“Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor”
“Eğer bu ekip karşılaşmasaydı, bu proje hayata geçemeyecekti” diyor Yersiz Kumpanya’nın kurucusu Elif Ongan Tekçe ve aynı zamanda -yeni oyunu- “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor” hikayesinin yazarı ve yönetmeni… Bir nevi yasemin çiçekleri olan bir kadın (Banu Fotocan) ve tesadüfi yanı yana düştüğü genç bir adam (Rojhat Özsoy). Ben de günümüz güzergâhında, olasılıklar evrenine minör bir anlatımla dalış yapan hikâyenin yaratıcılarıyla bir röportaj gerçekleştirdim…
“Her bilinç teorisi er ya da geç şu soruyu yanıtlamak zorundadır: Nasıl oluyor da uyurken –ama sık sık uyanıkken de – doğrudan bedenlerimizi sarmalayan dünyayla hiçbir ilişkisi olmayan deneyimler yaşayabiliyoruz? … Bedenin bilinçteki fonksiyonu nedir? Ben bedenim, beynim ya da beynimin bir parçası mıyım? Bedenimden ayrı olarak var olabilir miyim? Örneğin bilincim bir bilgisayara indirilebilir mi veya cennete gidebilir mi?
Bilincin ne –ya da hatta nerede- olduğunu gerçekten bilmemiz mümkün mü?” Eminim veyahut büyük ve haklı bir ihtimal, fanilik mesaisinde ömür sayacı işleyedururken kafa karıncalanması yapan buna benzer pek çok soruyla yüz göz olmamaya gayret ediyorsunuzdur! Ama kurtuluş yok, bir şekilde hayatın dinamiği içinde rotanıza (tadında bir) kanca olabiliyorlar. Bu aralar benim kancaların fenerinde; romancı, çevirmen ve denemeci Tim Parks’ın, İtalyan filozof, psikolog ve robotik mühendis Riccardo Manzotti ile koyusundan kelamının / diyaloglarının yer aldığı (Metis Yayınları, Özde Duygu Gürkan çev.) “Zihnin Ucu Bucağı / Bilinç ve Dünya Bir midir?” adlı kitabı rol almakta…
Manzotti’ye göre, bilinç ya da bilinçli deneyim kafamızın içinde, dünyadan bağımsız bir şekilde “beliriveren” özel ve gizemli bir fenomenden ziyade, doğal fiziksel dünyanın bir parçası, hatta onun da ta kendisi. Bir elma gördüğümde, diyor Manzotti, ben o elmanın ta kendisiyim… Kancalarınızı az da olsa serinletebildimse, üşenmeyip 15 başlıktan oluşan 168 sayfalık kitabı okuma ajandanıza almanızı salık vererek izninizle bugünün meramına geçerim.
Öznemiz: 2018 menşeili Yersiz Kumpanya’nın, Ekim sonunda prömiyeri yapılan oyunu “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor”. Elif Ongan Tekçe’nin yazıp yönettiği, Banu Fotocan ve Rojhat Özsoy’un oynadığı oyun, felaketlerin arka arkaya geldiği çok da uzak sayılmayacak apocalyptic bir zamanın fonunda, bir araya gelmesi çok da mümkün olmayan iki insanın karşılaşmasının, yan yana durabilmesinin fotoğrafını çekiyor. “Korku içinde yaşayan, ulaşılması gereken hedeflerin, aşılması gereken engellerin içinde sürekli düşen insan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü?” sorusunu seyircisine yönelterek geçmiş ve gelecek izahında şimdiyi anlatan oyunun perde arkasını öğrenmek için gelin, yaratıcılarına ses verelim. (Ajandaya not: Oyunu, 12 Şubat’ta Cihangir Atölye Sahnesi’nde; 28 Şubat’ta da Bereze Gösteri Evi’nde dikize yatabilirsiniz.)
“Birbirine benzemeyen iki insanın karşılaşması”
ABD’li eleştirmen Harold Bloom, “Bence benlik, özgür ve yalnız olma arayışı içerisinde sadece bir amaçla okur, o da muhteşemlikle karşılaşma isteğidir. Bu karşılaşma, bu muhteşemliğe katılma isteğini maskeleyemez. Bu istek de bir zamanlar yücelik denilen estetik deneyimin temelidir: sınırların aşılmasının arayışıdır” der ve ekler: “Ortak kaderimiz yaşlılık, hastalık, ölüm ve sonsuzluktur. Ortak ümidimiz ise her ne kadar zayıf olsa da inatçı bir hayatta kalmadır… Bu hüzünlü günlerin yüküne katlanmamız gerek, söylememiz gerekenleri değil ne hissettiğimizi söylemeli”… Üstadın tarifinden yola çıkarak sizin kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkıyor? Ve 2025 güzergâhına baktığınızda uzun ve kısa vadede tiyatro öngörünüz ne olur?
Elif Ongan Tekçe: Öyle enteresan bir zamanda yaşıyoruz ki… Öngörülerimizle güvendiğimiz kanallardan bakış yaratmaya çalışsak dahi büyük bir belirsizlikte yüzüyoruz. Bu hisle “zeminler” kaymaya başlıyor. Belirsizlik insanın hareket kabiliyetini azaltıyor. Ancak tiyatro hem seyircisi ile hem de üretim sürecinde birlikte olmak duygusu ile hepimizi sarıp sarmalıyor. Bu oluş, zaman zaman çok trajik hikâyeler anlatılsa dahi birliktelik duygusunu hissetmeyi sağlıyor. Şu anda ciddi anlamda tiyatro seyircisi azaldı. Bu tabii ki sosyal medyanın yarattığı da bir etki… Müthiş bir gösteri dünyasında yaşıyoruz. Ama bu gösteri dünyası kendi kendini çürüten, kendi içinde insanı hem ünlü yapan hem de bu dolaşımın olmasını sağlayan sahte imajlar yaratıyor. Meselenin kendisine ulaşmak mümkün değil. Herkesin her şey hakkında fikir sahibi olduğu bir körlük hissi… Hayatın şimdisine ulaşmak çabası başka hafızasızlıklar yaratıyor. Yersiz Kumpanya varoluşundan beri hafızayı ve umudu dürtmek üzerine çalışmalar yapıyor. “Unutulan” ve “Nasıl Bilirdiniz?” ve son oyunumuz, gelecekteki umutsuzluğun içinde birbirine hiç benzemeyen iki insanın karşılaşmasının ve birbirini dönüştürmesinin önemini anlatan “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor”.
Gelelim, selamını “Eğer birini düşünüyorsan o kadar da umutsuz değilsin” diyerek çakan “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor” oyununa, çıkış noktasını anlatır mısınız?
Elif Ongan Tekçe: Oyunun ilk filizleri pandeminin olduğu ve hepimizin evlere kapandığı dönemde atıldı. Belli zamanlarda sokağa çıkabiliyorduk ve hepimiz müthiş korku dolu zamanlar yaşıyorduk. Ancak yasemin çiçekleri tüm İstanbul’u sarmış ve her yerde kokusuyla bizi büyülemeye başlamıştı. Yasemin çiçeğinin bir diğer anlamı da “meşk etmek”. Yan yana duramayan- gelemeyen insanların olduğu bir şehirde meşk etmek için kokularını salan bu büyülü çiçekler oyunun ilk filizlerinin atılmasını sağladı. Birey olmanın kendi yıkıcılığı içindeki varoluşta yan yana gelebilmenin üretebilmenin, harekete geçebilmenin imkânsızlığı iyice ortaya çıktı. Oysa biz biliyoruz ki ancak birlikte olmak değişimin en büyük habercisi...
“Tek kahraman üzerinden yazmamaya çalışıyorum”
İlk oyununuz “Unutulan”, ikincisi “Nasıl Bilirdiniz?” ve “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor”… İlk iki oyunu da baz alarak bu hikâyeyi sahnede görmeye heves ettiren meram neydi? Sahnelerken dikkat kesildiğiniz nelerdi?
Elif Ongan Tekçe: “Kasıtlı bir eyleyicilikte değildirler” der (ABD’li feminist teorisyen ve fizikçi) Karen Barad. “Canlı ya da cansız her şey eyleyicidir. Olayların akışına yön vermek olarak düşünmek gerek bunu… Bu oluş ya da akış dediğimizin bir önceliği ya da sonralığı yoktur ve bir arada dolaşırlar. Maddelerin birbirleri ile dolanıklıktan gelen bir eyleyen gücü vardır.” Dünya üzerinde var olan ne varsa bitki, madde, hayvan, kısaca dünyada insan dışındaki her varlığın bir eyleyiciliği var. Bu dolanıklık Yersiz Kumpanya’nın temel meselelerinden birisi… (Fransız yazar ve filozof Gilles) Deleuze’ün de bahsettiği kök-sap dolanıklığı ile çok paralel:
“Köksap hareket eden ortak yaşayan ve paralel-olmayan bağıntıları geçici ve henüz belirlenmemiş yollara göre biçimlendiren organik ve organik-olmayan parçalardan oluşmuştur. Böylece hiyerarşik düşünce, tarih ve eylemin yeniden değerlendirilmesi için başka bir bakışı temsil eder.” Bu oyunu sonra bitirmek için nadasa bırakmışmışım. 35 dakikalık hali vardı. Yaptığım bir atölyeye Banu Fotocan da gelmişti ve sonrasında, “Seninle çalışmak istiyorum. Elinde ne var?” dedi! Ben de, “Bu oyunu daha bitirmedim ama oku dilersen” dedim. Hemen okuyup bana, “Ben, bu kadını oynamak istiyorum” dedi. Oyunun lokomotifi bu bağlamda Banu Fotocan oldu. Oyunu yazdığım süreçte, post hümanizm üzerine okumalar yazıyordum. Yukarıda da bahsettiğim gibi yasemin çiçeklerinin tüm olumsuzluklara rağmen var kalma çabası ve okumalarım beni harekete geçirdi. Yersiz Kumpanya’nın tüm oyunlarında da bir kenarda köşede kalan ama her şeye rağmen hayatta kalabilmek için kendilerine alan yaratan karakterleri görürüz. Bu aynı zamanda bir çeşit direnme duygusu da…
Günümüzde, “Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor” karakterleri olan “Yasemin Hanım” ve “genç adam” kimlerdir sizce?
Elif Ongan Tekçe: “Genç” karakteri aslında bugünün seyircisini, nesil olarak 30 yaşlarına gelmiş bir kuşağı temsil ediyor. Umutsuzluk yaşayan ama önüne Yasemin karakteri gibi bir figür çıkmadığı için kendisine vadedilmiş olanın dışına çıkmaya cesaret edemeyen bir kuşağın temsili… Yasemin karakteri ise yaşamın sonuna gelmesine rağmen sınırları ve koşulları - normalize edilmiş bir yaşamın dışında varlık gösterebilmeyi kendine şiar edinmiş bir kadın. Umutsuzluğun Yasemin karakterinde olması beklenirken o, hayatta meydan okumayı hiç bırakmıyor.
Özellikle pandemi döneminde yaş almış / yaşlılara davranış ve hitap biçimimiz değişti, ki sadece biz sade vatandaşların değil, dünya politikası / yönetim biçimiyle de ortaya çıkan bir resimdi bu. Oyun sonrası düşündüm, en son hangi oyunda saçları “sahici” beyazlamış bir karaktere “gerçek dertler” yüklenen bir tiyatro oyunu seyrettim diye! Pandemide gördük ki yaşlılar “öteki” olmuştu. (Es notu: Tiyatrokare’de yaşlı karakterlerin hikâyelerini çok görürüz, ama tiyatro totalini düşününce çok az diyelim!) Bu bağlamda genç ve yaşlı bir karakteri, hem hikâyenin öznesi hem de iki farklı yaşamın “öteki”si yapmanızı, açıkçası çok kıymetli buluyorum. Bu konuya dair yazar ve oyunculuk bağlamında düşünceleriniz nedir?
Elif Ongan Tekçe: Ben olmak öteki ile var edebiliyor kendini ya da konumlandırabiliyor. Burada hem benzerlikler hem de karşıtlıklar yasası çalışıyor bir bakıma… Yaş, konum, bakış çeşitlilikleri karşılaştıklarında çok fazla hikâye gelişiyor. Özelikle tek kahraman üzerinden yazmamaya çalışıyorum. “Öteki” olmanın tüm alanlarını araştırmaya çalışıyorum. Her an “öteki” konumunda kalabiliriz, politik olarak nerede durursak duralım. Yer etmiş olan belli kalıplar. Sadece erkek oyuncuların önemli olduğu ya da yaş nedeniyle görülmeyen kadın oyuncuların varlığı, cinsiyet kodları bize çok şey söylüyor. Bu normalize edilmiş ve biçimlenmiş yaşamda buralara başka türlü bakılabileceğine dair, içinde zaman zaman fantastik ögeler olan alanlar yaratmaya çalışıyorum. Hakikati buralardan anlatabileceğini hissediyorum. Bu bana çok zengin geliyor. Bu bağlamda Ursula K. Le Guin’e hayranım… Hayran olmayan var mıdır? O da ayrı bir konu ama! Türk yazarlardan Sema Kaygusuz beni çok etkiliyor. Hem yazım biçimleri hem hikâyeyi aktarma biçimleri şahane… Belli kodları ve normalleri yerinden oynattığımızda çok başka bir biçim çıkıyor ortaya… Sanki bu dünyada var olamayacak gibi olan ama çok hakiki… Hakikat çok belirlenmiş çizgisel bir zamanı göstermiyor sanırım. Ya da konvansiyonel anlamada yaratılmış karakterler hakikatin içinden mi gelir? Gündelik yaşam, belli kişiler tarafından yaptırımlarla belirlenmiş, kurallandırılmış, gerçek olmasa da kabul ettirilmiş tanımlardan oluşuyor. Dolayısı ile tiyatronun gündeliğin dışında bir yeri araştırması gerekiyor. Yazdığım oyunlarda reklam vb. endüstrilerin çok kullandığı karakterler, figürler bu nedenle çok da yer etmiyor. Tiyatronun tüm ögelerinde oyuncu - yönetmen - yazar görevlendirmelerinde bence bir yaşsızlık var. Bunu çok kıymetli buluyorum.
“Seyircinin yerli metinlere çok ilgisi yok”
Diyorsunuz ki: “Yersiz: Uygunsuz, manasız, anlamsız… Ortama duruma bakmaksızın hareket eden herkes… Devamlı ümitli ve hep derinliğine hisseden, her şeye hayat veren ve her şeyden sıyrılabilen…” Nazarımda tadında bir tarifleme olmuş tiyatrodaki hemhal ve meramınızı gösterge yaptığı yerden! Sorum; kadrajınızda zoom’a düşen nasıl bir hikâyedir sahnede seyrettiğimiz?
Elif Ongan Tekçe: Dünyanın çok da uzak sayılmayacak bir zamanında yaşanmış olan küresel bir felaketin onuncu yılında, her yerin kapatıldığı, sınırların başka şekilde denetlendiği bir salgın ortamında geçiyor hikâye… “Genç” karakter, verilmiş doğrularla hareket edip tek bir yerde kalmayıp dolaşarak hayata tutunmaya çalışıyor. Kadın ise yaşadığı evi tüm dünyaya kapatarak burada bir gedik açıyor. Bu gedikte zorlandığı, örselendiği yaşamdan kendini korumaya alıyor. Ama çok yalnız ve “genç” karakterin gelişi, ona sohbet edebileceği bir insan sesi oluyor. Bu iki karakter yaş skalasında da bakış anlamında da iki ucu temsil ediyor. Bu bağlamda birilerine çok uzaklar. Daha fazla bahsetmeyeyim oyunumuza çağırayım herkesi!
Sahneleme aşamasında yaşadığınız ilginç veya absürt dediğiniz neleri tecrübe ettiniz? Ayrıca oyunu yaratım boyunca fonunuzda ve kafanızda sürekli dönüp dolaşan neydi?
Banu Fotocan: Metni okur okumaz oynadığım karakter / Yasemin Teyze’nin ahtapota benzediğini düşündüm. Daha önce bir iki ahtapot belgeseli izlemiştim. Hemen yeniden ahtapotları incelemeye başladım. Meraklı, ezber bozan, oyunbaz, zeki, yaratıcı. Ayrıca bukalemun gibi renk, doku, desen ve deri değiştirebiliyor. Anne olduğunda yavrularını korumak ve beslemek için ölümü göze alıyor yani anaç ve erdemli. Provalar boyunca, Yasemin Teyze çalışırken kafamda ahtapotlar döndü.
Elif Ongan Tekçe: Bu projede buluşmalar bizim için çok kıymetli oldu. Genelde bir oyuna karar verilir ve ekip kurulur. Ancak bu projede yaşadığımız birkaç talihsizlik bizi dönüştürdü ve yapılandırdı. Genç karakteri oynayan oyuncumuz kolunu kırdı ve devam edemedi. Ama oyunu bırakmayıp koordinasyonu devraldı. Yönetmen yardımcımız oyuna girdi ve şimdi o oynuyor. Her talihsizlik bize yeni ve başka bir yol açtı. Bu bağlamda bence, oyun bizi bırakmadı!
Rojhat Özsoy: Süreçle ilgili söyleyebileceğim çok güzel şeyler var aslında. Prova süresince beraber olmak bizi şifalandırıyordu. Çünkü prova yaptığımız zamanlarda yaşadığımız dış dünyanın problemlerinden ayrışabiliyorduk. Banu ile birbirine çok uzak iki insanı çalışırken tam tersi bir şekilde birbirlerini kollayan iki insana dönüşmüştük. Oyun karakterlerimiz birbirlerine bazen dehşetle, öfkeyle bazen korkuyla, şaşkınlıkla bazen de kırgınlıkla bakıyorsa, biz de gerçek hayatımızda birbirimize o kadar sıkı sıkıya sarılmıştık. Provalar sırasında karakterlerimizi çalışırken ve karakterlerimize dönüşürken yaşadığımız en etkileyici tecrübelerden biri bu olmuştu benim için. Oyunun provaları esnasında zihnimde dolaşan fon, geçmiş sandığım vakaların aslında bugünümüze olan etkilerini daha yakından gözlemleyebilmemin şaşkınlığı olmuştu.
Yersiz Kumpanya hem tiyatro rotasında hem de yazar bağlamında üçüncü kez yerli bir hikâyeyi sahnede endam ettiriyor. “Yerli metin sıkıntısı” uzun yılların da konusu bir taraftan… Buradan hareketle Türkiye tiyatrosundaki (aslında belki de İstanbul tiyatrosundaki) yerli veya yabancı metin / hikâyelerine karşı yorumunuz ve düşünceniz nedir?
Elif Ongan Tekçe: Aslında Tiyatro’da yerli metin sıkıntısı olduğunu düşünmüyorum. Hatta yerli yazar sayısı azımsanamayacak kadar çok… Ancak yerli oyun yazarlarının hepsi sahneleme imkânına sahip olamıyor. Sadece yazarlık yapanlar için söylüyorum bunu… Ben kendi metinlerini yazan ve oynayan ya da sahneleyen insanlardan biri olarak daha şanslıyım. Asıl seyircinin yerli metinlere çok ilgisi yok sanırım. Daha emin oldukları yazarların oyunlarına gitmeyi tercih ediyorlar. Yerli yazarların daha çok sahnelenmesi belki bu direnci kırabilir. Bir de en önemlisi olanaklar… Bence tiyatronun şu anda önündeki en büyük problem kaynak bulamamaları… Çok zengin ve yaratıcı bir coğrafyadayız. Çok üreten tiyatro akademisyenleri, yazar, yönetmen ve oyuncu var. Aslında yok değil. Ortaya çıkamıyorlar, görünemiyorlar.
“İnsan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü?”
Yine oyundan yola çıkarsak, “Korku içinde yaşayan, ulaşılması gereken hedeflerin, aşılması gereken engellerin içinde sürekli düşen insan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü?” sorusunu yöneltiyorsunuz bizlere… Ben de bu hikâyenin yaratıcıları olarak size sormak isterim?
Banu Fotocan: Prova sürecinde çok fazla aksilikle karşılaştık. Kurşun döktürelim bile dedik! Ama Yasemin Teyze ruhu hepimize bulaştı ve bir gedik açtık hayata ve oyunu çıkarabildik.
Rojhat Özsoy: Ben aslında her zaman yaşamı bir mücadele hali olarak görüyorum bir yandan. Daha doğrusu bu zamana kadar ki yaşam tecrübelerim biraz bu mücadele kavramı etrafında şekillendi ve bu mücadelede başarılı olmak için öncelikle ölümle barışmalıyız, onu kabullenmeliyiz diye düşünüyorum. Böylece özgürleşebiliriz gibi geliyor bana. Nasıl ki yeni bir gün başlıyorsa, her gün biz de o yeni güne umutla ve mücadele duygusuyla başlamalıyız. Umut son anımıza kadar var.
Elif Ongan Tekçe: Hem umutlu bir gedik açmak hem de bu soruyu sürekli sorarak sürdürülebilir olan bir birlikte yaşama düşüncesini araştırıyoruz. Sadece kendinin - insanın - varoluşu ile ilgilenmenin içinde hapsolmuş bir yaşam sürülüyor. Bu da şöyle bir yere getiriyor bu bireysellikte her şey benim - insan - içindir. Ve dışarıda kalan hiçbir “şey” önemli değildir. Öyle bir vahşet çıkıyor ki ortaya… Elindekini kaybetme duygusu, gücünü yitirme kaygısı, var olduğu alanı başkalarına kaptırma korkusu birçok değerin yıkımına da yol açıyor. Oysa merkezin olmadığı bir alan oluşturma çabası bizimkisi…
Oyun sonrası us’umda salınan Arthur C. Clarke’ın (İthaki Yay. Ümit Kayalıoğlu çev.) “Şehir ve Yıldızlar” kitabından şu cümleydi: “Hayatta kalmak yeterli değildir. İnsanın yaşaması için bir anlam bulması gerekir.” Oyunun apokaliptik bir zamanı fonuna yasladığı yerden bakınca, yaşadığımız dünyaya / çağa çok da uzak değil! Peki, sizdeki tezahürü nedir?
Banu Fotocan: “Banu, hayatımın anlamı ne?” Bu kendime hep sorduğum bir soru. 54 yaşındayım. Ve bazen merkezim kaysa da bu soruya cevaplar bulabildim gibi geliyor. Oyunculuk, kediler, sevgi ve dayanışma. Gönüllülük, umut ve âna teslim olma. Şu sloganı da seviyorum “yılgınlık yok, tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”. Hayatımı böyle düşünerek, yaşayarak anlamlandırabiliyorum.
Elif Ongan Tekçe: Aslında bugünü anlatıyoruz. Gelecek şimdiden çok da farklı değil maalesef… Biz olacakların öngörüsüne sahibiz. Şimdiyi ya da geleceği geçmişten yazıyoruz bence… Geçmişten sararak, alıp parçalayarak yeniden kurmanın bir tezahürü sahnedeki… Zaten dramaturgi anlayışı da böyle…
Oyunda en sevdiğiniz bölüm / replik hangisi ve neden?
Banu Fotocan: Yasemin Teyze’nin tüm repliklerini seviyorum. Seçemem ama, “Biz seninle tesadüf ettik, artık eskisi gibi olamayız” repliği çok anlamlı geliyor. Ve “çok da şeyapmamak lazım” repliğini çok seviyorum.
Rojhat Özsoy: Oyunda en sevdiğim replik, “Birini düşünüyorsan o kadar umutsuz değilsin.” Bu cümlenin karakterlerimizde yarattığı sarsıntı ve o karakterlerin ne yapacaklarını bilememelerinin sıcaklığı. Çünkü bu cümle bana sevginin, iletişimde olmanın, umudun ne kadar önemli ve değerli olduğunu her defasında hatırlatıyor.
Elif Ongan Tekçe: “Bizimki çok şanslı bir tesadüf” ve “Biz böyle… Bu gedikte… İyiyiz.”
“Yeni oyun için destek ihtiyacındayız”
Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz oyun karakter(ler)iyle aynı mahalle ya da apartmanda tanışsınız. Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz. Ve bir vakit de aynı masalarda kelama düşmüşünüz. Onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?
Rojhat Özsoy: Kendi karakterime sıkıca sarılıp, “Sen değerlisin, kendini sevgisizliğe mahkûm etme, sana kötülükleri bulaştırmaya çalışanlara benzeme. Sen böyle olduğun gibi değerlisin” demek isterdim.
Elif Ongan Tekçe: “Geçecek hepsi geçecek… Biz var-kalmaya devam edelim.”
Son zamanlarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen oyun, film, albüm / şarkı, sergi, kitap rotasında neler var; paylaşırsanız, bizler de nasiplenelim isterim?
Banu Fotocan: Çok film ve dizi seyrederim. (Tim Mielants’ın yönettiği ve Enda Walsh’ın Claire Keegan’ın 2021 tarihli aynı adlı romanından uyarladığı) “Small Things Like These” filmine bayıldım. Cllian Murphy yorumu çok iyi. (Marie Kreutzer'in yazıp yönettiği 2022 yapımı) “Corsage” ve (Martin McDonagh tarafından yazılan ve yönetilen, 2022 yapımı) “The Banshees of Inisherin” filmlerinden de bahsetmesem olmaz. Bu filmleri defalarca izleyebilirim, izliyorum da! Kitap: Ian McEwan’ın “Beton Bahçesi” ve “Fındık Kabuğu” son okuduklarım. Beliz Güçbilmez “Anne Ben Düştüm mü?” kitabını okuyorum. Tiyatro: Şahika Tekand’ın yönettiği “Ölüyor mu ne?” oyununa hayran oldum. Fiziksel Tiyatro’nun “Haberci” oyununu çok sevdim. Son zamanlarda Göksel’den “Duruyor Dünya” şarkısı, Can Temiz’den “İstanbul’un Bütün Güzel Çocukları”nı tekrar tekrar dinledim.
Rojhat Özsoy: Son aylarda beni oldukça etkileyen (Dan Erickson tarafından yaratılan ve Ben Stiller ve Aoife McArdle tarafından yönetilen) “Severance” adlı diziyi izlemenizi öneririm. Hem oyunculuklar hem konusu hem de çekim teknikleri ile fazlasıyla etkisinde kaldım. Bir oyuncu olarak böyle bir projede yer almanın hayalini kurdum.
Elif Ongan Tekçe: En son (Magnus Von Horn ve Line Langebek’in yazdığı ve Magnus von Horn’un yönettiği, 2024 yapımı) “Şişli Kız” filmini izledim, çok etkilendim. Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitaplar; Byung Chul Han’nın “Zamanın Kokusu”, “Ötekini Kovmak”, “Şeffaflık Toplumu”,”Psikopolitika”. Zor ve çeşitli teoremleri su gibi aktaran, bazen karşı çıkan, çoğu zaman da yeni fikirler üreten bir yazar. Sonra da onun külliyatını okumaya çalıştım elimden geldiğince… Çetin Balanuye’nin “Natürans” oldukça ilgi çekici. Bizim bu projedeki başucu kitabımız da Çetin Balanuye’nin “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor” kitabı oldu. Çalışırken Yosi Horikawa dinliyorum.
Yersiz Kumpanya’nın tiyatro yolculuğunda önümüzdeki günlerde bizleri neler bekliyor; masanızda veya kafanızda gelecek proje ve programınızdan bahseder misiniz?
Elif Ongan: Tekçe Bir süredir kafamı meşgul eden bazı okumalarım var. Bir oyun tasarısı yapıyorum. Aslında “Buradan Her Şey Daha Güzel”den önce yazmaya başlamıştım ama bu oyun araya girince, o rafa kalkmıştı. Tekrar elime aldım. Yazımını Mayıs - Haziran ayına yetiştirebilirsem yazın provaya girmeyi planlıyorum. Şimdilik oyunla ilgili önbilgi vermeyeyim. Ancak ekip olarak başka becerileri geliştirmemiz gereken bazı dersler, çalışmalar yapıyoruz. Şu anda maddi kaynaklarımız olağanüstü az olduğundan, mekân ve yapım desteği almamız gereken bir iş olacak gibi görünüyor. Herhangi bir destek almadığımızdan kapsamı ve oyuncuları daha fazla olacak bu oyun için destek ihtiyacındayız. Bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek. Bu arada eklemek isterim: Bu söyleşide olamayan dramaturgumuz, her zaman destek Eylem Ejder’e, sahne tasarımını beraber sırtlandığımız Gülden Ataman’a, kostümlerimizi tasarlayan Hilal Polat’a, ışık tasarımcımız Akın Yılmaz’a, oyun müziklerinin bestecisi Dorukhan Kenger’e, afiş tasarımcımız ve asistanımız Damla Polat’a ve dekor uygulamasını Gülden ile gerçekleştirip aynı zamanda asistanlığımızı yapan Selda Uyan’a, “genç” karakterini oynayacakken talihsiz bir kaza geçirip ama sonrasında bizi bırakmayıp Yersiz Kumpanya’nın Koordinatörlüğünü üstlenen Melis Burnukara’ya ve dijital alanda bizden desteğini esirgemeyen Tuğba Eke’ye teşekkür ederim. Eğer bu ekip karşılaşmasaydı, bu proje hayata geçemeyecekti.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
İşte Türkiye’nin Keşfedilmeyi Bekleyen 10 Müzesi
Osmanlı Padişahları sırası, padişahların tahtta kalma süreleri! Sırasıyla Osmanlı'da tahta çıkan padişahlar... Osmanlı'da dönemler: duraklama, gerileme dönemi
'KİM MİLYONER OLMAK İSTER?' SORUSU: Endaze nedir?
'KİM MİLYONER OLMAK İSTER?' SORUSU: Geçmişi 16. yüzyıla dek uzanan, Osmanlı mutfağında hangi adla da bilinen bir helva çeşidi vardır?
KİM MİLYONER OLMAK İSTER SORUSU! Sputnik 1 uydusunu 1957'de Dünya yörüngesine göndererek 'Uzay Yarışı'nda öne geçen hangisi olmuştur?