hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam!

    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    “Sihirli Flüt’ün büyüsüyle miniklere operanın kapıları bir kez daha açılıyor…” Mozart’ın “Sihirli Flüt” eserinden ilhamla “Papagenolar Çocuk Operası” yeni kadrosuyla 23 Mart - 23 Nisan’da Zorlu PSM’de…

     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Gerçek ve erdem sonunda galip gelir” der klasik müziğin dâhilerinden (1756-1791) Wolfgang Amadeus Mozart ölümsüz eseri “Sihirli Flüt”te… Mozart’ın “Sihirli Flüt”ünden ilhamla sahneye taşınan “Papagenolar” çocuk operası geçtiğimiz sezon gişe rekoru kıran hemhalinden sonra, bu sezon genişleyen kadrosuyla 23 Mart- 23 Nisan tarihlerinde Zorlu PSM sahnesinde… Genç jenerasyonun önde gelen şeflerinden Ramis Sulu’nun müzik direktörlüğünde, Caner Akın’ın yönettiği bu renkli çocuk operasının yapımcılığını Duende Global üstleniyor.

    Ayrıca Tan Sağtürk Akademi Genç Bale Topluluğu dansçıları ve bu yıl ilk kez ekibe katılan Papagenolar Çocuk Korosu’nun eşlik edeceği “Papagenolar”, Mozart’ın “Sihirli Flüt” operasının en renkli karakterlerinden biri olan Papageno etrafında şekilleniyor. Papageno’nun ailesi, Gece Kraliçesi, Sarastro ve Ağaç Adam gibi “büyülü karakterlerle” zenginleşen hikâye; ‘Sihirli Orman’da doğa ve insan sevgisinin nasıl güzellikler yaratabileceğini, en olumsuz görünen kişilerin bile içinde bir iyilik kırıntısı taşıdığını ve bu iyiliğin sevgiyle açığa çıkarılabileceğini anlatıyor. Müziğin, dansın ve tiyatronun iç içe geçtiği “Papagenolar”ın yapımcısı Begüm Başbuğ ve orkestra şefi Ramis Sulu ile bir araya geldik… (Es notu: “Papagenolar”ın dünyasına misafir olmadan evvel, öncesinde fonumuzu da Mozart’ın “Sihirli Flüt”üyle şereflendirebiliriz!)

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam

    “Kendi çocuklarımızdan yola çıktık”

    · “Barbarlık çağını yaşıyoruz. İnsanlık tarihinde ilk kez bilgi ve kültür birbirinden ayrıldı. Canavarlaşan bilim bütün hissi özellikleri ve yaşamı dünyamızdan kovdu. Yaşamın kendini geliştirmesinde başka bir şey olmayan kültür, modernliğin beşiği Avrupa’dan dışlandı. İdeolojiler insanın yok oluşuna övgüler yağdırıyor. Yaşama ıstırabını dindirmedenin tek çaresi medyatik evrene sığınmak” diyor Fransız filozof, fenomenolog ve romancı Michel Henry (Ayrıntı Yayınları, çeviri Işık Ergüden) “Barbarlık” adlı kitabında. “Enformatik çağın aptallar çağı” olduğunu ifade eden ve özün yaratıcıları marjinalleşirken eserlerinin de adım adım yasadışılığa itildiğini belirterek soruyor: “Yaşam, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hale geldi?” Üstadın tarifinden yola çıkarak sizin, kişisel ve sanat hayatınızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Ve 2025 yılı için kısa ve uzun vadede dünyaya ve sanata dair öngörünüz ne olur?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Begüm Başbuğ: Dünyada ve Türkiye’de yaşananlara / yaşadıklarımıza bakınca; 2024’ün “z raporu”nun fotoğrafı oldukça çarpıcıydı bizim için. Sadece kültür sanat alanında değil, toplumsal olarak baktığımızda da dolaylı veya direkt olarak etkilendiğimiz için aslında hayal kırıklığı veya umutsuzluk denilebilir bendeki hissi... Genel olarak hayatta heyecanımızı kaybederken sahnede de kaybettik. Fakat bir yandan da bizim işimiz, biz sanatçıyız. Mesela, bugün bizi burada bir araya getiren yine sanat oluyor; “Papagenolar” (çocuk operası) özelinde ise konsantrasyonumuz tamamen çocuklardı... Evet, bazen insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor, evden çıkmak istemeyeceğimiz pek çok şeyin olduğunun da farkındayız. Ama bir noktada her şey devam ederken, madem her şey geçiyor ve aslında her şey devam ediyor o zaman varlığımızı sürdürmek zorundayız. Bu bağlamda da “Papagenolar” ile iyi bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Tüm bu kaosun içinde, bir çocuğu mutlu edebiliyorsak ya da bir klasik müzik izleyicisi / dinleyicisi kazanabiliyorsak ya da bir çocuğun rüyasına girebiliyorsak o zaman mutluyuz. Kısaca, 2024 yılı bizim için çok eksiklerle doluydu. 2025’e geçerken de umut var tabii ki; her şey yine de yeniden çok güzel olabilir… Kendi adıma artık soru sormak istemiyorum, daha ne olabilir ki diye. Olan oldu. Çok yaralıyız, dolayısıyla şimdi bir şekilde böyle devam edeceğiz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ramis Sulu: 2024 fotoğrafımız; üzücü, üzücü, üzücü… Çünkü dünya tarihine bakınca ne yazık ki kötü insanlar hep oldu, olmaya da devam edecek. Sorun iyi insanlardan çok daha fazla kötü insanların olması… Tam da burada Michel Henry’nin “barbarlar çağını yaşıyoruz” tarifinin gerçekliği ortaya çıkıyor. Benim inandığım felsefe ise; “iyilik”, sanatla empoze edilebilir bir şey. Çünkü sanat, sadece basit bir kategori değil. Sanat, bugün üstümüze giydiğimiz bir elbise / ceket, sabah uyanma şeklimiz, yemek yerken tuttuğumuz çatal, kaşık bile bir sanat eseri. Buna benzer pek çok farkına varmadığımız detayların bir bütünü; bir yolculuktan ilerleme hali… Ve çok daha üzücü olan çoğu kimse, bir şeye tutunmaya değil, bir şeyi reddetmeye çalışıyor. Kimse bir şeyi benimsemiyor. Hatta diyebilirim ki herkes benimsenecek şeyleri hayatından çıkartmaya çalışıyor. Bu arada, 19 yaşında, Türkiye’de yaşayan / tecrübeleyen bir çocuk / ben söylüyor bunları size ve bunları söyleyebilecek 5 yaşında çok fazla çocuk var artık dünyada.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    19 yaşındanız Ramis, pek çok çocuk gibi biz yetişkinlerin yüzünden erken yaşta olgunlaşmak zorunda kalan çocuklardan… Fakat 19 yıllık yaşam mesainize bakınca: Şevki Karayel’den ilk piyano dersine 10 yaşında başlıyor, 2020’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi’ne gidiyor ve bu süreçte Prof. Metin Ülkü ve Prof. Gülden Gökşen’in öğrencisi oluyorsunuz. 2019’da Uluslararası Hisar Piyano Yarışması’nda birincilik ödülü kazanıyor ve 2023’te de konservatuvarın piyano ana sanat dalından mezun oluyorsunuz. Özgeçmişiniz kabarık da ben burada kesiyorum. Totalde, bir yetişkinden çok daha fazla hayatla ve sanatla hemhal bir yolculuk bu! Sizin yakadan bakınca ortaya çıkan yansıması, hissi nasıl? 
     
    Ramis Sulu: Biraz önce iyi insanların daha az olması sebebiyle kötü insanların çok fazla olduğundan söz etmiştim. Ama iyi insanların çok olması da bizim elimizde. Ve ne yazık ki ümitsiz olmak için de bir lüksümüz yok! Ümit yaratmak için üretmemiz ve bir arada olmamız gerekiyor. Burada da tek inandığım şey, tüm bunları sanatla iyileştirebileceğimiz gerçeği. Biz çocukları, hayal kırıklığına uğratmamak için çok fazla çırpınan ve uğraşan insanlar olduğunu da görüyorum / biliyorum. “Papagenolar” çocuk operamızda da çocuklara / yetişkinlere; insan ve doğa sevgisinden ve bu sevginin gücünden ve iyileştirici halinden bahsediyoruz. Çünkü bir şeyleri yeşertebilecek olanlar çocuklar. Onlara ilham olacak kişiler ise yetişkinler. Yetişkinlerin yerlerini biz çocuklar alacağız, biz çocukların yerini ise gelecek nesiller. Çünkü herkes unutuyor veya es geçiyor ama hepimiz ölümlüyüz… Aslında çok konuşmama gerek yok; biraz Nazım Hikmet (Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın…) okusak birçok şeyin farkına varabiliriz bence. 
     
