WhatsApp hayatıma epey geç girdi. 2013 yılında yazı işleri müdürlüğünü yaptığım InStyle dergisinde tüm ekip haberleşme aracı olarak bu sistemi kullanıyordu ve ben inatçı bir nine gibi SMS’teydim. Gel zaman git zaman bu işin böyle yürümeyeceğine kanaat getirip sanırım yılın sonlarına doğru yükledim gitti. Mahremiyete fazlasıyla düşkün biri olarak, son görülme saatimin, online olduğum anın falan bilinmesi bana korkunç bir şey gibi geliyordu. Nereden bilecektim daha bunun Instagram’ı olacak, gün gelecek bankada işlem yaptırırken gişe memuru, “Melis Hanım beraber bir Snap atalım mı?” diyecek. (“Ne atıcaz?!?” demiştim.)
Herkesin WhatsApp üzerinden haberleşmesi, grupların ortaya çıkması, konum paylaşma, fotoğraflar, sesli mesaj, görüntülü konuşma, emojiler derken WhatsApp bize insanlarla yüz yüze görüşmeye gerek kalmadan sürekli bir arada olma konforunu tattırdı. Ona o kadar çok o kadar çok alıştık ki, yanlışlıkla parmağımın üzerinde basılı kaldığı bir gün uygulamayı sildiğimde (yedekleme kullanmadığım için) tepinecek kıvama geldiğimi bilirim. Sinsi, fıstık yeşili bir yılan gibi hayatımıza girip bizi zehirlemişti, bağımlı hale getirmişti.
Bir süredir WhatsApp’ın hayatımda çok fazla yer kapladığını, bir sürü şeye odaklanmamı engellediğini, WhatsApp’sız bir dünyanın nasıl olacağını, ‘demode olma’ halinin çoğu şeyin kaderi olduğunu ve tıpkı şimdi nasıl MSN’e, “Ay hakkaten öyle bir şey vardı!” diye bakılıyorsa bu uygulamanın da bir zaman sonra o şekilde anılacağını düşündüğüm günlerden biriydi ki… WhatsApp çöktü! Tüm dünyada. Ve insanlar çıldırdı. Facebook, Twitter, Instagram, Ekşisözlük ne varsa hepsine saldırıp bilgi almaya, isyan etmeye başladılar. Kimileri için dünyanın sonu gelmiş gibiydi, o derece. Modern hayattaki en büyük bağımlılıklardan biri olmuştu bu uygulama. Aklımda olanı vakit geçirmeden uygulamaya, ‘7 Gün WhatsApp Kullanmama Deneyi’ni başlatmaya karar verdim. İşte gün gün sonuçlar…
1. GÜN
• Mekiği uzaya fırlatacakmış gibi hazırlıklarımı yaptım. Hazırlık dediğim de bildirimleri kapamak, eşe-dosta son mesajlarımı atmak ve kendimi psikolojik olarak, “Yapabilirsin Rocky!” kıvamına getirmekti. Ana ekranda duran yeşil kareciği arkalarda bomboş bir sayfaya taşıyıp karantina altına aldım. Yedi gün boyunca göz ucuyla bile bakmayacağıma dair kendime söz verdim. Zavallıcık karanlık bir zindanda tek başına kalmış gibi duruyor öyle, mahzun. Hemen kendimi toparlayıp, “Acımak yok! Acımak yok!” diyerek ana ekrana döndüm ve boş kalan yere başka bir uygulamayı koymayı denedim. Ama Yerine Sevemem şarkısını içli içli söyler gibi yapamadım, kıyamadım. Öyle bıraktım. Aslında uygulamayı tamamen silmeyi düşünüyordum ama bir haftada ortalama kaç mesaja maruz kaldığımı belgelemek istiyordum. Hoş, deney yaptığımdan haberdar olan yakınlarımla mesajlaşmam kesileceği için gerçek rakamı tam olarak bilemeyecektim ama, “Çok sık ve çok adette yazıştığım insanları hesap edince, yedi gün sonunda göreceğim rakamın iki katına yakın mesaj alıyorumdur,” diye düşündüm. (Matematiğim rezildir, hesap doğru mu bilmiyorum ama sırf kardeşimle mesajlaşmalarım bazen günde 100’ü buluyordur.)
