Yapay zekanın pek çoğumuzun mesleğini yapmaya başladığı bir dönemde ayakta kalabilmek için kendimize nasıl yatırım yapacağız, küçük – büyük her ölçekte kurum, çalışanlarını bu süreçte geleceğe nasıl hazırlayacak?
Kurum içi eğitim küçük – büyük her ölçekte şirketin bu sancılı geçiş sürecinde ayakta kalabilmesi için ciddi önem taşıyor. Sadece üç buçuk yıl önce kurulan genç ve sıradışı bir eğitim girişimi Tezgahçılar, iş dünyasının oscarları olarak kabul edilen Uluslararası Stevie Ödüllerinde binlerce aday arasından iki yıl üst üste “Yılın Girişimi“ ödülüne layık görüldürler.
Ben de bu genç ekibi bir araya getiren Tezgahçılar kurucusu Burçak Yıldırım Orhan’la bir araya geldim ve eğitim-teknoloji ve gelecek ilişkisini konuştum.
Eğitim tasarımı nedir? Teknolojinin, trendlerin, beklentilerin sürekli değiştiği bir ortamda eğtim nasıl tasarlanır?
Eğitim çok yaşayan bir şey. Özellikle yeni nesilde, müfredattan bağımsız teknolojiyi ve gündemi takip edip, bir takım iç görüler alıp, o iç görüleri kişilerin deneyimsel olarak kullanabilecekleri bir platforma dökmek asıl mesele aslında.
Bizim uzmanlık alanımız yetişkin eğitimi. “Eğitim tasarımı” da yetişkinlerin ihtiyaçlarını analiz edip, onların ihtiyaçlarına anında cevap verebilecek, deneyim içeren bir süreç diyebilirim. Dünyadaki yeni nesil eğitim trendleri de bu yönde.
Anında cevap vermekten kasıt nedir tam olarak?
Biz trendleri çok iyi takip ediyoruz. Sadece profesyonel anlamda düşünmemek lazım, toplumsal, psikolojik, motivasyonel anlamda ihtiyaçlarımız olabiliyor. O yüzden toplumsal olayları bile dikkatle izlemek çok önemli. Mesela 15 Temmuz’dan sonra pek çok insanın motivasyonu inanılmaz derecede düştü. Hepimizin psikolojisi bozuldu. O dönem bu psikolojiyi ve motivasyonu yükseltmek amacıyla bir sürü eğitim tasarladık.
Bu gibi ortamlarda şunu tartışıyoruz. Kendimizi bu tarz durumlara karşı nasıl koruyabiliriz? Çünkü toplum yapısında, trafikte, iş yaşantısında değiştiremeyeceğimiz gerçekler var. O zaman kendimizi nasıl değiştirebilir ve koruyabiliriz. İşte o anı iyi analiz edip anında bir eğitim tasarlamak çok önemli. Bence bir eğitim tasarımcısının en büyük becerisi, her an her yerde olup çok iyi gözlem yapabilmesi. Sosyolojiyi, psikolojiyi iyi bilip, sosyal medyayı, kitlelerin hareketlerini iyi gözlemlemesi lazım.
Eğitim ve teknoloji birbirinden bağımsız olması çok mümkün olmayan iki kavram. Sizce eğitimde teknoloji kullanımı nasıl olmalı?
Bence bu iki kavram birbirinden bağımsız düşünülemez, özellikle de “yeni nesil” bir şeyler yapmak peşindeyseniz. İçerikte teknolojileri deneyimletmek çok önemli. Etkinliğin, eğitimin etkisini arttıracak, etkileşimi sağlayacak teknolojik, yazılımsal unsurları kullanırken, etkinlik sonrasında da çıktıları ölçümlemek için teknoloji kullanımını çok önemsiyoruz.
Katılımcının eğitim sırasında içeriğin ne kadarını dinleyip, ne zaman konudan koptuğunu, neyi dinleyip neyi dinlemediğini ölçebilirseniz eğitimi çok daha etkili tasarlayabilirsiniz. Katılımcıya da ona göre bir geri bildirim verebilirsiniz. Biz bu amaçla neuroscience kullanımına odaklanıyoruz. Çok heyecan verici bir teknoloji ama tabii işin etik tarafı da var. Bir noktada iş mahremiyete de giriyor. Ama her koşulda bizim için eğitimle teknoloji kullanımı birbirine entegre bir kavram.
Ancak bir yandan da teknoloji ilerledikçe kişiler yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça daha asosyal, daha mutsuz ve motivasyonları düşük oluyorlar. Göreceli olarak bu bireysel eğitimleri de artırıyor. Teknoloji arttıkça kişinin kendine yaptığı yatırım azalmayacak, daha fazla artacak.
Dünya Ekonomik Forumunun geleceğin becerilerini dile getirdiği rapora bakınca göze çarpan önemli noktalar görüyoruz. Mesela teknoloji arttıkça duygusal zekaya, yaratıcılığa olan ihtiyaç azalmıyor. Bunların hepsi aslında entellektüel çıktılar. İlerleyen dönemde özellikle teknolojiyle entegre edilmiş eğitime çok ciddi talep olacağını düşünüyorum. Gelecekte eğitim çok daha fazla yatırım yapılacak ve değeri aratacak bir alan olacak.
Bugün ilkokula başlayan çocukların üniversiteden mezun olduklarında yepyeni bir dünya ile karşılaşacaklarını biliyoruz. Teknoloji trendleri her 3-4 senede bir değişiyor. Böyle bir ortamda geleceğin profesyonel dünyasına adapte olabilecek bir nesil yetiştirmek nasıl mümkün olabilir?
Bizim yetişikin eğitimlerinde en çok odaklandığımız mesele deneyimsel öğrenme. Çocuklar için de Finlandiya modeli var önümüzde. Bu dönemde çok fazla uyaran var, bir bilgisayar gibi düşünürsek kafamızın arka tarafında pek çok açık pencere var; bu durum bizi yavaşlatıyor. O pencereleri en azından o anlık durdurabilecek eğitim sistemleri kurgulamalıyız. Bu da eğitimin deneyimsel, interaktif, spontan olmasıyla gerçekleşebiliyor.
Bu koşullar çocuklar için de geçerli. Akıllı telefonlar, tabletler vs. o kadar çok uyaran var ki. Dolayısıyla bu anlamda deneyimsel öğrenme, oyun ve oyunlaştırma çok önemli. Türkiye’de yeni Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’la beraber heyecan verici gelişmeler olacak gibi gözüküyor.
Şirketler geleceğe nasıl adapte olacak? İnovatif ürünler geliştirebilmek, kurumsal bir inovasyon kültürü yerleştirebilmek için neler yapılabilir?
Yapılanlarla yapılması gerekenler arasında ciddi fark var. Aslında çok iyi gözlemci olmaları, çalışanların ihtiyaçlarını çok iyi analiz etmeleri ve çok hızlı hareket etmeleri lazım.
Şirketler genelde globaldeki trendleri takip edip, onları kendilerine devşiriyorlar. Ama bu çok yanlış. Bazı eğitim başlıkları globalde çok popüler olabiliyor. Mesela “Mindfulness”.
Türkiye’de Google’un Mindfulness tekniğini kullanarak çalışanlarına eğitim verdiğine dair kulaktan kulağa bir bilgi yayıldı. “Google denemiş ve çok başarılı olmuş, o zaman bizim şirketimizde de uygulayalım ve çok başarılı olalım” şeklinde bir mantık var. Ama eğitim dediğiniz şey, toplumsal ve kültürel yapıdan beslenen bir şey. Onlar bazı meseleleri halletmiş ve mindfulness eğitimi alıyorlar ama bizim çok daha temel problemlerimiz var. Yani Maslow piramitinin henüz altlarındayız biz. Daha bazı fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılama düzeyindeyiz. OECD verilerine de baktığımız zaman onların bu problemleri çözmüş olduklarını görüyoruz.
Geçen yıl Silikon Vadisi’ne bir seyahat gerçekleştirip Google, Facebook vb. şirketleri ziyaret ettim. Çalışanların aldıklarını eğitimleri inceledim, trendleri öğrenmeye çalıştım.
Geçtiğimiz yıl Facebook’ta çalışanlara yoğun olarak etik, ırkçılık ve cinsiyet eşitliği ile ilgili eğitimler verildiğini gördüm. Böyle bakarsak biz de etik ve ırkçılık eğitimi verelim diyemeyiz, oraya gelene kadar tonla problemimiz var.
Kurumların yaptığı en büyük hata doğru analizleri yapmadan, toplumsal ihtiyaçları gözetmeden, yurt dışına özenerek hareket etmek. Eğitim sonuçta çok ciddi ve maliyetleri olan bir süreç. Hem eğitim karşılığı firmaya ödenen bir bedel var, hem de çalışanın işgücü zamanından alıyorsunuz.
Dünya Ekonomi Forumu “İşlerin Geleceği” adlı yeni bir rapor yayınladı. Raporda “yapay zekanın pek çok mesleği yok edeceği ama en az bir o kadar da yeni iş alanı açacağına” vurgu yapılıyor. Geleceğin iş dünyasında robotlarla, makinelerle, algoritmalarla birlikte çalışacak yeni nesil bu döneme nasıl adapte olacak?
Bence kendine yatırım yapan kişi en değerli kişi olacak. Robotlarla rekabet edemeyeceğimiz noktalar var. Nasıl farklılaşacağız? Daha “insani” becerilerle farklılaşacağız. Duygusal zeka, yaratıcılık gibi özellikle üst bilişsel liderlik kasları kuvvetli olan, farklı kompleks problemleri çözebilme becerisine sahip kişiler öne çıkacak. Bu da senin kişisel olarak ne kadar donanımlı olduğundan, ne kadar farklı disiplinlerden beslendiğinden geçiyor.
Peki bu beceriler öğrenilebilir beceriler mi?
Kesinlikle. Tamamen kişinin kendine yaptığı yatırımla ilgili bir şey. Bunlar çok net olarak geliştirilebilir kaslar. Yeni nesil eğitim diyince böyle bir reçete, hap ya da kafamızın içine yükeleme yapacak bir makine beklentisi olabiliyor. “Teknoloji çağındayız, ben neden bu kadar eğitime yatırım yapıyorum?” gibi bakış açıları olabiliyor. Ama gelecekte fark yaratmak istiyorsan çok daha fazla yatırım yapman gerekiyor.
İnsanlar genelde çok hızlıca etkisini gösterecek şeylere yatırım yapmak istiyorlar. Eğitimi alır almaz sonuç bekliyorlar ancak değerli eğitimler ilham veren eğitimlerdir. Seni dönüştüren şey hemen aldığın reçetesel bilgi değildir, ilhamdır. Sonrasında sen gidip birşeyler yaparsın, emek koyarsın.
Yeni nesil bakış açılarına ihtiyacımız olduğu dönemde siz de genç, yeni nesil bir girişimsiniz ve çok önemli uluslararası bir ödüle ikinci kez layık görüldünüz. Stevie Awards’ta “Startup of the Year / Yılın Girişimi” ödülünü aldınız. Bu ödül hem sizin hem de Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Çok heyecan verici bir gelişme. Ödülü büyük kurumsal firmalarla birlikte alıyoruz. Tüm dünyadan binlerce katılımcının olduğu bir yarışmada Türkiye’den bir girişimin de böyle bir ödül alabileceğini göstermek çok önemli bence. Ödülü alırken adınızı ve Türkiye anonsunu duyunca bambaşka bir his ortaya çıkıyor. Maddiyattan ve hayellerden uzak, Türkiye’yi temsil ediyor olmak çok heyecan verici.
Türkiye’de değerli bir girişim olabilmek için ne kadar ciro yapabildiğine, ne kadar kişiye ulaşabildiğine bakılıyor. Ama bu ödülde sağladığınız fayda, sektörde yarattığınız fark ve yaratıcılık en önemli unsur. Bizim bu ekosistemde değiştirdiğimiz şey deneyimsel öğrenmenin değeri oldu ve bu değeri kurumsal tarafta ortaya koymuş olduk.
Global bir gözün size değer atfetmesi çok güzel hissettiriyor. İş hayatının oscar’ı olarak tanımlanıyor bu ödül. Bu da çok gurur verici.
Çok tebrik ederim ve teşekkür ederim bu güzel sohbet için.
Ben teşekkür ederim.
Yapay zekanın pek çoğumuzun mesleğini yapmaya başladığı bir dönemde ayakta kalabilmek için kendimize nasıl yatırım yapacağız, küçük – büyük her ölçekte kurum, çalışanlarını bu süreçte geleceğe nasıl hazırlayacak?
Kurum içi eğitim küçük – büyük her ölçekte şirketin bu sancılı geçiş sürecinde ayakta kalabilmesi için ciddi önem taşıyor. Sadece üç buçuk yıl önce kurulan genç ve sıradışı bir eğitim girişimi Tezgahçılar, iş dünyasının oscarları olarak kabul edilen Uluslararası Stevie Ödüllerinde binlerce aday arasından iki yıl üst üste “Yılın Girişimi“ ödülüne layık görüldürler.
Ben de bu genç ekibi bir araya getiren Tezgahçılar kurucusu Burçak Yıldırım Orhan’la bir araya geldim ve eğitim-teknoloji ve gelecek ilişkisini konuştum.
Eğitim tasarımı nedir? Teknolojinin, trendlerin, beklentilerin sürekli değiştiği bir ortamda eğtim nasıl tasarlanır?
Eğitim çok yaşayan bir şey. Özellikle yeni nesilde, müfredattan bağımsız teknolojiyi ve gündemi takip edip, bir takım iç görüler alıp, o iç görüleri kişilerin deneyimsel olarak kullanabilecekleri bir platforma dökmek asıl mesele aslında.
Bizim uzmanlık alanımız yetişkin eğitimi. “Eğitim tasarımı” da yetişkinlerin ihtiyaçlarını analiz edip, onların ihtiyaçlarına anında cevap verebilecek, deneyim içeren bir süreç diyebilirim. Dünyadaki yeni nesil eğitim trendleri de bu yönde.
Anında cevap vermekten kasıt nedir tam olarak?
Biz trendleri çok iyi takip ediyoruz. Sadece profesyonel anlamda düşünmemek lazım, toplumsal, psikolojik, motivasyonel anlamda ihtiyaçlarımız olabiliyor. O yüzden toplumsal olayları bile dikkatle izlemek çok önemli. Mesela 15 Temmuz’dan sonra pek çok insanın motivasyonu inanılmaz derecede düştü. Hepimizin psikolojisi bozuldu. O dönem bu psikolojiyi ve motivasyonu yükseltmek amacıyla bir sürü eğitim tasarladık.
Bu gibi ortamlarda şunu tartışıyoruz. Kendimizi bu tarz durumlara karşı nasıl koruyabiliriz? Çünkü toplum yapısında, trafikte, iş yaşantısında değiştiremeyeceğimiz gerçekler var. O zaman kendimizi nasıl değiştirebilir ve koruyabiliriz. İşte o anı iyi analiz edip anında bir eğitim tasarlamak çok önemli. Bence bir eğitim tasarımcısının en büyük becerisi, her an her yerde olup çok iyi gözlem yapabilmesi. Sosyolojiyi, psikolojiyi iyi bilip, sosyal medyayı, kitlelerin hareketlerini iyi gözlemlemesi lazım.
Eğitim ve teknoloji birbirinden bağımsız olması çok mümkün olmayan iki kavram. Sizce eğitimde teknoloji kullanımı nasıl olmalı?
Bence bu iki kavram birbirinden bağımsız düşünülemez, özellikle de “yeni nesil” bir şeyler yapmak peşindeyseniz. İçerikte teknolojileri deneyimletmek çok önemli. Etkinliğin, eğitimin etkisini arttıracak, etkileşimi sağlayacak teknolojik, yazılımsal unsurları kullanırken, etkinlik sonrasında da çıktıları ölçümlemek için teknoloji kullanımını çok önemsiyoruz.
Katılımcının eğitim sırasında içeriğin ne kadarını dinleyip, ne zaman konudan koptuğunu, neyi dinleyip neyi dinlemediğini ölçebilirseniz eğitimi çok daha etkili tasarlayabilirsiniz. Katılımcıya da ona göre bir geri bildirim verebilirsiniz. Biz bu amaçla neuroscience kullanımına odaklanıyoruz. Çok heyecan verici bir teknoloji ama tabii işin etik tarafı da var. Bir noktada iş mahremiyete de giriyor. Ama her koşulda bizim için eğitimle teknoloji kullanımı birbirine entegre bir kavram.
Ancak bir yandan da teknoloji ilerledikçe kişiler yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça daha asosyal, daha mutsuz ve motivasyonları düşük oluyorlar. Göreceli olarak bu bireysel eğitimleri de artırıyor. Teknoloji arttıkça kişinin kendine yaptığı yatırım azalmayacak, daha fazla artacak.
Dünya Ekonomik Forumunun geleceğin becerilerini dile getirdiği rapora bakınca göze çarpan önemli noktalar görüyoruz. Mesela teknoloji arttıkça duygusal zekaya, yaratıcılığa olan ihtiyaç azalmıyor. Bunların hepsi aslında entellektüel çıktılar. İlerleyen dönemde özellikle teknolojiyle entegre edilmiş eğitime çok ciddi talep olacağını düşünüyorum. Gelecekte eğitim çok daha fazla yatırım yapılacak ve değeri aratacak bir alan olacak.
Bugün ilkokula başlayan çocukların üniversiteden mezun olduklarında yepyeni bir dünya ile karşılaşacaklarını biliyoruz. Teknoloji trendleri her 3-4 senede bir değişiyor. Böyle bir ortamda geleceğin profesyonel dünyasına adapte olabilecek bir nesil yetiştirmek nasıl mümkün olabilir?
Bizim yetişikin eğitimlerinde en çok odaklandığımız mesele deneyimsel öğrenme. Çocuklar için de Finlandiya modeli var önümüzde. Bu dönemde çok fazla uyaran var, bir bilgisayar gibi düşünürsek kafamızın arka tarafında pek çok açık pencere var; bu durum bizi yavaşlatıyor. O pencereleri en azından o anlık durdurabilecek eğitim sistemleri kurgulamalıyız. Bu da eğitimin deneyimsel, interaktif, spontan olmasıyla gerçekleşebiliyor.
Bu koşullar çocuklar için de geçerli. Akıllı telefonlar, tabletler vs. o kadar çok uyaran var ki. Dolayısıyla bu anlamda deneyimsel öğrenme, oyun ve oyunlaştırma çok önemli. Türkiye’de yeni Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’la beraber heyecan verici gelişmeler olacak gibi gözüküyor.
Şirketler geleceğe nasıl adapte olacak? İnovatif ürünler geliştirebilmek, kurumsal bir inovasyon kültürü yerleştirebilmek için neler yapılabilir?
Yapılanlarla yapılması gerekenler arasında ciddi fark var. Aslında çok iyi gözlemci olmaları, çalışanların ihtiyaçlarını çok iyi analiz etmeleri ve çok hızlı hareket etmeleri lazım.
Şirketler genelde globaldeki trendleri takip edip, onları kendilerine devşiriyorlar. Ama bu çok yanlış. Bazı eğitim başlıkları globalde çok popüler olabiliyor. Mesela “Mindfulness”.
Türkiye’de Google’un Mindfulness tekniğini kullanarak çalışanlarına eğitim verdiğine dair kulaktan kulağa bir bilgi yayıldı. “Google denemiş ve çok başarılı olmuş, o zaman bizim şirketimizde de uygulayalım ve çok başarılı olalım” şeklinde bir mantık var. Ama eğitim dediğiniz şey, toplumsal ve kültürel yapıdan beslenen bir şey. Onlar bazı meseleleri halletmiş ve mindfulness eğitimi alıyorlar ama bizim çok daha temel problemlerimiz var. Yani Maslow piramitinin henüz altlarındayız biz. Daha bazı fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılama düzeyindeyiz. OECD verilerine de baktığımız zaman onların bu problemleri çözmüş olduklarını görüyoruz.
Geçen yıl Silikon Vadisi’ne bir seyahat gerçekleştirip Google, Facebook vb. şirketleri ziyaret ettim. Çalışanların aldıklarını eğitimleri inceledim, trendleri öğrenmeye çalıştım.
Geçtiğimiz yıl Facebook’ta çalışanlara yoğun olarak etik, ırkçılık ve cinsiyet eşitliği ile ilgili eğitimler verildiğini gördüm. Böyle bakarsak biz de etik ve ırkçılık eğitimi verelim diyemeyiz, oraya gelene kadar tonla problemimiz var.
Kurumların yaptığı en büyük hata doğru analizleri yapmadan, toplumsal ihtiyaçları gözetmeden, yurt dışına özenerek hareket etmek. Eğitim sonuçta çok ciddi ve maliyetleri olan bir süreç. Hem eğitim karşılığı firmaya ödenen bir bedel var, hem de çalışanın işgücü zamanından alıyorsunuz.
Dünya Ekonomi Forumu “İşlerin Geleceği” adlı yeni bir rapor yayınladı. Raporda “yapay zekanın pek çok mesleği yok edeceği ama en az bir o kadar da yeni iş alanı açacağına” vurgu yapılıyor. Geleceğin iş dünyasında robotlarla, makinelerle, algoritmalarla birlikte çalışacak yeni nesil bu döneme nasıl adapte olacak?
Bence kendine yatırım yapan kişi en değerli kişi olacak. Robotlarla rekabet edemeyeceğimiz noktalar var. Nasıl farklılaşacağız? Daha “insani” becerilerle farklılaşacağız. Duygusal zeka, yaratıcılık gibi özellikle üst bilişsel liderlik kasları kuvvetli olan, farklı kompleks problemleri çözebilme becerisine sahip kişiler öne çıkacak. Bu da senin kişisel olarak ne kadar donanımlı olduğundan, ne kadar farklı disiplinlerden beslendiğinden geçiyor.
Peki bu beceriler öğrenilebilir beceriler mi?
Kesinlikle. Tamamen kişinin kendine yaptığı yatırımla ilgili bir şey. Bunlar çok net olarak geliştirilebilir kaslar. Yeni nesil eğitim diyince böyle bir reçete, hap ya da kafamızın içine yükeleme yapacak bir makine beklentisi olabiliyor. “Teknoloji çağındayız, ben neden bu kadar eğitime yatırım yapıyorum?” gibi bakış açıları olabiliyor. Ama gelecekte fark yaratmak istiyorsan çok daha fazla yatırım yapman gerekiyor.
İnsanlar genelde çok hızlıca etkisini gösterecek şeylere yatırım yapmak istiyorlar. Eğitimi alır almaz sonuç bekliyorlar ancak değerli eğitimler ilham veren eğitimlerdir. Seni dönüştüren şey hemen aldığın reçetesel bilgi değildir, ilhamdır. Sonrasında sen gidip birşeyler yaparsın, emek koyarsın.
Yeni nesil bakış açılarına ihtiyacımız olduğu dönemde siz de genç, yeni nesil bir girişimsiniz ve çok önemli uluslararası bir ödüle ikinci kez layık görüldünüz. Stevie Awards’ta “Startup of the Year / Yılın Girişimi” ödülünü aldınız. Bu ödül hem sizin hem de Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Çok heyecan verici bir gelişme. Ödülü büyük kurumsal firmalarla birlikte alıyoruz. Tüm dünyadan binlerce katılımcının olduğu bir yarışmada Türkiye’den bir girişimin de böyle bir ödül alabileceğini göstermek çok önemli bence. Ödülü alırken adınızı ve Türkiye anonsunu duyunca bambaşka bir his ortaya çıkıyor. Maddiyattan ve hayellerden uzak, Türkiye’yi temsil ediyor olmak çok heyecan verici.
Türkiye’de değerli bir girişim olabilmek için ne kadar ciro yapabildiğine, ne kadar kişiye ulaşabildiğine bakılıyor. Ama bu ödülde sağladığınız fayda, sektörde yarattığınız fark ve yaratıcılık en önemli unsur. Bizim bu ekosistemde değiştirdiğimiz şey deneyimsel öğrenmenin değeri oldu ve bu değeri kurumsal tarafta ortaya koymuş olduk.
Global bir gözün size değer atfetmesi çok güzel hissettiriyor. İş hayatının oscar’ı olarak tanımlanıyor bu ödül. Bu da çok gurur verici.
Çok tebrik ederim ve teşekkür ederim bu güzel sohbet için.
Ben teşekkür ederim.