hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    ÖZEL HABER: Küllerinden doğan bir Türkiye… Cumhuriyet’in ekonomisi: Yerli sanayi kazandı...

    ÖZEL HABER: Küllerinden doğan bir Türkiye… Cumhuriyet’in ekonomisi: Yerli sanayi kazandı...
    expand

    CNNTURK.COM/Hasan Selçuk TURAN-Türkiye Cumhuriyeti 100 yıl önce zorluklar içinde kurulduğunda milli ekonomi başlığı masadaydı. Türkiye’yi yönetenler, başta Mustafa Kemal Atatürk ve kurmayları ihtiyaca nasıl cevap verdi? Bugünle benzerlikler var mı? Galatasaray Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet Kuyaş CNN Türk için madde madde anlattı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Türkiye, Cumhuriyet yönetim şekli ile yüz yılı geride bıraktı. Tam yüz yıl önce vatan küllerinden doğarken en önemli sorulardan biri iktisadi kaynağın nasıl bulunacağı ve nasıl kullanılacağıydı. Milli ekonomi modeli oluşturuldu, ilk kurumlar ile beraber demir yolları, fabrikalar yurdu kısa sürede doldurdu.

    Peki Cumhuriyet ekonomisi nasıl doğdu? Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden Tarihçi Doç. Dr. Ahmet Kuyaş CNN Türk’ün sorularını yanıtladı.

    TÜRK BURJUVAZİSİ DOĞUYOR

    Geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet'e geçişte süreklilik var mıdır?

    Şimdi İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçişte iktisadi alanda devamlılık olarak görünen ve vurgulanması gereken ilk şey bir Türk burjuvazisi yaratma çabası. Bu belki İkinci Meşrutiyet'ten biraz daha önceye giden bir arayış. Ama resmi bir politika olarak 1913’te beliriyor. Önce bir arayış, ama İkinci Meşrutiyet’te, 1913’ten itibaren “milli iktisat” adı altında ortaya çıkıyor.

    Öte yandan yoğun bir bankacılık, banka kurma çabası var. Yani 1909’dan itibaren bu yavaş yavaş başlıyor ama 1913’ten sonra pıtrak gibi yerli bankalar kuruluyor. Bu kimler tarafından kuruluyor? İşte yerli birtakım tüccar ya da toprak sahibi insanlar tarafından. Bunlar genellikle ya İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup insanlar hatta milletvekilleri. Bazen de partici olmayan ama İttihat ve Terakki'ye sempatiyle bakan insanlardan oluşuyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Cumhuriyet döneminde ise yerli bir burjuvazi sınıfı yetiştirme arzusu devam edecek; ama bu daha merkezi bir şekilde yapılmaya çalışılacak. Mesela sağda solda banka kurma biçiminde değil de Ankara'da kurulan İş Bankası'nın vereceği birtakım kredilerle kurulacak olan şirketler sayesinde yapmak istiyorlar. Tabii İttihat ve Terakki döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de bu iktidara yakın çevrelerin öne çıktığı bir tür taşeron burjuvazi gibi. Bunların arasında başarılı olmayanlar da olacak ama birçoğu Türk burjuvazisi ve Türk girişimciliğinin örnekleri ya da temsilcileri olacaklar.

    ANA YURDU DEMİR AĞLARLA ÖRMEK…

    Önemli bir başka sürekliliği ulaşımda, taşımacılıkta görebiliriz. 1910’larda Osmanlı İmparatorluğu’nun -ya da Balkan Savaşı'ndan sonra elde kalan topraklarda ve özellikle de Anadolu'nun- modern bir iktisadi yapıya kavuşması için birtakım çabalar var. Bunun en önemli öğesi de demiryolu yapımı.

    Un Romanya'dan geliyor ve tabii pahalıya mal oluyor. Hatta Rusya'dan da buğday ithal ettiğimiz dönemler var. Halbuki Sivas buğdayı doğru dürüst pazarlanamıyor. Ne yapalım da yerli malı kullanalım, Romanya'dan almayalım. O zaman ne lazım? Samsun'da limana ve Sivas'tan Samsun'a bir demiryolu. Mesela bu Cumhuriyet döneminde tamamlanacak. Ama proje 1913’te tamam. Hatta başlanıyor, Rusya'nın vetosuyla karşılaşılıyor. Veto 1914’te kalktıktan sonra inşaat başlıyor, ama Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yarıda kalıyor. Cumhuriyet döneminde tamamlanacak.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Müthiş bir demiryolu yapım projesi var Cumhuriyet’te. ‘Yurdu demir ağlarla örme’ projesi deniliyor buna. Bu tabii hem iktisadi entegrasyon hem de savunma amaçlı yapılan bir şey.ÖZEL HABER: Küllerinden doğan bir Türkiye… Cumhuriyet’in ekonomisi: Yerli sanayi kazandı...

    Ankara-Sivas demiryolu hattının açılışında bu meselenin sadece bir iktisadi mesele değil bir de vatan savunması meselesi olduğunu İsmet Paşa çok güzel açıklıyor: “Garp cephesi komutanı olarak Milli Mücadele süreci içinde Batı cephesine asker ve mühimmat taşımak konusunda çok sıkıntı çektim” diyor. Ancak tabii bu sadece Anadolu'yla ilgili attığımız bir adım, Cumhuriyet’e geçtiğimiz zaman. İkinci Meşrutiyet’te ise Bağdat'a, Suriye'ye, Yemen’e de yatırım yapılıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ŞEKER FABRİKALARININ KURULUŞU

    Belki İkinci Meşrutiyet’te ihtiyacın hissedilip de uygulamaya koymalarına pek müsait bir ortam bulamadıkları ulusal bir sanayi kurma gibi bir politikadan söz edebiliriz. Nedir bu? Gayet basit. Önemli besin maddelerinden biri olan şekeri bir şekilde Türkiye'de üretmeye gayret ediyoruz. Cumhuriyet rejimi 1920’lerden 30’lara kadar bir sürü şeker fabrikası açtı. Bu ayrıca mesela tarımda da ilginç yeniliklere neden oldu. Çünkü bizde şeker yapmak için yetiştirilen herhangi bir şey yok. Şeker kamışı yetiştiren bir ülke değiliz ama şeker pancarı da olmayan bir ülkeyiz. Sonuçta birçok bölgede köylüler de şeker pancarı yetiştirmeye özendiriliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    NASIL DESTEKLENDİ?

    Tabii yabancı sermaye istenmiyor; bu biraz sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gibi. Yani yabancı sermayeyle birlikte emperyalizm geri gelir korkusu var. İngilizlerle Fransızlara yıllarca borç ödediler hem de yıkıntıları tamir etmeye çalıştılar.

    Peki iki şey dikkatimi çekti: bankacılık çabaları var dediniz. Demiryolu yapımı çabası var dediniz. Ve şeker fabrikaları, un üretimi ve ticareti… Bu kurumlarla, bu sanayileşmeyle demiryolları arasında nasıl bir temas var?

    Pek yok. Ticaret ve belirli bir takım üretim alanlarında mesela şeker üretiminde bankaların etkisi var ama demiryolları doğrudan doğruya devlet bütçesinden yapılan şeyler. Tabii ufak ufak birtakım Türk şirketlerine ya da yabancı şirketlere taşeronluk veriliyor şunu bunu yapmak için. Dolayısıyla orada bankaların herhangi bir önemli katkısı yok.

    İstanbul’da İtibar-ı Milli Bankası var daha çok büyük ticareti, kredileri temsil eden bir banka. Daha sonra bunu İş Bankası devraldı. Orada belki Osmanlı Bankası’nın da varlığından söz edebiliriz. 1920’lerde var, onun da genellikle dış ticarette, ticaret kredisi sağlayan bir banka olduğunu söyleyebiliriz. Ama 1930’larda artık o da ortadan kalkacak.

    Zaten dış ticarette devletçilik döneminde, Türk parasının konvertibilitesi (dönüştürülebilirliği) kaldırılacağı için dış ticarette özellikle de ithalat yapan insanlar devletten satın alacaklar ihtiyaç duydukları dövizleri. Dolayısıyla bankacılık sektörünün erken Cumhuriyet döneminde öyle çok önemli bir yeri olduğunu söyleyemeyiz. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayacak.