    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam

    “Operanın en eğlenceli hali” 

    Gelelim, menşei 1791 olan (konuşma ve şarkının birlikte yer aldığı sözlü şarkı, singspiel biçiminin bir örneği) Mozart’ın en sevilen eserlerinden “Sihirli Flüt” operasından ilhamla kurgulanan “Papagenolar”a… İlk olarak 2019’da Türkiye’de başlatıyorsunuz bu projeyi. Öncelikle bu serüven, hikâye nasıl doğdu? Mesela, neden çocuk operası? Zira, çoğunlukla Türkiye’de opera, caz veya klasik müzikle aramız pek de şenlikli değilken -yani biz yetişkinler aleminde mesaisi sancılıyken- siz, çocuklar için opera yapıyorsunuz. Tabii biraz önce söylediğiniz minvalde, bugünün çocukları yarının yetişkinleri olacağı için de iyi bir başlangıç diyebiliriz. 
     
    Begüm Başbuğ: Rejisör ve tenor ortağım ki “Papagenolar”ın da yönetmeni Caner Akın’la sohbetlerimizde, çocuklar için bir şeyler yapmamız gerektiği üzerine konuşuyorduk. Neden çocuk: Çünkü ikimiz de ebeveyn olmuştuk! Benim kızım, Caner’in oğlu var. Gerçekten güzel, müzikal kalitesi ve estetik değeri olan prodüksiyonlar izleyebilsinler istiyorduk. Bu anlamda da ortaya çıkardığımız “Papagenolar” ile birazcık itici güç olduğumuza inanıyorum. İlk inisiyatif çocuk operası olarak, öncü olduk diyebilirim. Çünkü ortaya çıkan iş içimize sindi ve mutluyuz… Yaratım aşamasında da kendi çocuklarımızdan yola çıktık; beraber birçok çocuk oyunu izledik. Neyi sevdiklerini, sevmediklerini veya nerede dikkatlerinin dağıldığına baktık, isteklerini gözlemledik. Bu bağlamda ortaya çıkacak işin üst düzey estetik ve müzikal anlayış üzerine kurgulanması için çocuk aklını ve değerini ön planda tutarak pedagog danışmanlığında oyunumuzu kurguladık. Daha önce izlediğimiz oyunlarda odak noktalarını kaybetmiş, telefonlarına dalmış aileleri de kazanmalıydık. Sonuç olarak kapalı gişe oynayan, alkışlarla başlayan bir opera yaratmış olduk. Hatta bir gün minik bir izleyicimiz opera başlamadan önce, “Çok heyecanlıyım!” diye bağırmıştı. Ve biz o enerjiyle perdemizi açmıştık, ne harika değil mi! Caner, tenor ve aynı zamanda rejisör, ben bir viyola sanatçısıyım, bütün ailem opera sanatçısı ve aynı zamanda performans sanatları ve müzik odaklı bir ajansım var. Dolayısıyla opera kavramı veya yapısı bize hiç uzak değildi. Hayatımızın tam da içindeydi. Kendimizi nasıl ifade edebiliriz dediğimizde de öznemiz “opera” oldu… Kısaca hem ebeveyn hem de sanatın içindeki kimliklerimizin getirdiği bir sorumlulukla ve tabii idealist insanlar olarak da “Papagenolar”ın çıkışı böyle oldu diyebilirim.  
     
    “Sihirli Flüt” lirik, komik ve ciddi öğeleri ile her üç opera türünün de özelliklerini bünyesine katmış, kutsiyet izafe edilen konuları komik karakterlerle yumuşatmış, geleneksel olarak İtalyanca yazılan opera geleneğini bozmuş, Almanca yazılmış… Hatta galasından beri her zaman opera repertuvarında en fazla beğenilen eserlerden biri olmuş. Buradan hareketle sizin Mozart ve “Sihirli Flüt”ü seçme nedeniniz neydi? 
     
    Begüm Başbuğ: Çünkü müzikal olarak anlatmak istediğimiz çocuk operası ile örtüşüyordu; çocukların, doğa ve insan sevgisini, müzikle, dansla doyasıya yaşamaları, operanın en eğlenceli halinin tadını çıkarmalarını istiyorduk. Mozart’ın eserlerindeki ifade biçimleri, müzikal zenginlik ve yarattığı duygular, çocukların dünyası için paha biçilmez bir durum. Çünkü baktığınızda çok sade, basit bir müzik diyorsunuz ama inanılmaz bir zenginlik var; pedagogların yönlendirdiği ve bilimsel olarak da tasvip edilen; bebek gelişimi için hamilelerin, Mozart dinlemeleri… Düşünün ki -haberlerde de denk geldiğimiz- Kobe ineklerine daha iyi ve çok süt verebilmesi için Mozart dinletiyorlar. Dolayısıyla “Sihirli Flüt” ve Mozart’ı seçmemizde -zaten- çok evrensel bir durum var.  
     
    “Sihirli Flüt”ten ilhamla sıfırdan bir hikâye “Papagenolar”. Hikâyenin öznesi çocuk olunca, mevzunun incelikleri de hayli kalabalık ve derin oluyor! Çocuk operası olması hasebiyle çalışma rotanızı nasıl şekillendirdiniz? 
     
    Begüm Başbuğ: Hikâyemiz orijinal eserden ilhamla Caner Akın’ın kaleminden, yeniden yazıldı; oradaki iki karakter Papageno ve Papagena, Zarastro ve Gece Kraliçesi karakterleriyle yeni bir dünya yarattık. Papagenolar, “Sihirli Flüt” operasından ilhamla kurgulandı, eserin orijinal librettosu ile doğrudan bir bağlantısı ya da benzerliği yok. Bütün metin Türkçe ve çocuklar, kendi anadilinde operayı dinleyebiliyorlar. 
     
    Sizin, bu maharetli ekiple bir araya gelmeniz nasıl gerçekleşti?   
     
    Ramis Sulu: “Papagenolar”ı ilk sahneledikleri zaman 2019’da, müzik direktörlüğünü - benim çok sevgili hocam - Murat Cem Orhan yapıyordu. Sonrasında ben, Murat Cem Hoca’nın asistanı oldum. Begüm Abla ve ekiple de o zamanlar tanıştık ve çok kısa bir sürede bu ailenin bir parçası oldum. Sonrasında Murat Hoca, müzik direktörlüğünü bana devretti.  

    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam

    “Sihirli Flüt’ün birebir çocuk versiyonu değil” 
     
    19 yaşındasınız ve çocuk operası müzik direktörlüğü mesaisi hem çok keyifli hem de bir o kadar stresli bir hemhal olsa gerek! Bir yandan konuşurken görüyorum ki olgun bir çocuk olmuşsunuz; bu hem heyecan verici hem de yorucu bir yanıyla…  
     
    Begüm Başbuğ: Öyle hazır bir ruh Ramis. O sadece zamanı bekliyordu.  
     
    Ramis Sulu: Yaptığımız iş stresli, gergin, bunu biliyorum. Her şekilde o seyircinin karşısına çıktığımızda elimiz titreyecek, bu alışıldık bir şey artık benim için, mesleği icra eden birçok insan için de. Ama güzel olan kısmı da o. Heyecanlıyım tabii ki ama stresli değilim. Fakat içimde bir korku yok. Çünkü iyi ve güzel bir şey yapıyoruz; öncelikle çocuklarla beraberiz. Korkunun içinde olmadığı, henüz sözcüğümüze eklenmemiş, ki eklenmemesi gereken bir kavram olduğunu düşünüyorum o yaşlarda. O yüzden de sahne arkasında ve sahne önünde hem bizler hem de seyircilerimiz çok eğleniyoruz. Mozart gibi bu kadar büyük bir bestecinin eserini, “bu kadar büyük” diyorum ama bu çocukların bu müziği icra etmesine bir engel değil, zira bu kadar büyük bir bestecinin eserini, 5 yaşındaki insanlar da icra edebiliyor. Hatırlayalım ki Mozart da ilk bestesini 5 yaşında yazdı. 35 yaşında ölmüş Mozart ama 80 yıl yaşamış bir bestecinin yaptığının on katı sayıda beste yapmış. Mesela, Mozart birçok insanın gözünde sürekli aynı motifleri kullanarak besteler yapıyor. Ki ben bu fikre katılmıyorum, aynı yazmıyor aslında; o dönemde, o yüzyılda daha frekans kavramını kimse bilmezken, o bu işi çözüyor. Çok büyük bir frekans bilimcisi... O yüzden bebekler dinliyor huzurla uykuya geçiyor veya inekler daha fazla süt veriyor. Çünkü tek sebebi müziği ve enstrümanları çok iyi işleyebiliyor olması. Çağın inanılmaz önünde, bence şu an bile... 
     
    “Sihirli Flüt”te hikâye doğa ve insan sevgisi üstüne. Bu hikâyeden aldığınız Papageno; toplumsal kurallara veya yüsek ideallere sıkı sıkıya bağlı olmayan, aslında bir nevi insan olmanın en doğal, yalın halini veren, büyük kahramanlıklar olmadan da mutlu olabileceğini gösteren bir karakter… Operanın / oyununun derdi, meramı nedir?  
     
    Begüm Başbuğ: Hikâyeyi yaratırken çok hassas ilerledik. Didaktik olmayan, son derece yalın ve mutlu bir hikâye “Papagenolar”… “Bakın çocuklar, dişleri fırçalayalım ve köpekleri sevelim olur mu?” şeklinde değil hikâyemiz. 20 kişiden fazla yetişkin ve çocuk oyuncu/dansçıların sahne aldığı bir hikâye bu. Hatta hikayemizde bir de -sahnede- köpek var. Oyuna gelen ebeveynler, “Bugün, çocuğumda müthiş bir doğa ve köpek sevgisi olacak ve ona harika bir gün geçirteceğim” demeyecek! Ama oyundan çıktıklarında, öncelikle umut dolu hissedecekler ve çok güzel bir müzik dinlemiş, Mozart ile tanışmış olacaklar. Ve tabii ki çocuklar için başka bir farkındalık yaratacak. Profesyonellerin, gençlerin ve çocukların bir arada olduğu bir oyun bu. Çocuklar, sahnede yaşıtlarını oyuncu ve dansçı olarak görecekler, hayallerindeki büyük resmi zenginleştirebiliyorsak ne mutlu! 
     
    Ramis Sulu: Mozart operası aslında çok geniş kadrolar için, yani o dönem için çok büyük orkestralara yazılmış bir beste. Biz ise bu büyüklüğü biraz küçük bir orkestra ile sahneliyoruz. Bir piyanomuz, 5 tane yaylı enstrümanımız, keman, viyola, çello, kontrbasımız ve “Sihirli Flüt” operasının vazgeçilmez enstrümanı olan bir de flütümüz var. Orijinalinde yaklaşık 3 saatlik bir opera, bizim hikâyede ise daha çok fantastik ögelerin ön plana çıktığı, çocukların dünyasına hitap eden 55 dakikalık bir oyun. Gelecek olan çocuk seyirciler “Sihirli Flüt” operasının birebir çocuk versiyonunu değil, yeni bir hikâye izleyecekler.   
     
    Begüm Başbuğ: Sahnede en küçüğü 5,5 yaşında, en büyüğü ise 13 yaşında çocuklar (oyuncular/dansçılar) var. Ve direktörümüz Ramis ise 19 yaşında. Ve 2019’dan beri her sahnelediğimizde görüyor ve anlıyorum ki; bizim yetişkinler olarak kendimizin ihtiyacı var bu oyuna; gülmeye, umutlanmaya, neşelenmeye… Çünkü biz gerçekten de bu enerji ile mutlu çıkıyoruz her oyundan… Seyircilerden /çocuklardan aldığımız coşku ve enerji, inanın o kadar güzel geliyor / işliyor ki bizlere. Ve en güzeli de şu oluyor, oyun zamanı, ben hep salonda / rejide oluyorum; ebeveynler konsantrasyonlu bir şekilde izliyor ve eli telefona giden olmuyor. Bizimle gülüyor ve alkışlıyorlar. Bizim için bu çok önemli. Mesela, Ankara’da tek temsilde 2000 çocuğa / seyirciye ulaştık. Çığlık çığlığa bir oyundu. 
     
    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam

    “Mozart dansıyla eşlik ederdi” 
     
    Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz “Papagenolar”daki karakter(ler)le ve Mozart ile aynı mahalle ya da apartmanda tanışsınız. Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz. Ve bir vakit de aynı masalarda kelama düşmüşünüz. Onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?  
     
    Ramis Sulu: Filmlerde gördüğümüz, hani büyük, uzun masalarda aile yemekleri olur ve baş köşede oturan evin büyüğüdür ve masayı seyreder. Sanırım, ben de bir şey söylemek değil de sadece masadaki “Papagenolar”ı izlemek isterdim. Çünkü zaten çok mutlular ve ben de sadece o mutlu anı izlemek isteyebilirdim. Fonda da Mozart’ın bir müziği çalsın mesela… Mozart’ın son operası “Sihirli Flüt”; full şen şakrak bir opera. Öyle ki bestenin ilk başlangıcında bir uvertür var, orkestranın kendi başına çaldığı o bile o kadar heyecanlı, aceleci ve kudurtu halindeki… Eminim, Mozart dansıyla eşlik ederdi. 
     
    Begüm Başbuğ: “Papagenolar”a soru sorardım: “Sizi daha çok nasıl mutlu edebiliriz?” Zaten sizin bu tasvir ettiğiniz o uzun masa gibi kuliste hep öyleyiz biz… Mutlu olsunlar ki herkes mutlu olsun… Ama mesela, Mozart da bizimle o masada olsaydı, bence çok mutlu olurdu. Dönemin sıra dışı, dahi, çocuk ruhlu olan -en azından benim hayalimdeki- Mozart’ı, o masada en az bizim kadar mutlu olup bütün karakterlerle çok güzel zaman geçirirdi.   
     
    “Papagenolar”da en sevdiğiniz bölüm / replik hangisi ve neden? 
     
    Begüm Başbuğ: Final sahnesinde, “İyi insan olmak buna değer!” diye bir replik var. Çok sade ama anlamlı ve derin. Sonunda anlatmak istediğimiz ve maalesef çoğu insanın unuttuğu bir argüman. 
     
    “Papagenolar” çocuk operasıyla keşfetmeye devam

     
    Son zamanlarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen performans, oyun, film, albüm / şarkı, sergi, kitap veyahut bir fotoğraf karesinden neler var; paylaşırsanız, bizler de nasiplenelim isterim? 
     
    Begüm Başbuğ: Genel olarak işim gereği sürekli bir konser, opera, bale ya da tiyatro kulisindeyim. Her an bambaşka farkındalığa sebep olabiliyor. Bazı anlar vardır eğer sanatçıyla aynı anda, o duyguyu ya da tutkuyu yakalayabiliyorsan, her şeyin önüne geçmiş oluyorsun. Şimdilerde Haruki Murakami’nin son yayımlanan kitabı (Doğan Kitap, Ali Volkan Erdemir çev.) “Şehir ve Belirsiz Duvarları” kitabını okuyorum. Bir de Alain De Botton ve John Armstrong’un (Everest Yay.) “Terapi Olarak Sanat” hep masamda duran, nefes aldıran kitaplardan.  
     
    Ramis Sulu: Çok son zamanlarda sayılmaz ama bu aralar Wagner operalarına ve Shakespeare’in oyunlarına daha çok yoğunlaştım. 
     
    Önümüzdeki günlerde bizleri neler bekliyor; masanızda veya kafanızda gelecek proje ve programınızdan bahseder misiniz? 
     
    Begüm Başbuğ: “Papagenolar” sezon boyunca, Zorlu PSM ve DasDas, Ataşehir’ de izleyicilerle buluşacak. Ayrıca Bursa, İzmir, Urla, Bodrum ve Mersin turne rotamızı oluşturuyor. Çocuklar için düşünen, üreten bir ekibiz sadece klasik müzik değil, rock ve caz alanında da projeler kapıda. Aynı zamanda sezon konserlerimiz devam ediyor. Hayal kurmadan yola çıkamıyorsunuz, ben uzun zamandır yoldayım, anlatacak çok şeyim var, dilerim tekrar buluşur üzerine konuşuruz. 
     
    Ramis Sulu: Öncelikle biz, İstanbul Gençlik Orkestrası olarak konserlerimize devam ediyoruz. 20 Mart’ta ve 24 Nisan’da, Grand Pera Emek Sahnesi’nde konserlerimiz olacak. Bununla beraber 23 Mart’ta ve 23 Nisan’da tabii ki “Papagenolar”dayız. Gelecekte çok daha büyük prodüksiyonlarla sahneleri doldurmak için harıl harıl çalışıyoruz. 

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow