Biz Türkler Uzak Doğulular gibi gelenek ve göreneklerimize ölesiye bağlı olmasak da, alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemeyen bir milletiz. Yeni şeyler deneme konusunda konuşmayı severiz ama iş icraata gelince; “Yahu ben gene bildiğim yoldan gideyim ya da oğlum sen bana her zamankinden yapıver” der, çıkarız işin içinden. Bu en basitinden günlük hayattaki herhangi bir konuda ya da çalışma hayatının koşturmacasında da böyledir.
Oysaki dijital çağda sürekli yenilenen, değişen dünyanın çocukları artık yeni deneyimlerin peşinden koşuyor. Dünyayı takip ediyor, sürekli deniyor, istiyor. Haliyle üretiyor ve en nihayetinde kendisine ve çevresine değer katıyor. “Doğru bildiğin yoldan şaşma” der atalarımız. Tamam arkadaşım, sen gene bildiğin yoldan git ama yeni bir şeyler denemen gereken zamanda da o adımı at, risk alabil ki sen de değiş, geliş ve büyü, tabii yaptığın iş de büyüsün. Ama insanımıza ve sektörümüze bakınca pek de bu kafalarda olmadığımız ne yazık ki ortada.
Yeni şeyler denemeye üşenenlerin ağzından düşmeyen “deneyim” zırvası
Türkiye’de özellikle markalar dünyasında “deneyim” lafı son yıllarda içini en fazla boşalttığımız kavramlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Her yerde karşımıza çıkan müşteri deneyimi hikayeleri, etkinliklerde yeni bir şeymiş gibi lanse edilen deneyim alanları, aynı konseptlerin allanıp pullanıp yeniden paketlendiği deneyim mağazaları…
Bunların hangisi tüketiciye yeni bir şeyler ne sunuyor, emin değilim. Bununla birlikte kendisine yeniymiş gibi sunulanları deneyimleyip, ardından aydınlanmış ve mutluymuş taklidi yapan insanlar olarak tüketim çılgınlığımız sürüp gidiyor. Tabii bir de şöyle bakmak lazım; yeniliğe ve değişime karşı direnen kasları her geçen gün daha da gelişen Türk insanının yeni bir şey görse de tepkisinin anlamadan dinlemeden eleştiri odaklı olması başka bir alışılageldik durum. Binlerce lira bayıldığı konferansa laf söyletmeyip, bedava girdiği ve farkında olmasa da beğendiği bir etkinliği sıradan bulmak tam Türk işi bence. Aynı şey gidilen bir restoran, otel ya da konser için de olabilir. Sen yaptıysan iyi, güzel o yaptıysa kötü kafası.
Bizim gibi ülkelerde yaşam tarzı haline gelen bu durum dünyada bazı ürün segmentleri için pazarlama politikasına dönmüş durumda. Yeni neslinde model numarası ve birkaç ufak detay dışında hiçbir yenilik sunmayan en sevdiğimiz telefona aradan 1 yıl geçmeden bir dünya para ödemenin adına deneyim diyoruz mesela hepimiz. Ama hadi o kadar parayı o telefona yatıracağına, gel o telefonun yazılımını geliştiren beyinlerin memleketine gidelim desem mesela size. Örneğin, Silikon Vadisi’ne gidelim, bakalım teknoloji dünyası bugünlerde ne üzerine kafa yoruyor yerinde görelim diye aklınızı çelmeye çalışsam sizin. İşi gücü teknoloji olan arkadaşlarımın bile eminim hepsi “Ne gerek var diyecektir?” Halbuki dünyanın peşinden koştuğu, anlattıklarını ağzı açık dinlediği adamların hepsinin anlattığı şeylerin ortak paydasında hep aynı şey var. Sizin yaşamadığınız, tadını, kokusunu, adını sanını bilmediğiniz bir şey, farklı bir deneyim.
Sinemia Türkiye’den çıkan ilk milyar dolarlık iş olabilir
Yaşadıkları yeni şeyleri anlatarak kendilerini, fikirlerini başarıyla satan insanlar bir yana, yeni ve iyi bir deneyim sunan işler de kendilerini siz onları çok fazla anlatmanıza gerek kalmadan kolayca satabiliyor dijital çağda. Onlar zaten bir şekilde gideceği adresi buluyor. Sizin yapmanız gereken sadece doğru anda ve yerde dümeni doğru yöne çevirmek. Bazense herkesin aksine durmak beklemek.
Bir evin garajından günde yarım düzene kitap satan Amazon’un her şeyi satan bir deve dönüşmesi ya da denemekten asla vaz geçmeyen ve bugün dünyayı değiştirecek yegane insan olarak görülen Elon Musk’ın Tesla’sı. Türkiye’den haliyle çok örnek veresem de inandığım işlerden Sinemia’ya bir parantez açabilirim. Sinemia bana kalırsa Türkiye’den çıkan ilk milyar dolarlık girişim olacak. Ve benim görüşüm Netflix gibi bir şirket Sinemia’yı büyük bir paraya satın alacak. Bu şirket Netflix değilde başka bir dev de olabilir. Netflix örneğini vermememin sebebi; Sinemia’nın Netflix’in sinema dünyasında stratejik olarak bir açığını kapatabileceğini düşünüyor olmam. Söylemeye çalıştığım yeni birşeyler deneyip, bunun arkasında durabilmenin her zaman bir karşılığı olduğu.
Çok uzatmadan, ve gözlemlerimi ahkam kesmeye vardırmadan şunu sorayım size; En son ne zaman sizi gerçekten iyi hissettirecek yeni bir şey denediniz? Hep hayranlıkla izlediğiniz hani o karı-koca dünyayı gezen çiftleri ya da “aynısını eminim sizin de bir ara düşündüğünüz” iş fikrini hayata geçirip dünyaya açılan o girişimci çocuğu daha ne kadar konuşacaksınız öğle aralarında? Hadi o kadar uçmayalım, hani gelecek sene Bodrum’a taşınıp kafe açıyordunuz? İşten eve, evden işe arada arkadaşlar eğlenme, yeme içme.. En sevdiğiniz kahvecide oturup en sevdiğiniz kahveyi yudumlarken kitap okumanın size yaşattığı o harikulade(!) deneyimin bir seviye ötesine geçme vakti daha gelmedi mi artık sizce? Bir düşünün, en azından bir de böyle düşünmeyi deneyerek başlayabilirsiniz değişmeye.
Biz Türkler Uzak Doğulular gibi gelenek ve göreneklerimize ölesiye bağlı olmasak da, alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemeyen bir milletiz. Yeni şeyler deneme konusunda konuşmayı severiz ama iş icraata gelince; “Yahu ben gene bildiğim yoldan gideyim ya da oğlum sen bana her zamankinden yapıver” der, çıkarız işin içinden. Bu en basitinden günlük hayattaki herhangi bir konuda ya da çalışma hayatının koşturmacasında da böyledir.
Oysaki dijital çağda sürekli yenilenen, değişen dünyanın çocukları artık yeni deneyimlerin peşinden koşuyor. Dünyayı takip ediyor, sürekli deniyor, istiyor. Haliyle üretiyor ve en nihayetinde kendisine ve çevresine değer katıyor. “Doğru bildiğin yoldan şaşma” der atalarımız. Tamam arkadaşım, sen gene bildiğin yoldan git ama yeni bir şeyler denemen gereken zamanda da o adımı at, risk alabil ki sen de değiş, geliş ve büyü, tabii yaptığın iş de büyüsün. Ama insanımıza ve sektörümüze bakınca pek de bu kafalarda olmadığımız ne yazık ki ortada.
Yeni şeyler denemeye üşenenlerin ağzından düşmeyen “deneyim” zırvası
Türkiye’de özellikle markalar dünyasında “deneyim” lafı son yıllarda içini en fazla boşalttığımız kavramlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Her yerde karşımıza çıkan müşteri deneyimi hikayeleri, etkinliklerde yeni bir şeymiş gibi lanse edilen deneyim alanları, aynı konseptlerin allanıp pullanıp yeniden paketlendiği deneyim mağazaları…
Bunların hangisi tüketiciye yeni bir şeyler ne sunuyor, emin değilim. Bununla birlikte kendisine yeniymiş gibi sunulanları deneyimleyip, ardından aydınlanmış ve mutluymuş taklidi yapan insanlar olarak tüketim çılgınlığımız sürüp gidiyor. Tabii bir de şöyle bakmak lazım; yeniliğe ve değişime karşı direnen kasları her geçen gün daha da gelişen Türk insanının yeni bir şey görse de tepkisinin anlamadan dinlemeden eleştiri odaklı olması başka bir alışılageldik durum. Binlerce lira bayıldığı konferansa laf söyletmeyip, bedava girdiği ve farkında olmasa da beğendiği bir etkinliği sıradan bulmak tam Türk işi bence. Aynı şey gidilen bir restoran, otel ya da konser için de olabilir. Sen yaptıysan iyi, güzel o yaptıysa kötü kafası.
Bizim gibi ülkelerde yaşam tarzı haline gelen bu durum dünyada bazı ürün segmentleri için pazarlama politikasına dönmüş durumda. Yeni neslinde model numarası ve birkaç ufak detay dışında hiçbir yenilik sunmayan en sevdiğimiz telefona aradan 1 yıl geçmeden bir dünya para ödemenin adına deneyim diyoruz mesela hepimiz. Ama hadi o kadar parayı o telefona yatıracağına, gel o telefonun yazılımını geliştiren beyinlerin memleketine gidelim desem mesela size. Örneğin, Silikon Vadisi’ne gidelim, bakalım teknoloji dünyası bugünlerde ne üzerine kafa yoruyor yerinde görelim diye aklınızı çelmeye çalışsam sizin. İşi gücü teknoloji olan arkadaşlarımın bile eminim hepsi “Ne gerek var diyecektir?” Halbuki dünyanın peşinden koştuğu, anlattıklarını ağzı açık dinlediği adamların hepsinin anlattığı şeylerin ortak paydasında hep aynı şey var. Sizin yaşamadığınız, tadını, kokusunu, adını sanını bilmediğiniz bir şey, farklı bir deneyim.
Sinemia Türkiye’den çıkan ilk milyar dolarlık iş olabilir
Yaşadıkları yeni şeyleri anlatarak kendilerini, fikirlerini başarıyla satan insanlar bir yana, yeni ve iyi bir deneyim sunan işler de kendilerini siz onları çok fazla anlatmanıza gerek kalmadan kolayca satabiliyor dijital çağda. Onlar zaten bir şekilde gideceği adresi buluyor. Sizin yapmanız gereken sadece doğru anda ve yerde dümeni doğru yöne çevirmek. Bazense herkesin aksine durmak beklemek.
Bir evin garajından günde yarım düzene kitap satan Amazon’un her şeyi satan bir deve dönüşmesi ya da denemekten asla vaz geçmeyen ve bugün dünyayı değiştirecek yegane insan olarak görülen Elon Musk’ın Tesla’sı. Türkiye’den haliyle çok örnek veresem de inandığım işlerden Sinemia’ya bir parantez açabilirim. Sinemia bana kalırsa Türkiye’den çıkan ilk milyar dolarlık girişim olacak. Ve benim görüşüm Netflix gibi bir şirket Sinemia’yı büyük bir paraya satın alacak. Bu şirket Netflix değilde başka bir dev de olabilir. Netflix örneğini vermememin sebebi; Sinemia’nın Netflix’in sinema dünyasında stratejik olarak bir açığını kapatabileceğini düşünüyor olmam. Söylemeye çalıştığım yeni birşeyler deneyip, bunun arkasında durabilmenin her zaman bir karşılığı olduğu.
Çok uzatmadan, ve gözlemlerimi ahkam kesmeye vardırmadan şunu sorayım size; En son ne zaman sizi gerçekten iyi hissettirecek yeni bir şey denediniz? Hep hayranlıkla izlediğiniz hani o karı-koca dünyayı gezen çiftleri ya da “aynısını eminim sizin de bir ara düşündüğünüz” iş fikrini hayata geçirip dünyaya açılan o girişimci çocuğu daha ne kadar konuşacaksınız öğle aralarında? Hadi o kadar uçmayalım, hani gelecek sene Bodrum’a taşınıp kafe açıyordunuz? İşten eve, evden işe arada arkadaşlar eğlenme, yeme içme.. En sevdiğiniz kahvecide oturup en sevdiğiniz kahveyi yudumlarken kitap okumanın size yaşattığı o harikulade(!) deneyimin bir seviye ötesine geçme vakti daha gelmedi mi artık sizce? Bir düşünün, en azından bir de böyle düşünmeyi deneyerek başlayabilirsiniz değişmeye.