Ben de bizzat moda haftasının kalbine inmek, dört tarafı moda ile sarılmış şehrin havasını solumak için Paris'e gittim. Bu yazımda orada geçirdiğim bir haftada yaşadığım deneyimlerimi, gözlemlediklerimi, Dünya çağındaki büyük lüks markaların defilelerini bu yol ile vermek istedikleri mesajların ne olduğunu ve şehrin silüetinin moda ile nasıl iç içe geçtiğini sizlere aktaracağım.
28 Şubat ile 8 Mart arasında gerçekleşen Moda Haftası‘na onlarca marka katılımını sağladı. Bazıları büyük defilelere ev sahipliği yaptı bazıları Palais de Tokyo gibi tarihi alanlarda yeni koleksiyonlarının sunumlarını gerçekleştirdi, bazıları ise en popüler mağazalarında parti vererek koleksiyonları ile moda sektöründeki kişileri bir araya getirdi.
Dünya çapındaki büyük markalardan Balengiaga, Valentino, Giambattista Valli, Chanel, Louis Vuitton gibi markalar hem kreatif direktörleri önderliğinde koleksiyonları ve yaratıcı defileleri ile dikkatleri çekti. Bunun yanı sıra Atlein, Rokh, Anrealage, Loewe, Melitta Baumeister gibi markalar ise sürreal ve ikonik tasarımları ile moda haftasına damga vuran moda markaları oldu.
Gelelim yukarıda sözünü ettiğim Dünya çapında ün salmış, herkesçe bilinen, modaya yön ve şekil veren markaların defilelerine… Şahsi olarak en çok iki tane markanın defilesinden etkilendim. Bunlardan birisi İtalyan moda tasarımcısı Pier Paolo Piccioli kreatif direktörlüğündeki Maison Valentino’ nun defilesi, diğeri ise Gürcü moda tasarımcısı Demna Gvasalia kreatif direktörlüğündeki Balengiaca. Piccioli ‘ Pembe ‘ rengini şöyle tanımlıyor; pembe aşkın, birlikteliğin, enerjinin ve özgürlüğü rengidir.
Bir renk danışmanı olarak Piccioli’ ye katılmamak elde değil. Piccioli ‘ sin pembe rengi ile yarattığı zarif ve tek renkli görünümler tartışmasız bir ustalık örneğiydi. Kendisi de bunu ‘radikal bir jest’ olarak ilan etmiştir. Pantone’ un resmi kadrosuna Pink PP adı altında eklenen ve aynı zamanda şovun başlığı olan tekil kızıl renk tonu, oymalı mini elbiseler, keskin pardösüler, köprücük kemiği açıklığı olan elbiseler, aynı anda sizi yükseklere çıkarırken, yere sağlam basmanızı sağlayacak platform ayakkabılar ile defile tam anlamı ile muhteşemdi. Balengiaga ise Paris’ te gerçekleşen defilesinde Dünya’ mızı ilgilendiren ekolojik, sosyal ve politik konuları ele alarak izleyiciye tam bir görsel şölen yaşattı.
Gvasalia iklim krizi, sanal gerçeklik ve Ukrayna’daki savaş üzerine yorumladığı defilesinde izleyiciden tam not aldı. Kreatif Direktör Demna Ukraynalıları anmak için dramatik bir gösteri tasarladı. Gürcistan’ın Sohum şehrinde doğan tasarımcı, ailesiyle birlikte daha önce savaşa tanık olup, doğduğu yerden kaçan on birlerce insandan birisiydi.
Verdiği ifadede Ukrayna’daki savaş, aynı şeyin kendi ülkemin başına geldiği ve sonsuza kadar mülteci olduğum 1993’ ten beri içimde taşıdığım geçmiş bir travmanın acısını tetikledi’ demiştir. 6 Mart 2022 tarihinde Paris’ te gerçekleşen defilede ise Demna sevgili şair Oleksandr Oles’ in Ukraynaca bir şiirini okudu. Başka bir jest olarak konukların koltuklarına Ukrayna bayrağı yerleştirildi. Gösteri sırasında modeller suni kar ve ısırıcı bir rüzgarın içinden geçtiler, bazıları büyük boy çöp torbaları taşıyarak tasarım kıyafetlerini sergilerken aynı zamanda sosyal mesajlarda verdiler.
Peki birazda benim penceremden bakalım. İlk katıldığım sunum öncesinde de çizisini ve tasarımlarını çok beğendiğim, kendime çok yakın bulduğum Dünya çapında bilinen ama ülkemizde çok aşina olunmayan Fransız markası olan Patou idi. Rengarenk, cıvıl cıvıl bir marka. Sezonun favori renklerinden pembe, lila, turuncuların hakim olduğu koleksiyonlarının tanıtımını gerçekleştirdiler. Moda sunumları genelde parti tadında oluyor, sunumun gerçekleştiği mekan, mağaza, müze, opera artık her nerede ise mekanın dokusuna uygun olacak müzik eşliğinde herkes sezona yön verecek, trend olarak ürünleri keşfediyor. Akabinde Anne Isabella markasının sunumuna katıldım.
Bu sunum Palais de Tokyo ( Tokyo Sarayın ) ‘nda gerçekleşti. Bu saray Paris şehri modern sanat müzesine ev sahipliği yapmaktadır. Bu nedenle sunumun burada olması çok dikkat çekiciydi. Anna Isabella sunumunda neredeyse bütün ırklardan modeller ile birlikte kıyafetleri sergilediler. Sunum birçok markanın sunumda olduğu gibi sosyal mesajlar içeriyordu. Sosyal medyada geçirdiğimiz zaman, telefonlarımızın artık bir uzuvumuzcasına elimizden düşmeyen bir araç haline gelmesi, sosyal medyanın güzellik algısı üzerinde yarattığı suni algı gibi…
Palais de Tokyo gibi tarihi ve içinde sanatı barındıran bir binada hem markanın tasarımlarını incelerken hem de sosyal mesaj içerikli mini bir tiyatral gösteriye şahit olmak muazzamdı. Hemen akşamında ise benim için gelmiş geçmiş en ikonik tasarımcı olan Francisco Rabaneda Cuervo, daha çok Paco Rabanne takma adıyla bilinen, 1960’lı yılların Fransız moda dünyasında Enfant terible ( fena çocuk )olarak tanınan Bask kökenli İspanyol moda tasarımcısının Paco Rabanne isimli markasının partisine katıldım. Burada kendisi ile bütünleşerek ikonikleşmiş el yapımı metal ürünlere dokunarak inceleme fırsatım oldu, hem de yine markanın yine klasikleşmiş olan metal çantaların ustalar tarafından yapımını izleme fırsatım oldu.
Tam da bu esnada çantaların yapımını ilgiyle izlerken yanımda dünyanın en ünlü moda eleştirmeni Suzy Menkes ile tanışma fırsatını yakaladım. Yıllardır takip ettiğim, her fikrini önemsediğim, yazılarını okuduğum kadın ile yan yana denk gelip, elini sıkmak benim için çok ayrıcalıklı bir andı.
Paris’ e gitmemin bir diğer sebebi ise Jitrois isimli markanın ikonikleşmiş ‘secondskin‘ ( ikinci deri ) mantığı ile deriden üretilen tasarım kıyafetlerinin sunumuna katılarak, markanın yaratıcısı Jean Claude Jitrois ile röportaj yapmaktı. Kendileri beni genel merkezlerinde karşıladı. Tasarımların ana teması kadın bedeni ve kadın bedeninin üzerinde taşınacak kıyafetlerin asla hissedilmemesi, ağırlık yapmaması idi…
Bu nedenle Jean Claude 90'lı yıllardı ‘ secondskin‘ adını verdiği özel bir deri malzemesi üretmişti. O malzeme o kadar ince ve her şekile girebilen bir malzeme olmuştu ki, gerçekten ikonikleşerek Lady Gaga, Dita Vonteese, Ariana Grande gibi yıldızların vazgeçilmez ürünleri olmuştur. Bunun yanı sıra Jean Claude ile tanışmadan önce biraz çekingendim, bu şekilde yetenekli bir tasarımcı ile görüşeceğim için çok heyecanlıydım. Jean Claude Türkiye’ den geldiğimi duyar duymaz çok mutlu oldu.
Türkiye'ye aşık olduğunu, tanıştığı bütün Türkleri çok sevdiğini, ülkemizin ona ilham olduğunda bahsetti ve hemen fotoğraf çekilmek istedi. Yeteneği ve yaratıcılığının yanı sıra çok güler yüzlü ve mütevazi olduğunu da söyleyebilirim.
Tüm bu güzel ve ilham veren olayların dışında, moda haftasının olduğu dönemde Paris’ te olmak, o ilham verici havayı solumak. Sokakların podyum gibi olduğu sokaklarda salınarak yürümek, insanları izlemek, gözlemlemek, ilham almak, ilham vermek, yalnızca sosyal medya ya da televizyonlar aracılığı ile görüp, takip ettiğimiz, uzaktan beğeni ile izlediğimiz Rihanna, Demi Moore, Victoria Beckham gibi Dünya starlarını yakından görebilmek, Chiara Ferragni, Olivia Palermo, Gilda Ambrosio gibi ünlü influencerlar ile restoranlarda karşılaşarak sohbet etmek gerçekten çok keyifliydi.
Umarım bu yazım ile biraz bile olsa Paris Moda Haftası’nda yaşadığım deneyimleri size kendi penceremden aktarabilmişimdir. Hepinize rengarenk günler dilerim.
Ben de bizzat moda haftasının kalbine inmek, dört tarafı moda ile sarılmış şehrin havasını solumak için Paris'e gittim. Bu yazımda orada geçirdiğim bir haftada yaşadığım deneyimlerimi, gözlemlediklerimi, Dünya çağındaki büyük lüks markaların defilelerini bu yol ile vermek istedikleri mesajların ne olduğunu ve şehrin silüetinin moda ile nasıl iç içe geçtiğini sizlere aktaracağım.
28 Şubat ile 8 Mart arasında gerçekleşen Moda Haftası‘na onlarca marka katılımını sağladı. Bazıları büyük defilelere ev sahipliği yaptı bazıları Palais de Tokyo gibi tarihi alanlarda yeni koleksiyonlarının sunumlarını gerçekleştirdi, bazıları ise en popüler mağazalarında parti vererek koleksiyonları ile moda sektöründeki kişileri bir araya getirdi.
Dünya çapındaki büyük markalardan Balengiaga, Valentino, Giambattista Valli, Chanel, Louis Vuitton gibi markalar hem kreatif direktörleri önderliğinde koleksiyonları ve yaratıcı defileleri ile dikkatleri çekti. Bunun yanı sıra Atlein, Rokh, Anrealage, Loewe, Melitta Baumeister gibi markalar ise sürreal ve ikonik tasarımları ile moda haftasına damga vuran moda markaları oldu.
Gelelim yukarıda sözünü ettiğim Dünya çapında ün salmış, herkesçe bilinen, modaya yön ve şekil veren markaların defilelerine… Şahsi olarak en çok iki tane markanın defilesinden etkilendim. Bunlardan birisi İtalyan moda tasarımcısı Pier Paolo Piccioli kreatif direktörlüğündeki Maison Valentino’ nun defilesi, diğeri ise Gürcü moda tasarımcısı Demna Gvasalia kreatif direktörlüğündeki Balengiaca. Piccioli ‘ Pembe ‘ rengini şöyle tanımlıyor; pembe aşkın, birlikteliğin, enerjinin ve özgürlüğü rengidir.
Bir renk danışmanı olarak Piccioli’ ye katılmamak elde değil. Piccioli ‘ sin pembe rengi ile yarattığı zarif ve tek renkli görünümler tartışmasız bir ustalık örneğiydi. Kendisi de bunu ‘radikal bir jest’ olarak ilan etmiştir. Pantone’ un resmi kadrosuna Pink PP adı altında eklenen ve aynı zamanda şovun başlığı olan tekil kızıl renk tonu, oymalı mini elbiseler, keskin pardösüler, köprücük kemiği açıklığı olan elbiseler, aynı anda sizi yükseklere çıkarırken, yere sağlam basmanızı sağlayacak platform ayakkabılar ile defile tam anlamı ile muhteşemdi. Balengiaga ise Paris’ te gerçekleşen defilesinde Dünya’ mızı ilgilendiren ekolojik, sosyal ve politik konuları ele alarak izleyiciye tam bir görsel şölen yaşattı.
Gvasalia iklim krizi, sanal gerçeklik ve Ukrayna’daki savaş üzerine yorumladığı defilesinde izleyiciden tam not aldı. Kreatif Direktör Demna Ukraynalıları anmak için dramatik bir gösteri tasarladı. Gürcistan’ın Sohum şehrinde doğan tasarımcı, ailesiyle birlikte daha önce savaşa tanık olup, doğduğu yerden kaçan on birlerce insandan birisiydi.
Verdiği ifadede Ukrayna’daki savaş, aynı şeyin kendi ülkemin başına geldiği ve sonsuza kadar mülteci olduğum 1993’ ten beri içimde taşıdığım geçmiş bir travmanın acısını tetikledi’ demiştir. 6 Mart 2022 tarihinde Paris’ te gerçekleşen defilede ise Demna sevgili şair Oleksandr Oles’ in Ukraynaca bir şiirini okudu. Başka bir jest olarak konukların koltuklarına Ukrayna bayrağı yerleştirildi. Gösteri sırasında modeller suni kar ve ısırıcı bir rüzgarın içinden geçtiler, bazıları büyük boy çöp torbaları taşıyarak tasarım kıyafetlerini sergilerken aynı zamanda sosyal mesajlarda verdiler.
Peki birazda benim penceremden bakalım. İlk katıldığım sunum öncesinde de çizisini ve tasarımlarını çok beğendiğim, kendime çok yakın bulduğum Dünya çapında bilinen ama ülkemizde çok aşina olunmayan Fransız markası olan Patou idi. Rengarenk, cıvıl cıvıl bir marka. Sezonun favori renklerinden pembe, lila, turuncuların hakim olduğu koleksiyonlarının tanıtımını gerçekleştirdiler. Moda sunumları genelde parti tadında oluyor, sunumun gerçekleştiği mekan, mağaza, müze, opera artık her nerede ise mekanın dokusuna uygun olacak müzik eşliğinde herkes sezona yön verecek, trend olarak ürünleri keşfediyor. Akabinde Anne Isabella markasının sunumuna katıldım.
Bu sunum Palais de Tokyo ( Tokyo Sarayın ) ‘nda gerçekleşti. Bu saray Paris şehri modern sanat müzesine ev sahipliği yapmaktadır. Bu nedenle sunumun burada olması çok dikkat çekiciydi. Anna Isabella sunumunda neredeyse bütün ırklardan modeller ile birlikte kıyafetleri sergilediler. Sunum birçok markanın sunumda olduğu gibi sosyal mesajlar içeriyordu. Sosyal medyada geçirdiğimiz zaman, telefonlarımızın artık bir uzuvumuzcasına elimizden düşmeyen bir araç haline gelmesi, sosyal medyanın güzellik algısı üzerinde yarattığı suni algı gibi…
Palais de Tokyo gibi tarihi ve içinde sanatı barındıran bir binada hem markanın tasarımlarını incelerken hem de sosyal mesaj içerikli mini bir tiyatral gösteriye şahit olmak muazzamdı. Hemen akşamında ise benim için gelmiş geçmiş en ikonik tasarımcı olan Francisco Rabaneda Cuervo, daha çok Paco Rabanne takma adıyla bilinen, 1960’lı yılların Fransız moda dünyasında Enfant terible ( fena çocuk )olarak tanınan Bask kökenli İspanyol moda tasarımcısının Paco Rabanne isimli markasının partisine katıldım. Burada kendisi ile bütünleşerek ikonikleşmiş el yapımı metal ürünlere dokunarak inceleme fırsatım oldu, hem de yine markanın yine klasikleşmiş olan metal çantaların ustalar tarafından yapımını izleme fırsatım oldu.
Tam da bu esnada çantaların yapımını ilgiyle izlerken yanımda dünyanın en ünlü moda eleştirmeni Suzy Menkes ile tanışma fırsatını yakaladım. Yıllardır takip ettiğim, her fikrini önemsediğim, yazılarını okuduğum kadın ile yan yana denk gelip, elini sıkmak benim için çok ayrıcalıklı bir andı.
Paris’ e gitmemin bir diğer sebebi ise Jitrois isimli markanın ikonikleşmiş ‘secondskin‘ ( ikinci deri ) mantığı ile deriden üretilen tasarım kıyafetlerinin sunumuna katılarak, markanın yaratıcısı Jean Claude Jitrois ile röportaj yapmaktı. Kendileri beni genel merkezlerinde karşıladı. Tasarımların ana teması kadın bedeni ve kadın bedeninin üzerinde taşınacak kıyafetlerin asla hissedilmemesi, ağırlık yapmaması idi…
Bu nedenle Jean Claude 90'lı yıllardı ‘ secondskin‘ adını verdiği özel bir deri malzemesi üretmişti. O malzeme o kadar ince ve her şekile girebilen bir malzeme olmuştu ki, gerçekten ikonikleşerek Lady Gaga, Dita Vonteese, Ariana Grande gibi yıldızların vazgeçilmez ürünleri olmuştur. Bunun yanı sıra Jean Claude ile tanışmadan önce biraz çekingendim, bu şekilde yetenekli bir tasarımcı ile görüşeceğim için çok heyecanlıydım. Jean Claude Türkiye’ den geldiğimi duyar duymaz çok mutlu oldu.
Türkiye'ye aşık olduğunu, tanıştığı bütün Türkleri çok sevdiğini, ülkemizin ona ilham olduğunda bahsetti ve hemen fotoğraf çekilmek istedi. Yeteneği ve yaratıcılığının yanı sıra çok güler yüzlü ve mütevazi olduğunu da söyleyebilirim.
Tüm bu güzel ve ilham veren olayların dışında, moda haftasının olduğu dönemde Paris’ te olmak, o ilham verici havayı solumak. Sokakların podyum gibi olduğu sokaklarda salınarak yürümek, insanları izlemek, gözlemlemek, ilham almak, ilham vermek, yalnızca sosyal medya ya da televizyonlar aracılığı ile görüp, takip ettiğimiz, uzaktan beğeni ile izlediğimiz Rihanna, Demi Moore, Victoria Beckham gibi Dünya starlarını yakından görebilmek, Chiara Ferragni, Olivia Palermo, Gilda Ambrosio gibi ünlü influencerlar ile restoranlarda karşılaşarak sohbet etmek gerçekten çok keyifliydi.
Umarım bu yazım ile biraz bile olsa Paris Moda Haftası’nda yaşadığım deneyimleri size kendi penceremden aktarabilmişimdir. Hepinize rengarenk günler dilerim.