hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Prof. Dr. Murat Ferman Prof. Dr. Murat Ferman

    Güncel ekonomi okumaları-7

    25.04.2024 Perşembe | 09:07Son Güncelleme:

    23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını; Cumhuriyetin ilanından önce açılan Millet Meclisi’nin yüzdördüncü yıldönümünü coşkuyla kutladık. Çocuklara armağan edilen bu kutlu günde açıklanan TÜİK’ in “İstatistiklerle Çocuk 2023” derlemesinden seçilmiş verileri paylaşarak başlayalım:

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ülkemizde çocuk nüfus sayısı yirmiiki milyonu aşarak toplamın %26’ sına ulaşmakta ve çocuklarımızda ortaöğretimi bitirme oranı; ancak %80’ leri bulmaktadır. 2021 yılında %14 düzeyinde ölçülen çocuk istihdam oranı; ciddi bir artışla, 2023’ de %20 oranına çıkmıştır. 15-17 yaş diliminde işgücüne katılma oranı %22 düzeyini aşmakta ve 760,000 sayısına ulaşmaktadır. 15 yaş altı çocuk işgücü verileri ise en son dört yıl önce yayınlanmış ve henüz güncellenmemiştir. Kayıtdışı ve kaçak uygulamaların yaygın olarak gözlendiği bu kulvarda, “çalışan/çalıştırılan çocuk sayısının” daha yüksek olduğu ağırlıkla değerlendirilmektedir.

    Enflasyonla mücadele kulvarında egemen kılınması gereken “sıkılaştırma ve sıkılaştırıcı politikalar” duruşunun, ağırlıkla tüketici/talep tarafına yönelik düzenleme ile söylemler üzerinden yürütüldüğüne şahit oluyoruz. Nitekim, kredi kartlarına yönelik tartışma ve takibeden düzenlemeler geçtiğimiz günlerde devreye sokulmuştu. İşte, son Merkez Bankası verileri; bayram dönemini de kapsayan 12 Nisan haftasında kart harcamalarının yılın en büyük düşüşüne konu olduğunu göstermektedir. Keza, tüketici kredilerinde ortalama faiz oranının %80’ lere; ihtiyaç kredilerinde %85’ lere; taşıt ve konut kredilerinde %45’ lere ulaştığı bir tablo karşımızda durmaktadır. BDDK verilerine göre bankalara üç trilyonu lirayı aşan borcu bulunan vatandaşlar ( talep tarafı), borçlanmada hız kesen bir profile giderek yakın durmaya; sıkılaşma iklimi etkisini göstermeye başlamıştır. Ancak, ticari krediler ( arz tarafı ) cephesinde gelişmelerin; aksi yönde seyir izlediği görülmektedir. Ticari kredi büyümesinde kamu bankalarının ağırlıklı paya sahip oldukları değerlendirilmektedir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    %66 oranını aşan yüksek oranlı ticari kredi faizlerine rağmen, ticari kredilerde son dönemde %50 düzeyinde artış yaşanarak, toplam hacim on trilyon liraya çıkmıştır. Bu toplam kredi hacminin sadece üçte biri sanayi-imalat sektörü tarafından kullanılırken, perakende-ticaret sektörlerinde kredili iş yapma/döndürme hacminin iki trilyon liraya (beşte bir oranına) ulaştığı görülmektedir. İlaveten, dolar cinsi kredi faizleri ortalama %7.75 düzeyinden olmak üzere, döviz cinsi ticari kredi kullanımındaki artış hızı bakımından Türk Lirası ticari kredi düzeylerinin geride bırakıldığı ve 163 milyar dolarlık bir hacme kısa zamanda ulaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Senenin sadece ilk iki ayında döviz temelli özel sektör borcu 1.5 milyar dolar artmıştır. Uzun vadeli kredi borcunun %60 oranında dolar; %35 oranında avro cinsinden oluştuğu ayrıca not edilmelidir.

    Kur riski dahil olmak üzere her türlü ihtimal ve değerlendirmelere karşın “kredili iş yapma/döndürme iştahı kesilmemiş” bir arz yapısı ile yola devam edildiği anlaşılmaktadır. Bu oran ve risk primi ile kredi kullanan; alabildiği oran/zaman/miktar bakımından “geniş davranmaya” devam eden bir arz bacağı ile sıkılaştırıcı duruşun “sakatlanma” ihtimali ortaya çıkmaktadır. Yüksek kredi maliyetlerinin içinde yer alacağı ve maliyet enflasyonunun; ileride beklenen enflasyonun iki katından fazla oranlara tırmandığı bir kompozisyonda dezenflasyonist konjonktürün hakim olmasını beklemek, herhalde gerçekçi temellerden yoksun kalacaktır! O halde, sıkılaştırma temasının sadece tek bacak üzerinden değil ve fakat, hem talep; hem de arz üzerinden birlikte; koordineli; dengeli ve hakkaniyetli biçimde sürdürülmesi ihtiyacının gereği ihmal edilmemelidir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu istikamette temel alınacak ve gözetilecek ana prensipleri hatırlatmakta fayda vardır: Talep yönlü kısıtlamalar vatandaşın günlük esenlik ve yaşam kalitesi üzerindeki menfi etkileri ve bütçe gelirlerini düşürücü etkileri bakımından; arz bacağındaki sınırlamalar da yatırım ile istihdam dinamikleri ve gene vergiler yönünden tedbirlere konu edilmelidir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Parasal politikalar üzerinden, yukarıda belirtilen tarz ve yaklaşımlarla yürütülmesi gereken bütüncül (sıkılaştırma temelli) politikaların; maliye politikaları ve yapısal reform payandaları ile hemhal edilme mecburiyeti, işin ana eksenini oluşturmaktadır. Hem zaten, güncel Türkiye değerlendirmesinde, “kulak kesildiğimiz” yabancı kuruluşlardan Fitch namında olanı da; “maliye politikalarını, düpedüz, genişletici ve parasal politikalara karşıt yapıda bulduğuna ve gereğine” işaret etmemiş midir?!