Macaristan önce 1938’de ve sonra da “Altın Takım” olarak ün salan ve Sandor Kocsis, Jozef Bozsik, Zoltan Czibor ve Gyula Grosics gibi efsane isimlerin de yer aldığı “yenilmez armadasıyla” 1954’de dünya kupasında finale kadar yükselmiş ve her ikisinde de ikincilikle yetinmişti.
Daha sonra ise futbolun dünya devi yeşil sahalarda sıradanlaşmıştı.
Budapeşte’de, futbolun “altın çağında” inşa edilen, ve seksen bin kişilik kapasitesiyle özgüven abidesi Népstadion (halk stadı) bir zamanlar maçlara tıklım tıklım dolarken, futboldaki baş aşağı gidişle ve taraftarların futbola küsmesiyle bomboş kalmıştı.
Lig maçları en fazla 3-5 yüz kişiyle oynanır hale gelmişti. Milli maçlar ise en fazla birkaç bin kişi çekiyordu.
İşte bu ortamda Macar milli takımı gruplardan çıkan en iyi üçüncülerin karşılaştığı eleme maçlarında rakip Norveç’i hem deplasmanda ve hem de evinde mağlup ederek Avrupa Şampiyonası'na gidecek 22 takım arasına giriverdi.
On yıllardır süren başarısızlıklar futbolseverleri bezdirmiş olsa da, her Macar erkeğinin kimliğini biraz kazıdığınızda altından “futbol aşkı” çıktığı tekrar kanıtlandı.
Norveç galibiyetleri mucizesiyle birlikte Macaristan’ın EURO 2016’ya katılması kesinleşince gelenekler birden canlandı, ülke futbolla yatıp futbolla kalkmaya başladı.
Ama ortaya çıkan sadece bir spor başarısı değildi.
Macar başbakanı Viktor Orban, kendinden bu büyük başarıyla ilgili yorum isteyen televizyonculara sadece üç kelimeden oluşan bir yanıt verdi: “İşte bu kadar!”.
Bu çok kısa bir yorumdu, ama ülkede geride kalan yıllardaki gelişmeler de dikkate alındığında saatlerce konuşulacak, tartışılacak bir konunun özlü kapanışı anlamına da geliyordu.
Macar başbakanı kendisi de futbol oynuyordu ve sıkı bir futbol aşığı olarak tanınıyordu.
Bu nedenle de iktidara geldiğinde en önemli projelerinden biri ülkede futbolu eski parlak günlerine döndürebilmekti.
Futbol federasyonu, ekonomi dünyasında çok başarılı olmuş profesyonel yöneticilere emanet edildi. Puskas’ın adını taşıyan bir Futbol Akademisi kuruldu ve ardından da çok eleştiri alan asıl proje gündeme getirildi.
Ülkede parasızlıktan ve elbette ilgisizlikten on yıllardır çivi çakılmayan statlar yenilenecekti. Hükümet bir dizi yeni stat yapma kararı aldı ve bütçeden bu konuya özel fon ayırıp ihalelerin ardından çok hızlı bir şekilde inşaatlara da başlandı.
Evet, sporun geliştirilmesi önemliydi elbette. Ancak muhalefet, ülkede hastanelerden, okullardan, üniversitelerden kaynakların kısıldığı, memurların uzun süredir zam alamadığı, ülkeden yüz binlerce işsizin çalışmak için yurtdışına gittiği bir dönemde, futbol stadı inşaatlarına kaynak aktarılmasını haksız ve mantıksız buluyordu.
Stat inşaatları sürerken de eleştiriler hep devam etti. Ve yenilenen statlarda maçlar bundan böyle de sadece 3-5 yüz kişinin önünde oynandı.
Ancak Macar başbakanı kararlıydı. O futbolu gerçekten çok seviyordu, aynı zamanda halkın ulusal coşkusunun arttırılmasında bir araç olarak da görüyordu.
Örneğin ilkokullarda futbolun bir ders olarak gündeme getirilmesi de bu planın bir parçasıydı. Minikler, hem de kızlar da dahil olmak üzere okullarda bir ders olarak futbol öğreneceklerdi.
Milli eğitim bakanlığının gerekçesinde futbolun fiziki güçlenmede yararlı olacağı vurgusu yapılıyor ve çocuklarda mücadele azminin ve kombinasyon yeteneğinin böyle geliştirilebileceği savunuluyordu.
Futbol alanındaki bu “tam saha pres” sonunda işte Avrupa Şampiyonası finallerinde bu başarıyı getirdi.
Ama bakalım EURO 2016 finallerine katılma hakkını elde etmek Macaristan’da futbol aşkını tekrar tutuşturup, kalıcı bir dönüşüm sağlayabilecek mi?
Macaristan önce 1938’de ve sonra da “Altın Takım” olarak ün salan ve Sandor Kocsis, Jozef Bozsik, Zoltan Czibor ve Gyula Grosics gibi efsane isimlerin de yer aldığı “yenilmez armadasıyla” 1954’de dünya kupasında finale kadar yükselmiş ve her ikisinde de ikincilikle yetinmişti.
Daha sonra ise futbolun dünya devi yeşil sahalarda sıradanlaşmıştı.
Budapeşte’de, futbolun “altın çağında” inşa edilen, ve seksen bin kişilik kapasitesiyle özgüven abidesi Népstadion (halk stadı) bir zamanlar maçlara tıklım tıklım dolarken, futboldaki baş aşağı gidişle ve taraftarların futbola küsmesiyle bomboş kalmıştı.
Lig maçları en fazla 3-5 yüz kişiyle oynanır hale gelmişti. Milli maçlar ise en fazla birkaç bin kişi çekiyordu.
İşte bu ortamda Macar milli takımı gruplardan çıkan en iyi üçüncülerin karşılaştığı eleme maçlarında rakip Norveç’i hem deplasmanda ve hem de evinde mağlup ederek Avrupa Şampiyonası'na gidecek 22 takım arasına giriverdi.
On yıllardır süren başarısızlıklar futbolseverleri bezdirmiş olsa da, her Macar erkeğinin kimliğini biraz kazıdığınızda altından “futbol aşkı” çıktığı tekrar kanıtlandı.
Norveç galibiyetleri mucizesiyle birlikte Macaristan’ın EURO 2016’ya katılması kesinleşince gelenekler birden canlandı, ülke futbolla yatıp futbolla kalkmaya başladı.
Ama ortaya çıkan sadece bir spor başarısı değildi.
Macar başbakanı Viktor Orban, kendinden bu büyük başarıyla ilgili yorum isteyen televizyonculara sadece üç kelimeden oluşan bir yanıt verdi: “İşte bu kadar!”.
Bu çok kısa bir yorumdu, ama ülkede geride kalan yıllardaki gelişmeler de dikkate alındığında saatlerce konuşulacak, tartışılacak bir konunun özlü kapanışı anlamına da geliyordu.
Macar başbakanı kendisi de futbol oynuyordu ve sıkı bir futbol aşığı olarak tanınıyordu.
Bu nedenle de iktidara geldiğinde en önemli projelerinden biri ülkede futbolu eski parlak günlerine döndürebilmekti.
Futbol federasyonu, ekonomi dünyasında çok başarılı olmuş profesyonel yöneticilere emanet edildi. Puskas’ın adını taşıyan bir Futbol Akademisi kuruldu ve ardından da çok eleştiri alan asıl proje gündeme getirildi.
Ülkede parasızlıktan ve elbette ilgisizlikten on yıllardır çivi çakılmayan statlar yenilenecekti. Hükümet bir dizi yeni stat yapma kararı aldı ve bütçeden bu konuya özel fon ayırıp ihalelerin ardından çok hızlı bir şekilde inşaatlara da başlandı.
Evet, sporun geliştirilmesi önemliydi elbette. Ancak muhalefet, ülkede hastanelerden, okullardan, üniversitelerden kaynakların kısıldığı, memurların uzun süredir zam alamadığı, ülkeden yüz binlerce işsizin çalışmak için yurtdışına gittiği bir dönemde, futbol stadı inşaatlarına kaynak aktarılmasını haksız ve mantıksız buluyordu.
Stat inşaatları sürerken de eleştiriler hep devam etti. Ve yenilenen statlarda maçlar bundan böyle de sadece 3-5 yüz kişinin önünde oynandı.
Ancak Macar başbakanı kararlıydı. O futbolu gerçekten çok seviyordu, aynı zamanda halkın ulusal coşkusunun arttırılmasında bir araç olarak da görüyordu.
Örneğin ilkokullarda futbolun bir ders olarak gündeme getirilmesi de bu planın bir parçasıydı. Minikler, hem de kızlar da dahil olmak üzere okullarda bir ders olarak futbol öğreneceklerdi.
Milli eğitim bakanlığının gerekçesinde futbolun fiziki güçlenmede yararlı olacağı vurgusu yapılıyor ve çocuklarda mücadele azminin ve kombinasyon yeteneğinin böyle geliştirilebileceği savunuluyordu.
Futbol alanındaki bu “tam saha pres” sonunda işte Avrupa Şampiyonası finallerinde bu başarıyı getirdi.
Ama bakalım EURO 2016 finallerine katılma hakkını elde etmek Macaristan’da futbol aşkını tekrar tutuşturup, kalıcı bir dönüşüm sağlayabilecek mi?