“Aslında biz müziğin oyununu yapmışız”
“Severdin tanısan beni / Ama varmıyor dilim konuşmaya / Er geç zaman / Bize yazılan kadar / Sonra, geliyor bana / Sanki bin yıl süren bu his / Kaybolmam lazım / Kendimde / Kimse bulmadan beni”… “Türkiye’de indie müziğin en çıplak temsilcisi” diye tariflenen Peyk’in İrfan Alış’ının “Hamiyet”i bu peşrevden veriyor meramını… İlk kez İstanbul Tiyatro Festivali’nde sanatsever kitle ile buluşan ‘müzikli oyun’ “Hamiyet”in yaratıcıları İrfan Alış ve Deniz Madanoğlu ile konuştuk…
“Bir işçi mahallesinde iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan Hamiyet, yoksul ve yorgun hayatına, bambaşka bir hayal dünyasına sığınarak katlanabilmektedir. O dünyada Hamiyet, önemli ve değerli biridir, bir müzik grubunun hem söz yazarı hem gözbebeğidir. O anlarda özgürce şarkılarını söyler, dans eder ve en önemlisi asla yalnız hissetmez. Ancak yaşadığı ve tanık olduğu ihanetler, aşağılanmalar ve hayal kırıklıklarından sonra Hamiyet’in gerçekle bağı iyice kopar. Sonunda hem evini, hem de hayal arkadaşlarını kaybeder ancak herkesin aksine, onu unutmayı reddeden bir çocuğun belleğinde ve Peyk şarkılarında sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir. 80 darbesiyle birlikte daha da yoksullaştırılan ve dayanışma hakkı elinden alınan fabrika işçilerinin dünyasında, hem bir emekçi hem anne hem de kadın olmanın tüm yükünü sırtlamış bir hayalperestin ‘lan ben sana neyledim dünya’ deyişinin hikâyesi…”
Gelelim bugünkü röportajımızın öznesine… 25 yıldır müzik dünyasında şahsına münhasır jargon ve ahvaldeki insanyavrularının oluşturduğu Peyk ve daha çok (Masumlar Apartmanı, Ömer gibi) dizi senaryolarından aşina olduğumuz bir isim ama tiyatroda da “Poz”, “Medet”, “Yan Rol” oyunlarından us’lara düşen Deniz Madanoğlu ve “tiyatro” denilince akla ilk gelen üstatlardan Işıl Kasapoğlu’nu bir araya getiren “Hamiyet” müzikali… Peyk, Kasapoğlu ve Madanoğlu gibi üç farklı rotayı aynı potada, tıpkı kendi karakteri gibi renklendiren “Hamiyet”in nidası bu: “Lan ben sana neyledim dünya”...
“Hamiyet”, (Peyk’in solisti) İrfan Alış’ın hikâyesi bağlamında Madanoğlu’nun kaleme aldığı, Kasapoğlu tarafından yönetilen ve İstanbul’un dışında bir işçi mahallesinde iki kızı ve kocasıyla birlikte sakin bir hayat süren, 80 darbesiyle hayatı değişen bir kadının hikâyesi… (İlk olarak sosyal medyada çektiği içeriklerden ve Yalan Dünya’daki oyunculuğundan bildiğimiz) Aslı İnandık’ın performansıyla hayat verdiği “Hamiyet”, İrfan Alış’ın çocukluğundaki (komşu) “kadın”a bir nevi saygı duruşu... Kadrosunda; Bilgesu Kural, Cansu Bahadır, Esra Kızıldoğan, Ezgi Çelik, Sabahattin Yakut, Sermet Yeşil, Uygar Özçelik ve Peyk’in (Barış Tokgöz, Ertan Çalışkan, İrfan Alış, Özgür Ulusoy, Serdal Ersoy) yer aldığı müzikli oyunun, hikâyesi gibi şarkı sözleri de İrfan Alış’a ait. Peyk ve MOM yapımı “Hamiyet”in yürütücü yapımcısı Müge Orkun, dekor tasarımı Tomris Kuzu, kostüm tasarımı Selin Ölçen, ışık tasarımı Cem Yılmazer’e emanet. (İç ses: Ajandalara notlar düşülsün niyetine, “Hamiyet” 1 Mart’ta Zorlu PSM’de, Peyk konseri ise 15 Mart’ta İF Beşiktaş’ta.)
