Bu faaliyetin etik bir tutum olmadığı ortada. Üstelik sadece Sn. Akdoğan için değil, siyasi bir parti çatısı altında faaliyet gösteren herhangi biri için de geçerli bu. Gerçi bugünlerde yaşadıklarımız düşünüldüğünde "Oraya gelene kadar neler var neler" diyenler olabilir. Zaten maksadımız Sn. Akdoğan'ın yazarlık faaliyetinin etik olup olmadığını tartışmak değil. Hatta kısa bir süre için, yani bu yazı bitene dek, biz de "oraya gelene kadar..." diyenlerin arasına katılalım. Çünkü bu yazıda Akdoğan'ın bir gazetede kendi, diğerinde müstear isimle yazmasının "normal" olduğu kabulünden hareketle yazıda vurgulanan argümanları ele alacağız.
Kimi seçeceksiniz?
Akdoğan'ın yazısının ana fikrini yine yazısında bir alıntıyla özetleyelim:
"Bir yanda meşru ve hesap sorulabilir bir demokratik yönetim var, diğer yanda devlet gücüyle devlete meydan okuyan bir hayalet yapı..."
Bugün yaşananları Türkiye'yi pek yakından tanımayan biri olarak değerlendirmiş olsaydınız sizin de soracağınız soru kesinlikle bu soru, vereceğiniz yanıt da kaçınılmaz olarak "elbette ki seçilmiş iktidarı desteklemeliyiz" şeklinde olurdu. Dediğim gibi; eğer dışardan bakan ve Türkiye'yi hiç tanımayan biri olsaydınız...
Fakat bizim için mesele bu kadar kolay çözülemiyor maalesef.
Gözümüzün önünde yaşananları hatırladığımızda -el Hak- Hizmet hareketinin meşruiyeti hilafına su götürmez onlarca örnek sıralayabiliriz. En iyi yanıtları da Ahmet Şık, Nedim Şener, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu ya da Ragıp Ağabey'in hala KCK davasından tutuklu akademisyen oğlu Devrim Zarakolu verecektir. Dolayısıyla Hizmet'in bu karşılaştırmada durduğu yer belli. Peki şeffaf olmayan, üye sayısı, üye kimliği bilinmeyen, üyelerinin nasıl bir hiyerarşik yapı oluşturduğu meçhul bu cemaatin karşısında yer aldığını iddia eden AKP meşru, hesap sorulabilir ve demokratik bir yönetim mi? Yani Cemaat'i reddederken rotamızı AKP'ye ve Başbakan Erdoğan'a mı çevirmeliyiz? Tek tek yanıtlayalım bu soruları:
1- AKP demokrat mı?
Bu soruların yanıtını da ben vermemeliyim. Ama dilerseniz Metin Lokumcu'nun oğluna sorabilirsiniz mesela. Servet Encü de yanıtlayabilir, Ali İsmail'in babası da olabilir, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük aileleri de verebilir yanıtı... Anasını alıp gidenler, "kız mıdır kadın mıdır" bilemediklerimiz, üç-beş çapulcu diye tanımlananlar, puşi taktığı için örgüt üyeliğinden yargılananlar, kızlı erkekli aynı evde kalanlar, Dolmabahçe'nin penceresinden görülen mini etekliler, kucakta oturmakla itham edilen kızlar ve onların "deyyus"lukla suçlanan babaları da verebilir bu yanıtları.
Son 12 yılın muhasebesi uzun tutacağı için bir iki örnek daha vererek bu faslı kapatalım. Mesela MİT yöneticileri yargılanmasın diye bir gecede değişen MİT Yasası, 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu'nun ardından savcılık soruşturmalarının gizliliğini sağlayan Adli Kolluk Yasası'nın değiştirilmesi, 25 Aralık'ta savcı talimatına rağmen polis teşkilatının yerinden kımıldamaması AKP'nin demokratlık seviyesini tanımlamak için yeterli olur sanırım.
2- AKP'ye hesap sorulabilir mi?
Hayır sorulamaz. Bunu ben söylemiyorum. Hükümete veya şahsına yönelik her eleştiriyi "sen kim oluyorsun" diye başlayan azarlarla karşılayan başbakan ya da "senin ne haddine diyen" başbakan yardımcısı söylüyor AKP'ye hesap sorulamayacağını. Hrant Dink anmasında beyaz bere giyen polisler de aynı şeyi söylüyor. Çevre Etki Değerlendirme raporlarına rağmen inşa faaliyeti durmayan HES'ler de, rantsal dönüşümle zorla evlerinden edilen Romanlar da, "burası da boşmuş" diye nerdeyse kafamızın üzerine dikilecek olan AVM'ler de, Ethem Sarısülük'ü mermi, Ahmet Atakan'ı gaz fişeğiyle vuranlar da Ali İsmail'i odunla döverek öldürenler de "hayır" diyor, "AKP'den hesap sorulamaz".
3- AKP meşru mu?
Meşru kelimesinin anlamına baktığımızda Türk Dil Kurumu'nun sadece "yasal" kelimesi ile yetindiğini görüyoruz. Oysa kelimenin anlamına daha derin baktığımızda yasallığın yansıra "dini kurallara uygunluk ve kamu vicdanı" kriterlerinin de var olduğunu görüyoruz. Hatta zaman zaman "yasal olmasa da kamu vicdanına uygun" anlamında bile kullanıyoruz. Yani bazı davranışlar "yasal" olmayabilir ama kamu vicdanına uygun olduğu için meşrudur. Kısacası meşruiyetin kriteri vicdandır. Dahası meşruiyet seçim sonuçları gibi sabit ve değişmez bir durum değil her an yeniden üretilmesi gereken bir bir ahlaki duruştur.
AKP yüzde 51'lik oy oranına bakıp da onun yasal-seçilmiş hükümet olduğunu inkar etmek akıl işi değil elbette. Ama meşruiyet dediğinizde biraz durup düşünmek gerekiyor. Düşününce de demokrat olmayan ve hesap vermeyen bir yönetimin ancak "yasal" olacağını, bir zamanlar kamu vicdanında meşru olmasına rağmen bugün o meşruiyeti kaybettiğini berrak bir şekilde görüyoruz.
4- Çare Erdoğan mı?
Akdoğan yazısında şöyle diyor:
"Bugün sadece paralel yapının ürettiği mağduriyetleri yaşayan cemaatler değil Kürtlerden Ermenilere, Alevilerden Kemalistlere kadar AK Partili olsun veya olmasın her kesim kendisine varlık alanı tanımayan yeni vesayet düzenini sadece Erdoğan'ın bozabileceğini biliyor."
Bu sözlerin ardından Hizmet mağduru kesimleri bir kere daha tek tek sıralayarak, onları AKP hükümetinin ve Başbakan'ın yanında saf tutmaya çağırıyor:
"Günlük siyasetin ürettiği taraftarlıklar ve AK Parti karşıtlıkları var olan durumun vahameti karşısında önemsiz kalıyor. AK Parti muhalifleri bile yeni vesayet düzeni özleminin kimseye yaşam hakkı tanımayacağı ve korku toplumu oluşturacağı kaygısını taşıyorlar."
Akdoğan yazısında açık bir ittifak çağrısı yapıyor ve "evde zorla tutulan yüzde 50" dışındaki toplum kesimlerini Erdoğan etrafında birleşmeye çağırıyor. Gerçi yazıya bakarsanız sanki bu gerçekleşmiş gibi bir hava var ama asıl durumun daha çok "temenni" olduğunu görüyoruz.
Bu ittifak çağrısına Ulusalcıların "istemezük yan cebime koyuver" tavrı ile pek uzak olmadığını söyleyebiliriz. Yeniden yargılama konusunun gündeme gelmesiyle Barolar Birliği Başkanı'nın girişimi bunun sadece küçük bir örneği. Eski muktedirler kıyıdan köşeden de olsa iktidara ortak olma konusunda pek bir hevesli hatta. Fakat Kürtler, Aleviler, solcular, demokratlar ve liberaller bu çağrıya kulak verir mi?
Yanıtı çok yakında göreceğiz.
NOT: "O olmaz, bu olmaz; peki biz ne yapacağız, kimin yanında saf tutacağız"diye soranlara minik bir hatırlatma yapalım. Geleceğe ilişkin seçenekleriniz AKP ve Hizmet ile sınırlı değil. Hatta müesses nizamın sadece adı ve ambalajı birbirinden farklı, ama içi aynı partileri de değil. Zaten öyleyse bu yazıyı boşuna okudunuz. Ama eğer demokrasi, insan hakları, özgürlük diyorsanız o zaman çok fazla uzağa gitmenize gerek yok. Aynaya bakın. Oyunu bozacak olan ve Türkiye'yi birbirini öğüten bu çarkların dışına çıkacak olan çare sizsiniz. Bunun nasıl olabileceği kısmını ise başka bir yazıya bırakalım.
Bu faaliyetin etik bir tutum olmadığı ortada. Üstelik sadece Sn. Akdoğan için değil, siyasi bir parti çatısı altında faaliyet gösteren herhangi biri için de geçerli bu. Gerçi bugünlerde yaşadıklarımız düşünüldüğünde "Oraya gelene kadar neler var neler" diyenler olabilir. Zaten maksadımız Sn. Akdoğan'ın yazarlık faaliyetinin etik olup olmadığını tartışmak değil. Hatta kısa bir süre için, yani bu yazı bitene dek, biz de "oraya gelene kadar..." diyenlerin arasına katılalım. Çünkü bu yazıda Akdoğan'ın bir gazetede kendi, diğerinde müstear isimle yazmasının "normal" olduğu kabulünden hareketle yazıda vurgulanan argümanları ele alacağız.
Kimi seçeceksiniz?
Akdoğan'ın yazısının ana fikrini yine yazısında bir alıntıyla özetleyelim:
"Bir yanda meşru ve hesap sorulabilir bir demokratik yönetim var, diğer yanda devlet gücüyle devlete meydan okuyan bir hayalet yapı..."
Bugün yaşananları Türkiye'yi pek yakından tanımayan biri olarak değerlendirmiş olsaydınız sizin de soracağınız soru kesinlikle bu soru, vereceğiniz yanıt da kaçınılmaz olarak "elbette ki seçilmiş iktidarı desteklemeliyiz" şeklinde olurdu. Dediğim gibi; eğer dışardan bakan ve Türkiye'yi hiç tanımayan biri olsaydınız...
Fakat bizim için mesele bu kadar kolay çözülemiyor maalesef.
Gözümüzün önünde yaşananları hatırladığımızda -el Hak- Hizmet hareketinin meşruiyeti hilafına su götürmez onlarca örnek sıralayabiliriz. En iyi yanıtları da Ahmet Şık, Nedim Şener, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu ya da Ragıp Ağabey'in hala KCK davasından tutuklu akademisyen oğlu Devrim Zarakolu verecektir. Dolayısıyla Hizmet'in bu karşılaştırmada durduğu yer belli. Peki şeffaf olmayan, üye sayısı, üye kimliği bilinmeyen, üyelerinin nasıl bir hiyerarşik yapı oluşturduğu meçhul bu cemaatin karşısında yer aldığını iddia eden AKP meşru, hesap sorulabilir ve demokratik bir yönetim mi? Yani Cemaat'i reddederken rotamızı AKP'ye ve Başbakan Erdoğan'a mı çevirmeliyiz? Tek tek yanıtlayalım bu soruları:
1- AKP demokrat mı?
Bu soruların yanıtını da ben vermemeliyim. Ama dilerseniz Metin Lokumcu'nun oğluna sorabilirsiniz mesela. Servet Encü de yanıtlayabilir, Ali İsmail'in babası da olabilir, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük aileleri de verebilir yanıtı... Anasını alıp gidenler, "kız mıdır kadın mıdır" bilemediklerimiz, üç-beş çapulcu diye tanımlananlar, puşi taktığı için örgüt üyeliğinden yargılananlar, kızlı erkekli aynı evde kalanlar, Dolmabahçe'nin penceresinden görülen mini etekliler, kucakta oturmakla itham edilen kızlar ve onların "deyyus"lukla suçlanan babaları da verebilir bu yanıtları.
Son 12 yılın muhasebesi uzun tutacağı için bir iki örnek daha vererek bu faslı kapatalım. Mesela MİT yöneticileri yargılanmasın diye bir gecede değişen MİT Yasası, 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu'nun ardından savcılık soruşturmalarının gizliliğini sağlayan Adli Kolluk Yasası'nın değiştirilmesi, 25 Aralık'ta savcı talimatına rağmen polis teşkilatının yerinden kımıldamaması AKP'nin demokratlık seviyesini tanımlamak için yeterli olur sanırım.
2- AKP'ye hesap sorulabilir mi?
Hayır sorulamaz. Bunu ben söylemiyorum. Hükümete veya şahsına yönelik her eleştiriyi "sen kim oluyorsun" diye başlayan azarlarla karşılayan başbakan ya da "senin ne haddine diyen" başbakan yardımcısı söylüyor AKP'ye hesap sorulamayacağını. Hrant Dink anmasında beyaz bere giyen polisler de aynı şeyi söylüyor. Çevre Etki Değerlendirme raporlarına rağmen inşa faaliyeti durmayan HES'ler de, rantsal dönüşümle zorla evlerinden edilen Romanlar da, "burası da boşmuş" diye nerdeyse kafamızın üzerine dikilecek olan AVM'ler de, Ethem Sarısülük'ü mermi, Ahmet Atakan'ı gaz fişeğiyle vuranlar da Ali İsmail'i odunla döverek öldürenler de "hayır" diyor, "AKP'den hesap sorulamaz".
3- AKP meşru mu?
Meşru kelimesinin anlamına baktığımızda Türk Dil Kurumu'nun sadece "yasal" kelimesi ile yetindiğini görüyoruz. Oysa kelimenin anlamına daha derin baktığımızda yasallığın yansıra "dini kurallara uygunluk ve kamu vicdanı" kriterlerinin de var olduğunu görüyoruz. Hatta zaman zaman "yasal olmasa da kamu vicdanına uygun" anlamında bile kullanıyoruz. Yani bazı davranışlar "yasal" olmayabilir ama kamu vicdanına uygun olduğu için meşrudur. Kısacası meşruiyetin kriteri vicdandır. Dahası meşruiyet seçim sonuçları gibi sabit ve değişmez bir durum değil her an yeniden üretilmesi gereken bir bir ahlaki duruştur.
AKP yüzde 51'lik oy oranına bakıp da onun yasal-seçilmiş hükümet olduğunu inkar etmek akıl işi değil elbette. Ama meşruiyet dediğinizde biraz durup düşünmek gerekiyor. Düşününce de demokrat olmayan ve hesap vermeyen bir yönetimin ancak "yasal" olacağını, bir zamanlar kamu vicdanında meşru olmasına rağmen bugün o meşruiyeti kaybettiğini berrak bir şekilde görüyoruz.
4- Çare Erdoğan mı?
Akdoğan yazısında şöyle diyor:
"Bugün sadece paralel yapının ürettiği mağduriyetleri yaşayan cemaatler değil Kürtlerden Ermenilere, Alevilerden Kemalistlere kadar AK Partili olsun veya olmasın her kesim kendisine varlık alanı tanımayan yeni vesayet düzenini sadece Erdoğan'ın bozabileceğini biliyor."
Bu sözlerin ardından Hizmet mağduru kesimleri bir kere daha tek tek sıralayarak, onları AKP hükümetinin ve Başbakan'ın yanında saf tutmaya çağırıyor:
"Günlük siyasetin ürettiği taraftarlıklar ve AK Parti karşıtlıkları var olan durumun vahameti karşısında önemsiz kalıyor. AK Parti muhalifleri bile yeni vesayet düzeni özleminin kimseye yaşam hakkı tanımayacağı ve korku toplumu oluşturacağı kaygısını taşıyorlar."
Akdoğan yazısında açık bir ittifak çağrısı yapıyor ve "evde zorla tutulan yüzde 50" dışındaki toplum kesimlerini Erdoğan etrafında birleşmeye çağırıyor. Gerçi yazıya bakarsanız sanki bu gerçekleşmiş gibi bir hava var ama asıl durumun daha çok "temenni" olduğunu görüyoruz.
Bu ittifak çağrısına Ulusalcıların "istemezük yan cebime koyuver" tavrı ile pek uzak olmadığını söyleyebiliriz. Yeniden yargılama konusunun gündeme gelmesiyle Barolar Birliği Başkanı'nın girişimi bunun sadece küçük bir örneği. Eski muktedirler kıyıdan köşeden de olsa iktidara ortak olma konusunda pek bir hevesli hatta. Fakat Kürtler, Aleviler, solcular, demokratlar ve liberaller bu çağrıya kulak verir mi?
Yanıtı çok yakında göreceğiz.
NOT: "O olmaz, bu olmaz; peki biz ne yapacağız, kimin yanında saf tutacağız"diye soranlara minik bir hatırlatma yapalım. Geleceğe ilişkin seçenekleriniz AKP ve Hizmet ile sınırlı değil. Hatta müesses nizamın sadece adı ve ambalajı birbirinden farklı, ama içi aynı partileri de değil. Zaten öyleyse bu yazıyı boşuna okudunuz. Ama eğer demokrasi, insan hakları, özgürlük diyorsanız o zaman çok fazla uzağa gitmenize gerek yok. Aynaya bakın. Oyunu bozacak olan ve Türkiye'yi birbirini öğüten bu çarkların dışına çıkacak olan çare sizsiniz. Bunun nasıl olabileceği kısmını ise başka bir yazıya bırakalım.