“Yalnız”: Bir anti kahraman hikâyesi

Son oyunları “Treplev” ile pek çok ödülü kucaklayan Başak Kıvılcım Ertanoğlu ve Ümit Erlim’in, tiyatro festivali kapsamında merhabasını verdiği yeni oyunları “Yalnız”, tiyatro ve edebiyat hemhalinden bildiğimiz Zeynep Kaçar’ın “Kabuk”tan sonraki (2022 Atillâ İlhan ve Notre Dame de Sion Edebiyat Ödüllerini kazanan) ikinci romanı. Projeksiyon mapping, modern hikâye anlatıcılığı ve yeni dramaturji arayışlarını birleştirerek sanatseverlere farklı bir deneyim sunan oyun, öznesi Feray’ın rotasında, “Tüm bu yaşadıklarımızda suçlu kim, kurban kim?” diye soruyor…
“İki farklı zaman diliminde ilerleyerek Feray’ın aylar ve yıllar içindeki değişimini bir ülkenin dönüşümüne paralel olarak izleyen “Yalnız”, kimliğinden koparılıp görülmez olan bir kadının kendini bulma, görme ve gösterme çabasını anlatıyor. Feray şarkılar söyleyen, hayaller kuran, âşık olunca ayakları yerden kesilen genç bir kadın; herkes gibi. Kötülüklerin sadece başkalarının başına geleceğine inanıyor ama yanılıyor. Çünkü gerçek hayatın masallarla ilgisi yok; sevdiği adamı sadece bir öpücük kurbağaya çevirmiyor, gezdiği cadde gece yarısı balkabağına dönüşmüyor, yaşadığı ülke bir anda uykuya dalmıyor. Her şey yavaş yavaş ve alıştırarak oluyor. Feray'ın etrafında olup biteni anlayıp “Dur!” demesi yıllarını alıyor. Geçmiş ve şimdiki zamanı aynı uzamda büken “Yalnız”da yaşam ve ölüm, muhafazakârlık ve özgürlük, seçimlerimiz, düzen ve karmaşa gibi motifler belirgin bir düzlem oluştururken suçlunun ve kurbanın kim olduğu sorusu çözülmesi gereken bir muammaya dönüşüyor.”
Yönetmenliğini Ümit Erlim’in üstlendiği ve aynı zamanda oyunculardan biri de olan Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile birlikte uyarladıkları oyunun dramaturji danışmanı Nilgün Firidinoğlu Tiryaki. İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile desteklenen “Yalnız”ın oyuncuları: Sıla Doğanay, Ecem Kocatepe, Ceyda Özcan, Şevin Parlak, Elif Uçar ve İdil Acim.
“Acı insanı geçmişsiz ve geleceksiz kılıyor” diyen (Doğan Kitap) “Yalnız”ın yazarı Zeynep Kaçar ve yaratıcılarından Başak K. Ertanoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik. (Es notu: Oyun fotoğrafları Cem Gültepe.)
