hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Sokakta "affedersiniz", "pardon" deme deneyi

    22.12.2017 Cuma | 12:49Son Güncelleme:

    Biliyorsunuz ülkemizde bize has adetler ve kurallar vardır. Mesela biri, sokakta bir hata yaptığında (ayağa basma, kapıyı arkadan gelenin yüzüne çarpma, kaldırımda omuz atma, şemsiyenin ucunu göze sokma, vb.) çoğunlukla size sizi eskilerden bir yerden, sanki ilkokul sıralarından tanıyormuş ama sizi (ve hatta babanızı) zaten ezelden beri hiç sevmiyormuş gibi bir ifadeyle, adeta mahkeme duvarı/ şoklanmış balık gibi birkaç saniye kadar bakar ve hiçbir şey söylemeden yoluna devam eder. İşte bunun adı güzel Türkçemizde "özür dilemek"tir sevgili deneyseverler. Uzun uzadıya ilgi, alaka bekleyenler, gönüllerini tok tutmayı öğrenmelidirler.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sokakta affedersiniz, pardon deme deneyi

    Toplum içinde irili ufaklı bir kabahat karşısında özür dilendiğine şahit olduğumda gözlerimin nineler gibi yaşardığı şu çağda bol bol "affedersiniz", "pardon" demeye ve insanların bu konuda nasıl davrandığını gözlemlemeye çalıştım. İşte sonuçlar… 

    • İnsanımız market reyonlarında, kaldırımlarda, mekan girişlerinde uzun uzun durma konusunda çok sebatkar, kenara çekilme konusunda ise çok nazlı. Kimse "göz ucu radarını" kullanmaya meraklı değil. Naçizane tecrübelerimden insanın gözünün dış ucuyla sağdan-soldan hangi gölgelerin yaklaştığını anlayabildiğini biliyorum. Fakat sokaktaki insanımız sanki başka bir gezegendenmiş ve göz ucu radarı hiç olmamış gibi sağa-sola doğru ani hareketler yapıyor, duruyor, yol vermiyor, çarpıyor, ittiriyor, duruyor ve duruyor. İşin ilginç yanı, "pardon" demeniz de çoğu zaman bir işe yaramıyor. İnsanımızın kulaklarında çeşitli kelimeleri duvardan sektirme özelliği var. İki-üç kez "affedersiniz" dediğim halde olduğu yerde işini yapmaya devam eden veya sadece nereye gideceğini düşündüğü için öylece duran insanlarla karşılaştım, karşılaşmaya devam ediyorum. Böyle durumlar için bir teknik geliştirmek zorunda kaldım. Size de tavsiye edeyim. Bir kez "pardon" dedikten sonra durumda herhangi bir değişiklik olmuyorsa soğukkanlı ama seviyesi, “Yangın var!”a eş olabilecek bir şiddette “PARDON!” deyin. İnsanımız irkiliyor, anlıyor, harekete geçiyor.  

    • Geçen gün taksideyken telefonda hararetli bir konuşmanın içerisindeydim. Çoğumuz bizi bir yerden bir yere götüren şoförü bu esnada yok-adam statüsünde sayıyoruz. Aslında kim bilir hakkımızda neler düşünüyor? Böyle bol konuşmalı yolculuklardan sonra inerken mümkün mertebe şoför beye, “Sizin de kafanızı şişirdik, kusura bakmayın,” demeye gayret ederim. Hoş iş işten geçmiş, adamın kulakları zaten yanmıştır da, neyse. İşte geçen gün o hararetli konuşmanın ardından yine, “Kusura bakmayın” dedim. “Estağfurullah olur mu öyle şey, biz neler görüyoruz” dedi adamcağız. Hakikaten biz zaman zaman taksilerden şikayet ediyoruz da, bir de taksiciler dile gelse kim bilir neler çıkacak.  

    Sokakta affedersiniz, pardon deme deneyi

    • Beşiktaş’tan minibüse bindim, ayakta demir boruya tutunarak uça uça gidiyorum. Yanımda da genç bir kız. Bir elinde torbalar, bir elinde telefon. Boruyu bıraktı, mesajlarına bakmaya kalktı ve tabii ki üstüme uçtu. Tatlı bir şekilde gülümseyerek, “Yapmamam gerekiyormuş, pardon” dedi. “Rica ederim” dedim. 200’le gittiğimiz için biraz sonra yine sendeledik ve bu sefer ben kızın ayağına bastım. “Affedersiniz” dedim. “Tabii” dedi. Yani artık "kusur kardeşi" olmuştuk. Pardon sırası bende olduğu için doğal karşılamıştı.  

    • Özür dilemek, bırakın sokağı, evlerin, ilişkilerin içinde bile duyulamayan, böyle 100 yıllık porselen çay takımı gibi bir şey. Kırıldı kırılacak, kırılmış yapıştırılamayacak. Özür dilemek sanırım bize kendimizi kötü, savunmasız, ezik hissettiriyor. Hatta artık, “Ne kadar bağırır çağırır edepsizlik yaparsan o kadar haklısın!” anlayışı hakim olduğundan kimsenin yelkenleri suya indirmeye niyeti yok. Hizmet sektöründe de sıklıkla dikkatimi çekiyor. Eksik, bozuk, yanlış, tatmin etmeyen bir hizmeti/ürünü dile getirdiğiniz zaman ya bir sessizlik ya da belli belirsiz bir, “Hmm…” ile karşılaşıyor, adeta bunu dile getirdiğiniz için özür diler konuma geliyorsunuz. Geçen gün restoranda masaya konan bardağıma bir baktım, mektup kağıdına bırakılmış gibi kıpkırmızı bir ruj. Saçlarım elektriklendi. Garsona söylüyorum, “Pardon bu bardağı değiştirebilir misiniz?” diye, “Hıı…” diyerek alıyor, gidiyor.    

    • Karşılıklı "özürleşmeye" o kadar alışkın değiliz ki, birine, “Çok affedersiniz!” de deseniz, “Kusura bakma kardeş!” de deseniz bir cevap alamıyorsunuz. Amerikan dizilerinde/filmlerinde değişmez bir sahne vardır, biri birini kırar, hata yapar, bir müddet sonra özür diler, karşı taraf da, “I accept your apology” diye karşılık verir. “Özrünü kabul ediyorum.” Sonra bunlar mutlu mesut ya da her nasılsa öyle hayatlarına devam ederler. Bizdeki "kin kültürü" galiba böyle bir kabullenmeye imkan vermiyor. Zaten özür dileyen de yok. İşlem tamam.   

    • Deneyimi sona erdirirken sorayım: En son ne zaman özür dilediniz? En son ne zaman biri sizden özür diledi? En son ne zaman birini kırdınız? Kırgınlıklar kendi kendine geçer diye mi beklediniz? İki kelime. Ama reel hayatta uygulamaya gelince sanki bir destan. “Özür dilerim.” Hepinize özür dilemek zorunda kalmayacağınız ama gerekirse de dileyeceğiniz, beklediğiniz özürleri aldığınız günler diliyorum.