Eko-Politik Akışı, bu hafta, “3S” üzerinden, sırasıyla Sabır; Seçim; Sürdürülebilirlik kavramları ile değerlendirmek isteriz:
Hazine ve Maliye Bakanı’nın, birinci yılsonu için başlıklar-göstergeler bazında paylaştığı performans temelli değerlendirmelerin, “karne benzeri” diğer alternatif yorumların adeta kapısını açtığı, onlara yol verdiği görüldü. Beklenti yönetimi ve iletişim stratejisi pencerelerinden bakıldığında, tüm sayı/gelişme temelli değerlendirmelerin “çift taraflı bıçak” etkisine açık olduğu anlaşılıyor. Öyle ki; ana makro kalemlerdeki pozitif kimi gelişmelerin bile, dönem sonunda, başlangıca oranla iki kat artan enflasyon manşeti marifetiyle, performans ve/veya algı planında perdelendiği; göreceli önemini kaybettiği izleniyor. Vatandaşların çoğunluğu bakımından adeta bir “Sabır Törpüsü” durumuna gelen kök sebep enflasyon makul seviyeye çekilmeden; bozucu etkisi bertaraf edilmeden, yapılacak her değerlendirmenin, kamuoyunda olumlu karşılık bulma imkan ve ihtimal ve vadesinin daralacağı değerlendiriliyor.
Esasen, Türkiye’ nin ana problemi olarak karşımızda duran; “kısa dönemde dezenflasyonist – kısmen sıkılaştırıcı politikalarla günü kurtarırken, yarınları ve sürdürülebilir büyüme/kalkınma dinamiklerini kaybetmemek” ikilemi, Dünya Çevre Günü açıklanan bir çalışma ile yeniden gündeme geldi. Ülkenin kendi elleriyle düştüğü bu çetin ikilemin çözümünde, sanayi-imalat kesimlerine kritik rol ile sorumluluk düştüğü bilinmektedir. İşte, sektörün en ileri ve rekabetçi kolunu temsil eden İstanbul Sanayi Odası’nın, IPSOS işbirliği ile ilk kez gerçekleştirdiği “ İSO Sanayide Sürdürülebilirlik Eğilimi Skorları” bulguları dikkat çekmektedir. “Sürdürülebilirlik” değerinin kurumsal stratejiye entegre edilmesi konusunda, sanayimizin en büyükleri henüz başlangıç aşamasında olup, bu konudaki genel farkındalık bile %50’nin altında kalmaktadır. Türkiye’ de sanayi kuruluşlarının sadece % 13’ü karbon ayak izini hesaplamaktadır. Sürdürülebilirlik konusunda kamuya açık rapor yayınlayan firmaların toplam oranı ise yalnızca %6 düzeyi ile sınırlıdır. Bu konuda ayrı departmanı olan ve yönetici istihdam eden kurumların oranı %25’in altında bulunmakta, kurumların meseleye yaklaşımlarında hakim unsurun; “kanun ve yönetmeliklere uygunluk” olduğu anlaşılmaktadır. Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, kurum talepleri arasında “devlet teşvik ve yardımı”, sanayimizin devleri tarafından da ağırlık ve öncelikle talep edilmektedir.
İSO’nun bu öncü çaba ile çalışmalarından ötürü kutlamak, ancak, bulguların işaret ettiği “hal-i pür melalimize” herhalde üzülüp, kaygılanmak gerekecektir. BM (Birleşmiş Milletler)’in “Sürdürülebilir Kalkınma 2023 Raporu”; Türkiye’nin 166 ülke arasında 70.8 endeks puanı ile 72.sırada yer almaktadır. Ülkemiz, kişi başına 5.4 ton karbon emisyonuyla dünya ortalamasının üstünde kalmakta olup, karbon emisyon klasmanında 64.sırada bulunmaktadır. Sıfır net karbon seviyesine ulaşma hedef ve uluslararası taahhüdünü 2053 yılına öteleyen ülkemizi bu konuma taşıyacak aktör ile sektörlerin kapasite ve kabiliyetlerini süratle geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Ekonomileri ve yabancı fon dinamikleri ile ilişkileri bakımından bize benzeyen Meksika ve Güney Afrika’daki seçim sonuçları, gelişmekte olan ülkeler bakımından önemli bazı uluslararası piyasa çalkantılarına yol açtı. Uzun bir aradan sonra Türk Lirası aleyhine yaşanan değer kaybı da bu son gelişmelere bağlandı. Hindistan seçim sonuçları da, uluslararası yatırım çevrelerinin yeni değerlendirme ve vaziyet edişlerinin zeminini hazırladı. Türkiye dahil, yetmiş farklı seçime şahit olunacak 2024 yılını; Küresel Seçim Senesi ve ABD Başkanlık seçimini de “eşitler arasında birinci” kabul etmek yerinde olacaktır. Halen devam eden Avrupa Parlamentosu seçimleri bakımından genel tablonun beklendiği; aşırı sağ partilerin yükselen performans ve muhtemel işbirliği açılımları bakımından farklı değerlendirmelerin ortada olduğu gerçeği de hesaba katılmalıdır.
İşte bu minvalde, Avrupa Merkez Bankası, beş yıllık bir aradan sonra, beklenen faiz kararı çerçevesinde, 0.25 puanlık bir indirime gitti. Parasal etkisinden ziyade “sinyal etkisi ve sembolik mahiyeti” bakımından etkili olacak bir karar ortaya çıktı. Kanada Merkez Bankası’ nın benzer indirimi ile birlikte Pandemi Dönemi sonrası başlayan ve aylar süren küresel faiz artış trendi böylece sonlanmış oldu. Ancak, Avrupa’da artan enflasyon seyri ve zayıf genel ekonomik tablo dolayısıyla bu kararın benzerleri ile sürmeyeceği; Avrupa Merkez Bankası’nın “faiz indiriminde öncü ve birinci” şöhreti ile yetinmek durumunda kalacağı öngörülmektedir. Kaldı ki; haftanın son günü gelen ABD verilerinin; başta kripto olmak üzere sermaye piyasalarında ve tüm finansal varlıklarda yaşattığı ani kayıplar, Güçlü Dolar sendromunun kısa –orta erimde devam edeceğine dair en güncel sinyal olarak okunmalıdır.
Eko-Politik Akışı, bu hafta, “3S” üzerinden, sırasıyla Sabır; Seçim; Sürdürülebilirlik kavramları ile değerlendirmek isteriz:
Hazine ve Maliye Bakanı’nın, birinci yılsonu için başlıklar-göstergeler bazında paylaştığı performans temelli değerlendirmelerin, “karne benzeri” diğer alternatif yorumların adeta kapısını açtığı, onlara yol verdiği görüldü. Beklenti yönetimi ve iletişim stratejisi pencerelerinden bakıldığında, tüm sayı/gelişme temelli değerlendirmelerin “çift taraflı bıçak” etkisine açık olduğu anlaşılıyor. Öyle ki; ana makro kalemlerdeki pozitif kimi gelişmelerin bile, dönem sonunda, başlangıca oranla iki kat artan enflasyon manşeti marifetiyle, performans ve/veya algı planında perdelendiği; göreceli önemini kaybettiği izleniyor. Vatandaşların çoğunluğu bakımından adeta bir “Sabır Törpüsü” durumuna gelen kök sebep enflasyon makul seviyeye çekilmeden; bozucu etkisi bertaraf edilmeden, yapılacak her değerlendirmenin, kamuoyunda olumlu karşılık bulma imkan ve ihtimal ve vadesinin daralacağı değerlendiriliyor.
Esasen, Türkiye’ nin ana problemi olarak karşımızda duran; “kısa dönemde dezenflasyonist – kısmen sıkılaştırıcı politikalarla günü kurtarırken, yarınları ve sürdürülebilir büyüme/kalkınma dinamiklerini kaybetmemek” ikilemi, Dünya Çevre Günü açıklanan bir çalışma ile yeniden gündeme geldi. Ülkenin kendi elleriyle düştüğü bu çetin ikilemin çözümünde, sanayi-imalat kesimlerine kritik rol ile sorumluluk düştüğü bilinmektedir. İşte, sektörün en ileri ve rekabetçi kolunu temsil eden İstanbul Sanayi Odası’nın, IPSOS işbirliği ile ilk kez gerçekleştirdiği “ İSO Sanayide Sürdürülebilirlik Eğilimi Skorları” bulguları dikkat çekmektedir. “Sürdürülebilirlik” değerinin kurumsal stratejiye entegre edilmesi konusunda, sanayimizin en büyükleri henüz başlangıç aşamasında olup, bu konudaki genel farkındalık bile %50’nin altında kalmaktadır. Türkiye’ de sanayi kuruluşlarının sadece % 13’ü karbon ayak izini hesaplamaktadır. Sürdürülebilirlik konusunda kamuya açık rapor yayınlayan firmaların toplam oranı ise yalnızca %6 düzeyi ile sınırlıdır. Bu konuda ayrı departmanı olan ve yönetici istihdam eden kurumların oranı %25’in altında bulunmakta, kurumların meseleye yaklaşımlarında hakim unsurun; “kanun ve yönetmeliklere uygunluk” olduğu anlaşılmaktadır. Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, kurum talepleri arasında “devlet teşvik ve yardımı”, sanayimizin devleri tarafından da ağırlık ve öncelikle talep edilmektedir.
İSO’nun bu öncü çaba ile çalışmalarından ötürü kutlamak, ancak, bulguların işaret ettiği “hal-i pür melalimize” herhalde üzülüp, kaygılanmak gerekecektir. BM (Birleşmiş Milletler)’in “Sürdürülebilir Kalkınma 2023 Raporu”; Türkiye’nin 166 ülke arasında 70.8 endeks puanı ile 72.sırada yer almaktadır. Ülkemiz, kişi başına 5.4 ton karbon emisyonuyla dünya ortalamasının üstünde kalmakta olup, karbon emisyon klasmanında 64.sırada bulunmaktadır. Sıfır net karbon seviyesine ulaşma hedef ve uluslararası taahhüdünü 2053 yılına öteleyen ülkemizi bu konuma taşıyacak aktör ile sektörlerin kapasite ve kabiliyetlerini süratle geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Ekonomileri ve yabancı fon dinamikleri ile ilişkileri bakımından bize benzeyen Meksika ve Güney Afrika’daki seçim sonuçları, gelişmekte olan ülkeler bakımından önemli bazı uluslararası piyasa çalkantılarına yol açtı. Uzun bir aradan sonra Türk Lirası aleyhine yaşanan değer kaybı da bu son gelişmelere bağlandı. Hindistan seçim sonuçları da, uluslararası yatırım çevrelerinin yeni değerlendirme ve vaziyet edişlerinin zeminini hazırladı. Türkiye dahil, yetmiş farklı seçime şahit olunacak 2024 yılını; Küresel Seçim Senesi ve ABD Başkanlık seçimini de “eşitler arasında birinci” kabul etmek yerinde olacaktır. Halen devam eden Avrupa Parlamentosu seçimleri bakımından genel tablonun beklendiği; aşırı sağ partilerin yükselen performans ve muhtemel işbirliği açılımları bakımından farklı değerlendirmelerin ortada olduğu gerçeği de hesaba katılmalıdır.
İşte bu minvalde, Avrupa Merkez Bankası, beş yıllık bir aradan sonra, beklenen faiz kararı çerçevesinde, 0.25 puanlık bir indirime gitti. Parasal etkisinden ziyade “sinyal etkisi ve sembolik mahiyeti” bakımından etkili olacak bir karar ortaya çıktı. Kanada Merkez Bankası’ nın benzer indirimi ile birlikte Pandemi Dönemi sonrası başlayan ve aylar süren küresel faiz artış trendi böylece sonlanmış oldu. Ancak, Avrupa’da artan enflasyon seyri ve zayıf genel ekonomik tablo dolayısıyla bu kararın benzerleri ile sürmeyeceği; Avrupa Merkez Bankası’nın “faiz indiriminde öncü ve birinci” şöhreti ile yetinmek durumunda kalacağı öngörülmektedir. Kaldı ki; haftanın son günü gelen ABD verilerinin; başta kripto olmak üzere sermaye piyasalarında ve tüm finansal varlıklarda yaşattığı ani kayıplar, Güçlü Dolar sendromunun kısa –orta erimde devam edeceğine dair en güncel sinyal olarak okunmalıdır.