“İnsan en çok kendinin körü oluyor”
İzninizle sondan başlamak isterim. “Şu anda gerçekleştirilen kentlerin ıslah çalışmaları artık fütüristik değil, nostaljiktir; şehirler geleceklerini geçmişlerine ilişkin doğaçlama tepkilerle tahayyül ediyor… Küresel kültür ile yerel kültür arasındaki mevcut karşıtlıkta şehir başka bir alternatif sunmaktadır: Yerel kozmopolitlik. Bu kozmopolitlik türünün temelinde elektronik arayüz değil, farklı kültürlerden yabancıların fiziksel bir mekânda yüz yüze karşılaşmaları vardır… Kent kimliği ortak bir hafızaya ve ortak bir geçmişe başvurur, ama kökleri toprak değil, insan yaratımı bir mekândadır: Kanın dışlayıcılığında değil, aynı anda hem yabancılaştırıcı hem de canlandırıcı olan kentteki birlikte yaşama dayalıdır.” 2015’te yaşama veda eden kültür teorisyeni, oyun yazarı ve romancı Svetlana Boym, (Metis Yayınları, Ferit Burak Aydar çev.) “Nostaljinin Geleceği” adlı kitabında bu şekilde tarifliyor. Boym’un tarifinden yola çıkarak hem kişisel hem de tiyatro hayatınızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Ve 2025 yılı için kısa ve uzun vadede dünyaya ve tiyatroya karşı öngörünüz ne olur?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Bu konu aslında şehirle bambaşka bağlar kurmamızı sağlıyor kesinlikle. Bana, yerel kozmopolitlik ve ıslah çalışmalarının fütüristik değil de nostaljik olması İstanbul’un birkaç senedir dönüştürdüğü güzelim mekânları anımsatıyor. Feshane mesela, tam da farklı kültürden yabancıların fiziksel bir mekânda bir karşılaşma yaşamalarına olanak tanıyor. Dönüşümün nostaljik bağı, mekânın geçmişten şimdiye uzanan o mimari hikâyesinin insana nasıl aktarılacağının düşünülmesiyle birlikte hayata geçirilmiş hali gerçekten iştah kabartıcı. Kütüphanesinde vakit geçirmek, bir kahve içmek, şöyle bir sergiye göz atmak için gittiğinizde, içinizdeki değişimi, o mutluluk hissini deneyimleyebiliyorsunuz. Orada izlediğiniz bir oyunla başka bir tiyatro sahnesinde izlediğiniz oyunun sizde bıraktıklarının arasına, yıllardır orada olan o kiremitlerin, kubbelerin tınısı da ekleniyor. Buna İstiklâl’deki, Kadıköy’deki, Ataköy’deki yerel kozmopolitlik anlayışı ile dönüşen mekanları da ekleyebiliriz. Sanatla bağlantılı olsun ya da olmasın mekanların, bu günümüzün teknolojik gelişmelerine de göz kırpan nostaljik dokularını koruması bana heyecan veriyor. Her sanatsal formun illaki mekanla kurduğu bir bağ var. Mimari bakış açışı seyir yeri ile birebir ilişkili kuşkusuz. Üsküdar Tekel Sahnesi’nde bir oyun izlemeye gittiğinizde binanın tarihsel yolculuğunun küçük fragmanlar şeklinde zihninizde belirmesi yüzünüzde güller açtırıyor mesela. Uzun vadede bu çok daha fazla mekânın bambaşka şekillerde dönüştürülmesine ve kullanılmasına olanak tanıyacak. Kundura Fabrikası’nda izlediğiniz bir oyun bundan sonraki işlerinize ilham olacak. Mekâna özgü oyunların bu anlamda hepimize bambaşka deneyimler yaşatması da bir diğer ilgi çekici nokta. Mekânla bütünleşen bir sanatsal dil; bu ister bir sergi, bir oyun, bir konser olsun; herhangi bir “an”ı deneyimleme, o “an”da derinleşebilme imkânı olan biz insanlar için çıldırtıcı bir ilham kaynağı. İçinde olup oynadığınızda da, herhangi bir mekanı görüp orada bir hikâye anlatmak için klavyenin başına oturduğunuzda da bu mekanlarla zamanın kurduğu bağı yansıtma fikri gelecek için sanatsal form anlamında en ilgi çekici unsur oluyor, olacak da. Benim için mekâna özgü işler tasarlama fikri içimin kaynamasına yetiyor mesela!