“Hamiyetin” sesine ve Peyk’in şarkılarına kulak vermeden önce, gelin İrfan Alış ve Deniz Madanoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportajımıza… Ama öncesinde fona en temizinden Peyk şarkıları ve rica edeceğim sesi açalım!
“Ben bile unutmuşum o rüyaya kadar”
· “Kaybolmam lazım kendimde” diyen “Hamiyet” müzikaliyle başka bir hemhalde görüyoruz sizleri... “Hamiyet”in doğuşunu ve sizi bu müzikal meramında canlandırmaya heves ettiren mevzuları anlatır mısınız?
İrfan Alış: Bir rüya gördüm uyandım. Rüyamda Hamiyet gölde yatıyordu, yüzüstü. Çeviriyordum, yüzü yok… Uzun süredir rüya görmüyordum. Askerden yani Doğu’dan geldiğimden beri… Kâbuslarım vardı hep aynı yerde biten, bir-iki yıl sürdü bu, sonra hiç rüya görmez oldum ya da hatırlamaz. Hamiyet’i gördükten sonra rüyamda uyanınca bir sayfa bir sayfa bir şey yazdım… Kendime not olsun diye, sonra şarkı yaparken kullanacaktım. O gün, bir şarkı fikri kafama yazıldı. O yazıyı buldum. 27 Kasım 2018’de yazmışım. Bu yazı her şeyin başlangıcı oldu.
Deniz Madanoğlu: Peyk hayranı olarak teklifin üstüne atladım. Yaz tatilinde yoldaydım, ortak müzisyen dostumuz Alp Yenier’den geldi telefon, kapatınca sevinç çığlığı attım. Sonra İrfan aradı, İzmir’den Bodrum’a geldi oturduk. Onun hafızasında kalan Hamiyet’i zaten konuştuk ama asıl 7-8 saat boyunca sorularımla tüm çocukluğunu ve hayatını deştim. İdealize ettiğiniz biriyle tanışınca, hayal kırıklığına uğrama riski büyüktür ama İrfan’ın savunduğu değerlerle tutarlı karakteri, tertemiz kalbi, sıcakkanlılığı böyle kötü bir gidişatta, bana umut verdi diyebilirim. Hele ki Peyk ailesinin tümüyle tanışınca “oh be” dedim. Herkes nazik, herkes çocuk ruhlu ama işinde usta... “Paracı” değil, “kariyerci” değil, varsa yoksa kolektif üretim, aman kimseyi incitmeyelim düsturuyla! Bu benim uzun zamandır tanık olmadığım bir durum, hele bizim sektörde.
· Tekrar başlangıca geliriz ama öncesinde merakım… Hamiyet’in çocukluğunuzdan bir karakter; hatta ailenize girip çıkan / komşu bir kadın olduğunu biliyoruz… “Hamiyet”in sizin hayatınızdaki yeri nedir ve yaşamınızda denk düştüğü fotoğraf nasıl bir karedir?
İrfan Alış: Küçük bir çocukken evimize gelirdi. O yüzünde korku dolu bakışlarıyla gelirdi, otururdu bir kenara. Ürkerdik. Annemin arkasına saklanırdım. TV’lerin siyah beyaz olduğu yıllar. Ve insanların birbirleriyle konuşmaya vakitlerinin olduğu yıllar. Annem ona yemek hazırlar ve onu dinlerdi. Saçma sapan şeylerdi çoğu. Söyledikleri şeyleri anlamazdım. Büyüklerin anlattıkları neden bu kadar anlamsızdı? Anlayamazdım. Onun ruh hastası olduğunu ve kocası tarafından terkedildiğini ve bizim evimize sadece çocuklarını görmek için uğradığını çok yıllar sonra öğrendim. Çocukları bir ara eve gelir, sanki tanıdık olmayan birine bakar gibi, boş ve anlamsız bakardı. Ve bir şeyler yiyip giderlerdi. Annelerine yaklaşmazlar fazla. Ama gelirlerdi yine de. Sessizlik olurdu o zamanlar. Hamiyet sanki onlara tepki vermezdi. Onlar orada yokmuş gibi davranırdı. Ne bir sarılma, ne bir yaklaşma. Kendinde o hakkı göremeyecek kadar güvensiz, kendinde o hakkı görmeyecek kadar yabancı. Annem bu duruma çok üzülürdü. Hamiyet toplumun içinde yapayalnız ve yok olan bir figürdü. Bana yaklaşırdı ve ben ondan korktuğumdan kaçardım. Ne ayıp, hala utanırım bu yaptığımdan. Kim bilir ne kadar üzülmüştür! Kocası onun delirmesinden sonra başka bir kadınla evlenmiş, yeni bir hayat kurmuştu. Ben büyüdüm onun hikâyesini anlattı ya da ben anladım. Annem ayrıntıya girmedi hiç; “iyileşemez miydi” diye sordum. “Kaderi yokmuş oğlum” dedi. Kaderi yokmuş. Korkum azaldı ben büyüdükçe, yerini derin bir hüzne bıraktı, acımaya hatta. O kadar korkunç bir hayattı ki onunkisi. Ve bir gün gitti evimizden öylece, bir daha gelmedi. Evimizdeki hüzünlü buluşmalar da bitti böylece. Kimsenin umurunda olmadı yok oluşu. Ben bile unutmuşum o rüyaya kadar.
Deniz Madanoğlu: “Hamiyet” gibi insanların derisi ince, ruhu naif, kalbi çocuktur, bu yüzden de kötülüğe, zalimliğe akıl sır erdiremezler. Erdirenler tarafından da dışlanırlar, asıl sorun “Hamiyet”teymiş gibi davranılır. Çünkü normal olan; sisteme (burada darbe sonrası süreç) uyum sağlayandır; Hamiyet’in kocası Cemil’in dediği gibi, “Sen çocuğunu aç yatırdıktan sonra başlarım öyle adalete, mücadeleye!” Cemil gibiler -ki onları da anlamak mümkün- bu şekilde ihanetini kendince meşrulaştırır ama o ihanetin ödülü olan (oyundaki gibi) pirzola Hamiyet’in boğazından geçmez, çocuklarına yedirmez. O yüzden de yürüyen vicdan azabına dönüşür, diğerlerine ayna tutar, böylece kapı dışarı edilir. Hamiyet’in onlara korkutucu ve tiksindirici gelme sebebi onun deliliği değil, gücü ve yenilmezliğidir aslında. Hamiyet aklını yitirmiştir evet ama vicdanını değil. Bu yenidünyada ne sendikaya, ne dayanışmaya, ne toplu hak arayışına, ne de Hamiyet gibilere yer vardır. Yaşamımda denk geldiği yer, en “kırılgan olanlar en onurlu olanlardır. Ve kırılganlık sağlam bir güçtür.” Bunu yeterince “fonskiyonel” olamadığım ve dünyanın / toplumun / patronun / beklentisi karşılayamadığım zamanlarda kendime hatırlatmaya çalışıyorum. En azından delirmekte özgürüz!
“Hâlâ oynarken ağlatıyor beni”
· O rüya ile birlikte “Hamiyet” fikrini gruba / Peyk’e götürdünüz ve işte hikâyenin, müzikalin başladığı ilk oluşum! Peki, “Hamiyet” şarkısının doğuşu, sonrası yazar Deniz Madanoğlu ve yönetmen Işıl Kasapoğlu ile tanışma ve hemhal olma serüveni, biraz bu süreçten de bahseder misiniz?
İrfan Alış: “Hamiyet” için uzun bir şarkı istiyordum, bir destan gibi. Peyk de yükseldi bu fikre. Özgür hemen altyapılar hazırladı. Ben onların üstüne vokaller yaptım. Çok güzellerdi, parça parça. Ama iş, söz yazmaya gelince tıkandım. Ailemle konuştum, Hamiyet’le ilgili çaktırmadan röportajlar yaptım. Yine yazamadım. Bir gece yine rüya gördüm, sabah rüyası. Hani uyanırsın gece yarısı, sonra uyursun. Gün doğumuna uyandım. Rüyamda “Hamiyet” şarkısını söyledim. İnanılır gibi değil. Kalktım, gidip kayıt ettim. Sonra onu Özgür’ün yolladığı altyapının üstüne denedim. Oldu, sözler oturdu. “Hamiyet” şarkısı oluştu. Oradaki altyapıların bir kısmı kaldı öyle sözsüz. Onları da oyunda kullandık. “Hamiyet”in sonda bir tiradı var, onun üstüne yapınca o tiradı; inanılmaz bir şey oldu. Gerek yokmuş melodiye. Deniz Madanoğlu’nun yazdığı o bölüm, fare tiradı biz deyişimizle. Oraya “cuk” oturdu. Ve Aslı İnandık onun için yaratılmış gibi onu oynadı. Bence o bölüm kayıt edilmeli öylece. Muhteşem bir şarkı oldu. Hala oynarken ağlatıyor beni. Sonra o şarkı Işıl Kasapoğlu’na, Müge ve Ertan vasıtası ile ulaştı. Hoca bizi birkaç kez canlı izledi. Müziklerimizi biliyordu ama sahnede görmek istedi. Yapıcı eleştirilerinden sonra, “Siz, bu Hamiyet’i müzikal yapın” dedi. Senaryo yok. Ben ile Barış Yücedağ beraber senaryo yazmaya başladık ama açıkçası çok zayıf kaldı tekst. “Hamiyet” döndü dolaştı yazarını buldu, ben buna inanıyorum. Deniz Madanoğlu geldi ekibe; kast için çok yardımı oldu ayrıca. Ve sonrasında unuttuğum çok ayrıntı. Ve anlatmaya gerek olmayan ve aştığımız sorunlarımız oldu. Çıldırma noktasına geldiğim anlar, 10 kiloya yakın kilo verdim. Şarkılar yazdım “Sinema” ve “Bu Ne Bela”. Deniz Madanoğlu da senaryoya istediği şarkıları ekledi. Biz de ekledik. Bir sahne boş kaldı; “Müzik istiyorum” diye bağırdı Işıl Hoca. Ben daldım “Kahır”ı söyledim akapella. Sonra “Bu Ne Bela”yı oturttuk. Tüm oyuncularla müzik provaları yaptık. Onlar da bize oyunculuk öğretti. Orda geliştiğimi hissettim.
· “Hamiyet aslında bir şarkıydı, müzikal yapacağız diye başlamadı hikâye” diyorsunuz; müzikli oyuna dönüşme sürecinde, metinde, provalar aşamasında ve sahnelerken hangi tür ögeleri kullandınız? Anlatım güzergâhınızı ne/ler şekillendirdi?
Deniz Madanoğlu: Bir bu müzikal için yapılmış şarkılar var, misal “Kahır” benim bütün yazımın içine etti, kahretti beni, sinemayla biraz nefes aldım. Bir de Peyk’in hali hazırdaki şarkıları vardı. Yazarken hepsi de bana rehberlik etti, ilhamdan öte bir durum bu, çünkü hikâyeyi de onlar ilerletti, rotayı oluşturdu. Mesela, “Hamiyet” darbe sonrası “Sobe”yi, Peyk’i ilk kafasında canlandırmaya başladığında yazmaya başlıyor, “Kim sana bunu yap diyor, kim köşeleri kap diyor, kim büyük adam ol diyor bu fikir manyağın tekinin…” Manyak kim belli! Ama “Hamiyet”le asıl bağımın kurulması ve kadın kadına konuşmaya başladığımız an, “Severdin tanısan beni… kaybolmam lazım kendimde” dizeleridir.
“Adeta bir Hamiyet üretme merkezi gibi”
· Çocukluğunuzun “Hamiyet”i ve bugün 2024’ün “Hamiyet”i bizlere ne söylemektedir? Ve bugünün Hamiyet(ler)i kimlerdir sizce?
İrfan Alış: Bugünün Hamiyetleri çok farklı. Ama aslında da aynı... Üçüncü sayfalarda küçük puntolarla geçiştirilen, iyi halden salınan kocalar. Namus meselesi denince hemen yumuşayan yargıçlar, Hamiyetler’in yaratıcıları ya da genç kuşakta yaratılan mutsuzlukla sonsuz depresyondan, depresyona koşan umutsuz genç kızlar… Hepsi “Hamiyet” olabilir.
· Peyk, bugüne kadar derdini, meramını ve marazlarını hep şarkılarıyla anlatan bir gruptu. “Hamiyet”te de uyumlu olmuş tüm o eski şarkılar. 25 yıllık grubun hikâyeli bir konser anlatımı edasındaydı müzikal… Yani (Peyk’in ilk adı da olan ve manasını “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ten alan) Pazar Yeri Sinekleri ve “Hamiyet” bir araya gelirken epey geçmiş defterler kurcalanmış olmalı! Zira geçmişin bir vicdan rahatlamasını da görüyoruz; ya da “bu yük artık biraz da sizlerin olsun” gibi de… Malum bu coğrafyada “Hamiyetler” hiç eksilmiyor ve paylarına düşen hep “delilik”… Arşiv kalsın diye bir albüm düşünüyor musunuz?
İrfan Alış: Bir “Hamiyet” plağı düşünüyoruz ve tabii öncelikle kayıtlarını yapmalıyız. Pazar Yeri Sinekleri ilk ismimizdi. Serdal ile bulmuştuk. Ama grubun diğer üyeleri beğenmedi. Sonra Ertan yine rüyasında Peyk ismini görmüş. Albüm ilk çıkmasına çok az kala gördüğün gibi rüyalar bizim kaderimizde çok etkili. Ve bu ülkenin kadınlarının “Hamiyet” olma ihtimali her zaman var. Toplum adeta bir Hamiyet üretme merkezi gibi…
Deniz Madanoğlu: “Masumiyet”, “Kahır”, “Bu Ne Bela” hepsi Hamiyet’in iç sesi. Yürüyor sokak, kaybolmam lazım, derdini bul- (lan ben sana neyledim dünya!) Hamiyet için yapılmamasına rağmen sanki biçilmiş kaftan ve özellikle “Denizdeyim” ise hiç denize girmemiş, hiç fotoğrafı olmayan, hiç keyifle içmemiş bir kadın olan “Hamiyet”e saygı duruşumuz.
· Oyun sonrası us’umda dolanan, “Delilik, sadece başkalarının anlamadığı bir gerçeklikte yaşamaktır” diyen Soren Kierkegaard ve “Delilik, gerçeğin anlamını değiştiren bir aynadır” diyen Virginia Woolf’un sözleriydi. Bu iki tarifi fener yaparak “Hamiyet”ten yola çıkarsak sizler, günümüze bakınca nasıl bir atmosfer görüyorsunuz?
Deniz Madanoğlu: Kadınlık zaten çağlar boyunca “eril”in varoluşunun ödünü koparmış, bunun felsefi, sosyolojik psikolojik boyutları var. Hele de delirmiş yani fütursuz kadın figürü “cadı”dan daha da tehdit edici geliyordur kulağa. Bunun bugün doğum cinsiyetiyle ilgisi yok. Farklı olandan, susmayandan, oyunbozandan hep korkuluyor. Kendi korkaklıklarını, teslimiyetlerini hatırlattığı için belki de. Delilik konusuna gelince… Psikoz aşamasına gelinmese de kendi doğasına yabancılaşmış, bağsız, yalnız, ama hesap soramamakta “sürüleşmiş” insanlar olarak birçoğumuz depresyonda ya da eşiğinde zaten. Gelecek kaygısı duymayan kaldı mı bilmiyorum. Bu sadece maddi koşullarla ilgili değil, her gün ayrı sınav, ayrı kayıp, ayrı yas yaşıyoruz… İstiklâl Caddesi bunun en büyük sembollerinden. Benim için oradaki o eski sinemalar, tiyatrolar, kültürel canlılık, yaşama sevinciyken artık yoklar mesela, yerine ne koyacağım baklavacı mı? Arsızlık - yırtıklık giderek normalleşiyor ve bireyselliğe dair bir değermiş gibi kakalanıyor. Biz öğrenciyken sosyalleşmeye, kendimizi geliştirmeye, kitap, bilet almaya paramız olurdu, şimdi barınmak bile lüks!
