Hanefi Avcı: "Darbe beklentimiz vardı, bu kadar çılgıncası değildi"
CNN TÜRK'te ekrana gelen Türkiye'nin Gündemi programına konuk olan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimiyle ilgili Didem Arslan Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.
Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Türkiye'nin Gündemi'nde FETÖ yapılanmasıyla ilgili Didem Arslan Yılmaz'a çarpıcı açıklamalarda bulundu. Avcı, FETÖ yapılanmasının devlet içine nasıl yerleştiği, dinleme ve kumpaslarla nasıl güç kazandığı, neyi amaçladığı ve nasıl çalıştığına dair analizlerde bulundu. Hanefi Avcı, 15 Temmuz darbe girişiminin başarılı olması halinde nasıl bir Türkiye’nin hedeflendiğini anlattı.
Didem Arslan Yılmaz: 15 Temmuz gecesine dönelim bu işi ilk duyduğunuzda kim yaptı diye düşündünüz?
Hanefi Avcı: Olayın askeri kalkışma olduğunu duyduğum an kuşkusuz bir şekilde Fetullah Gülen terör örgütü tarafından yapılabileceğini bunun dışında başka bir ihtimal olmadığına inandım. Zaten böyle bir bekleyişimiz de vardı. Yani ordu içerisinde ciddi bir örgütlenme var. Ciddi bir güçleri var ve o güç orada soruşturma yapmayı engelleyecek kadar güçlü. Belli makamları işgal etmişler. Beklenti var ama bir türlü yapılamıyordu. Orada bir olay olabileceği bir kalkışma olabileceği oranın bir şekilde cemaat doğrultusunda hareket edebileceğine dair kaygı ve endişe vardı hepimizde. Bazı asker arkadaşlarımızın burada yazdıkları kitaplar var. Bu konuda idari dilekçeler var. Belgeler var. Daha önce yapılan bu kumpas davalarının büyük bir kısmının oradaki askerlerle beraber hazırlandığını, insanların şu an aktif görevde olduklarını belirten somut belgeler de vardı. Bu konu da yetkili makamlara aktarılmış diye tahmin ediyorum. Beklentimiz vardı, bu kadar çılgıncası değildi ama bir hareket olabilir beklentisi vardı.
Didem Arslan Yılmaz: Sayısı nedir?
Hanefi Avcı: FETÖ'cü yapılanmanın tüm devlet yapılanmalarında bulundukları kritik makamlardan dolayı güçleri sayıdan 10 katı kadar daha fazladır. Harekat, personel, hukuk, istihbarat birimlerinde oldukça etkin noktaya geldiler. Geçmişte yaşanan İzmir Fuhuş ve Casusluk davası, İstanbul Fuhuş ve Casusluk davası, Polenezköy davası gibi onlarca davanın büyük bir bölümünde oradaki cemaat mensuplarının önünü açmak ve kadroları işgal etmek adına sahte belgelerle kumpaslar hazırlandı. Birçok vatansever insan kaldırıldı ve onların yerine cemaat mensupları yerleştiler. Bu davalarda ve ordu dokümanlarında adları geçen subayların da üzerlerine bir şey gelmesin diye istifa ettiler. Çok miktarda ordu boşaltıldı. Her yeri onlar doldurdular.
Olayın üst makamlarda nasıl cereyan ettiğini bilmiyorum ama şu var askerde, bu durum herkesçe bilinen bir olay. Hatta insanların neden harekete geçilmiyor diye isyan ettiği bir olay. Tarih itibariyle Milli İstihbarat'ın haber aldığı anlaşılıyor. Bunun Genel Kurmay ile paylaştığı anlaşılıyor ama Genel Kurmay ile paylaşırken bu paylaşmanın içerisinde darbe yapmaya hazırlanan subayların da olduğu hatta orada alması gereken tedbirler yani hangi astsubay açığa alınacaksa görevi çekilecekse oradaki daire başkanı, cuntanın başkanı gözüküyor. Ondan dolayı da bu tedbirler çok işe yaramıyor. Bu devletin üst makamlarıyla paylaşılmış mıdır, ben paylaşıldığı kanaatindeyim ama ne paylaşıldığını bilemiyorum açıkçası. Genelde cemaatin devlet içindeki faaliyetleri konusunda bir istihbarat zafiyeti var. Bir ikincisi ben çok eleştiriyordum bunu, devletin istihbarat birimleri ellerindeki cemaatle ilgili bilgileri kullanmıyorlar. Çünkü ben şunu çok iyi biliyorum, cemaatin yaptığı bütün kumpaslar sahte dinlemeler sahte belgeler hepsi istihbaratta yürütüldü çünkü. Cemaat ilk orada başladı ve oradan organize edilip illere taşındı. Orada çok ciddi bilgi olması lazım halen daha iddia ediyorum istihbarat elinde bulunan bilgileri hala çıkarmamıştır dökmemiştir. Bu cemaatin faaliyetleri bütün bu yaptıkları hukuksuzluklar bütün bu sahte belgeler hemen hemen hepsi ile ilgili belgeler veya bu olaya karışan insanların hareketleri davranışlarıyla ilgili bütün belgeler istihbarat dairesinde vardır. Çıkarılması lazım. Onlar ortaya çıkarılmadan biz bu olayı bütün berraklığı ile göremeyiz. Bunun ortaya dökülmesi gerekiyor ama Türkiye’de istihbarat zaafiyeti var. Ama elde edilen bütün bilgileri analiz etme, anlamlandırma alanında da bir zafiyet var. Bunu anlasanız bile icraata dökmekte bir zafiyet olduğu görülüyor. 17 Aralık’ı yaşamamıza rağmen bizim 15 - 16 Temmuz’u yaşamamamız gerekirdi, oradan aldığımız dersle. Örgüt bir eylem yaptı harekete geçti ve 17 Aralıkta başarısız oldu. Bir daha yapmayacağı anlamına gelmez. Bu imkanı olduğu sürece her zaman yenisini dener. Bu bir askeri darbe değildir, bir askeri hazırlık değildir. Bu tamamen cemaatin, cemaat örgütünün, paralel yapının adı ne diyorsak Fetullah örgütünün yaptığı bir harekattır. Sadece orada askeri, ordu içindeki mensupları kullanmıştır. Yoksa ordunun genel gövdesi bu işin içine dahil değildir. Tamamen bir örgüt operasyonudur. Dışardan organize edilip, yönlendirilmiştir. Bunun üzerine ibareler de vardır. Nasıl 17 Aralık hakim savcıların belli bir kesimiyle polis tarafından organize yapılmışsa yine cemaat tarafından organize edilmiştir. Oradaki polislerin hiçbir inisiyatifi yoktur onlar sadece cemaatin verdiği kararı uygulamıştır.
Didem Arslan Yılmaz: Peki bu nasıl bir örgüt ki TSK’deki mensubu olan askerlerin bir inisiyatifi olmadan tamamen dışardan organize edilerek TSK’deki mensuplarına TBMM’yi bombalattırabiliyorlar, askerleri sokaklara döküp vatandaşın üzerine ateş açın diyebiliyorlar? Bu nasıl örgüt ki askeri böyle kullabiliyorlar?
Hanefi Avcı: Devlet üst kademesi bu örgütü anlamakta zorlanıyor. Bizim en büyük sorunumuz bu. Onları kendileri gibi kabul ediyor. Sıradan müslüman bir grup gibi görüyor. Bu müslüman bir grup falan değil. Bu bir örgüt. O örgütü yönetenler ona hangi istikameti verirse o istikamete giderler. Örgütün epey yetişmiş insanı var. Büyük bir kısmı yüksekokul mezunu. Büyük oranda kendi içlerinde uzun süre kalmışlar ve bu örgüt tamamen dışa kapalı. Kendi içinde bir networku var. Kendi gazetesini okur, kendi dergisini okur, kendi televizyonunu seyreder. Asla dışarıdaki televizyonu izlemez, gazeteyi okumaz ve onları hep ehli dünya görür. Liderlerine karşı inanılmaz bir bağlılıkları vardır. Söylediği her söz, yaptığı her eylem, ilahidir mantığıyla bakarlar. Kendi hiyerarşik sistemlerine bağlı oldukları için de hangi istikamete verirseniz orada kullanabilirsiniz. Örgüt, Türkiye'yi ele geçirmek, Türkiye toplumuna hakim olmak, tüm devleti yönetmek kaygısına düştü. Bundan dolayı da uzun süre yardımını aldığı hükümetle karşı karşıya geldi ve hükümeti devirmeye karar verdi.
Didem Arslan Yılmaz: Hükümetin desteğini nasıl aldılar peki?
Hanefi Avcı: AK parti hükümeti ilk başa geçtiğinde hükümet aleyhine oluşan bir ortam vardı. Özellikle Türkiye'deki aşırı laikçi kesimler, militarist kesimler hükümete karşı bir tavır aldılar. Hatta hükümet var ama hükmedemiyordu. Bu hükmedememekten dolayı da zordaydı. Kendi kadrosu da yoktu. Cemaat kadroları o hükümetin kadroları oldu. İlgili makamlara atandılar ama bir müddet sonra bunlar hükümete bağlı olmaktan çok cemaat örgütüne bağlı olmaya dönüştüler. Bunlar kendi amaçları doğrultusunda devletin tüm kadrolarına yetişmek amacıyla operasyona başladılar.
Didem Arslan Yılmaz: Sadece hükümet değil bir dönem demokratların, liberallerin desteğini almadı mı?
Hanefi Avcı: İlk başladıklarında ilk Ergenekon, Balyoz operasyonlarını yaptıklarında Türkiye'nin geçiş tarihinden başlayan bir militarist anlayış var. Cuntalar, darbeler yaşanmış. Susurluk’u, 28 Şubat'ı yaşamışız. Halkta rahatsızlık var. 2002 Kasım’da seçim olmuş çoğunluğun başına geçmiş ama hükmedemiyor. Böylesi bir ortamda cemaat diyor ki ‘biz kirli geçmişimizle hesaplaşacağız’. Ergenekonlarla, darbelerle, cuntalarla hesaplaşacağız, deyip harekete başlıyor. Bu beklenti Türk aydınından, basından, hükümetten herkesten destek buluyor. Herkes dedi ki ‘gerçekten böyle bir hesaplaşma yaşanacaksa Türkiye'ye demokrasi gelecekse kirli geçmişler hesaplaşacaksak elbet destekleyelim’. Ama bu başlangıçta bir reklamdı. Çok kısa süre içinde cemaatin amacının böyle bir şey olmadığı her fırsatı kullanarak devlet içerisinde polis, yargı, MİT, ordu gibi diğer katmanlarda yerleşerek, devletin hukukunu kanunlarını, nizamlarını uygulayacak insanları ekarte etmek istediler. Çünkü olanlar hiç bir kurala tabi olmadan devlet makamlarını ele geçirmek istiyorlar. Emniyetin tüm daire başkanları cemaatçi olsun, diyor. Ama kendi kadrolarının liyakati ve kıdemi yok. 2006 ile 2009 arası hep bunu yaşadılar. Kendilerine engel olacak, devletin hukukunu uygulayacak insanları bir şekilde ekarte ettiler. Kimilerine sahte ihbar mektubu attılar. Kimilerini hükümete farklı kişiler diye ihbar ettiler. Olmadıklarında kumpaslar hazırladılar. Özellikle de tüm devleti sahte isimlerle dinlediler. Dinlemede elde ettikleri bilgileri de bu insanların aleyhinde kullandılar. Bu kadroları ekarte edince kendi kadrolarını yerleştirdiler.
Didem Arslan Yılmaz: Bu dinlemelerle nasıl bilgilere sahip oldular? Ellerinde nasıl bir bilgi var? Birçok insanla ilgili nasıl bilgiler sağladılar?
Hanefi Avcı: Daha sonra şunu gördük. Bu tüm belgelerle sabittir. Tüm devlet kadrolarını, tüm devlet üst yönetimini, tüm basını, Türkiye'deki tüm sivil toplum kuruluşlarını hatta tüm entelektüel kesimi izledikleri, dinledikleri gözüküyor. Bunlarla tüm Türkiye'ye masanın üstünde görür gibi baktılar. Herkesin planı ne, hesabı ne, ilişkileri ne, ne var ne yok her şeyi görüyorlar. Emniyetin yöneticisini dinliyorlar. Kendi üst amirlerini onun özel veya resmi, ilişkilerini biliyorlar. İlişkilerini manipüle ederek ihbar mektubu atıyorlar. İhbar mektubu geldiği zaman soruşturulduğunda o ihbar mektubundaki bazı konulara benzer hareketler görülünce hakikaten doğruymuş gibi bir intiba yaratıyor. İşte bu kişi filan zaman filan yere gitti, filan kişilerle görüştü. Doğru böyle bir gitme var. Sanki ihbar doğruymuş gibi. Halbu ki, bunu kendileri dinlediler. Oradaki çok masum bir ilişkiyi bir suç, hükümet aleyhine bir faaliyet gibi göstermek suretiyle onların hepsinin berteraf edilmesini sağladılar.
Didem Arslan Yılmaz: Örneğin Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Türkan diyor ki “Eski Genelkurmay Başkanı Nejdet Özer paşayı sürekli dinliyorduk. Cihazı Türk Telekom’da çalışan ağabey bize verdi. Haftada bir cihazları götürüp ağabeye veriyordum.” Bu ağabeyler kim? Nerede, nasıl bir mekanizma var?
Hanefi Avcı: Aslında şu anlatım şu ifade bize cemaatin nasıl bir yapı olduğunu gösteriyor. Bizim kafamızda bir şablon var. Biz zannediyoruz ki bir hiyerarşik yapı var. Albayın üzerinde bir cemaaten general var. Onun üzerinde başka biri. Böyle bir hiyerarşi var zannediyoruz. Genel Kurmay Başkanı’nı bir iki yıldan bu yana dinliyorlar. Dinlerken bir yaver var. Ve onun yanında Telekom’da çalışan bir memur var. Muhtemelen o memur, 35 yaşlarında bir mühendis çıkacaktır. O günlük konuşmaları çözüyor. Muhtemelen bir üstü öğretmen olan bir imamına veriyordur. Yani bu cemaat örgütü böyle bir şeydir. O da alıp çözdükten sonra bunu nasıl kullanacaklarını karar veren mekanizmayı anlatıyordur. Yani bu bilgiyle ne yapılacak? Mesela diyelim ki ‘Genel Kurmay Başkanı ile MİT Müşteşarı ordu içindeki cemaat yapılanmasından bahsediyorlar. Farz edelim ki oradaki bir kaç isimden bahsediliyor. O kişiler hakkında cemaat mensubu diye bir istihbaratı bilgiden bahsediliyor.’ Hemen cemaat ne yapar? Diğer birimlerini harekete geçirerek bu kişilerin çok iyi insanlar oldukları, vatansever oldukları ve çok güzel görev yaptıklarına dair, sanki tesadüfmüş gibi, üst makamlara iletmeye başlarlar. Eğer o bilgi kaynağını kötüleyip, aleyhinde inanılmaz yalan şeyler söyleyecekler. Cemaat mensubu olduğu bilinen insanlar hakkındaysa sanki farklı kaynaklardan gelmiş, tesadüfen gibi gelmiş gibi komutanın önüne inanılmaz güzel bilgiler yağacak. Sadece Genelkurmay Başkanı değil inanın bana ordunun bütün kademeleri devletin bütün kademeleri dinlendi. Ve bu dinleme 1 - 2 gün değil. Cemaati güç yapan, cemaat yapan bu bilgilerdir. Bütün bakanlar var.
Didem Arslan Yılmaz: İnanılmaz bir ağdan bahsediyorsunuz. Şu anda deşifre olanlar var aslına baktığımızda bir de kriptolar var. Bu ağın ortaya çıkartılması nasıl olacak?
Hanefi Avcı: Devletin eline mücadelede kullanılan bu yöntemler normal insanlar için kullanılamaz. Kullanılırsa bu insanlara hayatları zindan edilir. Sadece devlet için kullanılır. Bunları anlamak biraz zordur. Eğer devlet bu yöntemleri kullanırsa her şey ortaya çıkar. Kolay değildir bu yöntemleri biliyorlar. Her şey ortaya çıkarılabilir. Zor diye bir şey yok. Yeter ki irade gösterilsin, yaptırılsın.
Didem Arslan Yılmaz: TSK için de bir sayı verebilir misiniz? O kadar çok bir ağdan bahsediyoruz ki? Sayıları kaç?
Hanefi Avcı: İnanın sayıları çok fazla değil. Fakat bulundukları konum itibari ile çok etkindirler. Bu insanlar emniyette 3 kişilerse 111 kişidir. Çünkü bir, çalışma biçimi, iki, örgütsel dayanışma ama bunu siz göremiyorsunuz. Emniyette diyelim ki üç daire başkanı cemaatten bu insanlar emniyetin tamamını yönlendirebilirler. Bir müddet sonra bütün boşalan kadroları kendilerine doldurabilirler. Rahatlıkla oraya hakim olabilirler.
Didem Arslan Yılmaz: Bu insanları ne motive ediyor ki? Hangi güçle, burada bir inanmışlık mı var?
Hanefi Avcı: Tabi burada bir ideolojik inanmış örgüt var.
Didem Arslan Yılmaz: İdeolojileri nedir?
Hanefi Avcı: Genellikle dini temalardır ama dini tema bir müddet sonra onları bağlayan bağ olmaktan çıkıp harekete geçme noktası ne ise onu yaparlar. Birçok örgüt kadrosu var. İstediğiniz gibi kullanabilirsiniz.
Didem Arslan Yılmaz: Siz 6 ay boyunca ışık evlerinde kalmışsınız. Fetullah Gülen ile karşılaşmışsınız. Ne yaşadınız anlatır mısınız?
Hanefi Avcı: 70’li yıllardaydı. Bugünkü gibi bir durum yok. Daha sonrasında ben bu örgütün dokümanlarını temin ettim, makamlara verdim kullanmadılar. Bu örgüt dokümanında nasıl eğitildiği hangi safhalardan geçildiğini adım adım görüyorsunuz. Öncelikle insanlar uzun süreli eğitim sürecinden geçiriliyor. Bu insanlara program çıkartılıyor Işık evlerinde. 6 aylık eğitim programı var. Okuyacağınız kitap, dinleyeceğiniz kaset, edeceğiniz dua, yapacağınız bütün işlemlerin plan programı var. Ondan sonra sürekli aynı kapalı ortamdasınız ve sürekli birbirinize aynı şeyi anlatıyorsunuz. Bu aslında sadece bu örgüt için değil tüm illegal örgütler için geçerlidir. Eğer sadece kendi yayınlarınızı okuyorsanız bir müddet sonra ideolojiye bağlı hale gelirsiniz.
Didem Arslan Yılmaz: İnsanların beyinleri nasıl yıkanıyor?
Hanefi Avcı: DHKPC PKK için de geçerlidir. Çünkü kendi ideolojisiyle öyle bir bütünleşir ki kendi ideolojisine öyle bir inanır ki bunun dışındaki olayları yanlış görmeye başlar. Kendisine verilen talimatları kutsal göreve dönüştürür. Çok illegal bir yaşamın çok illegal bir örgütün tabii bir neticesidir.
Şimdi örgüt lideri Fetullah Gülen , diyorsunuz ki kitabınızda “Hocanın Kutsalığı” başlığı altında “Cemaat ve mensuplarının yaptıklarını anlamak için cemaat lideri Fetullah hocanın cemaat tarafından nasıl görüldüğünü bilmek lazım.” Söz konusu kişi nasıl görülüyor cemaat tarafından? Nasıl bir kutsallık var ki?
Aslında öyle bir hale getirilmiş ki , bu 1994-1995 ve 2000’li yıllara kadar örgütün bende eğitim dokümanları var. Orada baktığınız zaman şöyle başlıyor: “Hocanın kendisi özenle seçilmiş, Allah tarafından seçilmiş bir insan, o sıradan bir insan değil. Çok küçük yaşlarda insan üstü faaliyetler gösteriyor."
Didem Arslan Yılmaz: Gösteriyor mu ki?
Hanefi Avcı: Onlar ona inanıyor. Çünkü alternatif anlatan kimse yok. Orada anlatılanları ben okuyorum ve diyorum ki bir çoğu maddeten imkansız.
Didem Arslan Yılmaz: Kim anlatıyor bunları?
Hanefi Avcı: Bende örgütün dokümanları var. ”Benim Küçük Dünyam” diye kitap yayınlatmış. Örgütün iç eğitim notları var bununla ilgili bantlar ve slaytlar hazırlanmış. Bu eğitimin bir parçası. Mesela cemaat eğitiminin sonunda bir test var. Ben bunu yeni çıkacak kitabıma koyacağım.
Didem Arslan Yılmaz: Bir teste mi tabii tutuluyor?
Hanefi Avcı: Bir teste tabii tutuluyor. Hocanın kimliği ve kişiliği ile ilgili sorular var. “annesinin adı?” bir soru. “Eğitimini nerede aldı?” bir soru. “babasının kardeşinin adı?” bir soru. Yani öyle bir hale getirilmiş ki siz hocanın kişiliği ve kimliği ile ilgili her şeyi öğreniyorsunuz. Öğrenirken ciddi bir eğitimden geçiyorsunuz. Bu arada hocayı öyle bir kutsallaştırıyorsunuz ki bu insanın söylediği hiç bir şey kendine ait değil. Verdiği her karar ilahi, hatta buna o kadar inanmışlar ki bakın o sıradan kapalı cemaat mensupları değil. Zaman gazetesinin 22 ya da 23 Temmuz 2013 sayısında Ali Ünal’ın bir yazısı vardır. Hoca “Kaderin Eli” diye bir hikaye anlatır. Bu hikayeye göre Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Musa ile Hz. Hızır kısası vardır. Orada Hz. Hızır’ın yaptığı bazı olaylar akıl dışıdır. Hz. Musa ona hep itiraz eder. Yolları ayrılır. Sonra giderken der ki ben bunları kendiliğimden yapmadım. Bana ilahi bir ilim verilmişti. Hepsinin bir hikmeti sebebi vardı.” der. Şimdi bunlar diyorlar ki : “Hocanın yaptığı her şeyi bir nedeni bir hikmeti vardır. Onu yanlış doğru diye tartmayın, gidin uyun.”
Didem Arslan Yılmaz: “Peki bu hoca TBMM’yi neden bombalatır ki? Bunun nasıl bir hikmeti suali vardır?
Hanefi Avcı: Buradaki olay sadece kriminal suç soruşturması adliye, yargı gibi bir olay değil. Burada İslam alemlerinin, diyanetin, ilahiyat fakültelerinin üzerine düşen görevler var. Burada anlatılan İslam dışı anlatımlar var. Akıl dışı anlatımlar var. Bir insanın yapamayacağı Allah’ın, Peygamberin ve ya bir takım ulvi insanlara vermediği gücü, imkanların sanki varmış gibi anlatıldıkları var. Hatta burada daha da ileri gidenler var. Bazı ayetlerden örnekler vererek sanki onun üzerine gökten inmiş gibi böyle akıl dışı şeyler. Bunu kapalı bir ortamda okuduğunuz için kimse yanlış demiyor kimse itiraz etmiyor. Ama kendi içerisinde konuşuyorlar. Doğru kabul ediyorlar.
Didem Arslan Yılmaz: Yani sadece işlem hukuki bir mücadele dışında İslami bir mücadelede gerektiriyor?
Hanefi Avcı: Tabii ki. Çünkü doğruyu göstermek gerekiyor. Bu insanlara öyle bir şey anlatıyorsunuz ki sanki karşınızda seçilmiş, özel güç ve kuvvet verilmiş, kendisine sürekli ilhamlar verilmiş bir insan gibi tanıtıyorsunuz. Bazı insanlar için buna uymamak da sine karşı çıkmak gibi düşünülüyor. Bu akla mantığa aykırı ama sizin bizim gibiler için aykırı, bu cemaatin içinde öyle değil. Buna inanıyorlar. Çünkü kapalı bir ortamdalar ve hiç aksi bir kitap okumuyorlar. Cemaat evinde kalanlar sadece hocanın yazdıklarını okuyorlar. Sadece onun verdiği eğitimi alıyorlar. Başka bir dünyaya baktıkları yok. Bence onlar İslam aleminin daha önde gelenlerinin yazdıklarını okuyarak bunu test etmeleri gerekir. Mesela ben okuyorum, benimde okuduğum bir kitap var. Muhittin Arabi’nin “39’luk Sifir” diye 18 ciltlik bir eseri var. İslam dünyasında çok güzel bir eserdir. Ben bu kitabı cezaevinde hiç bir iş yapmaksızın 6 ay falan okuyabildim. Hoca da bunu 5 günde okudu diyorlar. Bunu 18 günden önde okumanın imkanı yok. Kimse takmıyor. Mesela 3 ciltlik dua kitabı var. Hoca, bunu 10 günde okuduğunu iddia eder.
Didem Arslan Yılmaz: Peki bu yaşadıklarımızı inanmış olanlar sorgularlar mı? TSK, yargı içindekiler, Milli Eğitimdekiler sorgularlar mı yoksa hala bildiklerine devam ederler mi?
Hanefi Avcı: Ben bir kısmının sorgulanacağı kanaatindeyim. Cemaate yakın olanlar illa ki vardır. Bunlar da bir travmadır. Tamam hocaya inanıyorlardır anlattıklarına itibar ediyorlardır fakat onlar diyecekler ki bu yönetim o kadar kötü ki bunların gitmesi için bir şey yapmak gerekiyordu, biz yapmak istemedik, bizi tahrik ettiler diye bahane üretecekler. Ama büyük bir kısmı da bu soruyu soracak, özellikle samimi inanan Müslüman kesim. Cemaat daha güçlüydü, bu 17 Aralık falan gibi olaylarda birçok insan koptu. Dış dünyadan ya da entelektüel kesim cemaati terk ettiler. Zaten cemaat daha büyük kitlesel güce sahipti. Nen dörtte üçünü kaybettiği kanaatindeyim. Kemik yapı devam ediyor. Bu kemik kadronun da büyük bir kısmının bu darbe girişiminden etkileneceği ve yavaş yavaş cemaatten uzaklaşacağını düşünüyorum.
Didem Arslan Yılmaz: Bu yaptıkları aslında baktığımızda bir kamikaze saldırısı mı?
Hanefi Avcı: Biz daha teferruatı daha yeni yeni öğreniyoruz. Bu bir kamikaze saldırısı değil. Mükemmel bir şekilde hesaplanmış bir plan. Eğer normal seyrinde gitse hiç bir kurtuluşu yok.
Didem Arslan Yılmaz: Ne olurdu?
Hanefi Avcı: Yüzde yüz hakim olurlardı. Devletin bütün kademelerinde şuan cemaat mensupları olurdu. Türkiye’de bütün basın susturulmuştu.
Didem Arslan Yılmaz: Belki sizde tekrar hapse girmiştiniz?
Hanefi Avcı: Biz en hafif haliyle hapse gitmiştik. Hükümetin bütün bürokratları hapisteydi. Aleyhlerimizde uydurulmuş yalan yanlış iddialarla bakın neler yapmışlar neler uydurmuşlar diyerek sürekli bir empoze başlayacaktı. Başka da her türlü kötü yönetim gelebilir. Şuan da mevcut yönetimi de eleştirebilirsiniz. Ama bu yönetim bir süre sonra oyla kaybedebilir ya da yönetenlerin ölümüyle sonlanabilir. Ama askeri yönetim çok kötüdür. Türkiye’de askeri yönetim gelir bir kaç yıl sonra sivil yönetim olur. Ama cemaat gelirse asla bir daha çıkmaz. Niye çünkü cemaat toplumun en küçük katmalarından itibaren örgütlenir. Sürekli sahip olma duygusuyla kimseyi harekete geçirmez.
Didem Arslan Yılmaz: Nasıl bir Türkiye olurdu onlar yönetimde olsa?
Hanefi Avcı: Hiç kimsenin sesini çıkaramadığı ve herkesin cemaate boyun büktüğü bir Türkiye olurdu. Bu cemaatin ilk yazdığı bir kitap vardı “Türkiye’de Derin Yapılar” diye. Burada diyordu ki Türkiye’de yapılan Ergenekon, Balyoz gibi operasyonların aslında Ergenekon dediği gayri milli yapıların silahlı unsurlarıdır. Aslında Türkiye’de tüm gayri milli yapılar sıradan geçirilmelidir, diyor. Yani Türkiye’deki sermaye de Türkiye’de ki iş adamları da Türkiye’de basın herkes tek tek elden geçirecekti. Cemaat kendisi dışındaki herkese “eğri dünya” der ve dünya dışında kalanları tek tek elden geçirecekti.
Didem Arslan Yılmaz: Peki darbe başarılı olsaydı Fetullah Gülen, Türkiye’ye dönmüş müydü?
Hanefi Avcı: Zannetmiyorum. Anca mutlak hakimiyet sağlanırsa gelirdi. Çok garanticidir. Kendini en ufak riske atmaz. O her şey bittikten sonra gelirdi.
Didem Arslan Yılmaz: Sizce TSK de kinlenmiş olanlar var mı? Sayısı ne kadar? Tekrar ikinci bir darbe olasılığı var mı ve ilerleyen günlerde nasıl tehlikelerle karşı karşıya Türkiye?
Hanefi Avcı: Böyle illegal yapılarda yok yoktur. Ama şuan da genel duruma baktığımda biz tehlikeyi atlattık. Bu cemaat mensupları şuan da hukuktan kaçmak kurtulmak derdindedirler. Sürekli yurt dışına kaçmaya çalışacaklardır. Şuan da yeniden kalkışacak bir güç kapasitesinde olduklarını zannetmiyorum. Bu kısa vade benim öngörüm. Bazı küçük gruplar kişisel bazda bir şeyler yapabilirler. Büyük ve genel bazda bir şey yapamazlar diye düşünüyorum. Bunlar işe kalkıştıkları zaman B planları yoktur. Zaten bakarsanız operasyon başarısız olunca bazılarının silahlarını bırakıp gittiklerini gördük. Gidip bir yere silahlarını gömüyorlar. Çünkü amaçları Türkiye’i terk etmek. Bu kısa vade. Orta vadede cemaat bu işi bitirmeden çekilmez. Türkiye’deki en büyük yanılgı budur. Cemaat bir hareket yaptı, karşılığında bir tedbir alındı mesele bitti zannedilir. Bize yaptıklarını bir kenara koyalım, hükümete yaptıklarına bakalım. 7 Şubatta en büyük olayı yaptı. Hükümetin 7 Şubatta aldığı bir tedbir var. Bazı polis müdürlerinin bazı savcıların yerini değiştirdi. Zannetti ki cemaat sustu bitti. Evet o bir yenilgi aldı ama asla vazgeçmedi. Tersine dedi ki ben bu hükümetle yürüyemem bunu devireceğim. Ne yaptı 17-25 Aralık ve Selam- ı Tevhid operasyonunu hazırlayıp tüm hükümeti değiştirme operasyonu yaptı.
Didem Arslan Yılmaz: Şimdi sizde söylüyorsunuz 1970’li yıllarda sizde onların evinde kalmışsınız. Onlarca yıl Türkiye de örgütlenmiş bir yapıdan bahsediyorsunuz. Türkiye’nin hücrelerine işlemiş bir yapıdan bahsediyorsunuz. Bu yapının temizlenmesi mümkün mü?
Hanefi Avcı: Ancak şu da var. Bu insanlar 2007’lere 2008’lere kadar devletle birleşik yürüyen ona karşıt bir yapı değildi. Hatta 2011’lerde yaptıkları mevcut devlet yönetimini destekliyoruz gibi bir anlayış yarattı. Yani biz gayri milli unsurları temizliyoruz. Gerçek Türk devletini türk milletini ayağa kaldırmaya, buna karşı ona temizliyoruz gibi, bir anlayışla hareket ettiler ve kendi kadrolarına bunu verdiler. Ama ne zaman hükümetle karşı karşıya kaldılar. Çünkü kendileri gerçek devlet olmak istiyordu. Önleri, kesilince bazı hareketlerine mani olunca hükümetle karşı karşıya kalınca o zaman hükümeti değiştirmeyi düşündüler. Önce hükümetle karşı karşıya kaldılar, onunla bir tenakuza düştüler. Bir müddet sonra bu hükümeti aştı ve toplumun büyük bir kısmını kapsadı. Ama şu darbeye başlarken bile onlar şöyle zannediyorlardı; ‘Halkın büyük bir kesimi de bu hükümetten bu yönetimden memnun değil. Bizim bu hareketimize destek verir’ zannettiler. Halbu ki Türk halkı bu hükümeti eleştirse bile cemaati o kadar kötü görüyor ki insanlar bu işin cemaatvari olduğunu duyunca herkes ayağa kalktı. Türkiye’de ayağa kalkmayan bu darbeye karşı koymayan ben hiçbir kesim görmedim. Türk basınında, sivil toplumda herkes karşı çıktı. Cemaatin ne olduğunu Türk halkı biraz biliyordu aslına bakarsan. Biraz görüyordu yani olayın ne olduğunu. Cemaat 17 Aralık’a kadar kendine hükmetme gücü gördü. Ama o süreden sonra bu gücü kaybetti. Şimdi o kaybettiği gücü tekrar kazanmak istiyor. Yani darbenin asıl amacı o gücü yeniden kazanmak, tüm halka hükmetme gücü elde etmek.