    SERMAYE İKİYE BÖLÜNÜYOR…

    İstanbul'da İtibar-ı Milli Bankası'nda kimler var? Bu insanlar İstanbul burjuvazisi olarak Ankara ile nasıl bir iletişim ve ilişki halinde?

    İtibar-ı Milli Bankası’nın sahipleri, mesela Yönetim Kurulu Başkanı Cavit Bey. Yani İttihat ve Terakki’nin uzun süre Maliye Bakanlığı’nı yapmış olan adam. Onların pek Milli Mücadele’yle bir ilişkileri yok. O yüzden Milli Mücadele sona erdikten sonra da Ankara'yla yakın ilişkiye girmeyecekler. Halk Fırkası’na girmeyecekler. Bunu Ankara'nın da pek fazla istediğini sanmıyorum çünkü Mustafa Kemal Paşa artık yeni bir iktidar kurma arzusunda. Aynı zamanda geçmişte bakanlık yapmış birtakım İttihatçıları yanına almak istemiyor. Ayrıca biliyor ki o İttihatçılar artık daha liberal bir serbest ticaretten yana. Halbuki Halk Fırkası’nın iktisat politikası daha korumacı ve yerli. Ankara, sanayi yaratma için mümkün olduğu kadar dışarıyla olan ilişkiyi azaltmaya bakan insanlardan oluşuyor.

    Merkez Bankası'nın internet sitesinde kendi kuruluşlarını İzmir İktisat Kongresi’ne dayandırıyorlar… O da 1923’te yapılıyor. İzmir İktisat Kongresi nerede duruyor?

    Ben şahsen İzmir İktisat Kongresi’nin Türkiye'nin iktisat tarihinde o kadar önemli bir yeri olduğu kanısında değilim. Genel birtakım kararların alındığı bir kongre. Ama Merkez Bankası ayrı bir şey. O zaten birçok insan tarafından hatta sosyalist, komünist geçmişi olan Şevket Süreyya tarafından bile söylenmiş bir şey. Neden? Çünkü Türk parasını bir şekilde denetleyecek bir merkez bankası olmadığı için Türk parası durmadan dönemsel olarak değer kazanıp değer kaybediyor. Bundan para kazananlar da var. Genellikle İstanbul burjuvazisi bu işten para kazanıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Paramızın değerinin bir şekilde sabitlenmesi gerekir bunun için de mutlaka bir merkez bankasının, bir emisyon bankasının olması gerekir” diyenler var. Bu İzmir İktisat Kongresi’nde de dile getiriliyor. Ama doğrudan doğruya İzmir İktisat Kongresi’yle bunu açıklamak büyük yanlışlığa neden olur. Neden? Çünkü mesela iki yıl sonra, 1925 yılında henüz İtibar-ı Milli Bankası’nın, İstanbul sermayesinin Ankara'nın eline geçmediği bir dönemde, Ankara “Biz bir merkez bankası kurmak istiyoruz, bu sayede Türk parasının değerini sabitlemek istiyoruz” dediği zaman İtibar-ı Milli Bankası ve çevresinde, eski İttihatçıların egemen olduğu İstanbul Ticaret Odası’nda, merkez bankası fikrine hiç sıcak bakılmıyor.

    YERLİ SANAYİNİN KURULMASINI İSTEYENLER GALİP GELİYOR

    Onlar dış ticareti de neredeyse tekellerinde tutan insanlar. Biraz evvel söylediğim gibi kur farklarından da para kazanan insanlar. Sadece ticaret yaparak para kazanan insanlar değil. O yüzden 1925 yılında İstanbul Ticaret Odası, merkez bankasına karşı olduğunu açıkça söylüyor.

    Ankara'nın siyasete egemen olmasından birkaç sene sonra ülkenin iktisadi hayatına da egemen olduğunu görüyoruz. Bu ise 1927’de başlıyor. Mesela 1927’den sonra, artık Halk Fırkalıların egemen olduğu İstanbul Ticaret Odası merkez bankası fikrine sıcak bakıyor.

    Çatışma konusu Türkiye'nin kalkınma politikası. Ve yerli sanayinin kurulmasını bir şekilde isteyenler galip geliyor.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow