Sadece sahnelerde değil ekranlarda da “ve perde” zamanı
“Bu pandemi dünya tarihinde bir ilk değil. Kara Veba gibi son derece ölümcül bir salgın var Avrupa’nın tarihinde. Tüm bu salgınlar karşısında ise varlığını bugüne kadar sürdürebilen 2000 yıllık bir sanat alanından bahsediyoruz. Bu dönemin geçici olduğunu, sahne sanatlarının seyirci ile yüz yüze ilişkisi olduğunu da unutmamak gerekiyor” diyor, 14 Kasım itibariyle sahnelerde ve çevrimiçi platformda izleyicisiyle buluşacak olan İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz…
Betül Memiş / Cnnturk.com
“... Umut etmek, kumar oynamaktır. Gelecek üzerine, arzularınız, açık yürekliliğin ve belirsizliğin kasvet ve güvenlilikten daha iyi olma olasılığı üzerine bahis oynamaktır. Umut etmek tehlikeli olsa da korkunun tam zıddıdır çünkü yaşamak risk almaktır. Bütün bunları söylüyorum çünkü umut, heyecanla koltuğa tünemişken bu sefer şansın sizden yana olduğu hissiyle sıkıca elinizde tuttuğunuz bir piyango bileti değildir. Bunları söylüyorum çünkü umut, acil durumda kapıları kırmak için kullandığınız baltadır; çünkü umut sizi kapıdan dışarı itmelidir, çünkü geleceği bitmek bilmeyen savaş halinden, yeryüzünün hazinelerinin imhasından ve yoksullarla marjinallere eziyet edilmesinden kurtarabilmek için varınızı yoğunuzu vermeniz gerekir. Umut başka bir dünyanın mümkün olabileceği anlamına gelir, bu dünyanın vaat edildiği veya güvence altında olduğu anlamına değil. Umut insanı eyleme çağırır; eylem umut olmadan imkânsızdır. Ernst Bloch, 1930’larda kaleme aldığı umut konulu muazzam incelemesinin girişinde şöyle diyor: ‘Bu duyunun emeği, kendilerini, bizzat bir parçası oldukları Oluşmakta Olana eylemli bir biçimde fırlatan insanlar ister.’ Umut etmek kendini geleceğe adamaktır ve bu geleceğe adanmışlık, bugünü yaşanabilir kılar.” Çevre, feminizm, siyaset, mekân ve sanat gibi çeşitli konularda yazılar yazan ABD’li yazar Rebecca Solnit “Karanlıktaki Umut” (Siren Yayınları) adlı kitabında bu peşrevden veriyor meramını…
Son aylarda, ‘yaşayan canlı dünya’nın üstünde soluklananlarının pek de umutlu olduğu söylenemez, olanlara da elleşilmiyor gördüğüm. Düşününce, umut dediğimiz de nefeslenmeye bir bahane değil midir? Neyse efendim, içimdeki Nietzsche’yi susturup, düşünce tarifemin direksiyonunu az biraz bugüne kırıp geliyorum sadedime. Fakat öncesinde, tecrübeyle sabitlediğimiz bugünleri biraz daha ışıklandıralım niyetine, bundan 200 yıl önce iklimin doğaya etkisini ilk fark edenlerden ve modern çevreciliğin temellerini atan, “bilimlerin Shakespeare’i” de denilen Prusyalı doğabilimci, bilim insanı Alexander von Humboldt’u huzurlarınızda yeniden yâd etmek isterim. Doğanın en büyük öğretmen olduğunu söyleyen ve Charles Darwin’in “En büyük bilim seyyahı” olarak tanımladığı, pek çok düşünürün de, coğrafyadan jeolojiye, ekolojiden jeofiziğe birçok disiplin, onun sırtında bir çantayla çıktığı bu doğa gezilerine çok şey borçlu dediği Humboldt’un biyografisine merak salarsanız da tavsiyem, Andre Wulf kaleminden çıkan (Ayrıntı Yayınları) “Doğanın Keşfi” adlı kitabı.
Madem mevzuya girişi ‘umut’tan verdik, o vakit, bugünün sadedini de sarkıtma zamanı. Öznemiz: Alman şair, tiyatro yazarı, yönetmeni Bertolt Brecht’in de, “Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değil, dünyanın onunla şekillendirildiği bir çekiçtir” dediği, en kadim sanat dallarından biri olan tiyatro… 24. İstanbul Tiyatro Festivali, 14 Kasım - 1 Aralık tarihleri arasında, hem sahnelerde hem de çevrimiçi platformlarda seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Bu yıl festivalin Onur Ödülleri, dansçı, koreograf Geyvan McMillen, yönetmen Işıl Kasapoğlu ve Belçikalı yönetmen Ivo van Hove’a sunuluyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen festival, yurtdışından ve Türkiye’den toplam 29 tiyatro, dans ve performans topluluğunun gösterisi ile dimağları serinleteceğe benziyor. Festivalin çevrimiçi performansları online.iksv.org adresinden izlenebilecek. Festival böylece programının çevrimiçi bölümüyle yalnızca İstanbul’dan değil, tüm Türkiye’den erişilebilir olacak. Ezcümle: Bugünlerde daha çok Solnit, Humboldt ve Brecht gibi isimlere kulak vermekte fayda var. Bu da daha çok ‘doğa’, daha çok ‘sanat’ ve karşılığında da ‘başka bir dünya mümkün’ yani ‘umut’ demek! O sebeple bugün sözü, 24 yıldır, yılmadan her defasında umudu bizlere zerk eylemekten vazgeçmeyen İstanbul Tiyatro Festivali’nin direktörü Leman Yılmaz’a bırakıyorum.
“Kültür sanat ilk kurtarılacaklar listesinde sonlarda”
• “Umut etmek, kumar oynamaktır” diyen yazar Rebecca Solnit, “Umut etmek kendini geleceğe adamaktır ve bu geleceğe adanmışlık, bugünü yaşanabilir kılar” cümlesiyle noktayı koyuyor. Sizin hayat ve sanat mesainize baktığımızda çocukluğunuzda başlayan tiyatro, dans, sonrasında üniversitede biyoloji, sosyoloji, üstüne dramaturji-eleştirmenlik alanında doktora ve gazetecilik gibi altyapınızda sizi var eden donelerin hepsinde kültür sanatın parçalarını görüyoruz; tam da bu perspektiften bakınca, tabii ki sanat takipçisi yanınızı da es geçmeden, geçmişten bugüne “umut” ve “geleceğe” dair sizin düşünceleriniz nedir? Bu kavramlar sizin hayatınızda nereye düşüyor?
Rebecca Solnit’ten yaptığınız alıntı çok değerli. Sanırım yüreğimde her zaman “umut”a yer verdim. Hep olumlu düşünmeye ve geleceğin her zaman yeniliklere, yeni açılımlara gebe olduğunu düşündüm. Gençliğimde galiba oldukça karamsardım. Sonrasında, özellikle genç yaşlarda iş hayatımda aldığım kararlar cesaret etmenin, korkmamanın önemini gösterdi. Geleceğe umutla bakabilmeyi becerebilmekte galiba iki kişinin hakkını yiyemem. Sevgili Tevfik Yener, gazeteden ayrılırken verdiği nasihat… Diğeri de Théâtre Vidy Lozan’ın genel sanat yönetmeni René Gonzales’in umut dolu sözleri… Ben de şimdi genç arkadaşlarıma benzer tavsiyelerde bulunuyorum.
• Bugünlerde, pandemiyle birlikte Maslow teorisinin ihtiyaçlar hiyerarşisinde piramidin neresine düşüyoruz bu artık bir dilemma ama; filozof ve kültür teorisyeni Byung-Chul Han “Yorgunluk Toplumu” adlı kitabında, her birimiz için “Yorgunluk toplumunun fertleriyiz” der ve ekler: “Aşırı üretim, aşırı performans ve aşırı iletişimden doğan pozitifliğin gücü, artık ‘viral’ değildir, bağışıklık ona erişim sağlamaz. İmmünolojik savunmadan ziyade artık sindirimsel-sinirsel bir boşalma ve red vardır.” Neticede, “Her çağın kendine özgü hastalıkları vardır” tanımını yapan ve “21. yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur” diyerek de fotoğrafı başka bir yere konuşlandıran Han’ın düşüncelerinin ışığında siz ne söylemek istersiniz?
Çok doğru. Özellikle pandemi ile birlikte hayatımıza, içinde yaşadığımız, yaşamak durumunda kaldığımız ilişkiler ağına baktığımızda, içinden çıkamadığımız sonsuz bir döngünün içinde, şuursuz bir şekilde durmadan devindiğimizi gördük. Belki kısa bir süre nefes aldık ama sonrasında öncekinden daha da hızlı bir biçimde, bu kez kendimizi iyice kaybederek deliler gibi koşuyoruz. Artık bir an olsun nefes alacak zamanımız yok. Günler geceye karıştı. Açıkçası ara vermeden çalışan bu mekanizmanın dişlileri ne zaman, nasıl duracak, biraz olsun yavaşlayacak mı merakla bekliyoruz.
• Gelelim uzun zamandan sonra pek çok insana ferah algılar, çokça yeni keşifler ve oksijen sahası aşılayacak olan İstanbul Tiyatro Festivali’ne; oluşum sürecinden ve içeriğinden bahseder misiniz? Sanatseverleri neler bekliyor ve önceliğe aldıklarınız neydi?
Önceliğimiz tabii ki festivali gerçekleştirmekti. Her ne olursa olsun… Festivali yapmamak ise gerçekten en kolayıydı. Bir önceki soruda da altını çizdiğiniz gibi yorgunuz. Düşünmekten, düşündüklerimizi gerçekleştirmeye çalışmaktan… Mart ayındaki takvimi değiştirmedik ve yerli yapımların başvuru sürecini Mart sonu tamamladık. Bu arada tabii neredeyse uyumadan dünya gündemini izledik. Bir taraftan yüreklerimizde hep bir umut vardı. Bir taraftan da pandemi ile ilgili ikinci dalga, üçüncü dalga, kış koşulları derken de olumsuz bir tablo çiziliyordu. Şu anda dünya genelindeki artan vaka sayılarına bakıldığında aslında çok büyük sürpriz değil. Öngörülüyordu… Bu bir seçimdi… Ya “umut”u seçecektik ya da karamsarlığı ve karanlığı… Biz “umut”u seçtik. Her koşulda festivali yapabilmenin nasıl bir programlama ile olacağını düşündük. Farklı senaryolar üzerine çalıştık. Sanatçılarımızla, topluluklarla toplantılar yaptık. Sonuçta ortaya çok heyecan verici bir program çıktı. Umarım yüreğimizdeki umutla da başlar ve bitiririz festivali. Tamamen dijital platformda yer alan projeler var. Fiziksel mekânlarda oyunlarımız var. Ama önceliğimiz ve festivalin omurgasını oluşturan aslında başlangıçtan bu yana İstanbul Tiyatro Festivali’nin en önemli bölümü olan yerli yapımlardı. Çok değerli projeler geldi bu süre içinde ve çok zengin bir program hazırladık.
• Bu yıl festivalin ortak oluşumu ve belki de tek bir potada seslendiği derdi nedir?
Aslında her zaman altını çiziyorum. Tiyatro Festivali bir tema ile yola çıkmıyor ama programı planlarken kimi zaman kimi konularda çok daha fazla odaklanıldığı oluyor. Bu yıl özellikle “kadın” temalı oyunlar, paneller ön plana çıktı.
• Zaten bir sanatı icra etmek, ortaya çıkarmak, hele de festival olarak yıllara yayarak insanlara bir kültür sunmak çok zor iken, günümüz var olan koşullarında daha da çıkmaza girildiğini görüyoruz. Ne yazık ki dünyada da böyle, ilk önce ‘sanat’ ikinci plana öteleniyor; siz neler yaşadınız, yıldığınız, şaşırdığınız, yeniden ayaklanmanızı sağlayan nelerdi, bu süreçte ne gibi farkındalıklarınız oldu?
En önemlisi sanırım yıllardır içinde yaşadığımız bir dünyanın, aslında ne kadar da ikincil kaldığını görmek oldu. Bir algı yıkıldı. Çok sayıda uluslararası toplantıya katıldım. Evet, yurt dışında hükümetler arka arkaya kültür sanat kurumlarına, tiyatrolara destek paketlerini açıkladılar ama burada da uzun süreli bir planlama yoktu. Bu destekler sona erdiğinde sanatçılar yine işsiz kalacaktı, yine başlarının çaresine bakmaları gerekecekti. Ne yazık ki kültür sanat “ilk kurtarılacaklar” listesinde sonlarda yer aldı. Bunu görmek az çok yıkıcı oldu. Belki de o nedenle yeniden ayağa kalkıp bir şeyler yapmamız gerekiyordu.
“Bu dönemin geçici olduğunu unutmamak gerekir”
• Pandeminin getirisi olarak pek çok sanat oluşumun yaptığı şeydi çevrimiçi – dijital sanat… Fakat bu kadim sanat dalı tiyatro (yaratanları, seyircileri ve aracı olanları) için hem farklı bir deneyim hem de belki geleceğe farklı bir jargon oluyor; sizce, seyirci ve tiyatro ve aracıları bundan nasıl etkilenecek? Belleği zayıf olan insanlar olarak tiyatronun, bu kaygı çağında inşası ya da evrilmesi söz konusu olabilir mi?
Öncelikle şunu tekrar hatırlatmak gerekiyor. Bu pandemi dünya tarihinde bir ilk değil. Kara Veba gibi son derece ölümcül bir salgın var Avrupa’nın tarihinde. Tüm bu salgınlar karşısında ise varlığını bugüne kadar sürdürebilen 2000 yıllık bir sanat alanından bahsediyoruz. Bu dönemin geçici olduğunu, sahne sanatlarının seyirci ile yüz yüze ilişkisi olduğunu da unutmamak gerekiyor. İçinde bulunduğumuz bu dönemde bulacağımız çözümler geçici çözümler olacak. Dijital tiyatro bu pandeminin ürünü değil sadece. Öncesi var tabii ki. Tiyatronun geleceği dijital tiyatro da diyemeyiz kesinlikle. Ama bir tür olarak tabii ki bu tarihi süreç içinde kendine bir alan açacak.
• Tarih bize gösteriyor ki bazı musibetler eğer istenirse farklı ve daha verimli mevzulara vesile olabilir; pandeminin sanatsal boyutta sadece belli bir zümre ve bölgede kalmayıp, sanal ortamda herkese ulaşıyor olması bir bakıma pozitif durum. Fakat bu ‘ulaşılıyor’ hali beraberinde anlaşılmayı da getiriyor mu, bu tartışılır ama gelecek açısından ısındırma da olabilir; siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası beni de çok mutlu eden bir açılım. Sonuçta Tiyatro Festivali gibi ağır bir makinayı başka kentlere taşımak çok zor, çok maliyetli. Dolayısıyla festival ancak İstanbul sınırları içinde seyircisi ile buluşabiliyordu.
• Festivalde kadın odaklı performanslar öne çıkıyor. Malum, bizim coğrafyada ‘kadın’ söz konusu olduğunda, ne yazık ki insanın beşeri havzasını tahlil ve tayin yeteneğinde pek serpilemediğini, üstüne de hâlâ ne bir bakış açısı ne de bir davranış biçimi geliştiremediğini görüyoruz ki hukuksal mevzulara hiç girmiyorum bile. Bu minvalde, festivalin bu performanslarda dikkatimizi çekmeye çalıştığı nedir, biraz sizden dinleyelim istiyorum?
Daha önce de belirttiğim gibi festivalde belli bir tema odaklı programlama yapmıyoruz. Ancak açık çağrı ile gelen projeler arasında “kadın” teması çok daha fazlaydı. Tabii ki bu da programa yansıdı. Aslında gelecek festival için bu tema çerçevesinde bir program düşüncem var… Tabii daha netleşmedi.
“Sanatın ulusallığına inanmıyorum”
• Theodoros Terzopoulos, “Artık tiyatronun sabit bir referans noktası, kökleri ya da ulusal kimliği yoktur” diyor, buradan yola çıkarsak aslında İKSV’nin tiyatro kotası minvalinde bugüne kadar yaptığı işler ortada, ama yine de adını “İstanbul Tiyatro Festivali” olarak deklare ettiğimiz ‘İstanbul’ güzergâhlı oluşumun yaratıcılarından biri olarak sizin yorumunuz nedir?
Ben sanatın ulusallığına inanmıyorum. Sanatı, sanat eserini, tiyatroyu, dansı farklılaştıran o eseri sahneye koyan yaratıcının tercihleri, seçimleri… Ve tabii ki kültürel alt yapısı... İster istemez sahneye taşınan eserlere yansır. Ya da kiminde daha fazla yansır ve bir tercihtir… Kimi sanatçılar ise daha sınırlı kullanır. Ama sanat evrenseldir. Her seyirciye ulaşan bir sahne dili vardır. Bir hedefi ve anlatmak istediği, seyirciyle paylaşmak istediği bir derdi, düşüncesi vardır.
• Dario Fo, “Sanatı siyasetten, felsefeden, ideolojiden ayırmak çok tehlikeli... Sanat diğerlerinden arındırılmış, saf ve temiz kalabilir mi? Sanat kirlidir, bozuktur. Saf ve temiz sanat olamaz, çünkü sanat yaşama kuvvetli bağlarla bağlıdır” derken, Michael Patterson da, “Tiyatro tamamıyla siyasidir. Aslında bütün sanat dalları içerisinde en fazla politik olanıdır” der. Bugüne kadar yarattığınız projelere ve işlere bakınca, aslında bu sorunun cevabı ortaya çıkmış oluyor ama sizinle ilk defa tanış edeceklere söyleyecek olsanız ortaya nasıl bir cümle çıkar?
İçinde yaşadığımız toplumda, dönemde “saf” bir sanattan söz etmemiz çok zor. Ben de o zaman Louis Althusser’den bir alıntı ile cevap vereyim. İdeolojik aygıtlar, nesneldir ve gündelik yaşantının bir parçası halindedir. Öznel değildir, hiçbir özne tarafından üretilemez fakat özneyi şekillendirir ve kendini tekrar edecek tarzda yapılanmış bir olgudur. Ayrıca nesnel ve dışsal bir yapıya sahip olduğundan toplumun nesnel yüzünü temsil eder. Tüm toplumsal kurumlarla iç içe bir haldedir. Gündelik yaşantımızın her alanında ideolojik aygıtların yer alması sebebiyle çoğu zaman onlar tarafından yönlendirildiğimizde bunun farkında bile olmayabiliriz. Farkında olmayız çünkü ideoloji asla “ideolojiğim” demez. Bunu hepimiz biliyoruz ama bizlerin yapmaya çalıştığı zaman zaman bizim de içinde kaybolduğumuz bu çarkın içinde galiba tüm çabamızla başımızı suyun üzerine çıkarıp nefes almaya, akıntıya karşı yüzmeye, suyun üzerinde kalmaya çabalamak. Tümüyle “kirlidir” gerçeği ile yola çıkmıyoruz. Bu “kirlikten” nasıl kurtuluruz’un yollarını arıyoruz. Tabii ki bu yolu bulmaya çalışırken bizim de kaybolduğumuz, yönümüzü kaybettiğimiz durumlar söz konusu. Olmaması zaten yadırgatıcı... En baştaki sorunuza dönersem içinde bulunduğumuz çağın içinde bu kadar yorgun olmamızın en önemli nedeni de bu diye düşünüyorum. Sürekli bir çatışma ve mücadele.
• “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı dünyayı katlanılmaz kılardı” diyen Bernard Shaw ve “Tiyatro yaşamın ikiziyse eğer, yaşamda sahici tiyatronun ikizidir” diyen Antonin Artaud. Bu iki üstadın yamacında tiyatro festivalinin hepimize iyi geleceğini düşünenlerdenim, bu festivalle ilk kez kelam edecek, tanış edeceklere siz ne söylemek istersiniz?