Gelelim, “Mutlu olmak için mutsuzluğa ihtiyacımız var. Harekete geçmek için durmaya, bir kâbustan uyanmak için derin bir uykuya, sevmek için yalnızlığa ihtiyacımız var. Kavuşmak için ayrılığa...” diyen adıyla da efsununu sarkıtan “Yalnız”a; çıkış noktası ve sahnelenmedeki meramı nedir? Ve günümüzde bu hikâye nereye ve kimlere denk düşmektedir?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: “Yalnız” çok sinematografik bir roman. Zeynep (Kaçar) gerçekten zaten takip ettiğimiz ve bildiğimiz müthiş bir kalem. Bu anlamda anlatım biçimi ve dili de bir o kadar sahnelemeye uygundu bizim için. Dönüşümün anlatısı “Yalnız”. Dönüşüme başkaldıran bir insanın anlatısı. Bir anti kahraman hikâyesi. Bir geç kalış güzellemesi belki de. Dönüşüme başkaldırmaya geç kalmış birinin hikâyesi. Bunu aktarma fikri çok heyecan vericiydi. Kendi hatalarının, kendi seçtiği yolların yanlış olduğu söylemekten çekinmeyen, gerçekçi bir anti kahraman anlatısı. Ülkenin ve özellikle de hepimiz için özel bir yere sahip olan İstiklâl’in, Taksim’in dönüşümünü de anlatının yol haritası olarak belirlemiş, kahramanın hikâyesinin içine zekice gizlemiş bir roman. Bugün de hepimiz “Feray”ız diyebiliriz sanki. “İnsan en çok kendinin körü oluyor. Yaşayıp gidiyor, yaşadığı şeyi hayat zannederek.” diyor Feray. Ben bu şekilde tanımladığım senelerimi biliyorum ya da anlarımı. Kendimizi ararken, değişen, dönüşen şeylerin farkına bile varmıyoruz ister iyi bir anlamda yorumlansın bu değişim ister kötü. Sonra da “aaa”diyoruz kapanmış orası, değişmiş burası, gitmişler. Sanki paralel bir evrende yaşıyormuşuz gibi gerçekten de. Kendi gerçekliklerimiz yüzünden o gün ne olduğunu bile yakalamakta zorlanıyoruz, hatta o günü yakalamamız gerektiğini bile boş veriyoruz zaman zaman. Hepimiz yalnızız, hepimiz “Feray”ız ucundan köşesinden sanki.
“Ter ve gözyaşı için sahnede buluşuyoruz”
Edebi metinleri, sahne sanatlarının güzergâhında seyrine düş(ür)mek incelikli mevzulardan biri; yazardan geçer not alsa, romanın okurunda bi’yakıştıramama hali olabiliyor! Mesela, “Yalnız”da dikkat çeken müziğin ve dansların etkisine, sahne ile kostüm tasarımları ekleniyor; bu da anlatımın formunu bambaşka bir halet-i ruhiyeye büründürüyor. Erkek karakterleri kadın karakterlerin oynaması veya dekordaki perdenin muazzam ‘anlatı’ dönüşümleri gibi detaylar algı açıcı! Bu minvalde romanı, tiyatroya uyarlama ve sahnelemede ne gibi detayların peşine düştünüz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Roman öyle güzel bir çatıya sahip ki, geleneksel formlardan evrensel formlara esnetmeye, genleştirmeye o kadar müsait ki bizim de bu anlamda kafamızı çok açtı. Görselliğin ön planda olduğu, sadece tek bir tür üzerinden akmayan daha evrensel notalara dokunan bir aktarım olsun istedik. Bu anlamda yaratıcı Rus görsel tasarımcı Yuri (Tolstoguzov) ile temasa geçti Ümit (Erlim) ve ekibimize dahil oldu. İdil (Acim) sahnede bize yol gösteren, nota diliyle Feray’ın yolculuğunu aktaran müthiş parçalarla bütünleştirdi bu görselleri. Ceyda (Özcan) her sahnedeki hareket yerleştirmesini, fiziksel aksiyon üzerinden Feray'ın hikâyesini kurguladı, güzelleştirdi. Melisa (Şahin), hem fonksiyonel hem de anlatı ile bir bütünlük oluşturan, yaratıcı dekor tasarımını yaptı. Yer yer geleneksel, yer yer fütüristik, yer yer de nostaljik dünayaya atıfta bulunan, dünyaları birleştiren kostümleri ile Cansu (Bağbek) da anlatıyı tamamladı. Teknolojik danışmanımız Burak (Tasasız) bize icatları ile destek attı. Techizart, Feray’ın karmaşık ama rengarenk, karışık ama lezzetli dünyasını anlatmak adına görsel aktarımımızı güzelleştirdi. Ümit sahnede erkek olmasını hiç istemedi. Kadınların hikâyesini kadınların ağzından, hatta erkekleri de kadınların seslendirdiği bir dünyadan aktarmak istedi. İdil, Ecem, Şevin, Elif, Ceyda ile birlikte biz de sahne arkasında yaratılan dünyayı aktarmak için her oyun günü kan, ter ve gözyaşı için sahnede buluşuyoruz.
“Feray şarkılar söyleyen, hayaller kuran, âşık olunca ayakları yerden kesilen genç bir kadın; herkes gibi. Kötülüklerin sadece başkalarının başına geleceğine inanıyor ama yanılıyor. Çünkü gerçek hayatın masallarla ilgisi yok; sevdiği adamı sadece bir öpücük kurbağaya çevirmiyor, gezdiği cadde gece yarısı balkabağına dönüşmüyor, yaşadığı ülke bir anda uykuya dalmıyor. Her şey yavaş yavaş ve alıştırarak oluyor. Feray’ın etrafında olup biteni anlayıp ‘dur!’ demesi yıllarını alıyor” dediğiniz peşrevden “Yalnız”ın derdi, meramı nedir; biraz siz yaratıcılarının gözünden dinlemek isteriz?
Zeynep Kaçar: “Yalnız”, değişen bir ülkeyle birlikte bir kadından, Feray’dan yola çıkarak, kadınların hayatlarının nasıl daraldığını, nasıl içe kapandığını anlatmayı amaçlıyor.
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Feray, sustuğu ve her şeyi sineye çektiği hayat sonrası ilk kez kendince yanlış giden şeyler için harekete geçmeye karar veren bir kişi. Değişime tepki vermek isteyen bir kadının / insanın hikâyesi. Bir başkaldırışın anti kahraman anlatısı. Kendi bilimkurgusunu yazmak, yönetmen isteyen bir karakterin yolculuğu. Bir Sigourney Weaver ya da Linda Hamilton değilse de Feray vs. Diğerleri filmini yeniden çekmek isteyen birinin hikâyesi “Yalnız”.
Yazım, uyarlama, prova ve sahneleme aşamasında yaşadığınız ilginç, absürt veya “bu da varmış” dediğiniz neleri tecrübe ve yeniden teyit ettiniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Canlı aktarım yapmak istiyorduk oyunun birkaç yerinde ve bunun olamayacağını anladığımız o genel prova anı baya absürttü diyebilirim. Oyuna birkaç gün vardı ve herkes sistemin kullanılamayacağının ortaya çıktığı o an, birbirine baktı uzun uzun!
“Son yüz yıldır dış dünyadalar”
Yine romandan bir alıntıyla sorumu iliştirmek isterim: “Bir ev hayvanıydım. Perdenin kıvrımıydım. Halının püskülü, banyonun sabunu, en çok mutfağın çaydanlığıydım. Hep senin bir şeyindim ben, hangi odadaysam, o odanın süsüydüm. Öldüğünde ardından hikâyesi anlatılmayacak, adı anılmayacak, sesi duyulmayacaktım.” Bu meramdan hareketle “Yalnız”ı fener alırsak bugün, yaşadığımız dünya ve coğrafya itibariyle -feminist mücadele sayesinde çok yol kat edildi fakat- olamamışlığımızın ve hâlâ da olduramadığımızın dejavu ahvali nedir sizce?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Coğrafyamızda empati kuran, naif bir insan olmak zor aslında temelde. Günlük yaşamda maruz kalınan şeyler, aldığınız karşılıklar cinsiyetler üzerinden hep. Keşke cinsiyetler üzeri bir noktadan iletişim biçimlerini tartışabilsek ama bu durum bizim için söz konusu olamıyor. Bir erkekle iş yaparken, işin sağlıkllı ilerlemesi ile ilgili olan ama ona ters gelen fikirler ürettiğinizde, sizi dikkate alması için o erkeğin, sizin söylediklerinizin aynısını başka bir erkekten duymaları gerekiyor mesela. Ya da pasif agresiflikle karşılaşıyoruz sıkça ya da mobbing’le ya da fiziksel şiddet ile. Kadın konulu paneldeki tartışmacıların hepsinin erkek olduğu paneller var. Son 5 sezonda kadın başrollerle erkek başrol sayısını bir kıyaslayalım mesela ya da kadın yönetmenlerle, yazarlarla erkek yönetmen ve yazar sayılarını karşılaştıralım... Kadınların kısılmaya çalışılan sesleri, susturulmaya çalışılan kahkahaları, o öyle giyilmez, bu saatte dışardan gelinmezler... En basitinden trafikte bile kadınların ötekileştirilmesini anlatmamıza gerek yok sanırım. Feray’-*ın yaşadıkları, âşık olduğu kişinin dönüşümü hepimizin başından geçebilecek bir hikâye. Belki çoğumuzun başından benzer şeyler geçti hatta. Dönüştürmek için maruz kaldığımız o şey ne ise konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Konuşmaktan yılmadan dillendirmemiz gerekiyor başımızdan geçenleri ki Cennetlerin, Ferayların, Esmaların hikâyeleri farklı yazılsın.
Zeynep Kaçar: Kadın hareketine haksızlık etmemek gerek. Kadınlar sadece son yüz yıldır dış dünyadalar. Yüz yıl içinde gelinen yer, kazanılan haklar bence çok umut verici. Elbette bu maçolaşan dünyada insanlık adına geri adım atıldı ama bir geri adım atıldıysa kadınlar çabucak bunu tersine çevirmenin yolunu bulacaklardır.
Oyun sonrası us’umda dolanan: “Kadınlar olarak yaşadığımız baskılar birbirine benzemez, ancak bu farklılıklar bizi bölmek yerine güçlendirmeli… Eğer tek bir kadın bile özgür değilse ben de özgür değilim, onun zincirleri benimkilerden çok farklı olduğunda bile. Tek bir Siyah zincirli olduğu müddetçe de özgür değilim. Siz de değilsiniz” diyen (1934-1992) ABD’li şair, deneme yazarı, kütüphaneci, feminist ve eşit haklar aktivisti Audre Lorde’nin sözleriydi. Sizin, metni prova ve sahneleme sürecinde fonunuzda neler vardı?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Feray’ın Ferayların hikâyesini doğru aktarmak vardı hep. İsimlerimiz, yaşadığımız yer, düşünce biçimlerimiz, saçımızın rengi, boyumuz farklı olabilir ama özgürlük için, düşündüklerimizi hayata geçirmek için verdiğimiz mücadele bireysel olmanın çok ötesinde bir noktada. Hep bunlar vardı aklımızın bir köşesinde.
“Işık bile karadeliğe düşmeye mahkûmdur”
Dünya çapında yalnızlık salgınından söz ediliyor (loneliness epidemic)… “Dünyanın yeni illeti” başlığı bile atılmış. ABD Kamu Sağlığı Dairesi Başkanı Vivek Murthy, ABD’de giderek artan yalnızlığı “yalnızlık salgını” olarak adlandırmış. Yalnızlığın bir his olmasının ötesinde halk sağlığı sorunu olduğunu kaydetmiş. Kaygı çağından yalnızlık salgınına doğru evrildiğimiz bir 2025… Bu bağlamda oyunun adı da manidar, kadınların yüzyıllık yalnız savaşını düşünürsek, bireysel yalnızlığın çok da üzücü olmadığına kanaat getiriyorum! Sorum; oyunda en sevdiğiniz bölüm / replik, hangisi ve neden?
Zeynep Kaçar: Bir karadeliğin uzağından geçerseniz belki rotanız ona doğru sapar ama içine düşmeyebilirsiniz. Ama ona çok yakınsanız sarmal bir rota izleyerek içine düşebilirsiniz. Böyle iki sonucu birbirinden ayıran kritik mesafe, olay ufkudur. Olay ufkunun içindeki her şey, ışık bile karadeliğe düşmeye mahkûmdur. Bize olan da bu. Hepimiz fizik kurallarına tabiyiz.
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Covid sonrası sanırım bu yalnız kalma hali bir anlamda mantıklı ve korunaklı geldi herkes için. Aradan geçen zamana bakınca hepimizin kendimizle kalma zamanlarımıza eskisinden daha çok kıymet verdiğimizi görüyorum en azından kendi yakın çevremde. Kendi kendine kalma hali elimizdeki kişiselleştirdiğimiz mini bilgi bilgisayarlarımız, telefonlarımız sayesinde de kuvvetleniyor. Bu anlamda yalnızlık çağı da kendi sağlamasını yapabiliyor gibi sanki. Sanırım en sevdiğim replik, ilk replik: “Bir muamma olmaktan çıktım, yaşayanların dünyasındayım şimdi.” Feray’ın yaşama yeniden dönmeye karar verdiği an olduğu için çok seviyorum oyunun bu ilk cümlesini. Bir de Ceyda’nın Feray ve gençliğinin arasından durup kurt gibi uluduğu “auuuu” repliği var. O anı ve repliği de çok sevdiğimi eklemek isterim!
Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz oyundaki karakter(ler)le aynı ortamlarda tanışsınız. Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz. Ve bir vakit de aynı masalarda kelama düşmüşünüz. Onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Feray’a içindekilere güvenmekten şaşma derdim galiba. Cihan’a yoga için nereye gittiğini sorardım. Esma’ya da “çayları koy da iki gıybetin belini kıralım” derdim.
Genç ve yeni nesle sanatı sevdirmek, sürdürülebilir ve ulaşılabilir bir sanat ortamı yaratmak, multidisipliner üretim alanını desteklemek amacıyla Mimar Viktoria Şahin kuruculuğunda hayata geçen Decollage Art Space ile buluşmanız / projeniz nasıl gerçekleşti? Mesela, ilk oyun -dillere destan- “Treplev” ve ikinci oyun “Yalnız”: İki hikâyenin de seçiminden / dokunduğu güzergâhlardan anlıyoruz ama bu ekibin tiyatroda güzergâhı nedir?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Aslında “Yalnız” projesi “Treplev”den önce şekillenmişti kafamızda ama maddi boyutu ve o zamanki koşullar sebebiyle ertelenmişti kısa bir süreliğine. Sonrasında Decollage’da drama eğitimi vermek için toplantı yaparken katları gezdik. Gezerken, “Burada ne güzel bir mekâna özgü oyun tasarlanır” diye konuşurken, hem “Treplev”in hem de “Yalnız”ın sponsorluğunu ve dekor tasarımını yapan, Melisa Şahin’in, “Haydi yapalım o zaman” demesiyle süreç başladı. Sonrasında da metin yazıldı ve provalar başladı. Parçalarımızı besteleyen, müziklerimizi yapan aynı zamanda da sahnede oyun arkadaşımız olan yetenekli müzisyen İdil eklendi gruba. Bir diğer yetenekli hareket tasarımcısı arkadaşımız Aslı Melisa ile hareket düzenimiz belirlendi. Eray ışıklarımızı yaptı ve Ümit de “Treplev”in sesi soluğu oldu. “Treplev”in sözleri bireysel olarak arkasında durduğum, benim de derdim olan sözler. Yeni biçimler aramak, sıkıldığımız, bunaldığımız izlekleri yapı bozumuna uğratıp, yepyeni keşifler yapmak, bu yolculuğa çıkmak beni çok ama çok heyecanlandırıyor. Mekâna özgü yapısı ve 3 ayrı katta biçimden biçime girmesi, seyir yeri ile seyirci arasındaki mesafeyi genleştirme fikri çok cezbedici. Yönetmesi de oynaması da çok keyifli bir yerde benim için. “Treplev”in yolculuğunda “Yalnız” şekillendi diyebilirim dolayısıyla. İKSV’nin desteği ve sponsorlarımızla birlikte öncelikli hayalimiz de hayata geçmiş oldu. Yeni biçimler peşinde koşma, anlatı için farklı alanlar arama, görsel ve işitsel tasarım üzerine odaklanma ve derdimizi bu şekilde anlatma yollarını aramaya “Yalnız”da da devam ediyoruz.
“Feraylarla tanışmak isteyen…”
Yerli metin sıkıntısı olduğunu yıllardır dile getiren Türkiye tiyatrosu için, açıkçası böylesi metin veya uyarlamalar ilaç gibi… Tabii / keşke kıymeti diğer tiyatrocular tarafında da bilinse! Yerli metin, dramaturgi ve sahneleme meramlarının günümüze yansımalarını nasıl görüyorsunuz?
Zeynep Kaçar: Sinemaların seyirci kaybıyla birlikte tiyatro yine büyük bir hızla yükseliyor. Ancak bu yükselme popüler işlere sanki yoğun bir talep varmış algısı yarattı. Son dönemdeki tiyatro olarak pek de adlandıramayacağımız gösteri prodüksiyonları bence sanatsal açıdan bir risk yaratıyor. Yine de çok canlı bir tiyatro ortamı olması umut verici.
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Son zamanlar izlediğim işlerin bir kısmı izlemesi güzel, keyifli ama risk almaktan uzak işler. Farklı türleri aramak ve daha önce gittiği yoldan gitmeme fikrinin peşinden koşmak kafa açıyor hep benim için. Değiştirmekten, değişmekten, hata yapmaktan, denemekten yılmamak üzerinden gelecek fikrine uzanabileceğimizi düşünüyorum. Bir işin iyi ya da kötü olarak yorumlanmasından çok, yeni deneyimler sunup sunmamasının üzerinde durmak; seyirci olarak, oyuncu olarak en değer verdiğim şey. Şu an, yıllardır aynı takımda oynamaktan fikren yorulmuş bir futbolcunun, yeni motivasyon kanalları bulmak için transfer olmak istediği o “an”da gibiyiz sanki. Değişeceğiz, dönüşeceğiz ve hep birlikte o değişimle üretmeye, yeni yollar aramaya devam edeceğiz.
Son zamanlarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen oyun, film, albüm, sergi, kitap veyahut bir fotoğraf karesinden neler var; paylaşırsanız, bizler de nasiplenelim isterim?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: (Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği) “Tebdil”, son zamanlarda izlediğim en ilham verici oyun diyebilirim. Metin de reji de oyunculuklar da ilaç gibi geldi gerçekten. Ian Hacking’in (Metis Yay. Mehmet Moralı çev.) “Şansın Terbiye Edilişi” kitabı da çok iyi geldi yine bu aralar. (Jacques Audiard tarafından yazılan ve yönetilen, 2024 çıkışlı müzikal, suç komedi filmi) “Emilia Perez”i izleyeli bir ayı geçti sanırım ama içimde hâlâ devam ediyor! Müzikleri, anlatıyı kıran, bozan ve tekrar kuran yapısı, oyuncuların aktarım biçimleri, koreografi uzun zamandır heyecanlanmadığım kadar heyecanlandırdı beni. Final şarkısı da sürekli loop’ta kafamda. Bir de 90’lar çocuğu olarak David Lynch fanıydım ben de tabii ki. Gidişi sonrası bütün filmlerine şöyle bir göz atınca yeniden, ne kadar inanılmaz bir dünyası olduğunu anımsıyor.
Masanızda veya kafanızda gelecek proje veya programınızdan bahseder misiniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Masada yazmayı, uyarlamayı düşündüğüm iki klasik metin var. Onlar üzerine yoğunlaşmak istiyorum önümüzdeki günlerde. “Yalnız” sezon boyu yolculuğuna devam edecek. Feraylarla tanışmak isteyen seyircilerimiz “sahnedeyalniz” hesabından yeni oyun tarihlerine ulaşabilirler.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
‘Osmanlı döneminin İstanbul’u, renkli illüstrasyonlarla gözler önüne seriliyor’
İşte Türkiye’nin Keşfedilmeyi Bekleyen 10 Müzesi
'KİM MİLYONER OLMAK İSTER?' SORUSU: Endaze nedir?
'KİM MİLYONER OLMAK İSTER?' SORUSU: Geçmişi 16. yüzyıla dek uzanan, Osmanlı mutfağında hangi adla da bilinen bir helva çeşidi vardır?
KİM MİLYONER OLMAK İSTER SORUSU! Sputnik 1 uydusunu 1957'de Dünya yörüngesine göndererek 'Uzay Yarışı'nda öne geçen hangisi olmuştur?