“Hayatın ses olduğunu hissettim”
33. Akbank Caz Festivali kapsamında, İstanbul’da müzikseverlerle buluşan İsviçreli vokalist, piyanist, besteci ve doğaçlamacı Yumi Ito, geçtiğimiz akşam Akbank Sanat’taki performansıyla dinleyenlere “yine gel Yumi” dedirtti… Bugüne dek Al Jarreau, Becca Stevens, Nils Petter Molvær ve Mark Turner gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşan ve “Hayat bana müziklerini yazdığım bir film gibi geliyor” diyen Ito ile bir röportaj gerçekleştirdik. Cevapları da tıpkı sahnesi gibi, samimi ve sade ve olağan…
“Müziğim pop melodileri gibi farklı tarzların bir karışımı ama aynı zamanda daha karmaşık tuhaf ölçüler ve bol miktarda doğaçlamadan oluşuyor. Sesle doğaçlama yapmayı veya piyanoyla uyum sağlamayı seviyorum. Ayrıca grupla etkileşime girmeyi çok seviyorum ve bestelerimi her gösteride farklı şekilde çalıyoruz.” diyor geçtiğimiz akşam, 33. Akbank Caz Festivali kapsamında, Beyoğlu Akbank Sanat’ta sahne alan (1990 doğumlu) Yumi Ito…
Nisan 2023’te çıkan, art-pop, caz ve neo-klasik unsurlar barındıran, diskografisinin son halkası, yedi parçalık son albümü (tüm piyano kayıtlarını bizzat üstlendiği albümdeki eşlikçileri Polonyalı basçı Kuba Dworak ve İspanyol davulcu Iago Fernández) “Ysla” da dahil, “Stardust Crystals” ve “Ekual”dan şarkılarını seslendirdiği gecede; tamamı kişisel hikayeler ve kendi besteleri / sözleri olan keyifli bir konser zamanıydı.
Melodilerin dokularıyla oynamaktan keyif alan bir sanatçı Ito. Konserde şarkılarının çoğunda piyano vardı ve gözleri kapalı halde piyanoyla adeta bir meşk halindeydi. Şarkıları, zamanımızın yansımaları ve düşünceleri; günlük hayatı ve gündemin akışını büyük ve küçük hikâyelerle anlatıyor. Konserde, vokal ve piyanoda Ito’ya, kontrbasta Nadav Erlich ve davulda Iago Fernández eşlik etti…
Nadav’ın kontrbasın üzerindeki yay ile bazı çello parçaları çalmasını; Iago’nun da davulu daha çok elleriyle vurmalı bir şekilde kullanmasını izlemek de dinlemek de çok keyifliydi.
Ezcümle, kontrbas, piyano ve davuldan oluşan bu üçlü enstrümanın mümkün kıldığı farklı olasılıkları keşfettiğini hissettiren genç sanatçı Ito, biz dinleyenlere de bir buçuk saatlik hem eğlenceli hem de melodileri uzun süre kulaklarda fısıldayacak, tıpkı son albümü “Ysla”yı tariflediği gibi “huzurlu” dakikalar yaşattı. Ito’nun bu İstanbul’a ilk gelişi, umarım daha çok gelir… Artık tanımadığım Beyoğlu’nda -çok- eski günlerdeki gibiydi konser sonrası hemhalim. Bu sebeple de Yumi Ito’nun bir sonraki gelişini mesutlukla bekleyenlerdenim!
“Öngörülemeyen fırtınalarından sonraki huzur”
“Anlamaya başlamıştım, yalnızlık kalabalık bir yerdi: Kendi içinde bir şehirdi. Ve biri bir şehirde yaşamaya başladı mı ilk başlayacağı nokta kaybolmak olur… Yalnız olmak ne demekti ve bu yalnızlık insanların hayatlarında nasıl işlev görüyordu anlamak istedim. Anlayayım ki sanat ile yalnızlık arasındaki karmaşık ilişkinin şemasını çıkarmaya teşebbüs edebileyim.” Kültür eleştirmeni ve yazar Olivia Laing böyle diyor “Yalnız Şehir” adlı kitabında. Bence pandemi sürecinde pek çok insanın hissettiği “yalnızlıktı” ve iyi gelen ise “sanat” oldu. Sizin pandemi sürecinde yaşadıklarınızın, hissiyatınızın bugüne yansıması nasıl oldu?
Bir müzisyen olarak genellikle turneye ve seyahate çok zaman ayırıyorum. Ancak pandemi, beklenmedik bir şekilde zorlayıcı, ancak aynı zamanda evde sessizlik içinde olup hayatı düşünmek ve yeni sanat eserleri yaratmak için harika bir zaman olduğunu ortaya koydu. Hayatımda birçok farklı duyguyu işlediğim, keşfettiğim ve pandemiden önce normal olduğunu düşündüğümüz şeyleri sorguladığım bir dönemdi. “Ysla”dan önce 12 kişilik büyük bir topluluk grubu için yaylı çalgılar, arp, korno bölümü vb. besteler yapmıştım.
Bu grupla “Stardust Crystals” adlı albümümü kaydettim. Oldukça uluslararası bir gruptu ve pandemi öncesinde de birçok konser vermiştik ancak koronavirüs, seyahat kısıtlaması ve konser verememe nedeniyle bu büyük projenin sonlanmasına neden oldu. İşte o zaman daha çok kendi başıma piyanoda beste yapmaya ve çalmaya ve kalan grubumla sadece üçlü olarak gösteriler yapmaya başladım. “Ysla” böyle doğdu. Evde geçirdiğim izolasyon dönemi boyunca, daha önce yaptığım tüm güzel seyahatleri değerlendirdim.
“Ysla” albümü, hem fiziksel bir konum hem de zihinsel bir durum olarak kurgusal bir ada fikriyle başladı: yalnızca dış uyaranlardan uzak durulmasıyla elde edilen, kendi üzerine düşünme, huzur ve perspektife izin veren bir yalnızlık yeri. Bu anlamda “Ysla”, dönüşümsel bir zihin durumunu ifade ediyor: Geçmişimizin zor olaylarını katartik bir şekilde bugüne dönüştürebileceğimiz bir sakinlik ve dinginlik durumu. “Ysla”, hayatın vahşi ve öngörülemeyen fırtınalarından sonraki huzuru anlatıyor.
Sizinle ve müziğinizle ilk defa tanışacaklara, biraz kendinizden ve müzikal yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Ve icra ettiğiniz müziği tarifler misiniz?
Polonya-Japon kökenli bir müzisyenim, İsviçre’de doğup büyüdüm. Piyano çalıyorum, şarkı söylüyorum, kendi şarkılarımı besteliyorum ve müzik düzenlemeleri yapıyorum. Babam klasik piyanist olduğu için klasik piyano çalarak büyüdüm, daha sonra ergenlik çağında opera sanatçısı olan annemden şan dersleri almaya başladım.
Daha sonra 20’li yaşlarımda Zürih ve Basel’de caz eğitimi aldım ve burada vokal caz alanında yüksek lisans yaptım ve kendi müziğimi bestelemeye başladım. Bir geleneği öğrenmek ve ardından müzikte kendimi ifade etmek için kendi sesimi bulmak benim için önemliydi. Kendi sanatımı caz, pop, şarkıcı-söz yazarı, film müziği gibi farklı tarzların bir karışımı olarak tanımlarım. Hayat bana müziklerini yazdığım bir film gibi geliyor.
Müzikte derdiniz nedir? Müzikal yolculuğunuzda sizi etkileyen, şimdi geriye dönüp baktığınızda aklınıza gelen bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Sekiz yaşımdayken Zürih Tonhalle’de klasik bir orkestra eşliğinde Mozart'ın bir eserini piyanoda seslendirme şansım oldu. Konsere hazırlanırken çok gergin olduğumu ve konser vermek istemediğimi hatırlıyorum ama sahneye çıktığım anda bunun benim hayatım olduğunu ve dünyayı dolaşıp müzik yapmak istediğimi anladım. Bu bana, hayatta bazen korksak bile kendi gölgemizin üzerinden atlamanın ve yeni deneyimlere açık olmanın önemli olduğunu öğretti.
Çünkü bu tek deneyimin hayatınızı değiştirip değiştiremeyeceğini asla bilemezsiniz. Turne müzisyeni olduğum ve kendi müziğimi yaratabildiğim ve bunu harika grubumla icra edebildiğim için son derece minnettarım.
Hayatımda bir an daha Bobby McFerrin’le yaptığımız vokal doğaçlamasında sesten yaratıldığımızı fark ettiğim bir an daha oldu. Hepimiz büyük bir grup halinde çember şarkıları söylüyorduk ve bir anda etrafımdaki her şeyi unuttum. Şarkı söylememizin müziği bedenimde o kadar derinlere işledi ki sesin hepimizin içinde olduğunu, hayatın ses olduğunu hissettim. Bu hipnotize edici aydınlanma anını asla unutmayacağım. Bugüne kadar bunun tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama bir bakıma o anda doğmuşum gibi hissettim.
“Doğaçlama yapmayı ve saçmalamayı seviyorum”
İsviçre’de doğmuşsunuz, anneniz Polonya asıllı bir opera sanatçısı, babanız ise Japon asıllı bir piyanist. Çocukluğunuzda anne ve babanızın turneleriyle dünyayı gezmişsiniz. Lehçe, Japonca ve İngilizce; üç dilli bir evde büyümüşsünüz. Bu sizi hem çok dilli bir iletişim ağının hem de çok kökenli bir kültürün içine almış. Tüm bunların etkisi, kişisel ve müzik hayatınıza nasıl yansıdı?
Evet, İsviçre’de Polonyalı bir anne ile Japon bir babanın kızı olarak büyümenin, dünyaya bakış açım üzerinde elbette büyük etkisi oldu. Bana aynı anda hem hiçbir yere hem de her yere ait olduğum hissini verdi. Ergen olarak kendimi tek bir kültürle özdeşleştirmeye çalıştığım zamanlar oldu ama bu imkânsızdı, bu yüzden birçok farklı kültürü aynı anda kucaklamayı öğrendim. Müzikal olarak farklı tarzlara ve seslere açık kalmam konusunda bana ilham verdiklerini düşünüyorum. Çok dilli olarak büyümek, sesleri görme biçimim açısından bana kesinlikle müzikal açıdan ilham verdi. Bebekken doğduğumuzda dünyadaki her dili öğrenmek için tüm sesleri ve telaffuzları taklit edebildiğimizi söylüyorlar. Daha sonra bir dil öğrendiğimizde vücudumuz belirli sesleri çıkarmayı unutur.
Sanırım Japonca, Lehçe, İsviçre Almancası, Almanca gibi birbirinden çok farklı dilleri öğrenerek ve konuşarak büyüdüğüm için, muhtemelen bazı seslere erişimimi korudum. Bu nedenle herkesin anlayabileceğine inandığım bir “fantezi dili”yle sesimle doğaçlama yapmayı ve saçmalamayı seviyorum. Lehçe özel ünsüzlerle Japonca sesli harfleri karıştırmayı seviyorum. Benim için müzik hepimizi birbirine bağlayan evrensel dil haline geldi. Şarkı sözlerini İngilizce yazıyorum, çünkü büyüdüğümde ailemin evde birlikte konuştuğu dil buydu ve tanıştığım çoğu insanla iletişim kurmak için iyi bir uluslararası dil gibi geliyor. Ancak geri kalanı için doğaçlama yapmayı ve duygularımı doğrudan ifade etmek için sözsüz ifadeler söylemeyi seviyorum.
Müzikal olarak da Hokusei gibi Japon sanatçılardan çok ilham aldım ve dolayısıyla Empresyonizm dönemi Debussy, Ravel gibi Japonya'dan ilham alan müzikler oldu. Piyano çalarak büyüdüğüm için Polonyalı besteciler olan Chopin ve Paderewski'nin de birçok eserini çaldım. Polonya folklorunun da bana çok ilham verdiğini düşünüyorum. Daha sonra 20 yaşımdayken dünya çapındaki farklı şarkı söyleme profesörlerinden birçok ders aldım ve aynı zamanda yerli şarkı söyleme yöntemleri ve kemer çalma hakkında bilgi sahibi oldum. Bazıları son zamanlarda bunun İsviçre Jodeling'inden ilham alabileceğini söylüyor. Hiç düşünmemiştim ama kim bilir belki ben de İsviçre’de büyürken bilinçaltımda bundan ilham almışımdır!
Gelelim, art-song üslubunu cömertçe sergilediğiniz son albümünüz “Ysla’ya… Albümün içeriğinden, temasından ve doğuşundan bahseder misiniz? Nasıl bir albüm bu ve daha önceki albümlerinizden farkı nedir?
“Ysla” bir konsept albüm. Eser müzikal olarak art-pop, caz ve neoklasik arasında gidip geliyor; tematik olarak yalnızlık ve ayrılık, dünyanın sonu ve yeniden doğuş konularını ele alıyor. Yıllar geçtikçe kendi vokal doğaçlamamı her yerde anlaşılabileceğini umduğum bir tür “evrensel” dile dönüştürdüm. Ayrıca ilk kez bir plakta piyano çalmaya karar verdim ki bu benim için kesinlikle yeni bir şeydi.
Klasik eğitim almış bir piyanist olduğumdan ve piyanoda yazdığım parçaları genellikle arpçılar (Stardust Crystals’da) ve gitaristler (Ekual’da Szymon Mika) gibi enstrümantalistlerin çalmasına izin verdim. Böylece hayatımda ilk kez albümüm için piyano, kontrbas, davuldan oluşan çok klasik üçlü formu kullanmaya başladım. Ancak amaç elbette onu çok modern tutmaktı. Kalıplarım ve fikirlerim neo klasik müzikten ve film müziğinden çok ilham alıyor. Atmosfer yaratmayı seviyorum.
“İlham kaynağı çevremdeki yerler ve insanlar”
Diğer çalışmalarınıza nazaran bu albümde vokal doğaçlamaya daha fazla yer veriyorsunuz ve neredeyse tüm şarkılarda piyano esintisi dikkat çekici…
“Ysla”da vokal doğaçlamasına daha fazla yer vermek ve oddmeter’lardan serbest doğaçlamaya ve film müziğinden ilham alan Ballad'lara kadar farklı yolları gerçekten keşfetmek istedim. Ayrıca Iago Fernandez'in güçlü ve farklı davul sesleri de benim için önemliydi. Bazı şarkılara (örneğin “Rebirth”) çello ekleyerek daha sinematik ve geniş bir ses elde etmek istedim. Ayrıca “Ekual” ve “Stardust Crystals”ın aksine: “Ysla”, Chris Hyson’la birlikte bazı synth'ler ve daha fazla post prodüksiyon eklediğim ilk albüm.
Benim fikrim albüm için daha üretilmiş bir hikâye yaratmaktı. Ama canlı yayında şu anda bunu çok akustik olarak çalıyoruz ve çok fazla doğaçlama yapıyoruz. “Ysla” ile bu albümü dinleyiciye canlı konserlerden farklı bir deneyim yaşatan bir stüdyo prodüksiyonu olarak görmek benim için önemliydi. Bence “Ysla”nın en önemli unsuru şarkıların organik, yavaş oluşumu ve doğaçlama ve titreşen ritimlerdir. Ve evet, neredeyse tüm şarkılar minimal piyano desenine dayanmaktadır.
Her şarkının bir, iki ritmik temel meditatif kalıptan oluşmasının bu albümün en ayırt edici müzikal unsuru olduğunu düşünüyorum. Caz kökenli biri olarak ritmin, ifadelerin ve doğaçlamanın da benim için çok önemli unsurlar olduğunu düşünüyorum. Bir albümde vokal doğaçlamayı eskisinden daha fazla keşfetmeme izin vermek için bu albümde daha fazla özgürlük ve alan ayırdım.
Albümlerinizi ve melodilerinizi oluştururken öncelikleriniz nelerdir? Her sanatçının bir ilhamı var. Peki, sizin ilhamınız nedir?
Bütün şarkılarım doğaçlama yoluyla yaratılıyor. Sadece şarkı söylemeye veya bir şeyler çalmaya başlıyorum ve sonra fikirlerimi yazıya döküp onlar üzerinde çalışıyorum. Doğaçlamaların ve şarkıların ilham kaynağı çevremdeki yerler ve insanlar. Özellikle de doğa benim ana ilham kaynaklarımdan biri! Müziğim aracılığıyla hikâyeler paylaşmayı seviyorum ve günlük hayatımda yaşadıklarımın çoğunu besteler yazarak işliyorum. Bazen bir şarkı yazana kadar duygusal olarak içimde neler olup bittiğini bile bilmiyorum. Mesela, kuzey kutbunda eriyen buzlarla ilgili bir belgesel izledikten sonra albümümün ilk şarkısı olan Stardust Crystals’ı bestelemeye başladım. Belgeseli bestelemeye başlayıncaya kadar belgeselin üzerimde ne kadar büyük bir etki yarattığının farkında değildim. Stilist olarak kesinlikle Debussy, Ravel, Chopin gibi klasik geçmişimden ilham alıyorum ama aynı zamanda uzun caz çalışmalarımdan ve Björk veya Sigur Ros gibi modern müzisyenlerin / pop sanatçılarının konserlerine gitmemden de ilham alıyorum.
Yakın veya uzak gelecekte dünyadaki sanat ortamını, sanatçı yaratımlarını ve sanat takipçilerini nasıl öngörüyorsunuz?
Sanat ortamının iklim krizi / doğa felaketleri, herkes için eşit haklar gibi tabu veya alarm veren konuları ele almasını diliyorum. Ayrıca kültürel azınlıklardan insanların ve genel olarak FLINTA ve BIPoC'nin sahnelerde, festivallerde veya sanat sahnelerinde daha görünür olmasını ve temsil edilmesini umuyorum. Kadınların sahnede ve sahne dışında eşit haklara sahip olduğunu hayal ediyorum. En büyük dileğim, dünya barışı ve sanatsal özgürlüktür ki herkes duygularını özgürce ifade edebilsin. Ayrıca trendin, türlere göre düşünmeyip birinin müziğinin mesajına odaklandığınız, çok açık bir sanatsal ifadeye giderek daha fazla yöneldiğini hayal edebiliyorum. Farklı türlerin ve kültürlerin karışımını seviyorum, dolayısıyla toplumumuzun yeni dillerin ve sanat biçimlerinin yaratılabileceği çok kültürlü büyük bir pota haline geleceğini hayal ediyorum.
“Ysla’nın bittiği yerin devamı olacak”
Masanızda veya kafanızda yeni projeler veya hayaller nelerdir?
Şu anda şarkılarımı piyanoda çalıp şarkı söylediğim solo bir albüm kaydetmeye çalışıyorum. Ayrıca 2025’te çıkacak bir sonraki grup albümü için de yeni şarkılar bestelemeye çalışıyorum. Yeni şarkıların yer aldığı bu yeni albüm, “Ysla”nın bittiği yerin devamı olacak. Ancak bu sefer büyük olasılıkla kayıtta yeniden daha akustik bir sese yoğunlaşacağım. Ayrıca piyanoyu da daha fazla dahil etmeyi planlıyorum... Bazı şarkılar daha enstrümantal, bazıları daha şarkı odaklı olacak, konular ise doğadan ve mitolojiden ilham alan kişisel hikayeler olarak kalacak! Ayrıca yönetim ekibimle birlikte şu konularda çalışıyoruz, sonraki turlar.
Bugünlerde, sabah yataktan uyandığınızda, gün içinde sizi iyi eden neler var, dikkatinizi çeken, film, kitap, şarkı, fotoğraf, sergi ya da buna benzer paylaşır mısınız?
Şu anda mitoloji ve anaerkillik hakkında çok şey okuyorum. Bu konular bana bir sonraki albümüm için kaydetmeyi planladığım en yeni şarkım “Ah anne”yi yazma konusunda ilham verdi... Birkaç hafta önce Milos’ta Yunan fotoğrafçı Mady Lykeridou’nun güzel bir sergisine de gittim. Fotoğrafçılık beni çok etkiliyor. Hele ki bunun bir şekilde müziğin tam tersi olduğunu hissettiğim için: Fotoğraf çekerek görsel yakaladığınız gibi müziği de yakalayamazsınız. Belirli bir anın sessizliği beni büyülüyor.
Ve ona farklı açılardan nasıl bakabileceğinizi ve onu neredeyse sonsuz şekillerde nasıl yorumlayabileceğinizi. Aynı zamanda bazı açılardan fotoğrafın müzikle de pek çok ortak noktası var. Bana en küçük detaylara dikkat etmeyi, kompozisyonlarıma adım adım inşa edilen bir sanat eseri veya mimari obje gibi bakmayı öğretiyor. Ayrıca Picasso ve Gustav Klimt gibi sanatçıların çalışmalarından da çok ilham aldım. Farklı tarzları ve hayatları boyunca gösterdikleri gelişim beni büyülüyor ve bir sanatçı olarak sürekli gelişmem için bana ilham veriyor. Müziğe ara verdiğimde bakmaktan gerçekten keyif aldığım bazı sanat kitaplarım var.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Kuruluş Osmanlı'da beylikler dönemi! Osmanlı'da hangi beylikler var? Osmanlı dönemi Anadolu beylikleri hangileri?
Taş Tepeler’in uzaylıları
TÜYAP kitap fuarı başlangıç ve bitiş tarihleri 2024: TÜYAP kitap fuarı 2024 ne zaman, nerede?
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJLARI! 30 Ağustos fotoğraflı, görselli, Atatürk'ün söylediği sözler ve mesajlar, kutlama mesajları!
İslam Bilim Tarihi: Keşfü'z Zünun Kitabı Ve Yazarı