Bizim nesil festivalin içinde büyüdü, yetişti… Dünyaca ünlü sanatçıların, toplulukların prodüksiyonları ile festivalde tanıştık. Bize bilmediğimiz kapıları açtı… Merak ettik… O bilinmeyen kapılardan geçerken inanılmaz heyecanlandık. Kimi zaman kızdık, eleştirdik… Beğenmedik… Çook beğendik… Hâlâ bazı oyunları, dans gösterilerini belleğimizde yaşatıyoruz. Kimilerimiz geleceğine bu noktada yeniden yön verdi. Yaşamımızda çok önemli dokunuşları oldu. Festival her yıl farklı deneyimler yaşatmak üzere yola çıktı. İşte ben bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum ve festivalle yeni tanışacak olanlara da “gelin bu deneyimi, bu heyecanı birlikte yaşayalım ama her şeyden öte birlikte keşfedelim” demek istiyorum.
“Bazen ben de hep “Neden?” diye soruyorum”
• “Türkiye’nin yüzde 80’ine tiyatro dediğiniz zaman akıllarına hiçbir şey gelmiyor. Yüzde 14’ü “Sinema gibi bir şey ama canlı yapılıyor galiba” diyor. Sadece yüzde 6’sı hayatında bir kere gitmiş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun sayıları bunlar. Yani ülkenin yüzde 5’ine, 6’sına tiyatro yapıyoruz” diyor (2018 tarihli Hürriyet röportajında) üstat Haluk Bilginer. Yani bu coğrafyada zor bir işle ve yaşamla meşgul olanlardansınız; yaratım aşaması heyecanlı belki ama karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz? Mesela, her festival sonrası işler bittiğinde, kendinizi koltuğa şöyle bir bıraktığınızda, aklınızdan ve yüreğinizden ilk geçen ne oluyor, his atmosferinizde ne kalıyor?
Tabii ki bu istatistikler önemli ama şunu da unutmamak gerekiyor Türkiye’de çağdaş tiyatro çok genç, çok yeni… Antik dönemden sonra çok büyük bir ara var. İslamiyet’in Anadolu’ya gelişinin etkisini göz ardı edemeyiz. Darülbedayi’nin kuruluşu 1914… Ve 1934 yılında belediyeye bağlanıyor. Daha çok uzun yolumuz var. Ama bu kadar kısa zamanda çok önemli bir yolun kat edildiğini, özellikle bağımsız tiyatrolarda üretilen, sahnelenen oyunlara baktığımızda gerçekten de çok hızlı bir şekilde geliştiğini söyleyebilirim. Bunu unutmamak gerekir. Bazen ben de hep “Neden?” diye soruyorum kendime. Ama festival bittiğinde her zaman için “İyi ki festival var, iyi ki festivali yapmışız” diyorum.
• Picasso, bir sözünde insanların uyanması gerektiğinden bahseder; “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek…” gerek der ve ekler; “Sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak…” 24. İstanbul Tiyatro Festivali’nin bugüne kadar ki çalışmalarını baz aldığınızda seyircideki etkisi nedir sizce?
Bunu şimdiden söylemek zor, birlikte göreceğiz. Ama biz programı hazırlarken çok heyecanlandık. Çok farklı yapıda oyunlar, gösteriler var ve bu karamsar, kaotik günlerin içinde ortaya çıkan bu projelerin çok zengin olduğunu düşünüyorum.
• Son olarak söylemek istediğiniz, ‘bu da var, önemli’ dediğiniz bir şey varsa, seve seve paylaşmak isterim…
Benim gönülden bir teşekkürüm olacak. Pandeminin yarattığı bu kaotik ortamda, tüm bütçeler kısıtlanırken yıllardır bizim yanımızda olan tüm sponsorlarımıza… Ve festivalin tüm diğer destekçi kurum ve kuruluşlarına bir kez daha teşekkür etmek isterim. Onların bize olan güveni ve bu yolda bizi yalnız bırakmamaları bizim için çok değerli.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Kuruluş Osmanlı'da beylikler dönemi! Osmanlı'da hangi beylikler var? Osmanlı dönemi Anadolu beylikleri hangileri?
Taş Tepeler’in uzaylıları
TÜYAP kitap fuarı başlangıç ve bitiş tarihleri 2024: TÜYAP kitap fuarı 2024 ne zaman, nerede?
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJLARI! 30 Ağustos fotoğraflı, görselli, Atatürk'ün söylediği sözler ve mesajlar, kutlama mesajları!
İslam Bilim Tarihi: Keşfü'z Zünun Kitabı Ve Yazarı