Didem Arslan Yılmaz: Demek ki siyasi iktidar hala bir tehdit görüyor? Siz ne dersiniz?
Hanefi Avcı: Tabii ağır bir travma yaşadık. Bundan dolayı Türk toplumunun tepkisini gösterip meydana çıkması uygundur. Ama ben şu an aynı kanaatte değilim. Artık hayatın yavaş yavaş normalleşmesi gerektiğini bir artık bu işi daha serin kanlılıkla soruşturmaları yaparak bütün bu uzantıların bağlantıların görülmesi gerektiğine inanıyorum. Bizim karşımızda fiili olarak harekete geçen bir grup var. Cemaat örgütünün mensubu var. Bir defa bunun dışında hala aranan eski PYD mensubu olan emniyet mensupları var. Bence bizim bu darbenin bütün katmanlarını sivil unsurlarını ortaya çıkarmamız lazım.
Didem Arslan Yılmaz: Sivil unsur kim?
Hanefi Avcı: Darbe başarılı olsaydı cemaat kadroları devreye girecekti. İş birliği olduğu kanaatindeyim. Bunu biri koordine ediyor. Görevden almalar devam edecek. İlk başta olanlar ilk tepkiler isabetli olmayabilir. Belli oranda yanlışlık payı olabilir, metanet gösterip buna katlanacağız. Cemaat mensubu sanılan insanlar zamanla ayıklanacaktır. Sokağı yavaş yavaş normalleştirmemiz lazım.
Kaç kişiden bahsediyoruz?
Ben sayısal olarak bir rakam veremem ama ciddi rakamlar olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten bu suça karışmış insanların 10 bini açtığını düşünmüyorum. Safça oraya gitmiş olabilenlerin sayısı fazla olabilir.
Didem Arslan Yılmaz: Bir numara Fetullah Gülen mi, üst akıl mı?
Hanefi Avcı: Geri plandaki bağlantılarını bilmediğim için tek kabul ediyorum. Üstü olduğunu düşünmüyorum. Devlet katmanından sorumlu insanlarla beraber karar verdiğini düşünüyorum.
Didem Arslan Yılmaz: Ekonomik güçleri ne kadar?
Hanefi Avcı: Çok ciddi bir güç devlet imkanlarından faydalandılar. İş adamlarından faydalandılar. Türk halkının iyi duygularından faydalandılar. Himmet, zekat aldılar. Kendi ticari faaliyetleri oldu, devletin belediye olanaklarını aldılar, rakam veremem. Oldukça maddi güçleri var. Bu kaynak kesildi artık, hazırdan yedikleri kanısındayım.
Didem Arslan Yılmaz: OHAL gerekli mi?
Hanefi Avcı: Kanunda belirtilen şartlar Türkiye’de yaşandı. Bir süre için ihtiyaç var bu durumlar için geliştirilmiştir. Bir yerde hukuka uygun hareket edemiyorsunuz. Hukuka uygun davranmak zorundayız.
Didem Arslan Yılmaz: Suikast düzenleme ihtimalleri var mı?
Hanefi Avcı: Örgüt şunu yapar eder diye yanlış mesaj vermek istemeyiz. Şu an böyle biri harekete geçemez. Orta vadede özel suikastler yapabilir. Kinlenip özel bir intikam duygusuna yönelecek hale dönüşebilir. Sivri isimlere yönelik ihtimal kapasite vardır.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Karabük'te kartpostallık görüntü! Sarıçiçek Yaylası beyaza büründü
Ankara'da korkunç kaza! Önüne gelene çarptı
KABİNE TOPLANTISI GÜNDEM MADDELERİ | Kabine Toplantısı ne zaman, YARIN MI? Asgari ücret, Suriye’deki gelişmeler...
Kayak Merkezlerinde Yılbaşı Yoğunluğu
100 Binde 1 Görülüyor: Doktorlara Ameliyatta 'Mide' Şoku!