Herkese hitap eden şehir Londra!

Yeni yerler keşfetmeyi seven birini en çok etkileyebilecek şehirlerden biri kuşkusuz Londra. Hızlıca birkaç günde gezip gördüm bitti diyemeyeceğiniz, her düşünceye ve yaşam tarzına hitap eden, döndüğünüz anda özlemeye başladığınız bir şehir. Tarihi mekanları, insana kendini cennette hissettiren kocaman parkları, değişik kültürlere ev sahipliği yapan mahalleleri, gece hayatı, alışveriş noktaları gibi deneyimlemeniz gereken yüzlerce şey var. Londrada gezilecek yerleri, yapılacak etkinlikleri anlatmak için sayfalar yetmez. Bu nedenle bu yazımda, 5 günlük bir gezi programına sığabilecek, Londranın en çok görülmesi gereken yerlerini paylaşmak istedim.İngiltere, dünyanın neredeyse % 40ını topraklarına kattığı için Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk olarak anılıyor. Başkent Londra ise gelenek ve gelecek arasında mükemmel dengeyi kurmuş, bir yanda özgür bir yanda gelenekçi yapısıyla dikkat çeken bir metropol. 300 den fazla dilin konuşulduğu, yılda 19 milyondan çok turist çeken bu şehir tabii ki pahalı. Ancak bütçenize göre de yapılabilecek sayısız seçenek var. Bunlardan ilki tabii ki müzeler. Dünyanın en önemli 10 müzesinden 3ü Londrada ve buna ilave olarak yaklaşık 850 sanat galerisi var. The British Museum, Natural History Museum, Tate Modern gibi ücretsiz gidebileceğiniz muhteşem müzeler var. Gitmeden önce online rezervasyon yaptırmanızı öneririm, çünkü önlerinde çok uzun kuyruklar oluyor. Rezervasyonu olanları ayrı bir yerden daha hızlı alıyorlar. Tek bir müzeyi bile tam anlamıyla gezmek için 1 gün yetmez. Burada değinmeden geçemeyeceğim, özellikle The British Museumda hakkıyla koruyamadığımız çok fazla tarihi eserimiz olduğunu görmek üzücü. Natural History Museum ise özellikle çocukların ilgisini çeken oldukça eğlenceli bir yer. Bunların dışında özel koleksiyonların sergilendiği yüzlerce müze ve sanat galerisini ziyaret etmeniz mümkün. Yine ücretsiz bir öneriyle devam ediyorum. Londra dünyanın en yeşil şehirlerinden biri. İrili ufaklı birçok parkla dolu. Tabii ki en ünlüsü Hyde Park. Tıpkı NewYorktaki Central Park gibi buraya da aşık olduğumu söyleyebilirim. Şehrin göbeğinde olmasına rağmen içinde kocaman Serpentine Gölü, oyun alanları, cafeleri, at binme parkuru, serbest konuşma kürsüsü, çiçek bahçeleri, anıtları ve sanat galerileriyle mutlaka görülmesi gereken bir yer. Sık sık özel etkinliklerin de düzenlendiği parkta çok keyifli vakit geçirebilirsiniz. Hyde Parka bir yürüyüş yoluyla bağlanan 100 hektarlık bir alana kurulmuş Kensington Park ise kraliyet parklarından biri. Bir zamanlar Lady Diananın yaşadığı Kensington Sarayı da burada bulunuyor. İlginizi çektiyse Gül bahçeleriyle ünlü, hayvanat bahçesinin bulunduğu ünlü Regents Park, 0 derece meridyenin geçtiği gözlemevinin bulunduğu Greenwich Parkda görülebilecek yerlerden. Artık şehrin simgelerine geçebiliriz. Londranın en ikonik manzarası için Westminster Köprüsüne gitmeniz gerekiyor. Bir tarafta Westminister Sarayı ve Big Ben kulesi, karşısında London Eye sizi karşılayacak. Thames nehri boyunca ilerlerseniz harika manzaralar sizi bekliyor. Londranın muhteşem manzarasını izlemek için en güzel yerlerden biri tabi ki Tower Bridge. Eskiden buharlı mekanizma ile çalışan köprü artık elektrikle çalıştırılıyor. Büyük gemi geçişlerinde köprü kaldırılarak geçiş sağlanıyor. 775 Odalı Buckingham Sarayını da ziyaret etmek için sabah 10 sularını tercih ederseniz, muhafızların nöbet değişim törenine şahit olabilirsiniz. Tahmin edeceğiniz gibi genelde çok kalabalık oluyor. Dilerseniz ücretli turlara katılarak sarayı da gezebilirsiniz. Doğası tarihi yeterli artık şehrin kalbine gitmeliyim diyenler için Sohoyu tavsiye ediyorum. Birbirinden güzel cafeler, restoranlar ve pubların bulunduğu, alışveriş yapabileceğiniz, tiyatrolarda nefis gösteriler izleyebileceğiniz oldukça eğlenceli bir bölge. Biraz sıra beklemeyi göze alıp son dakikada süper uygun fiyatlara bilet bulabilir ve muhteşem bir müzikalin keyfini çıkarabilirsiniz. Renkli reklam panoları ve Eros heykeliyle Piccadilly Circusu, hippilerin merkezi Camden Townu görebilirsiniz.Farklı Asya havası, marketleri ve pazarılyla Chinatownı da es geçmemek gerek. Buraya kadar gelmişken Londranın en büyük meydanı Trafalgal Meydanına da gidebilirsiniz. Meydanın tam ortasında Amiral Nelson anısına yapılmış büyük bir anıt bulunuyor. Notthing Hillin renkli sokaklarını gezmek ve Portobelloda antikacıları dolaşmak, sokak tezgahlarından yemek yemek de çok keyifli saatler geçirmeniz için alternatifler. 2. El tezgahları, tasarım ürünler satan mağazalar ve hediyelik eşya dükkanları arasında zamanın nasıl aktığını fark etmeyeceksiniz. Alışverişe devam diyorsanız Covent Garden, gerçek Londralıların da tercih ettiği çok güzel bir bölge. Semt pazarını gezip, renkli Neals Yardda sağlıklı atıştırmalıklar satan cafelere uğrayabilirsiniz. Ancak harcayacak çok param var diyen bir alışveriş tutkunuysanız, Londranınen seçin ve en sosyetikbölgelerinden biri olan lüks mağazalarıyla ünlü Bond Street veya .kraliçenin bile alışveriş yaptığı Harrods mağazası sizi bekler. Sonrasında mağazanın altındaki şık cafeler veya şampanya barlarında yorgunluk atabilirsiniz. İçinde birçok ünlü markanın bulunduğu büyük bir alışveriş merkezi olan Westfield AVM de aklınızın bir köşesinde dursun. Yazımın başında da belirttiğim gibi Londraya ilk kez gidecekler için 5-6 günlük bir programda görülebilecek yerleri tavsiye etmeye çalıştım. Kendi ilgi alanlarınıza göre tercih edebileceğiniz yüzlerce seçeneğiniz var. Kısa sürede mümkün olduğunca çok yer görebilmek için toplu taşımadan yararlanmanızı öneririm. Havaalanına indiğinizde turistik bir Oyster Kart alarak toplu taşımadan yararlanabilirsiniz. Çok geniş metro sistemiyle şehrin her yerine kısa sürede ve uygun fiyata ulaşabilirsiniz. Ben iki katlı otobüsleri de mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum. Turistik gezi otobüslerinden farkı yok ve gayet keyifli. Siyah renkli ikonik taksileri biraz pahalıya geliyor ama bu deneyimi yaşamak isteyebilirsiniz. Ayrıca Uber sistemi de gayet güzel işliyor. Yine turistik bir aktivite olarak Times Nehrinde bir tekne turu düşünebilirsiniz. Özellikle gece, renkli ışıklar altında çok keyifli oluyor. Parklar dahil birçok noktada ücretsiz Wi-fi bulunuyor. Çeşme suyu içilebiliyor. Yemek yediğiniz yerlerde tap water yani çeşme suyu isteyebilirsiniz. Çoğu yerde nakit yerine kredi kartı geçtiğini de belirteyim. Bu minik hatırlatmalardan sonra Londraya ne zaman gitmeli diye sorabilirsiniz. Yağmurlarıyla meşhur Londraya ben Ekim ayında gittim ve yaz mevsimi gibiydi. Bahar ayları rahatça gezebilmek için güzel zamanlar ama cıvıl cıvıl Noel pazarlarını görmek için Kasım ayını veya yeni yıla ışıltılı bir giriş için yılbaşı gecesini tercih edebilirsiniz. Yeni rotalarda görüşmek dileğiyle