hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Rüya ve gerçek arasında bir aşk… 

    Rüya ve gerçek arasında bir aşk…
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    2024’te genç tiyatrocuların kurduğu Labiratuvar’ın ilk oyunu, 19. yüzyıl başlarında yaşamış, 24 yaşında fanilik mesaisini tamam etmiş Alman oyun yazarı Georg Büchner’in “Leonce ile Lena”sı. Ekiple hem Büchner’i hem de kendi hikâyelerini konuştuk…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Günde yirmi dört defa tersyüz ediyorum kendimi, bir eldiven gibi. Ah, kendimi çok iyi tanıyorum. On beş dakika içinde, sekiz gün sonra, bir yıl sonra bile ne düşüneceğimi ve ne hayal edeceğimi biliyorum. Tanrım ben ne günah işledim ki, bana habire bir öğrenci gibi ezbere söyletiyorsun derslerimi.” Georg Büchner, “Leonce ile Lena”da bu nidadan veriyor meramını… Büchner, dünya tiyatro tarihinde önemli yer tutan üç oyunu ile (Diğerleri: Danton'un Ölümü ve Woyzeck) 20. yüzyılı belirleyen birçok düşünce ve tiyatro akımına öncülük etmiş, çağdaş tiyatronun gelişmesini derinden etkilemiş bir yazar. Bugüne kadar pek çok tiyatrodan seyrine düştüğümüz (kraliyet ailesine mensup iki melankolik genç) “Leonce ile Lena”yı bu defa sahnesine taşıyan / yorumlayan: -adıyla da esprisini inceden sarkıtan bir tiyatro- Labiratuvar… (Erken içimden geldi notu: Ve evet, yanlış okumadınız Labiratuvar!) 
     
    Üşenmeden, ekibin oyuna dair yazdığı tanıtım metnine göz atarsak da; ki soruları kallavi, üstüne kafa yormak elzem, olmadı her zaman olduğu gibi “oyuna devam” modu… “Kraliyet planının gerektirdiği katı kurallar ve emirler sonucunda bu iki genç kendi saraylarından kaçarlar. Onlara biçilen “roller”den kaçmak isterler. Ancak kraliyet planı, Leonce ile Lena’nın “özgür iradelerilerine” karşılık gelecektir. Günün sonunda başlangıçta hiçbir şekilde “gerçekten” tehlikeye atılmamış olan “düzen” yeniden sağlanacaktır. Ve bizler de şu soru etrafında dolaşır buluruz kendimizi: Bir tür olarak insanın “özgür irade”sinin gerçekliğinden bahsetmemiz mümkün müdür? Yoksa insan otomat gibi çalışan, belirlenmiş kodlarla hareket eden bir algoritmalar kümesinden mi ibarettir?” 

    Rüya ve gerçek arasında bir aşk…

    Tiyatro BeReZe’den (oyuncu-yönetmen rotasından us’lara aldığımız) Erkan Uyanıksoy’un yönettiği ve Vakur Pehlivan’la birlikte ses / efekt operatörlüğünü- tasarımını üstlendiği oyunun ışık tasarımında Metehan Yılmaz, ışık operatörlüğünde de Murat Kural bulunuyor. Oyunda, (Labiratuvar’ın da kurucuları olan) Aleyna Akdemir, Aytuğ Kaan, Elif Beyza Sucu, Karya Aldemir, Kerim İlhan, Metehan Yılmaz ve Saliha Bozkurt rol alıyor. Oyunu seyredalarken ve sonrasında (dikizine düştüğüm mekân) BeReZe Gösteri Evi’nin konuşlandığı Hacımimi’den Kumbaracı Yokuşu’na tırmanırken, cemalimde temizinden bir tebessüm oluştu… Gündemin yoğun ve yorgun güzergâhından, adeta tiyatro mesaimin ilk yıllarındaki sahneleri şereflendiren oyunlara / oyunculuklara gittim. Son zamanlarda genç tiyatrocuların oyunlarından sonra bünyemde oluşan kadrajın yarattığı his bu! (İç ses: 2008’de, Tiyatro Oyunevi’nden seyrettiğim Mahir Günşıray’ın yönettiği ve Su Olgaç’ın dilimize çevirdiği “Leonce ile Lena” da hafızamda taze hâlâ. Bu minvalde Oyunevi ekibine de selam olsun! Bir not daha, o vakitler oyuncular arasında (Leonce’u oynayan) Erkan Uyanıksoy da var, şimdi ise yönetmen koltuğunda; hoş bir keyif olsa gerek!) 
     
    Ezcümle, Labiratuvar ekibinin sahne arkasının sahne önüne yansıyan enerjileri görülmeye değer/di. Birbirlerine pasladıkları oynamak halleri ve emeklerinin karşılığını bulmaya hevesli, heyecanlı / kendinden emin / idealist tavırlarının, biz seyircilere yansıması öylesine güzel (geldi) ki -ömür eylemini törpüleyen mevzulardan öte- gençler; iyi ki varsınız (diye de bi’iç geçirdim)! Anlaşılacağı üzere bugün tiyatro kotasından payımıza düşen, yeni kurulan ekip Labiratuvar. Bu bağlamda ben de tek perde, 75 dakikalık “Leonce ile Lena”nın fonunda ve Büchner’in izinde, Labiratuvar’ın yaratıcılarıyla konuştum; söz onlarda! (Es notu: Oyunu, 25 Mart’ta Cihangir Atölye Sahnesi’nde dikize düşebilirsiniz.) 

     Rüya ve gerçek arasında bir aşk…

    “Mutluluğa inanmayacak kadar şüpheci” 
     
    “Avarelik bütün kötülüklerin başıdır… İnsanlar can sıkıntısından neler neler yapmıyorlar ki! Can sıkıntısından okula gidiyorlar, can sıkıntısından dua ediyorlar, can sıkıntısından âşık oluyorlar, evleniyorlar; ürüyorlar ve nihayet can sıkıntısından ölüyorlar… işin en gülünç tarafı… bunların hepsini yaparken en ciddi suratlarını takınıyorlar, ama neden, nasıl, hiçbirinin bildiği yok. Bütün bu kahramanlar, bu dahiler, bu aptallar, bu azizler, bu günahkârlar, bu aile babaları aslında süzme avarelerden başka bir şey değiller.” Meramını bu peşrevden veren “Leonce ile Lena”yı seçme sebebiniz ve sahnede görmeye heves ettiren meramınız neydi? 
     
    Oyun araştırma sürecinde hem biçim hem de içerik açısından bize uygun bir metin olmasını istiyorduk. Metin araştırmasında yön gösteren yollardan biri de kendi aramızda yaptığımız konuşmalar olmuştu. Bu konuşmalar sonucu, politik etkinliğin yetersiz oluşu ve daha birçok nedenden dolayı yaşadığımız dönemle ilgili umutsuz bir hissiyat içinde olduğumuzu fark ettik. Araştırırken, “Leonce ile Lena” oyunuyla karşılaştık. Oyun, konu almak istediğimiz sorunlarla ya da sorularla paralellik gösteriyordu. Metnin dünyası sürekli soru soruyordu, ancak hiçbir şekilde cevap arayışında olmaması ilgimizi çekmişti. (1926-2017) Edebiyat Profesörü Şara Sayın’ın belirttiği gibi, “Büchner, mutlak mutluluğa inanmayacak kadar şüpheci, mutlak yokluğu kabul edemeyecek kadar hayata bağlıdır.” Oyunun da bu iki çizgi arasında gidip gelmesi, metni seçme nedenlerimizden biri oldu. 
     
     Hayata 23 yaşında veda eden Büchner’in bugüne kadar pek çok kez sahnede dikize yattığımız bu hikâyesi, içeriğinde barındırdığı ve muzipçe selamını çaktığı Shakespeare, Clemens Brentano ve Alfred de Musset ahvaliyle de dikkat çekici! Peki, siz sahneleme aşamasında hangi tür detaylarla ilgilendiniz?  
     
    Yönetmenimiz ve hocamız olan Erkan Uyanıksoy’la, oyunun talep ettiği biçimi öğrenebilmek için 2 aylık bir prova sürecine girdik. Commedia dell’Arte ve (Fransız tiyatro oyuncusu ve oyunculuk hareketi koçu Jacques) Lecoq pedagojisi üzerinden boş bir alanda sadece oyuncuyu kullanarak metni çalışmaya başladık. Okulda aldığımız eğitim nedeniyle çalışacağımız stile uzak değildik, ancak yine de bu iki ay dolu dolu geçti bizler için. Her gün çalışmak durumundaydık. Rol dağılımları yapılmadan önce, tüm karakterleri herkes oynadı, denedi ve ortaya çıkan fikirler daha sonrasında kullanıldı. Özellikle iyi bir “ensemble” olabilmekle ilgili çalışmalar yaptık. Oyunumuz için çok önemli bir unsurdu. Oyunun kendisinin çok renkli sahneleme olanakları sunması ve Erkan Hocanın yönlendirmeleri sayesinde, hepimiz için hem şaşırtıcı hem de eğlenceli bir prova süreci oldu. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow


    Rüya ve gerçek arasında bir aşk…

    Metni uyarlama, prova ve sahneleme aşamasında yaşadığınız ilginç, absürt veya “bu da varmış” dediğiniz neleri tecrübe ettiniz? 
     
    Metni ilk okuduğumuzda çok karmaşık gelmişti. Anlamakta çok zorlanmıştık. Ancak sahne üzerinde her şey berraklaştı. Yönetmenimizin yönlendirmeleri ve bizim de istikrarlı olarak her gün çalışmamız sayesinde metin kendini bize açtı. Tecrübe ettiğimiz konulardan biri de birlikte hareket etmek oldu. Oyuncuların oyun sonuna kadar sahnede her zaman aktifliğini korumasının, oyunun dinamiği için çok önemli olduğunu fark ettik. Repliğini söyleyen kişinin kenara çekilmesinden ziyade, sahnedeki 7 kişinin de tek bir organizma olarak hareket etmesi gerekiyordu. Tüm bunlarla birlikte bizim için bu ilginç bir deneyim oldu. 
     
    “Zamansız ve mekânsız bir dünya” 
     
    Oyunda en sevdiğiniz bölüm / replik hangisi ve neden? 
     
    Ekipçe- en beğendiğimiz bölüm Rosetta sahnesi. Oyunda, zamansız ve mekânsız bir dünya kuruyoruz. Özellikle Rosetta sahnesinde gerçeğin daha fazla kırıldığı bir dünya oluşturuyoruz. Hem zaman hem de mekânın eğilip büküldüğü, belirsiz bir dünyanın içinde buluyoruz kendimizi. Tüm bedenler akıldan uzaklaşıp, romantizm ve erotizmin içinde bulunduğu bir düşler dünyasında hareket ediyor. Replik ise, Rosetta: “Ayaklarım zamanın dışına çıkmayı tercih ederdi.” 
     
    Rüya ve gerçek arasında bir aşk…

    Biraz da “la BiR a tu var”dan söz edelim; adınızdaki ince espriden sarkıttığınız merhabanız bile manidar! Anlamı nedir, sizden duyalım? Bu bağlamda biraz da sizleri tanıyalım, tiyatroya düşen hikayeniz nedir?  
     
    Labiratuvar, konservatuvarın ilk yıllarında tanışıp birlikte üretmeyi amaçlayan Mete Yılmaz, Saliha Bozkurt, Karya Aldemir, Aleyna Akdemir, Elif Beyza Sucu, Kerim İlhan ve Aytuğ Kaan tarafından 2024’te kuruldu. Bu tiyatroyu kurarken hep bahsini geçirdiğimiz, şu anda da bizi bu işi yapma konusunda harekete geçiren şey bir hikâyenin varlığı. Hikâye anlatıyor ve paylaşıyor olmanın gücüne inanıyoruz. Hele şu günlerde anlatacak çok hikâyemiz var. Her zaman özgür ve kollektif bir yaratımın eşliğinde hikâyelerimizi farklı disiplinler ve yaklaşımları da içinde barındırarak anlatmak ve paylaşmak istiyoruz. Denemeye, hep daha fazla denemeye! 
     
    Tiyatro maceranızda önümüzdeki günlerde bizleri neler bekliyor, gelecek proje ve programınızdan bahseder misiniz? Mesela, hayaliniz nedir? 
     
    Önümüzdeki sezona çıkarmayı planladığımız bir oyunumuz var. Hayallerimizden bahsedecek olursak; bizi harekete geçirecek şeyi arıyoruz. Bu hareket noktasını yaşadığımız dünyanın içinde, sadece kendi varlığımızdan ve sürecimizden değil, dışarıyı da gözümüzü kapatmadan bulmaya çalışıyoruz. İfade biçimlerinin renkliliğine ve sınırsız olduğuna inanıyoruz. Bu alanın sınırlarını zorlamak, yeni ihtimallerin peşinde olmak bizi daha heyecanlı, umutlu ve yeni bir şeylere cüret edecek kadar çalışma arzusu uyandırıyor. Bu yeninin ne olduğunu biz de bilmiyoruz ve belki de hiç bulamamak, hep yeni ifade biçimlerini bulma gayesiyle yola çıkmak ve bu yolu paylaşmaktır bizi harekete geçiren o nokta. 
     
    Rüya ve gerçek arasında bir aşk…

    Türkiye ve belki de İstanbul tiyatrosu demeliyiz; nasıl gözlemliyorsunuz son yıllardaki yaratımları, oyunculukları, seyircileri? Beklentileriniz neler? 
     
    Son yıllarda tiyatro oyunlarında çok artış var. Her akşam, şehrin her bölgesinde oyunlar oynanıyor, yeni mezun olmuş bir ekip olarak, biz de bu kalabalığın içerisinde kendi projelerimizi üretmek ve ulaştırmak için uğraşıyoruz. Ancak gözlemlerimiz bazı soru işaretlerine neden oluyor: Oyun sayısında artış olmasına rağmen, seyirci sayısındaki artıştan bahsetmemiz mümkün mü? Kamuya ait sahnelerde yahut özel sahnelerde seyirciyi teşvik etmek için herhangi bir girişimde bulunuluyor mu? Cevaplarımız pek iç açıcı değil! Sanatsal kaygıdan ziyade, ticari kaygısı olan büyük salonlar ve kamu alanlarında seyirci sayısında artış olduğunu görüyoruz. Ancak bu artış nasıl ve ne şekilde oluyor? Tiyatro sektörünün gitgide ticarileşmesi hem kamu binalarında hem özel sahnelerde programa alınan oyunların estetik kaygıdan uzak, tamamen para kazanma yolu olarak görülmesi üzücü bir durum. Özellikle kamuya ait olan belediye binalarında da özelleşme görmekteyiz. Örneğin, yazdan beri çoğu belediyeye yaptığımız başvurular hâlâ bekleme listesinde. Azınlıktaki küçük ekiplerde bu ticarethanenin içerisinde yok olmaya mahkûm. Bahsettiğimiz bütün bunların, sadece bizlerin mağduriyetiymiş gibi görülmemesini, isyanımızın bu sorunların direkt çözülmesini istemek yönünde olmadığını söylemek isteriz. Sadece var olan sessizlikten sıkıldık. Bu sorunların görmezden gelinmediği, hiçbir problem yokmuş gibi gülüp eğlenilen bir ortamdan ziyade, her şeyin açıkça dile getirildiği, kendimizi ve sistemi eleştirebileceğimiz bir özveriye sahip olmayı umut ediyoruz. Tiyatronun ülkemizde nereye doğru gittiğini konuşmak istiyoruz. 

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow