapalı bir dolap içinde bir sır barındırır. Hiç şüphesiz o dolapta kıyafetlerden fazlası vardır. “Gardrop” albümüyle müzikseverleri buluşturan Su Soley gardıroptaki sırları bizlere anlattı. Su Soley ile müzik kariyerinin geçmişini ve bugününü, son çalışmasının kayıt sürecini, müzisyen ve yapımcı kimliğiyle güncel şartlarda müziğin durumunu konuştuk.  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kültür mozaiği geniş bir ailede yetiştiniz. Daha küçük yaşlarda müziğe ilgi duymaya başladınız. Bir müzisyenin yetişmesinde çocukluğunda aldığı eğitim bir eğitimci olarak sizce ne kadar önemli?

    Su Soley: Çok önemli. Aslında çocuklukta, özellikle de erken çocukluk döneminde, maruz kaldığımız her şey tüm hayatımıza hem olumlu hem olumsuz yanlarıyla mutlaka etki ediyor. Müziksever bir çiftin çocuğu olmasaydım, bu sevgiyi, saygıyı, kültürü almadan büyüseydim hayatımda müzik olması ihtimali veya müzisyen olma ihtimalim çok daha düşük olurdu. Çocukluğumda bir sürü enstrümanla tanıştım. Dokundum, inceledim, çalmaya çalıştım. O tınıyı hissedip sevdim. Bunlar, kişi müzisyen olmasa bile küçük yaşlarda atılması değerli temeller.

    Bu anlamda sporcu kimliğinizden de bahsetmeliyiz. 18 yaşında geçirmiş olduğunuz kaza sonucu profesyonel spor kariyerinizi sonlandırmak zorunda kaldınız. Bu durum başka bir kariyerin profesyonelleşmesiyle devam etti. Profesyonel sporculuğunuzun müzikal kariyerinizde olumlu etkileri oldu mu?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    S.S.: Evet, oldu. Çocukluk ve ergenlik dönemim boyunca lisanslı olarak spor yaptım. Yüzme, monopalet, sutopu ve sualtı rugby’si dallarında çok sayıda müsabakaya katıldım. Müsabakalarda yarıştığım için yoğun bir antrenman programım vardı. Günde çift antrenman yapıyorduk. Sürekli havuzda, suyun içineydim. Sabah antrenmanları öncesinde ve kamp dönemlerimizde yoğun olarak kara çalışmaları da yapıyorduk. Orta öğrenim hayatım boyunca sabahları 05:30’da uyanır, 06:00-06:30 civarı yüzmeye başlar, 2 saatlik antrenmanı tamamladıktan sonra okula giderdim. Okul bitiminde ufak bir moladan sonra yeniden havuza girer, 2 saat daha yüzerdim. Böyle bir düzeni yürütebilmek sabır ve sebat istiyor. Spor döneminden kalmış olacak ki bu konularda pek zorlanmıyorum. Bunun yanında, bir de enteresan bir detay var. Yüzme ve özellikle de monopalet takımında genellikle uzun mesafe yarışlarını ben yüzerdim. 800 metre ve 1500 metre yarışları yüzmek için ciddi mesafeler. Meditatif bir yaklaşım da gerektiriyordu. Açıkçası doğru ritmi tutturmadan başarı elde edilmesi zor dallar. Uzun mesafe yarışlarının ritim ve salınım duygumu beslediğini düşünüyorum.

    Müziğe ilginizin daha ilk yıllarında hem enstrüman repertuarınızı geliştirdiniz hem de ilerleyen yıllarda birçok dilde şarkılar söylemeye başladınız. Pop müziğin 1960’lı ve 1970’li yıllarında sıklıkla karşılaşılan durumlarından biri de sanatçıların gittiği ülkelerde o ülkenin dilinde şarkı söylemesi hatta anlaşma olursa albüm yapmasıydı. Peki, şartların uyması halinde yabancı dilde albüm yapmayı düşünüyor musunuz?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    S.S.: O kadar güzel bir soru ki, okurken bile heyecanlandım. Evet, çok isterim. Hatta bunun için dua ediyorum. Özellikle İngilizce repertuvarım çok geniş ve köklü bir repertuvar. Müziği her haliyle çok sevdiğim için geçmişte ilgi alanıma çok farklı tarzlarda ve dillerde müzikler dahil oldu. Halen sporcu iken ve henüz sahne ile yolum kesişmemişken bile pek çok farklı dilde çok sayıda şarkıyı ezbere biliyordum. O dönemlerde müziği kasetten dinliyorduk. Kaç zavallı kaseti başa sara sara sözlerini kâğıda dökmeye çalışırken mundar ettim bilmiyorum. Bu sevgim halen baki. Dilerim önümüzdeki senelerde İngilizce veya başka dillerdeki çalışmalarla da karşınıza çıkabilirim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Latin Jazz, Funk, Soul, Rock, Pop, Halk Müziği dahil birçok türde üretim yaptınız. Kalıpların sınırlarını aşıp disiplinler arası geçiş yapmanın elbette sanatçıya kattığı birçok etken var. Her türün kendi gerekliliklerini de hesaba katarsak birçok türde üretim yapma konusunda bir müzisyen sizce nelere dikkat etmelidir?

    S.S.: Zaten hangi stilde üretim yapacaksa müzisyenin o stili iyice sindirmesi öncelikle çok önemli. Belli ana özelliklerini taşımadığı zaman yaptığımız şey o stilin aslının biraz basit bir benzeri olarak kalıyor. Bu ne şarkıya ne o stile ne üreticiye ne de dinleyiciye hizmet etmez. Emek vermekten kaçınmamalı müzisyen. Uzun uzun çalışmalı üstünde. Bence yapılan en büyük hatalardan birisi sanatçının, üretim anında, kendi eserine kapılıp gitmesidir. Bir şey üretmiş olmanın baş döndürücü cazibesine kapılıp da aslında henüz olmamışken “oldu bu” diye kenara kaldırmak, eserin aslında ulaşacağı noktaya gitmesine engel olan en keskin hatalardan biri. Daha düşük kalitede, ömrü olmayan üretimlerle dolar o zaman her taraf. Derinliği, anlamı olmaz. Böyle olmamalı. Daha estetiği, daha doğrusu, daha etiği için uğraşılmalı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir de yeniden seslendirmelerde esere ve eser sahibine saygı çok önemli. Birinin çocuğunu alıp, ayrıca çocuğun kendisi de bir bireyken, kafamıza göre giydirip ya da saçını kazıyıp, ailesinden habersiz gezdirmeye müsaademiz olamayacağı gibi başkasına ait eserlere de benzer saygıyı göstermek gerektiğini, yeniden seslendirmeler esnasında da çok özenli olmak gerektiğini düşünüyorum. Prozodi en çok es geçilen konulardan biri. Bazı kişilerin böyle bir şeyden haberi yok gibi, çok üzücü. Sevdiğimiz bir eseri yeniden seslendirirken, melodileri ölçüsüzce değiştirip, sözcüklerin heceleme yapısını bozduğumuzda tüm duygusunu kaybediyoruz kendi ellerimizle. Bunu yapmamalıyız. Buna, aynı şekilde, şarkı yazarken de dikkat etmemiz gerekir. Kelimeleri çekiştiremeyiz.

    Ankara’da başlayan müzik kariyerinizi İstanbul’a geldiğiniz zaman bambaşka bir noktaya taşıdınız. Atilla Özdemiroğlu, Garo Mafyan, Uğur Başar, Jozi Levi, Ajda Pekkan, Yalın ve Teoman yolunuzun kesiştiği önemli isimlerden bazıları. Hayat boyunca karşımıza çıkan insanların bizleri etkilediği, tecrübe kattığı aşikar. Yıllar boyu birlikte çalıştığınız isimlere baktığımız zaman sizdeki en büyük etkileri sizce nedir?

    S.S.: Şanslı bir müzisyen olarak bahsettiğiniz isimlerle ve daha başka pek çok müzisyen arkadaşım ve büyüğümle yolum kesişti. Aynı havayı soluduk, aynı sahneyi paylaştık. Ekip olduk, bir olduk. Yollarda ömrümüz geçti; uçuşlar ayrı, karayolları ayrı, konaklamalar ayrı. Her birimiz bir diğerimizden pek çok şey öğrendik. Tek tek sıralamam çok zor ama önemli birkaç detayın altını çizecek olursak benim için bunlardan biri anda kalma olgusu. Sahnedeyken orada olmak çok önemli. Oradaymış gibi yapmak hiçbir zaman yeterli olmaz. Seyirci zaten anlar ve uzaklaşır. Sahnede şarkıların ruhunu prodüksiyonel olarak taşıyabilmek de çok mühim. Ülkemizdeki en önemli isimlerin bazılarıyla çalışma fırsatı yakalamış biri olarak bunun en iyi örneklerinin bir parçası olma fırsatı yakaladım. Deneyimleyerek öğrenebilmek büyük şans oldu. Bahsi geçen isimlerin her biri yaptığı işi çok seven insanlar. Sevmeden ve saygı duymadan bu işi iyi yapmak mümkün değil bence. Bir de karşılıklı sevgi ve saygı çok önemli. Üç günlük dünya; kimseyle dargınlığa değmez.

    Sonrasında da sadece kendi projelerinize odaklanıp kariyerinizi kendi yolunuzda yürütmeye devam ettiniz. Diskografinize dönüp baktığınız zaman sizde özel yeri olan bir çalışmanız var mı?

    S.S.: “Bu Yaz” hep çok özel. Performans klibi ile birlikte yayınladığım ilk bestem. Bestelerim dışındaki benim için en önemli çalışmam 2018 senesinde yayınladığım “Drama Köprüsü” yorumumdur. Rahmetli dedem Hasan Soley’in anısına gerçekleştirdiğim bir çalışmadır bu. Hasan dedem Debreli’dir. Ailesi ve kendisi Atam ile aynı köyden kapı komşuları. Türkünün Atatürk’ün en sevdiği türkülerden biri olmasından dolayı da bende yeri ayrıdır.

    Geçtiğimiz günlerde sözü ve müziği size ait dokuz şarkıdan oluşan “Gardrop” albümü ilgililerin beğenisine sunuldu. Albümün isminin hikayesi tüm vokal kayıtlarını, kayıt odası haline çevirdiğiniz giysi dolabından geliyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

    S.S.: Bu fikir tamamen ihtiyaçtan doğdu. Pandemi döneminde evden çıkıp da stüdyolara kapanmak fikri oldukça korkutucu oldu benim için. Evde uzun yıllardır kendi stüdyom var ve üretimlerimin tamamının çıkış noktası bu stüdyo. Giysi dolaplarının, bir kayıt odası kadar olmasa da enteresan bir ses yalıtımı oluyor. Evvelinde birkaç defa, acil ihtiyaç durumunda, dolaba girip telefon mikrofonuna kayıt almışlığım olmuştu. Albümü kaydetmek istiyordum ve evden çıkamıyordum. Geçmişte uyguladığım bu yöntemi hatırladığımda, ana kayıt teçhizatlarını ve bilgisayarı dolaba taşıyıp bir de özel olarak yalıtımla da biraz daha ilgilenir ve dolabın içinde değişiklikler yaparsam işe yarayabileceğini düşündüm. Doğru duyumu yakalayabilmek için birkaç hafta uğraşmam gerekti. Fakat sonunda oldu. Böyle olunca haftalarca, aylarca o sistem orada kaldı ve kayıtları dolabımda tamamladım.

    Albümde yer alan şarkılarınız hepimizin aşina olduğu sizinle tanıdığımız şarkılar. Akustik kayıtlarla yeniden düzenlenen şarkılarınıza ilk gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

    S.S.: Herkes bayıldığını söylüyor. Çok mutlu oluyorum ben de tabii. Sakin ve uzun uzun dinlenilebilir bir tını istedim albümde. Sadece gitar ve vokal var enstrüman olarak. Sanırım bu herkese iyi geldi. Genellikle başlıyorlarmış albümü dinlemeye, tatlı tatlı çalıyormuş, sonra bir bakıyorlarmış bitmiş. Duyduğum en tatlı şeylerden biri bu. Sanırım, bir yandan da çok şarkılı bir albüme de benim olduğu kadar herkesin ihtiyacı varmış bir yandan.

    Tüketimin yiyecek sektörü dışında da hızlandığı bir zamanda hem müzisyen hem de yapımcı kimliğinizle müziğin bundan nasıl etkilendiğini düşünüyorsunuz?

    S.S.: Dünyanın hızına yetişmek zor... Kaset diyorum mesela, hiç görmemiş olanımız var. Daha dün gibiydi oysaki. Devinmek, gelişmek harika tabii. Fakat bu arada bazı değerleri yitiriyoruz maalesef. Müthiş bir iletişim hızı ve özgürlüğü ve bunun getirdiği büyük çeşitlilik içindeyiz artık. Özgün çalışmalarla bolca karşılaşabildiğimiz gibi bilgi erozyonu da yoğun oluyor. İki seçeneğimiz var; ya bu hıza ayak uydurmaya çalışırken sadece beklentilere hizmet etmeyi seçeriz, ya da bu hıza ayak uydurmaya çalışırken özümüze ve inandığımıza hizmet etmeyi seçeriz. Bu seçim yürünen yolu tamamen değiştiriyor. Akışa o kadar da kapılmamak gerekir fikrimce. O zaman o akış yönetir sizi ve kendi istediğini yaptırır. Bir kukladan farkımız olmaz. Sanatçının kazanç kaygısından değil ama hırsından uzak olması sanatının özüne inmesini sağlayacaktır. Diğer türlüsü temelsiz, gelip geçici, samimiyetsiz ve kazanç kaygılı ürünler olmanın dışına çıkamaz. Bu da tercih edilebilir tabii. Fakat böyle olduğunda üreticinin adına sanatçı diyemeyiz. Burada ticaret başlar, sanat biter. Hepimiz hıza ayak uydurmaya çalışıyoruz. Benim yolum kendi yolum. Sanatı, özgünlüğü, etiği, estetiği seçiyorum. Herkese de tavsiyem bu yönde olur.

    Her üretim sürecinin içerisinde bir de gözlem meselesi var. Günümüzde insanların kendilerini gözlemleme, gelişimlerini görebilme noktasında ellerinde önemli bir alan olarak sosyal medya var. Üstelik profesyonelleşme ya da yeni olanakların açılabilmesi adına da birçok fırsatı içerisinde barındırıyor. Bu bağlamda sosyal medyayı müzisyenler adına artı değer olarak değerlendirebilir miyiz?

    S.S.: Kesinlikle değerlendirebiliriz. Ben de herhangi bir bestemi dijital mecralarda yayınlama fırsatı yakalamadan önce, canlı performans videolarını kendi YouTube hesabıma yükleyerek dinleyicilerimle sahne dışında ilk teması kurmuş isimlerden biriyim. “Bu Yaz”ı, “Anladın Mı?”yı ya da “Şaşkın Sevgilim”i paylaşmamış olsaydım her şey çok daha farklı gelişebilirdi, yayınlamam yıllarımı alabilirdi. Geri dönüşler de çok önemli. Tabii, takip eden kitle, çoğunlukla, sempati duyan kişilerden oluşuyor ve övgüler harika ama negatif yönde ama yapıcı eleştirileri de göz ardı etmemek gerekir.

    Bizi en çok geliştirenler onlar oluyor. Sosyal medya sayesinde müzisyenlerin birbirilerini bulması da oldukça kolaylaştı. İlgi duyduğunuz veya hayranı olduğunuz sanatçıları, projeleri rahatlıkla takibe alabiliyor, hakkında güncel bilgiler edinebiliyor, hatta temas kurabiliyor olmak çok büyük bir nimet bence. Çocukluk yıllarımda, sanatçı hakkında güncel bilgiye ulaşmayı bırakın, yeni yayınlanan yabancı sözlü bir plak için üç dört ay beklemek durumunda kalınırdı. Şu an her şey çok kolay ve herkesin uzanma mesafesinde. Çok değerli.

    Sosyal ve toplumsal etkileriyle ele aldığımızda salgın süreci müziğin ve müzisyenlerin üretimlerini sizce nasıl etkiledi?

    S.S: Müzisyen dediğimizde pandemideki üretim süreci değil de hayatta kalma mücadelesi geliyor ilk olarak aklıma, başka bir şey düşünemez oluyorum. Değinmeden geçemeyeceğim. Her gün aldığımız haberler içler acısı. Çoğu arkadaşımız ne var ne yok satıp yaşamaya çalışıyor. Pek çoğu evlerini boşalttı ailelerinin yanına geçti. Bu imkânı olmayanlar arkadaşlarının evine geçti. Üretim zaten başlı başına çok zorlu bir süreç. Uzun ilgi ve çoğu zaman ciddi yatırım istiyor. Öncelikle, bu dönemde, bir şekilde güç bulup da üretmeye devam eden tüm arkadaşlarımı kutluyor ve kendilerine güç ve şans diliyorum. Kendi stüdyolarında üretebilme imkânı olan arkadaşlarımızdan müthiş projeler geliyor bu dönemde. Uzun senelerdir farklı isimlerin sahnelerinde çalan arkadaşlarımız kendi müziklerini kaydedip yayınlıyorlar. Buna tanık olmak çok hoş. Fakat bu projelerin bu dönemde ortaya çıkabiliyor olmasının bir nedeni de pandemi öncesinde sahnelerde, yollarda geçen yoğunluğun içinde üretime vakit kalmazken şu an 1,5 seneye yakındır büyük bir boşluğun içinde olunması. Bu musibetin, özüne hizmet etmeyi seçenleri aydınlanmaya ittiğini düşünüyorum.

    Geleceğe dair konuşmak gerekirse… Yakın zaman içerisinde yeni projeleriniz var mı?

    S.S.: Bir süre boyunca “Gardrop” ile olacağız. Albümdeki bestelerimin hepsine klip çektik, şu an post prodüksiyon aşamasında. Her ay yeni bir klip yayınlayacağız. Bu beni çok mutlu ediyor. Bu şansı sağladığı için de MEYPOM’a çok teşekkür ederim. Benim için çok değerli. “Gardrop”u bu dönemle uyumlu,  akustik bir proje olarak tasarladık. Tüm klipler yayınlandıktan sonra farklı sound yaklaşımlarıyla yeni bestelerimi yayınlamaya devam etmeyi planlıyoruz.

    Son olarak röportajımızın okurlarına ne söylemek istersiniz?

    S.S: Herkese akıl, beden ve ruh sağlığı diliyorum bu dönemde. Önlemlerimizi almayı ihmal etmeyelim. İyiyi dileyelim. Sevdiklerimize sarılalım. Başka şansımız yok; biraz daha sabırlı olalım. İnanın bu günler de geçecek. İlginize teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.