• Sık yazdığım gruplara, kulağına kasımpatı takmış Oya Başar gibi, “Beni özleyin anacııım baaaay” diyerek veda ettim. Kimilerinden, “Özleyeceğiz!” kimilerinden, “Nereyee?” yanıtları geldi. Son görülme tarihim 23 Mayıs Salı 15:01 olarak belgelendi. Telefonu bir köşeye bıraktım.
• Vedalaştıktan bir saat kadar sonra sıklıkla gittiğim kafede yazı yazarken yakınlardan bir ‘çınnn çınnn’ sesi geldi. WhatsApp bildirim sesi. İki saniye kadar benim telefonuma geldiğini zannedip akabinde başlattığım deneyi hatırladım. Ama böyle bir tuhaf oldum. Sanki sevdiğimin sesini hatırlamış gibi. İçim burkuldu.
• Bir süre sonra birine işle ilgili bir mail adresi göndermem gerekiyordu. Telefonda konuşurken, “WhatsApp’tan adresi atar mısınız?” dedi, “SMS’le atayım,” dedim. Ne yalan söyleyeyim, insan böyle deyince kendini biraz ezik hissediyor. Yani sanki internet paketiniz bitmiş, işte efendim faturanızı ödeyememişsiniz de hani sanki karşı taraf, “Hıımmm” diye dudaklarını büzüştürüyor gibi.
• Kafeden çıkıp eve yürürken yanımdan geçen çiftten birinin diğerine dönüp, “WhatsApp’tan mı yazdın bunu?” diye sorduğunu duydum. Hüzün içinde, “Ahh WhatsApp yaaa!” diyen 17’lik bir kız belirdi içimde.
• İlk gecenin akşamında bilgisayara gömülmüş yazı yazarken az ötede duran telefonuma baktım ve, “Bu kadar sessiz durduğu bir zamanı hatırlamıyorum,” diye geçirdim içimden. Yani sesi kısılmış bir insan gibi. Ya da ne bileyim yorgunluktan bayılmış azgın çocuk gibi. Çıtı çıkmıyor. Ekran bomboş, tertemiz. Sosyal medya bildirimlerimi açsam mı demeye başladım (hepsi yıllardır kapalı). “Neler konuşuluyordur şimdi?” diye düşündüm. Bir yerlerde acayip partiler dönüyor da sen grip olmuş evde yatıyorsun gibi bir hava oluyor, o derece. Üçüncü gün falan bağımlılar gibi titreyeceğimden korkmaya başladım.
2. GÜN
• Ah her cümle sonu enter’layan arkadaşlarım, ah bir türlü enter’layamadığı için 10 dakika ‘typing…’ konumunda kalan annem, ah her anımızı gerek fotoğraf gerek konumla paylaştığımız müdavim grubum, ah büyük geyiklerin bazen de büyük felsefelerin döndüğü öbür müdavim grubum, ah âtıl kalmış gruplar, ah emojiler… Aklımda tek şarkı: Neredesin Sen-Neşet Ertaş.
• Bu deney öncesinde sadece SMS’le haberleşen iki kişi tanıyordum, yıllardır beraber çalıştığım gitarist arkadaşım Faruk Kavi ve Pinhani’den Sinan Kaynakcı. Banka, Antalya’da beş yıldızlı termal otel ve bahis sitesi mesajlarının istilasına uğrayan SMS kutuma gün içinde belki bir kez falan baktığımdan onların mesajlarını zaman zaman gözden kaçırıyor, saatler sonra cevap yazıyor, bir de üstüne görüştüğümüzde, “Ya insan kaçırıyor SMS’leri” diyerek sanki suç onlardaymış gibi serzenişte bulunuyordum (bırakın WhatsApp’ı, akıllı telefon bile kullanmıyorlar). Sizden özür dilerim Faruk ve Sinan. Şimdi ben de sizlerden biriyim.
• Bugün için bir arkadaşımla buluşmak üzere birkaç gün öncesinden sözleşmiştik. Nereden sözleşmiştik? Tahmin etmeniz uzun sürmez. WhatsApp’ı zindana gönderdikten sonra arkadaşıma durumu anlatan, “Buradan haberleşelim,” temalı bir SMS attım. Ama bir gün boyunca hiç haber çıkmamasından mesajı görmediğini anladım. Telefonla aradığımda bana, “Aa ben oraya hiç bakmıyorum ki! Ivır zıvır mesajlarla dolu, bankalar…” diye söze başlıyordu ki, “Tamam tamam anlatma,” dedim. Buluşacağımız yeri rahat bulması için konum atacağımı söyleyerek telefonu kapattım. İki dakika sonra, “Yahu ben nasıl konum atacağım ki!” dedim. Eski usül, “Şimdi oradan sağ yap, şuradan sola dön,” diye telefonda yol tarifi veririm diye düşündüm. Neyse navigasyona yazmış, geldi.
3. GÜN
• Telefonda bir gariplik var. Çocuğunun peşinden mama kaşığıyla koşturan anne misali şarj aletiyle dolaştığımdan şaşkınlık içerisindeyim: Telefonun şarjı bitmiyor! Artık müzelik kategorisinde olan emektar telefonumun şarjının en fazla iki-üç saat dayanmasının sebebi belli oldu. Katil WhatsApp! Bu işi hafiften sevmeye başladım. Her yerde iki büklüm priz ara, doldu-dolmadı, %20 kırmızı stresi bitti.
• WhatsApp olmayınca arkadaşlarınızın araması sorması resmen seyrekleşiyor. Daha doğrusu şöyle düzelteyim, WhatsApp’larınızı telefonlarınızdan silin, bu hayatta kiminle gerçekten sık irtibatta olduğunuzu çok net anlayacaksınız.
• Cümle başı dua-el, kalp-göz koyan insanlardan değilim, hatta zamanında hiç kullanmazdım ama yine dergi zamanı herkes kullanıyor diye bu emoji illetine alışmıştım. Hatta bol keseden emoji kullananın karşısında sadece şöyle “:)” takılınca biraz ukala, uyuz bir insanmışsın gibi algılandığını da fark etmiştim (iş mesajlaşmalarında bile). İlk etapta tombiş gülen suratlarla ısınma turlarına başlamış, en son çıtayı çıldırmış hayalet’e, gözünden yaşlar fışkıran gülen surata kadar yükseltmiştim. Fakat ne yalan söyleyeyim, hala hiç emoji kullanmayanlara da davayı satmamış, karakterli insanlar gibi içten içe saygı duyuyor, özeniyordum. İşte artık o eski günlerimdeyim. Emoji kullanacak yer yok. Mail ya da SMS’te kullanmak kesinlikle aynı tadı vermiyor. Eski usül :) koya koya yazıyorum.
• Üçüncü gün sürerken bir ara telefonum çaldı. Baktım, üçnoktabir’den dostum Cenk (Turanlı). Açtığım anda karşıdan, “Neeerdesin seeen?” diye bir ses. Almanya’da konserdeymiş, oradan arıyor bir de. Bir önceki gece bir sürü mesaj atmış, cevap alamayınca dayanamayıp aramış. Deney yaptığımı söyledim. “Ben senin…” diye sağlam bir küfür savurdu. Sonra da tam ondan gelecek bir anket sorusu sordu: “Peki ya biri, ‘Melis Hanım bu mesaja 10 dakika içinde cevap yazarsanız milyonluk konser anlaşmanız hazır,’ deseydi ne yapacaktın?” Gülmeye başladım. “Ne yapalım, ‘Kısmet,’ diyecektim,” dedim. “Ne insansın sen ya!” diye kapattı.
• Bu deneyi biraz ‘kesat’ bir haftaya denk getirmeye çalıştım, yalan söylemeyeceğim. Yani iş ve özel meselelerin aşırı yoğun olduğu bir hafta olsaydı muhtemelen yapamazdım. Hoş inatçıyımdır, belli de olmaz. Bir sürü yazı yazacağım, pek dışarı çıkmayacağım, konserimin ya da özellikle gideceğim bir konserin/festivalin olmadığı, dolayısıyla çoğunlukla kendi kendime kalacağım bir hafta olacağından, “Ya eskiden WhatsApp mı vardı? N’apıyorduk ki altı-yedi sene önce?” diye diye deneye başladım ve kendimi hafta boyunca bu şekilde motive etmeye devam ettim.
Gelecek hafta: 4-5-6-7. günler
WhatsApp hayatıma epey geç girdi. 2013 yılında yazı işleri müdürlüğünü yaptığım InStyle dergisinde tüm ekip haberleşme aracı olarak bu sistemi kullanıyordu ve ben inatçı bir nine gibi SMS’teydim. Gel zaman git zaman bu işin böyle yürümeyeceğine kanaat getirip sanırım yılın sonlarına doğru yükledim gitti. Mahremiyete fazlasıyla düşkün biri olarak, son görülme saatimin, online olduğum anın falan bilinmesi bana korkunç bir şey gibi geliyordu. Nereden bilecektim daha bunun Instagram’ı olacak, gün gelecek bankada işlem yaptırırken gişe memuru, “Melis Hanım beraber bir Snap atalım mı?” diyecek. (“Ne atıcaz?!?” demiştim.)
Herkesin WhatsApp üzerinden haberleşmesi, grupların ortaya çıkması, konum paylaşma, fotoğraflar, sesli mesaj, görüntülü konuşma, emojiler derken WhatsApp bize insanlarla yüz yüze görüşmeye gerek kalmadan sürekli bir arada olma konforunu tattırdı. Ona o kadar çok o kadar çok alıştık ki, yanlışlıkla parmağımın üzerinde basılı kaldığı bir gün uygulamayı sildiğimde (yedekleme kullanmadığım için) tepinecek kıvama geldiğimi bilirim. Sinsi, fıstık yeşili bir yılan gibi hayatımıza girip bizi zehirlemişti, bağımlı hale getirmişti.
Bir süredir WhatsApp’ın hayatımda çok fazla yer kapladığını, bir sürü şeye odaklanmamı engellediğini, WhatsApp’sız bir dünyanın nasıl olacağını, ‘demode olma’ halinin çoğu şeyin kaderi olduğunu ve tıpkı şimdi nasıl MSN’e, “Ay hakkaten öyle bir şey vardı!” diye bakılıyorsa bu uygulamanın da bir zaman sonra o şekilde anılacağını düşündüğüm günlerden biriydi ki… WhatsApp çöktü! Tüm dünyada. Ve insanlar çıldırdı. Facebook, Twitter, Instagram, Ekşisözlük ne varsa hepsine saldırıp bilgi almaya, isyan etmeye başladılar. Kimileri için dünyanın sonu gelmiş gibiydi, o derece. Modern hayattaki en büyük bağımlılıklardan biri olmuştu bu uygulama. Aklımda olanı vakit geçirmeden uygulamaya, ‘7 Gün WhatsApp Kullanmama Deneyi’ni başlatmaya karar verdim. İşte gün gün sonuçlar…
1. GÜN
• Mekiği uzaya fırlatacakmış gibi hazırlıklarımı yaptım. Hazırlık dediğim de bildirimleri kapamak, eşe-dosta son mesajlarımı atmak ve kendimi psikolojik olarak, “Yapabilirsin Rocky!” kıvamına getirmekti. Ana ekranda duran yeşil kareciği arkalarda bomboş bir sayfaya taşıyıp karantina altına aldım. Yedi gün boyunca göz ucuyla bile bakmayacağıma dair kendime söz verdim. Zavallıcık karanlık bir zindanda tek başına kalmış gibi duruyor öyle, mahzun. Hemen kendimi toparlayıp, “Acımak yok! Acımak yok!” diyerek ana ekrana döndüm ve boş kalan yere başka bir uygulamayı koymayı denedim. Ama Yerine Sevemem şarkısını içli içli söyler gibi yapamadım, kıyamadım. Öyle bıraktım. Aslında uygulamayı tamamen silmeyi düşünüyordum ama bir haftada ortalama kaç mesaja maruz kaldığımı belgelemek istiyordum. Hoş, deney yaptığımdan haberdar olan yakınlarımla mesajlaşmam kesileceği için gerçek rakamı tam olarak bilemeyecektim ama, “Çok sık ve çok adette yazıştığım insanları hesap edince, yedi gün sonunda göreceğim rakamın iki katına yakın mesaj alıyorumdur,” diye düşündüm. (Matematiğim rezildir, hesap doğru mu bilmiyorum ama sırf kardeşimle mesajlaşmalarım bazen günde 100’ü buluyordur.)
• Sık yazdığım gruplara, kulağına kasımpatı takmış Oya Başar gibi, “Beni özleyin anacııım baaaay” diyerek veda ettim. Kimilerinden, “Özleyeceğiz!” kimilerinden, “Nereyee?” yanıtları geldi. Son görülme tarihim 23 Mayıs Salı 15:01 olarak belgelendi. Telefonu bir köşeye bıraktım.
• Vedalaştıktan bir saat kadar sonra sıklıkla gittiğim kafede yazı yazarken yakınlardan bir ‘çınnn çınnn’ sesi geldi. WhatsApp bildirim sesi. İki saniye kadar benim telefonuma geldiğini zannedip akabinde başlattığım deneyi hatırladım. Ama böyle bir tuhaf oldum. Sanki sevdiğimin sesini hatırlamış gibi. İçim burkuldu.
• Bir süre sonra birine işle ilgili bir mail adresi göndermem gerekiyordu. Telefonda konuşurken, “WhatsApp’tan adresi atar mısınız?” dedi, “SMS’le atayım,” dedim. Ne yalan söyleyeyim, insan böyle deyince kendini biraz ezik hissediyor. Yani sanki internet paketiniz bitmiş, işte efendim faturanızı ödeyememişsiniz de hani sanki karşı taraf, “Hıımmm” diye dudaklarını büzüştürüyor gibi.
• Kafeden çıkıp eve yürürken yanımdan geçen çiftten birinin diğerine dönüp, “WhatsApp’tan mı yazdın bunu?” diye sorduğunu duydum. Hüzün içinde, “Ahh WhatsApp yaaa!” diyen 17’lik bir kız belirdi içimde.
• İlk gecenin akşamında bilgisayara gömülmüş yazı yazarken az ötede duran telefonuma baktım ve, “Bu kadar sessiz durduğu bir zamanı hatırlamıyorum,” diye geçirdim içimden. Yani sesi kısılmış bir insan gibi. Ya da ne bileyim yorgunluktan bayılmış azgın çocuk gibi. Çıtı çıkmıyor. Ekran bomboş, tertemiz. Sosyal medya bildirimlerimi açsam mı demeye başladım (hepsi yıllardır kapalı). “Neler konuşuluyordur şimdi?” diye düşündüm. Bir yerlerde acayip partiler dönüyor da sen grip olmuş evde yatıyorsun gibi bir hava oluyor, o derece. Üçüncü gün falan bağımlılar gibi titreyeceğimden korkmaya başladım.
2. GÜN
• Ah her cümle sonu enter’layan arkadaşlarım, ah bir türlü enter’layamadığı için 10 dakika ‘typing…’ konumunda kalan annem, ah her anımızı gerek fotoğraf gerek konumla paylaştığımız müdavim grubum, ah büyük geyiklerin bazen de büyük felsefelerin döndüğü öbür müdavim grubum, ah âtıl kalmış gruplar, ah emojiler… Aklımda tek şarkı: Neredesin Sen-Neşet Ertaş.
• Bu deney öncesinde sadece SMS’le haberleşen iki kişi tanıyordum, yıllardır beraber çalıştığım gitarist arkadaşım Faruk Kavi ve Pinhani’den Sinan Kaynakcı. Banka, Antalya’da beş yıldızlı termal otel ve bahis sitesi mesajlarının istilasına uğrayan SMS kutuma gün içinde belki bir kez falan baktığımdan onların mesajlarını zaman zaman gözden kaçırıyor, saatler sonra cevap yazıyor, bir de üstüne görüştüğümüzde, “Ya insan kaçırıyor SMS’leri” diyerek sanki suç onlardaymış gibi serzenişte bulunuyordum (bırakın WhatsApp’ı, akıllı telefon bile kullanmıyorlar). Sizden özür dilerim Faruk ve Sinan. Şimdi ben de sizlerden biriyim.
• Bugün için bir arkadaşımla buluşmak üzere birkaç gün öncesinden sözleşmiştik. Nereden sözleşmiştik? Tahmin etmeniz uzun sürmez. WhatsApp’ı zindana gönderdikten sonra arkadaşıma durumu anlatan, “Buradan haberleşelim,” temalı bir SMS attım. Ama bir gün boyunca hiç haber çıkmamasından mesajı görmediğini anladım. Telefonla aradığımda bana, “Aa ben oraya hiç bakmıyorum ki! Ivır zıvır mesajlarla dolu, bankalar…” diye söze başlıyordu ki, “Tamam tamam anlatma,” dedim. Buluşacağımız yeri rahat bulması için konum atacağımı söyleyerek telefonu kapattım. İki dakika sonra, “Yahu ben nasıl konum atacağım ki!” dedim. Eski usül, “Şimdi oradan sağ yap, şuradan sola dön,” diye telefonda yol tarifi veririm diye düşündüm. Neyse navigasyona yazmış, geldi.
3. GÜN
• Telefonda bir gariplik var. Çocuğunun peşinden mama kaşığıyla koşturan anne misali şarj aletiyle dolaştığımdan şaşkınlık içerisindeyim: Telefonun şarjı bitmiyor! Artık müzelik kategorisinde olan emektar telefonumun şarjının en fazla iki-üç saat dayanmasının sebebi belli oldu. Katil WhatsApp! Bu işi hafiften sevmeye başladım. Her yerde iki büklüm priz ara, doldu-dolmadı, %20 kırmızı stresi bitti.
• WhatsApp olmayınca arkadaşlarınızın araması sorması resmen seyrekleşiyor. Daha doğrusu şöyle düzelteyim, WhatsApp’larınızı telefonlarınızdan silin, bu hayatta kiminle gerçekten sık irtibatta olduğunuzu çok net anlayacaksınız.
• Cümle başı dua-el, kalp-göz koyan insanlardan değilim, hatta zamanında hiç kullanmazdım ama yine dergi zamanı herkes kullanıyor diye bu emoji illetine alışmıştım. Hatta bol keseden emoji kullananın karşısında sadece şöyle “:)” takılınca biraz ukala, uyuz bir insanmışsın gibi algılandığını da fark etmiştim (iş mesajlaşmalarında bile). İlk etapta tombiş gülen suratlarla ısınma turlarına başlamış, en son çıtayı çıldırmış hayalet’e, gözünden yaşlar fışkıran gülen surata kadar yükseltmiştim. Fakat ne yalan söyleyeyim, hala hiç emoji kullanmayanlara da davayı satmamış, karakterli insanlar gibi içten içe saygı duyuyor, özeniyordum. İşte artık o eski günlerimdeyim. Emoji kullanacak yer yok. Mail ya da SMS’te kullanmak kesinlikle aynı tadı vermiyor. Eski usül :) koya koya yazıyorum.
• Üçüncü gün sürerken bir ara telefonum çaldı. Baktım, üçnoktabir’den dostum Cenk (Turanlı). Açtığım anda karşıdan, “Neeerdesin seeen?” diye bir ses. Almanya’da konserdeymiş, oradan arıyor bir de. Bir önceki gece bir sürü mesaj atmış, cevap alamayınca dayanamayıp aramış. Deney yaptığımı söyledim. “Ben senin…” diye sağlam bir küfür savurdu. Sonra da tam ondan gelecek bir anket sorusu sordu: “Peki ya biri, ‘Melis Hanım bu mesaja 10 dakika içinde cevap yazarsanız milyonluk konser anlaşmanız hazır,’ deseydi ne yapacaktın?” Gülmeye başladım. “Ne yapalım, ‘Kısmet,’ diyecektim,” dedim. “Ne insansın sen ya!” diye kapattı.
• Bu deneyi biraz ‘kesat’ bir haftaya denk getirmeye çalıştım, yalan söylemeyeceğim. Yani iş ve özel meselelerin aşırı yoğun olduğu bir hafta olsaydı muhtemelen yapamazdım. Hoş inatçıyımdır, belli de olmaz. Bir sürü yazı yazacağım, pek dışarı çıkmayacağım, konserimin ya da özellikle gideceğim bir konserin/festivalin olmadığı, dolayısıyla çoğunlukla kendi kendime kalacağım bir hafta olacağından, “Ya eskiden WhatsApp mı vardı? N’apıyorduk ki altı-yedi sene önce?” diye diye deneye başladım ve kendimi hafta boyunca bu şekilde motive etmeye devam ettim.
Gelecek hafta: 4-5-6-7. günler