“Kendi dertlerimizle yoğurduk”
· Oyunun provalar sürecinde ve seyirciyle buluştuğu ilk anda; sizin his dünyanızda neler oldu? Mesela fonunuzda neler oluştu; aklınızdan çıkmayan ses, görüntü, müzik, replik nelerdi?
İrfan Alış: Aslında biz müziğin oyununu yapmışız. Işıl Hoca dedi ama Deniz Madanoğlu çok ince yerleri yakaladı. Yazdığı şeyler müzikle birleşince ağlattı izleyenleri ve hatta biz oynayanları da. Süreç bir terapi gibi. Kendi dertlerimizle yoğurduk ve herkesin yarasına dokundu bu. Bilmiyorum tam olarak bir şey oldu ve büyülü bir âlem yarattık. O büyü insanı duygularına teslim ediyor.
Deniz Madanoğlu: Hamiyet’in kumaşlara şarkı sözü yazmadan duramaması, içerde kalanları çıkarma takıntısı… Pazar Yeri Sinekleri ile birlikte yazacakları şarkılara yüklediği anlam. “Bizi yakan şey bu… Nerde kaldı o masumiyet…” şarkısı… “Hamiyet”in, İrfan’la konuştuğu ve ona, “Dünya atmış beni sırtından oğlum, faturasını sana kesecek değilim” dediği an. İrfan’a, “Hadi, artık üzülme” deme şekli “Hamiyet”in.
· Tekste sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisi? Ve bu sizde nasıl bir durum yaratıyor?
İrfan Alış: Fare tiradı. Son sahne. Aslı İnandık yorumuyla. Ben otomatik ağlıyorum, karşımda Serdal var. O da öyle karşılıklı zırlıyoruz…
· Diyelim ki müzikalin karakterleriyle tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Bir sözünüz olsa, bu ne olurdu?
İrfan Alış: Onlara “Sinema” şarkı sözünden alıntı yapardım. “Herkesin bir filmi var kendine göre biten… Çalıyoruz biz de azcık zamandan…” Boş verin hüznü…
· Son zamanlarda size iyi gelen neler var; kitap, müzik, tiyatro, sergi veyahut bir an veya bir fotoğraf karesi gibi, paylaşırsanız nasiplenelim isterim?
Deniz Madanoğlu: “Normal People” adlı dizi, Close- film, All of us Strangers-film, Poor Things -film zaten vizyonda. Tiffany Watt Smith’in yazdığı (Kolektif Kitap / Hale Şirin çevirisi) “Duygular Sözlüğü” adlı kitap bihaber olduğumuz tanımlayamadığımız birçok duyguyu tarifliyor, ilginç geldi.
İrfan Alış: Çok şarkı var. Değişik şeyler. Biraz Afrika cazı; Mulatu Astatke, Etiopique albümlerinden parçalar. Nina Simon, yerlilerden Deniz Tekin. Büyük Ev Ablukada’nın yeni albümü. Netflix’te bir film izledim, “We Are The Word” şarkısının yapım sürecini anlatan, adı da “The Greatest Night in Pop”…
· 2024 projelerinizden, kafanızda veya hayalinizde veyahut masanızda olan işlerden bahseder misiniz?
Deniz Madanoğlu: Çeşitli tiyatro oyunları ve müzikal fikirleri var. Bir de biyografik film.
İrfan Alış: Yeni kayıtlar yapmak istiyoruz. “Hamiyet” şarkılarını yapacağız. Hatta plak olması lazım... Ve “Hamiyet”i tüm ülkede oynamak... Ve tabii konserler olacak...
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Guns N' Roses İstanbul Konseri Tarihi ve Bilet Fiyatları: Guns N' Roses İstanbul Konseri Ne Zaman, Biletler Satışa Çıktı mı?
Anita Taylor'ın 'Moonraker' sergisi VISION ART PLATFORM'da!
Osmanlı Padişahları sırası, Osmanlı'da tahtta kalma süreleri! Sırasıyla tahta çıkan padişahlar... Mehmet, Kanuni, duraklama, gerileme dönemi Osmanlı padişahları kimler?
Kuruluş Osmanlı'da beylikler dönemi! Osmanlı'da hangi beylikler var? Osmanlı dönemi Anadolu beylikleri hangileri?
Taş Tepeler’in uzaylıları