Yıllar önce, Radikal gazetesinin Cumartesi ekinde genç bir muhabirken masa telefonum çalmış, “Alo?” dediğim anda karşıdan tiz bir ses, “Bu gazetedeki yazım yanlışları n’olacaaakkk n’olaacaaakk! Yeter artık yeteeeeer!” diye bağırmaya başlamıştı. Ana gazeteden bahsediyordu (ki hayret çünkü çok az tashih çıkardı Radikal’de), yanlış bölüme bağlandığının farkında değildi, beni hiç dinlemiyordu ve sürekli isyan ediyordu. Monolog yaklaşık 15 dakika sürmüş, bulduğum aralıklarda onu anladığımı, durumu ilgili kişilere ileteceğimi, daha titiz davranılacağını söylemiş, sonunda ‘çat’ sesiyle birlikte ahizeyi yerine koymuştum. Durumu anlayan ekip arkadaşlarım, “Melis nasıl böyle sabırla açıklama yapabildin?” diye şok geçirmişti. Sabırla cevap vermiştim çünkü o hanımefendiyi anlayabiliyordum. Hatta kafamdaki hayali kristal kürede, ileride bir gün benim de bir medya kuruluşunu arayıp böyle çığırabileceğimi gördüğümden peşin peşin empati kuruyordum.
Anneannem Türkçe konusunda uzman bir edebiyat öğretmeniydi, lisede çok iyi bir edebiyat hocam vardı ve öğrenmeye meraklı bir çocuktum. Tüm bunlar beni Türkçe kullanımı konusunda hassas biri yaptı. Daha doğrusu yapmış. Böyle olduğunu, üniversite tezimi teslim etmeden birkaç gün önce fikir almak üzere gittiğim bir profesör, “Aferin, yazım yanlışın nerdeyse hiç yok,” dediğinde anlamıştım. 20’lerimin başındaydım ve zaten hayatta herkesin böyle olduğunu sanıyordum. Dolayısıyla bu yorumu duymak beni şaşırtmıştı.
Yıllar geçti, gazeteciliğin de katkısıyla dil kullanımı konusunda ‘takık' birine dönüştüm. Ne tuhaf bir kaderdir, ben taktıkça takılacak şeylerin miktarı da artmaya başladı Türkiye’de. İnternet ve sosyal medyanın da etkisiyle çoğu kişi için üzerinde durulmayacak basit bir mesele oldu Türkçeyi düzgün kullanmak. Bir Hakkı Devrim yetkinliğiyle konuşmam mümkün değil, her şeyi doğru bilmeme elbette imkan yok. Daha da öğreneceğim çok şey var. Ama uğraşıyorum. Yeni deneyimde yazım ve kullanım yanlışlarına eğilmeye karar verdim. İşte olanlar…
Yıllar önce, Radikal gazetesinin Cumartesi ekinde genç bir muhabirken masa telefonum çalmış, “Alo?” dediğim anda karşıdan tiz bir ses, “Bu gazetedeki yazım yanlışları n’olacaaakkk n’olaacaaakk! Yeter artık yeteeeeer!” diye bağırmaya başlamıştı. Ana gazeteden bahsediyordu (ki hayret çünkü çok az tashih çıkardı Radikal’de), yanlış bölüme bağlandığının farkında değildi, beni hiç dinlemiyordu ve sürekli isyan ediyordu. Monolog yaklaşık 15 dakika sürmüş, bulduğum aralıklarda onu anladığımı, durumu ilgili kişilere ileteceğimi, daha titiz davranılacağını söylemiş, sonunda ‘çat’ sesiyle birlikte ahizeyi yerine koymuştum. Durumu anlayan ekip arkadaşlarım, “Melis nasıl böyle sabırla açıklama yapabildin?” diye şok geçirmişti. Sabırla cevap vermiştim çünkü o hanımefendiyi anlayabiliyordum. Hatta kafamdaki hayali kristal kürede, ileride bir gün benim de bir medya kuruluşunu arayıp böyle çığırabileceğimi gördüğümden peşin peşin empati kuruyordum.
Anneannem Türkçe konusunda uzman bir edebiyat öğretmeniydi, lisede çok iyi bir edebiyat hocam vardı ve öğrenmeye meraklı bir çocuktum. Tüm bunlar beni Türkçe kullanımı konusunda hassas biri yaptı. Daha doğrusu yapmış. Böyle olduğunu, üniversite tezimi teslim etmeden birkaç gün önce fikir almak üzere gittiğim bir profesör, “Aferin, yazım yanlışın nerdeyse hiç yok,” dediğinde anlamıştım. 20’lerimin başındaydım ve zaten hayatta herkesin böyle olduğunu sanıyordum. Dolayısıyla bu yorumu duymak beni şaşırtmıştı.
Yıllar geçti, gazeteciliğin de katkısıyla dil kullanımı konusunda ‘takık' birine dönüştüm. Ne tuhaf bir kaderdir, ben taktıkça takılacak şeylerin miktarı da artmaya başladı Türkiye’de. İnternet ve sosyal medyanın da etkisiyle çoğu kişi için üzerinde durulmayacak basit bir mesele oldu Türkçeyi düzgün kullanmak. Bir Hakkı Devrim yetkinliğiyle konuşmam mümkün değil, her şeyi doğru bilmeme elbette imkan yok. Daha da öğreneceğim çok şey var. Ama uğraşıyorum. Yeni deneyimde yazım ve kullanım yanlışlarına eğilmeye karar verdim. İşte olanlar…