Önce açlık yaşamsal sorunu ile başlayalım: Güncel tespitler; “2030 yılında sıfır küresel açlık” hedefine erişme ihtimalinde azalmaya işaret ediyor. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre, geçtiğimiz yıl dünyada her onbir kişiden birisi olmak üzere, 733 milyon kişi açlıkla karşılaşmış oluyor.
Afrika kıtası özelinde bu oran, beş kişiden birisi düzeyinde yaşanıyor. Üç senedir üst üste artış yaşanan açlık oranları, 2010 yılından sonra elde edilmiş onbeş yıllık kazanımları ortadan kaldırıyor. Son dönemde, Asya’nın batısında, Karayipler bölgesinde ve Afrika’nın güney sahrasında açlık-yetersiz beslenme artış gösteriyor. Projeksiyonlara göre, 2030 yılında, yarısı Afrika’da olmak üzere, 580 milyonu aşkın insanın açlık sorunu yaşayacağı belirtiliyor. Dramatik açlık sorunu ile bağlantılı ve ona ilave olarak, “gıda erişim ve güvenliği” alanında sorunlar varlığını devam ettiriyor. Güncel rakamlar, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin düşük ve/veya yüksek oranda gıda güvenliği problemi yaşadığını ortaya koyuyor. Sayıları 2,33 milyar düzeyinde beliren bu insanların üçte birinin yüksek oranda gıda erişi ve güvenliği altında yaşamlarını sürdürdükleri anlaşılıyor. Üstelik, bu tabloda; 2020 senesinden bu yana, Güney Amerika bölgesi hariç, iyileşme gözlenmiyor.
Ehemmiyetli bu meselenin diğer bir yönü de, “yeterli ve dengeli beslenme” cephesinde ortaya çıkıyor. Bu bakımdan ekonomik güçlük dolayısıyla sorun yaşayanların oranı, dünya nüfusunun üçte birine ulaşıyor; yaklaşık 2.8 milyar insanın etki sahasına girdiği izleniyor. Her on yılda bir ortaya çıkan gıda krizleri, yaşanan gıda enflasyonu, savaş ve çatışma koşulları, iklim değişikliği ve nihayet ortada olan gelir dağılımındaki artan eşitsizlik faktörlerinin bu konuda etkin olan faktörler arasında sayılıyor. Geri kalmış ülkelerde yaşayanların %73’lük oranda sağlıklı bir beslenme imkanından mahrum kalmasına karşılık, yüksek gelirli ülkeler için aynı trajik durumun sadece %6 oranında kalması acıtıcı bir adaletsizliğe de işaret ediyor. Dünya Bankası, “beslenme-gıda” alanındaki mevcut / akut durumun önlenmesi ve düzeltilmesi için gereken kaynak miktarını, yıllık dört yüz milyar dolar olarak açıklıyor. An itibarıyla, çözüm için fiilen ayrılan kaynak düzeyinin, bu tutarın sekizde birine ancak ulaşabilmesi, düşündürücü bulunuyor.
Küresel gıda üretiminde önümüze çıkan en kritik engellerden bir diğeri olarak karşımıza, “su kıtlığı” çıkıyor. Gıda fiyatlarının yeniden artış trendine girdiği bu konjonktürde, küresel su krizi koşulları da boy gösteriyor. Dünya nüfusunun günlük kalori ihtiyacının büyük kısmını sağlayan üç ürün; mısır, buğday ve pirinç yetiştirilen alanların bu riskle daha fazla karşı karşıya kalması işin cabası oluyor. Aralarında Çin ve ABD’nin bulunduğu dünyanın on ülkesi, en çok sulama gerektiren ürünlerin dörtte üçünü üretiyorlar. Küresel gıda üretiminde ortaya çıkan yoğunlaşma, ilgili riskleri de arttırıcı etkide bulunuyor. Su kayıplarının azaltılması, gıda israfının önlenmesi, sulak alanların korunması, adaletli ve sürdürülebilir su kullanımı alanlarında somut kazanımlara duyulan ihtiyaç artıyor. Afrika’nın sahra altı coğrafyasında yaşanan kuraklık-kıtlık sorunlarının yanında, gelişmiş Avrupa Birliği’nde nüfusun üçte birini etkileyen su kıtlığı tehlikesi ortaya çıkıyor. Bu kapsamda, her halde, sadece bir adet gömleğin üretimi veya bir kilo sığır eti yetiştirme için harcanması gereken tonlarca su kaynağını da göz önüne almak gerekiyor.
Eko-politik gündemin hızla değişen ve gelişen başlıkları, “doğrudan varolma / hayatta kalma” dinamiklerine nazaran ele alınıp, o açıdan değerlendirilmelidir. Ekonomi; ancak ve sadece, İnsan için var olacaksa, öncelik verilecek “ehemmiyetli” konu ile başlıkları da, özenle sıralama/seçme zamanıdır.
Cumhuriyetimizin yüzbirinci yılında, Atatürk’ün tarihi sözleriyle; “daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlama” dileklerimizi, bir kez daha paylaşıyoruz
Önce açlık yaşamsal sorunu ile başlayalım: Güncel tespitler; “2030 yılında sıfır küresel açlık” hedefine erişme ihtimalinde azalmaya işaret ediyor. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre, geçtiğimiz yıl dünyada her onbir kişiden birisi olmak üzere, 733 milyon kişi açlıkla karşılaşmış oluyor.
Afrika kıtası özelinde bu oran, beş kişiden birisi düzeyinde yaşanıyor. Üç senedir üst üste artış yaşanan açlık oranları, 2010 yılından sonra elde edilmiş onbeş yıllık kazanımları ortadan kaldırıyor. Son dönemde, Asya’nın batısında, Karayipler bölgesinde ve Afrika’nın güney sahrasında açlık-yetersiz beslenme artış gösteriyor. Projeksiyonlara göre, 2030 yılında, yarısı Afrika’da olmak üzere, 580 milyonu aşkın insanın açlık sorunu yaşayacağı belirtiliyor. Dramatik açlık sorunu ile bağlantılı ve ona ilave olarak, “gıda erişim ve güvenliği” alanında sorunlar varlığını devam ettiriyor. Güncel rakamlar, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin düşük ve/veya yüksek oranda gıda güvenliği problemi yaşadığını ortaya koyuyor. Sayıları 2,33 milyar düzeyinde beliren bu insanların üçte birinin yüksek oranda gıda erişi ve güvenliği altında yaşamlarını sürdürdükleri anlaşılıyor. Üstelik, bu tabloda; 2020 senesinden bu yana, Güney Amerika bölgesi hariç, iyileşme gözlenmiyor.
Ehemmiyetli bu meselenin diğer bir yönü de, “yeterli ve dengeli beslenme” cephesinde ortaya çıkıyor. Bu bakımdan ekonomik güçlük dolayısıyla sorun yaşayanların oranı, dünya nüfusunun üçte birine ulaşıyor; yaklaşık 2.8 milyar insanın etki sahasına girdiği izleniyor. Her on yılda bir ortaya çıkan gıda krizleri, yaşanan gıda enflasyonu, savaş ve çatışma koşulları, iklim değişikliği ve nihayet ortada olan gelir dağılımındaki artan eşitsizlik faktörlerinin bu konuda etkin olan faktörler arasında sayılıyor. Geri kalmış ülkelerde yaşayanların %73’lük oranda sağlıklı bir beslenme imkanından mahrum kalmasına karşılık, yüksek gelirli ülkeler için aynı trajik durumun sadece %6 oranında kalması acıtıcı bir adaletsizliğe de işaret ediyor. Dünya Bankası, “beslenme-gıda” alanındaki mevcut / akut durumun önlenmesi ve düzeltilmesi için gereken kaynak miktarını, yıllık dört yüz milyar dolar olarak açıklıyor. An itibarıyla, çözüm için fiilen ayrılan kaynak düzeyinin, bu tutarın sekizde birine ancak ulaşabilmesi, düşündürücü bulunuyor.
Küresel gıda üretiminde önümüze çıkan en kritik engellerden bir diğeri olarak karşımıza, “su kıtlığı” çıkıyor. Gıda fiyatlarının yeniden artış trendine girdiği bu konjonktürde, küresel su krizi koşulları da boy gösteriyor. Dünya nüfusunun günlük kalori ihtiyacının büyük kısmını sağlayan üç ürün; mısır, buğday ve pirinç yetiştirilen alanların bu riskle daha fazla karşı karşıya kalması işin cabası oluyor. Aralarında Çin ve ABD’nin bulunduğu dünyanın on ülkesi, en çok sulama gerektiren ürünlerin dörtte üçünü üretiyorlar. Küresel gıda üretiminde ortaya çıkan yoğunlaşma, ilgili riskleri de arttırıcı etkide bulunuyor. Su kayıplarının azaltılması, gıda israfının önlenmesi, sulak alanların korunması, adaletli ve sürdürülebilir su kullanımı alanlarında somut kazanımlara duyulan ihtiyaç artıyor. Afrika’nın sahra altı coğrafyasında yaşanan kuraklık-kıtlık sorunlarının yanında, gelişmiş Avrupa Birliği’nde nüfusun üçte birini etkileyen su kıtlığı tehlikesi ortaya çıkıyor. Bu kapsamda, her halde, sadece bir adet gömleğin üretimi veya bir kilo sığır eti yetiştirme için harcanması gereken tonlarca su kaynağını da göz önüne almak gerekiyor.
Eko-politik gündemin hızla değişen ve gelişen başlıkları, “doğrudan varolma / hayatta kalma” dinamiklerine nazaran ele alınıp, o açıdan değerlendirilmelidir. Ekonomi; ancak ve sadece, İnsan için var olacaksa, öncelik verilecek “ehemmiyetli” konu ile başlıkları da, özenle sıralama/seçme zamanıdır.
Cumhuriyetimizin yüzbirinci yılında, Atatürk’ün tarihi sözleriyle; “daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlama” dileklerimizi, bir kez daha paylaşıyoruz