Terör bağlamında çok kötü haftalar, aylar, hatta bir yıl geçirdik. Türkiye'nin durumu malum... Her gün yeni canlar yanıyor. Ancak sınırlarımızın hemen ötesinde de durum vahim. 28 Eylül'de Taliban, Afganistan'ın kuzeyindeki 300 bin nüfuslu Kunduz kentini ele geçirdi. Yıllarca ABD tarafından eğitilmiş Afgan ordusu birliğini darmadağın etti. Suriye cephesinde de durum fena… Eğitilip donatılan ılımlı muhaliflerin sınırdan geçer geçmez ABD'nin verdiği silahları El Kaide bağlantılı El Nusra'ya teslim ettiği ortaya çıktı. Üstelik programın tek falsosu bu da değildi... 16 Eylül'de ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin kongrede önemli bir itirafta bulundu. "Eğitilen ve donatılan yüzlerce Suriyeli muhaliften, istediğimiz gruplara karşı çatışan sadece 4-5 kişi kaldı" diye... ABD'nin Irak'ta eğittiği ordunun hali de zaten Ramadi'den Musul'a birçok kentte ortada...
500 milyon dolar çöpe gitti
Eylül sadece Türkiye için değil dünya açısından da terörle mücadelede yıkıcı bir ay oldu. Fakat burada "tekrar eden bir kalıp" olduğu görülmeli. Suriye, Irak, Afganistan... Hangi ülke olduğu mühim değil. ABD'nin milyarlarca dolar harcayıp da eğittiği askerler de gruplar da başarılı olamıyor. Çoğu ilk fırsatta kaçıp gidiyor. Büyük umutlarla başlatılan ve 500 milyon dolara mal olan Suriye'deki eğit donat programı bunların sonuncusu... Eğitilen ve donatılan muhaliflerin ilk grubu sınırdan geçer geçmez El Nusra tarafından kaçırıldı. Son grup ise belli ki aynı kaderi paylaşmamak için El Nusra'yla karşılaştığı anda silahlarını teslim etmeyi seçti. Rusya Devlet Başkanı Putin bile Birleşmiş Milletler'deki konuşmasında dalgasını geçti programla. "Önce onları eğitip donatıyorsunuz sonra onlar IŞİD'in saflarına geçiyor" diye... ABD ne yapacağını şaşırmış durumda. Karar verene kadar programı durdurdular. Şu an, eldeki 120 muhalifin eğitimi sürecek. Ancak yeni muhalifler -en azından bir süreliğine- programa dâhil edilmeyecek.
Peki, neden böyle oldu?
Siyaseti falan karıştırmaya gerek yok. İnsanoğlunun genel yapısına bakmak yeter. İnsanlar "kendi" çıkarlarına ve hedeflerine göre hareket etmek ister. Bir başkasınınkine göre değil... Tarihi, dili, kültürü ya da toplum yapısını düşünmeden işe girmek ve bir şeyler talep etmek olmuyor. Ortadoğu'da olan tam da bu... Birinin kendi hayatını riske atması için gerçek bir nedeninin olması lazım. Birinin ona para, eğitip ya da silah vermesi değil... 2003'te Irak'ın ABD tarafından işgali sırasında bu "gönüllü" direnişin nasıl başarılı olabileceğini gördük aslında. Şii lider Mukteda El Sadr'a bağlı Mehdi Ordusu, Amerikan askerlerine karşı hiç beklenmedik bir direniş başlatmıştı. ABD askerleri büyük kayıplar vermişti bu çatışmalarda. Çünkü bir nedenleri vardı savaşmak için: İster dış mihrak diyelim, ister emperyalist güç. Ya da kısaca düşman: ABD… Onları ülkelerinden çıkarmak istiyorlardı. Bugün IŞİD'le mücadelede aynı şeyi söylemek kolay değil.
İşin içine din, etnik dengeler, ittifaklar giriyor
Bölgede ittifaklar da güç dengeleri de günden güne değişebiliyor. Suriye'yi bir düşünün... Her grup işlerine geldiği yerde birbirleriyle çatışıyor, işlerine geldiği yerde ise ittifak yapıp Esad rejimine karşı ortak mücadeleye girişiyor. Durum fazlasıyla karışık... Bu ortamda, bir grubu seçip "IŞİD'e karşı savaşın" demek düşünüldüğü kadar kolay olmayabiliyor. Onları, mezhebinden, aşiretine, kültürüne iyice incelemek lazım... Irak Ordusu geçen Haziran'da Musul'u IŞİD'e terk ederken tek bir kurşun bile atmadı. Kimileri "korkup kaçtılar" dedi. Kimileri Sünni askerlerin ve komutanların, Şii Irak yönetimi için savaşmaktansa, radikal de olsa Sünni IŞİD saflarına geçtiğini iddia etti. IŞİD'e karşı eğitip donatılan gruplar için de durum benzer. ABD bu askerleri seçerken kendi istihbaratı yetersiz olduğu için aralarında Türkiye'den MİT'in de olduğu yerel istihbaratların verdiği bilgileri esas aldı. Bu seçim için, radikal olmamaları, daha önce "terörist" olarak nitelenen gruplarla işbirliği yapmamış ve insan hakları ihlallerinde bulunmamış olmaları yeterliydi. Ancak seçimde diğer etkenler göz önünde bulundurulmadı.
Sivilleri silahlandırmak, gelir seni vurur
Sivilleri ya da muhalif grupları silahlandırmak konusunda da tartışma var. Sivil bir grubu eğitip silahlandırmak küçük ölçüde işe yarayabilir. Mesela bir köyün korunmasında, mahalledeki bir caminin ya da binanın korunmasında... Ama ölçek büyüdüğünde işler karışıyor. Yakın geçmişte bunun örneğini Libya İç Savaşı'nda gördük. Kaddafi'yi devirebilmek için hiçbir elemeden geçirilmeden muhalif herkese silah dağıtıldı. Öyle ki o dönemde 20 bin ton silah dağıtıldığı yönünde tahminler var. Kaddafi devrildi devrilmesine ama o silahların akıbeti belirsiz. Toplanması için çok sayıda kampanya yapıldı, silahını getirene ödüller vaat edildi. Ama başarılı olmadı. Halen onbinlerce silahın kimin elinde olduğu belirsiz. Ülkede yüzlerce farklı militan grup var. İstikrar bir türlü sağlanamıyor. IŞİD'e karşı da belli grupları silahlandırmak da bumerang etkisi yaratıp, önümüzdeki dönemde kendini vurma riski taşıyor.Yani işler zor, durum herkes için vahim.
Terör bağlamında çok kötü haftalar, aylar, hatta bir yıl geçirdik. Türkiye'nin durumu malum... Her gün yeni canlar yanıyor. Ancak sınırlarımızın hemen ötesinde de durum vahim. 28 Eylül'de Taliban, Afganistan'ın kuzeyindeki 300 bin nüfuslu Kunduz kentini ele geçirdi. Yıllarca ABD tarafından eğitilmiş Afgan ordusu birliğini darmadağın etti. Suriye cephesinde de durum fena… Eğitilip donatılan ılımlı muhaliflerin sınırdan geçer geçmez ABD'nin verdiği silahları El Kaide bağlantılı El Nusra'ya teslim ettiği ortaya çıktı. Üstelik programın tek falsosu bu da değildi... 16 Eylül'de ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin kongrede önemli bir itirafta bulundu. "Eğitilen ve donatılan yüzlerce Suriyeli muhaliften, istediğimiz gruplara karşı çatışan sadece 4-5 kişi kaldı" diye... ABD'nin Irak'ta eğittiği ordunun hali de zaten Ramadi'den Musul'a birçok kentte ortada...
500 milyon dolar çöpe gitti
Eylül sadece Türkiye için değil dünya açısından da terörle mücadelede yıkıcı bir ay oldu. Fakat burada "tekrar eden bir kalıp" olduğu görülmeli. Suriye, Irak, Afganistan... Hangi ülke olduğu mühim değil. ABD'nin milyarlarca dolar harcayıp da eğittiği askerler de gruplar da başarılı olamıyor. Çoğu ilk fırsatta kaçıp gidiyor. Büyük umutlarla başlatılan ve 500 milyon dolara mal olan Suriye'deki eğit donat programı bunların sonuncusu... Eğitilen ve donatılan muhaliflerin ilk grubu sınırdan geçer geçmez El Nusra tarafından kaçırıldı. Son grup ise belli ki aynı kaderi paylaşmamak için El Nusra'yla karşılaştığı anda silahlarını teslim etmeyi seçti. Rusya Devlet Başkanı Putin bile Birleşmiş Milletler'deki konuşmasında dalgasını geçti programla. "Önce onları eğitip donatıyorsunuz sonra onlar IŞİD'in saflarına geçiyor" diye... ABD ne yapacağını şaşırmış durumda. Karar verene kadar programı durdurdular. Şu an, eldeki 120 muhalifin eğitimi sürecek. Ancak yeni muhalifler -en azından bir süreliğine- programa dâhil edilmeyecek.
Peki, neden böyle oldu?
Siyaseti falan karıştırmaya gerek yok. İnsanoğlunun genel yapısına bakmak yeter. İnsanlar "kendi" çıkarlarına ve hedeflerine göre hareket etmek ister. Bir başkasınınkine göre değil... Tarihi, dili, kültürü ya da toplum yapısını düşünmeden işe girmek ve bir şeyler talep etmek olmuyor. Ortadoğu'da olan tam da bu... Birinin kendi hayatını riske atması için gerçek bir nedeninin olması lazım. Birinin ona para, eğitip ya da silah vermesi değil... 2003'te Irak'ın ABD tarafından işgali sırasında bu "gönüllü" direnişin nasıl başarılı olabileceğini gördük aslında. Şii lider Mukteda El Sadr'a bağlı Mehdi Ordusu, Amerikan askerlerine karşı hiç beklenmedik bir direniş başlatmıştı. ABD askerleri büyük kayıplar vermişti bu çatışmalarda. Çünkü bir nedenleri vardı savaşmak için: İster dış mihrak diyelim, ister emperyalist güç. Ya da kısaca düşman: ABD… Onları ülkelerinden çıkarmak istiyorlardı. Bugün IŞİD'le mücadelede aynı şeyi söylemek kolay değil.
İşin içine din, etnik dengeler, ittifaklar giriyor
Bölgede ittifaklar da güç dengeleri de günden güne değişebiliyor. Suriye'yi bir düşünün... Her grup işlerine geldiği yerde birbirleriyle çatışıyor, işlerine geldiği yerde ise ittifak yapıp Esad rejimine karşı ortak mücadeleye girişiyor. Durum fazlasıyla karışık... Bu ortamda, bir grubu seçip "IŞİD'e karşı savaşın" demek düşünüldüğü kadar kolay olmayabiliyor. Onları, mezhebinden, aşiretine, kültürüne iyice incelemek lazım... Irak Ordusu geçen Haziran'da Musul'u IŞİD'e terk ederken tek bir kurşun bile atmadı. Kimileri "korkup kaçtılar" dedi. Kimileri Sünni askerlerin ve komutanların, Şii Irak yönetimi için savaşmaktansa, radikal de olsa Sünni IŞİD saflarına geçtiğini iddia etti. IŞİD'e karşı eğitip donatılan gruplar için de durum benzer. ABD bu askerleri seçerken kendi istihbaratı yetersiz olduğu için aralarında Türkiye'den MİT'in de olduğu yerel istihbaratların verdiği bilgileri esas aldı. Bu seçim için, radikal olmamaları, daha önce "terörist" olarak nitelenen gruplarla işbirliği yapmamış ve insan hakları ihlallerinde bulunmamış olmaları yeterliydi. Ancak seçimde diğer etkenler göz önünde bulundurulmadı.
Sivilleri silahlandırmak, gelir seni vurur
Sivilleri ya da muhalif grupları silahlandırmak konusunda da tartışma var. Sivil bir grubu eğitip silahlandırmak küçük ölçüde işe yarayabilir. Mesela bir köyün korunmasında, mahalledeki bir caminin ya da binanın korunmasında... Ama ölçek büyüdüğünde işler karışıyor. Yakın geçmişte bunun örneğini Libya İç Savaşı'nda gördük. Kaddafi'yi devirebilmek için hiçbir elemeden geçirilmeden muhalif herkese silah dağıtıldı. Öyle ki o dönemde 20 bin ton silah dağıtıldığı yönünde tahminler var. Kaddafi devrildi devrilmesine ama o silahların akıbeti belirsiz. Toplanması için çok sayıda kampanya yapıldı, silahını getirene ödüller vaat edildi. Ama başarılı olmadı. Halen onbinlerce silahın kimin elinde olduğu belirsiz. Ülkede yüzlerce farklı militan grup var. İstikrar bir türlü sağlanamıyor. IŞİD'e karşı da belli grupları silahlandırmak da bumerang etkisi yaratıp, önümüzdeki dönemde kendini vurma riski taşıyor.Yani işler zor, durum herkes için vahim.