hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Türkçeyi yanlış kullanan kişiyi düzeltme deneyi

    06.11.2017 Pazartesi | 10:44Son Güncelleme:

    Önceki kelimeyle siyam ikizi olan -de'ler..., 'geri iade'ler, bir türlü çektiremediğimiz ama 'çekildiğimiz' fotoğraflar, zıvanadan çıkaranlar... Gel vatandaş, burada yok yok!

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yıllar önce, Radikal gazetesinin Cumartesi ekinde genç bir muhabirken masa telefonum çalmış, “Alo?” dediğim anda karşıdan tiz bir ses, “Bu gazetedeki yazım yanlışları n’olacaaakkk n’olaacaaakk! Yeter artık yeteeeeer!” diye bağırmaya başlamıştı. Ana gazeteden bahsediyordu (ki hayret çünkü çok az tashih çıkardı Radikal’de), yanlış bölüme bağlandığının farkında değildi, beni hiç dinlemiyordu ve sürekli isyan ediyordu. Monolog yaklaşık 15 dakika sürmüş, bulduğum aralıklarda onu anladığımı, durumu ilgili kişilere ileteceğimi, daha titiz davranılacağını söylemiş, sonunda ‘çat’ sesiyle birlikte ahizeyi yerine koymuştum. Durumu anlayan ekip arkadaşlarım, “Melis nasıl böyle sabırla açıklama yapabildin?” diye şok geçirmişti. Sabırla cevap vermiştim çünkü o hanımefendiyi anlayabiliyordum. Hatta kafamdaki hayali kristal kürede, ileride bir gün benim de bir medya kuruluşunu arayıp böyle çığırabileceğimi gördüğümden peşin peşin empati kuruyordum.

    Türkçeyi yanlış kullanan kişiyi düzeltme deneyi

    Anneannem Türkçe konusunda uzman bir edebiyat öğretmeniydi, lisede çok iyi bir edebiyat hocam vardı ve öğrenmeye meraklı bir çocuktum. Tüm bunlar beni Türkçe kullanımı konusunda hassas biri yaptı. Daha doğrusu yapmış. Böyle olduğunu, üniversite tezimi teslim etmeden birkaç gün önce fikir almak üzere gittiğim bir profesör, “Aferin, yazım yanlışın nerdeyse hiç yok,” dediğinde anlamıştım. 20’lerimin başındaydım ve zaten hayatta herkesin böyle olduğunu sanıyordum. Dolayısıyla bu yorumu duymak beni şaşırtmıştı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yıllar geçti, gazeteciliğin de katkısıyla dil kullanımı konusunda ‘takık' birine dönüştüm. Ne tuhaf bir kaderdir, ben taktıkça takılacak şeylerin miktarı da artmaya başladı Türkiye’de. İnternet ve sosyal medyanın da etkisiyle çoğu kişi için üzerinde durulmayacak basit bir mesele oldu Türkçeyi düzgün kullanmak. Bir Hakkı Devrim yetkinliğiyle konuşmam mümkün değil, her şeyi doğru bilmeme elbette imkan yok. Daha da öğreneceğim çok şey var. Ama uğraşıyorum. Yeni deneyimde yazım ve kullanım yanlışlarına eğilmeye karar verdim. İşte olanlar… 

    • Biliyorsunuz insanımız düzeltilmekten hoşlanmaz. Bizler, “Yaptım-oldu!” hatta, “Yaptım-harika oldu!” soyundan gelmekteyiz. İnternet ve sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri de, “Yaptım-bi durum mu var karşim?!” frekansındayız. Bir şeyin doğrusunu söylemeye kalktığınız zaman ‘ukala’, ‘çokbilmiş’ olarak yaftalanmanız bir kenara, bir de yaptığı yanlışı ölümüne savunana rastlıyorsunuz artık. “İnternet çağında öyle şeylere dikkat edecek zaman yok!” deniyor mesela. Anlamıyor ben. Nasıl yok? -de’yi ayıracak zaman bulamadın, 12 tane gözünden yaş fışkıran emojiyi koymayı bildin. Bu nasıl iş? Bir yandan da birini düzeltmek hakikaten zor iş. İlk yayın yönetmenim bir yanlış yaptığımızda çatırt diye düzeltirdi bizi dergide. Bayılırdım bu huyuna. Hiç freni yoktu. Ama bu herkesin kolay kolay yapabileceği bir şey değilmiş. Deney sırasında iyice anladım. Böyle hığğğğ gibi ıkınmayla karışık bir kasılma geliyor insana. “Yapsam mı yapmasam mı? Desem mi demesem mi?” patinajlar yapıyor kafada. Genellikle de susup, “Hı hı hı hı…” diye dinlemeye devam ediyorsun karşındakini.  

    • Liseden yakın arkadaşlarımla bir WhatsApp grubumuz var. İçlerinden biri okul zamanı ‘inek’ diye tabir ettiğimiz, “Hiç çalışamadım=100” şeklinde tanıtabileceğim biri. Takdir belgelerini eve indirimdeki rulo kağıt havlular gibi istiflemiş bir arkadaşımız. Kendisi grubumuza bir mesajlar atıyor, aman yarabbi! Sıfır virgül-nokta, cümle nerede başlayıp nerede bitiyor belli değil, -de’ler, -mi’ler önceki kelimeyle siyam ikizi, okudukça gözlerimden kanlar akıyor. Deneyi de vesile bilip (ki aralarda sürekli laf çarpıyorum), “Vah vaaah! Her sene takdirle geçen şu öğrencinin haline bak!” dedim, hemen ‘revize’ haliyle tekrar gönderdi mesajını. “İyi ki varsın sevgili Melis!” kinayesiyle birlikte. “N’apıyorsun, neden yapıyorsun?” diyorum, “Acelem var,” diyor.
       
    • Bir arkadaşım için doğum günü pastası siparişi veriyordum. “Ne yazılsın?” dedi pastanedeki adam, “İyi ki doğdun!” dedim. Daha kalemi kağıdın üzerine götürüyordu, “-ki ayrı!” diye atladım. Bir saniye duraksadı, sonra yazmaya devam etti. Adama testiyi kırmadan tokat atmışım gibi hissettim ama yapacak bir şey yoktu. Pasta teslim edildiğinde o minik plakada ‘iyiki’ yazmaya kalksaydı, bıçağı araya daldırdığım gibi katır katır keserek ayırabilirdim.
       
    • Mahalledeki ozalitçiye girdim, bir şeyleri taratıyorum. Adamın arkasındaki duvarda kocaman ama hakikaten seçim afişi boyutunda bir afiş: “Fotoğraflarınızı tişört, yastık yada bardağa bastırmak istermisiniz?” Böyle 350 punto falan. Gözlerim yuvalarından çıktı. Bakıyorum bakıyorum, ter basıyor; bakıyorum bakıyorum, derin nefesler alıyorum. Sonunda dayanamadım, zaten deney için biçilmiş kaftan, fazla da antipatik olmamaya çalışarak sevecen bir tonda, “Pardon size bir şey soracağım, yani hakikaten şunu baskıya göndermeden önce bir kişi bile okumadı mı?” diye sordum. Adam takır tukur çalışan makineden kafasını kaldırıp şaşkın bir ifadeyle işaret ettiğim yere baktı, yazıyı okudu ve adeta utanmış bir şekilde yavaşça, “Haklısınız,” dedi. Sevindim çünkü, “Ne var ki abla?” diyebilirdi. Hatta, “Ne varki abla?”
       
    • Bir etkinlikte sadece iş vesilesiyle tanıştığım biri, “Ben şu kartı geri iade edip geliyorum,” dedi. Birkaç saniye duraksadıktan sonra gülümseyerek, “Sadece iade et ya da geri ver bence, geri iade etme,” dedim, böyle ‘ihihihi’ gibi gözlerle baktı ve gitti. Başka bir şey demek istediğimi sandı galiba.
       
    • Bir ‘zıvanadan çıkaranlar’ listesi yapsam birinci sırada tartışmasız ‘dahi’ geliyor. Maalesef a’sı kısa söylenen/söylenmesi gereken ‘dahi’ sizlere ömür. Bitti o. Gitti. Yerine ‘daaahi' geldi. TRT spikerlerinden üst düzey iş adamlarına kadar o kadar çok yanlış kullanan var ki, doğrusunu bilenin Anadolu leoparı gibi nesli tükeniyor sanki. Geçenlerde bir arkadaşım yanlış kullandı, hemen müdahale ettim. “Hmm doğru,” dedi ve kendi kendine birkaç kez tekrarladı.
       
    • Bir de çok hoşuma giden yanlışlar var. Yıllardır evimize gelen yardımcımız ‘memli’ der mesela ‘nemli’ye. ‘Sebze’ye de ‘zebze’. Malum bira markasına da ‘turbo’ diyordu. “Turboları atayım mı, yoksa debüztilo mu?” Hiç bozmuyorum, bayılıyorum.
       
    • Zamanında ünlü bir moda dergisinde çalışırken, bir sayfada kullanılacak güneş gözlüğü ile ilgili bilgileri öğrenmek üzere bir mağazayı aramıştım. Satış görevlisi kadın, hangi gözlükten bahsettiğimi teyit etmek için ismi kodlamaya başladı ve şöyle dedi: “Janimarka’nın j’si…” Ahizeyi yiyecektim gülmemek için.
       
    • Yeri gelmişken deney sırasında düzeltme imkanı bulamasam da ‘cüret’in neden ‘cürret’, ‘ajitasyon’un neden ‘acıtasyon’ diye okunduğunu, ‘için’ yerine niye ‘adına’, ’fotoğraf çektirmek’ yerine neden ‘çekilmek’ dendiğini, koskoca ‘helal olsun’un a’sının ne ara kısaldığını anlamaya çalışıyorum. #anlayamazsınız
       
    • Evet sevgili dostlar, bir Türkçe programımızın daha sonuna geldik. Bu sevda bitmez, bu düzeltme işi tükenmez. Kafayı fazla takarsanız efkardan kendinizi rakı sofralarında bulabilirsiniz. Hepinize yazım kılavuzlarınızın el altında olduğu günler diliyorum.