İlk olarak, toplumsal dayanışmanın gücünü hatırladık. Depremin hemen ardından nasıl bir araya geldiğimizi, el birliğiyle neler başarabileceğimizi gösterdik. Ancak bu dayanışma, yalnızca kriz anlarında değil, öncesinde de kuvvetli olmalı. Herkesin birer birey, her bireyin de birer sorumlu olduğu bir toplumda, yıkılan bir bina ya da kaybolan bir hayat sadece bir insanın değil, hepimizin kaybıdır. Dayanışmanın aslında sürekli olması gerektiğini, sosyal sorumluluğumuzun sadece felaket anlarıyla sınırlı kalmaması gerektiğini öğrendik.
Depremin bize öğrettiklerinden biri de "hazırlıklı olmak" oldu. Bilinçli bir toplum, doğru bilgilerle donanmış bir halk, doğal afetlere karşı en büyük savunmamız. Ama ne yazık ki, hazırlıksız yakalandık. Oysa her an başımıza gelebilecek bir felakete karşı tedbir almanın önemini daha önce hiç bu kadar net görmemiştik. Herkesin evi, işyeri, okulu, hatta çevresiyle ilgili "deprem planı" olması gerektiğini unutmuşuz. Binalarımızın sağlamlığı, evlerimizin güvenliği konusunda daha fazla önlem almamız gerektiği aşikâr. İyi yapılaşma, binaların sağlam temeller üzerine inşa edilmesi, insan hayatını riske atmamaktır; bu, her birimizin hakkıdır.
Bir diğer önemli ders, devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirme biçimiydi. Deprem sonrası ilk haftalarda, kurtarma çalışmalarının zorlukları, lojistik problemleri, kaynak yetersizlikleri gözler önüne serildi. Herkesin elinden geleni yaptığına şüphe yok ama hala eksik olan çok şey var. Yerel yönetimlerin daha etkin bir hazırlık yapması, devletin kriz yönetimi konusunda daha hızlı ve koordineli çalışması gerektiğini hatırlatmak gerekiyor. Bu felaketi bir fırsat olarak kullanıp, ülke çapında depreme dayanıklı bir yaşam alanı yaratmanın, her geçen gün daha da kritik bir hale geldiğini unutmamalıyız.
Son olarak, Kahramanmaraş depremleri, hayatın ne kadar kırılgan olduğunu ve tüm maddi şeylerin ne kadar geçici olduğunu tekrar hatırlattı. Kaybolan hayatlar, kaybolan insanlar... Bunların geriye dönüşü yok. O yüzden, geriye bakarken sadece acıyı değil, aynı zamanda iyiliği, insanları birbirine yaklaştıran bir toplumsal bilinç oluşumunu da hatırlamalıyız. Her an, her nefes önemli ve hepimizin birbirine sahip çıkması gereken bir dünyada yaşıyoruz.
Kahramanmaraş depremlerinden çıkardığımız dersleri sadece bir felaketi unutmak ya da görmemek olarak değil, geleceğe yönelik bir adım atmak, toplumsal bilinç ve hazırlık adına bir fırsat olarak görmeliyiz. Çünkü, unutmayalım ki bir daha yaşanacak felakete karşı hazırlıklı olmak, yarının kazancıdır.
İlk olarak, toplumsal dayanışmanın gücünü hatırladık. Depremin hemen ardından nasıl bir araya geldiğimizi, el birliğiyle neler başarabileceğimizi gösterdik. Ancak bu dayanışma, yalnızca kriz anlarında değil, öncesinde de kuvvetli olmalı. Herkesin birer birey, her bireyin de birer sorumlu olduğu bir toplumda, yıkılan bir bina ya da kaybolan bir hayat sadece bir insanın değil, hepimizin kaybıdır. Dayanışmanın aslında sürekli olması gerektiğini, sosyal sorumluluğumuzun sadece felaket anlarıyla sınırlı kalmaması gerektiğini öğrendik.
Depremin bize öğrettiklerinden biri de "hazırlıklı olmak" oldu. Bilinçli bir toplum, doğru bilgilerle donanmış bir halk, doğal afetlere karşı en büyük savunmamız. Ama ne yazık ki, hazırlıksız yakalandık. Oysa her an başımıza gelebilecek bir felakete karşı tedbir almanın önemini daha önce hiç bu kadar net görmemiştik. Herkesin evi, işyeri, okulu, hatta çevresiyle ilgili "deprem planı" olması gerektiğini unutmuşuz. Binalarımızın sağlamlığı, evlerimizin güvenliği konusunda daha fazla önlem almamız gerektiği aşikâr. İyi yapılaşma, binaların sağlam temeller üzerine inşa edilmesi, insan hayatını riske atmamaktır; bu, her birimizin hakkıdır.
Bir diğer önemli ders, devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirme biçimiydi. Deprem sonrası ilk haftalarda, kurtarma çalışmalarının zorlukları, lojistik problemleri, kaynak yetersizlikleri gözler önüne serildi. Herkesin elinden geleni yaptığına şüphe yok ama hala eksik olan çok şey var. Yerel yönetimlerin daha etkin bir hazırlık yapması, devletin kriz yönetimi konusunda daha hızlı ve koordineli çalışması gerektiğini hatırlatmak gerekiyor. Bu felaketi bir fırsat olarak kullanıp, ülke çapında depreme dayanıklı bir yaşam alanı yaratmanın, her geçen gün daha da kritik bir hale geldiğini unutmamalıyız.
Son olarak, Kahramanmaraş depremleri, hayatın ne kadar kırılgan olduğunu ve tüm maddi şeylerin ne kadar geçici olduğunu tekrar hatırlattı. Kaybolan hayatlar, kaybolan insanlar... Bunların geriye dönüşü yok. O yüzden, geriye bakarken sadece acıyı değil, aynı zamanda iyiliği, insanları birbirine yaklaştıran bir toplumsal bilinç oluşumunu da hatırlamalıyız. Her an, her nefes önemli ve hepimizin birbirine sahip çıkması gereken bir dünyada yaşıyoruz.
Kahramanmaraş depremlerinden çıkardığımız dersleri sadece bir felaketi unutmak ya da görmemek olarak değil, geleceğe yönelik bir adım atmak, toplumsal bilinç ve hazırlık adına bir fırsat olarak görmeliyiz. Çünkü, unutmayalım ki bir daha yaşanacak felakete karşı hazırlıklı olmak, yarının kazancıdır.