Tırtılın yolun sonu dediğine kelebek yolun başı der
Korna sesleri arasında Adahan Oteli’nin boyumun 3 katı büyüklüğündeki ağır demir kapısını aceleyle açmaya çalışıyorum. Açılmıyor. Islanırsam vurulmuş olurum, vurulursam da ölürüm diye niyeyse gereksiz bir korku ve panik içindeyim. Ben düşünürken kapı birden aralanıyor.
Burnumun ucu kapıyı itekleyen sağ omzuma yaklaşınca ah diyorum çoktan vurulmuşum bile, üstüm sırılsıklam. Mermer merdivenleri koşarak çıkıyorum. Telaşıma tepkisiz kalamayan resepsiyonist kafasını kaldırıp bana bakıyor. O minik banker lambalarından biri sağ yanından ışığı patlatmış, yüzünü seçemiyorum. Çapraz sorgudaymışım ve yağmur tarafından vurulmam büyük kabahatmiş gibi daha sorulmadan benim suçum yok demek için içgüdüsel bir dürtüyle itiraf ediyorum: ‘Birden bastırdı yağmur, kaçamadım !’ Sonra kendi kendime gülüp asansöre ilerliyorum. Sergi katı -1’de ve burası Osmanlı döneminden kalma eski taş bir bina. Asansörü beklerken bu binanın Osmanlı İmparatorluğu döneminde bankerlik müessesesini kuran ve saraya borç veren ‘Camondo Ailesi’nin mülklerinden biri olduğunu, buraya gelip giden pek çok kimsenin belki de hiç bilmiyor olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar bu binada 13 musevi ailenin yaşamakta olduğunu, ‘Camondo Ailesi’nin de Osmanlı döneminde Türkiye’de başlayan eğitim seferberliğine destek vermiş olan ve annesi babası olmayan kız çocukları için İtalyan Lisesi’nin kuruluşunu yapmış olan kimse olduğunu ve o zamanların yardımseverler derneğince Fill de’charite olarak bilinen yardım nişanını almış olduğunu da bilmiyor olabileceklerini düşünüyorum. Asansör geliyor, binerken paltomun damarlarına nüfuz edememiş yabani damlaları yerlere düşürmüş olduğumu fark edip gülümsüyorum. Biri beni takip etse Hansel ve Gretel gibi damlalarım kuruyana kadar beni bulur diyorum. Asansöre binmekle inmek bir oluyor. Adımımı atıyorum. Gözümün alabildiği her yer taş. İstanbul’un eski taş binaları her zaman böyle olur. Serin, sessiz ancak konuşmaya başladığı andan itibaren hem serinliği hem de sessizliği yırtıp atacak denli işini bilir ve olgun. Kırmızı kadife temsil perdelerini anımsatan bir perdeden geçerek galeriye iniyorum. Galeri sorumlusuna gülümseyip, eserlere doğru ilerliyorum.
Yukarıyla bağlantım tümüyle kesilmiş durumda. Kalabalığın gürültüsü silikleşip yok oluyor. Duyduğum tek ses kendi topuk sesim. Sanki kendi ayak izim bedenlenmiş sessizce benimle beraber sergiyi geziyor gibi. Bir yandan eserleri incelerken bir yandan da istem dışı çıkarttığım sese karşı tepkisiz kalamadan kendimi dinliyorum. Her adımım gerçekte attığım adımdan daha büyük bir ses çıkarıyor. Daha yankılı. Daha sahici. Sanki kendi ayak izimin sesi, aynı arkamdan ışık tutmuşlar gibi beni daha uzun boylu, daha iri cüsseli ve daha başka biriymişim gibi gösteriyor. Bomboş bir sessizliğin içinde düzgün atılmayan adımların düzensiz topuk seslerinin kendi içindeki devamlılık düzeni.. İnsanın sessizlik içinde çıkarttığı mecburi sesleri hep tuhaf buldum. İnsan dışardaki şeyleri dışarda bırakabildiğinde yalnızca kendi sesine odaklanabildiğinde işin ucu bilinmedik yerlere çıkabiliyor çünkü ve işte o an fark ediyor ki bir ses bile insanın yalnızlığını darmadağın edebiliyor.
Sergide toplam 4 sanatçının eserleri var ve serginin adı da ‘+1+1+1+1 Bakış’
Sergide eserleri olan sanatçıların isimleri ise Nazan Azeri, Emre Okçuer, Rüçhan Şahinoğlu ve Fatma Ünsal.
Eserlerin bende yarattıklarına gelirsek..
Eski su kuyusunun olduğu büyük bölmede asılı olan kocaman tuallere yapılmış renkli eserlerin adı ‘annemin gelinliği’. Gelinlik beyaz olur, burada ise beyaz dışında her renk var. İnsanın annesinin gelinlikli halini canlı bir biçimde görememiş oluşu yani ancak o gün çekilmiş fotoğraflar vasıtası ile o anı görmüş oluşu aslında ilginç bir durum. Geçmişten geleceğe bir tür mektup gibi. Gelinliği giyen kimse asla gelinliği ilk ve son kez giydiği günden sonra bir kez daha o gelinliği üzerine giymiyor. Bir askıda belki bir kapı arkasında en uzun giysi kılıflarıyla saklanıyor. Yıllar geçtikçe de sararıyor, sararıyor ve sararıyor. Bir sanatçının annesinin beyazlığına kendi lisanı ile tüm renkleri iade edişi çok sıcak bir his. İnsanı kendi hatıralarına da bağlayabildiği için sıcacık hissettiriyor. İnsan annesinin belki de en unutmayacağı anına sokulabilme fırsatı bulabiliyor. En azından ben öyle hissettim.
Bir sonraki bölmeye yaklaşınca ise içerde sürekli deveran eden bir film olduğunu görüyorsunuz. İçeri girmeden kapı önünde asılı olan eserin adına bakıyorsunuz ‘yuva’ yazıyor. İçeri giriyor ve hemen girişte duran tabureye oturuyorsunuz. Film dönmeye başlıyor. Daha doğrusu başlayalı çok olmuş da sizin girdiğiniz yer sizin filminizin başlangıcı olduğu için izlerken filmin başını çıkarmaya ve aynı zamanda da kendi sonunuzu yakalamaya çalışıyorsunuz. Duyulan ses sanki elektrik süpürgesini suyun içine sokmuşlar da suyun tozlarını topluyorlar gibi bir ses. Görüntülerse hücre yapısını andıran bir devinim içinde hareket halinde olan gözü kapalı bir bebek suratı. Meğer sesler bir bebeğin anne karnında geçirdiği zaman süresince çıkardığı gerçek sesler bütününden oluşturulmuş. Görüntü de sonrasında sese uygun bir hale getirilmiş. Anne karnındaki bir bebeği izlemeye başlamak biraz hipnotik bir görüntü. İnsanı etkiliyor ve şöyle şeyler demek içinizden gelebiliyor. Ah küçük bebek. Sen şimdi hareket kabiliyetinin sınırlı olduğu bir avuçluk bir su birikintisi içinde sessiz bir halde, sessizliğinin tek ses olduğunu sanarak uyuyorsun. Bir vakit sonra doğacaksın ve doğumla beraber de kendi sesini duyup avazın çıktığı kadar bağıracaksın. Sessizliğin yırtılmış olacak. Gerçek yuva olduğunu sandığın bir yuvanın geçici bir yuva olduğunu anlayınca hayatının ilk hayal kırıklığını yaşamış olacaksın. Sonra ışığı göreceksin. Gözünü açtığın vakit o güne kadar görme eylemini hiç gerçekleşmemiş olduğunu idrak edince de daha da fazla ağlayacaksın. Ama işte doğum böyle bir şey küçük bebek. Doğum gerçekleşince, üzülüp ağlarız, öldük sanıp korkarız ama aslında yeni dünyaya doğmuş oluruz. Bir süreç tamamlanırken bir süreç başlamış olur. Hep böyle oldu. Herkese aynı şey oldu. Olması doğaldır. Ağla bebek.
Sonraki bölme ise renkli beden uzuvlarının bireysel özgürlük arayışını anlatan bir bölme. Adı ‘Devinim Herşeydir.’ Burada sanırım zaman zaman yaşadığım ruh ve zihin göçü anlarımın özgürlük arayışına benzer bir bağlantı yakaladım. Ne zaman ki zihin, ruh, kalp ve beden aynı yere gitmek istiyor ve ben de onun peşinden gidebilecek özgürlüğü yakalıyorum kendimde işte o zaman orada gerçek mutluluğumu yakalayabilmiş oluyorum. Sanırım bugünlerde hayatımda öğrenmeye çalıştığım şey tamamen bu. Bir yerdeysem bütünüyle orada olmaktan bahsediyorum. Parça parça değil, sahip olduğum tüm uzuvlarım, tüm hücrelerim ve tüm görünen görünmeyen hallerimle beraber olarak orada olmaktan.
Sonraki bölme ise insanın bir şehir içindeki yalnızlıklarını konu alan bir bölme. Adı ‘Dışarda.’ Sonuçta şöyle düşünüyorum, insan eğer ki kalabalık bir şehirde yalnızsa, o zaman o şehrin yalnızlıklarını kendine dost edinmeye başlıyor ya hani işte o hattı farklı bir açıdan görebiliyorsunuz burada. Tabi bu durum bende tanıdık yabancılarla kurulan iletişim modellerinin de her geçen gün daha da çeşitli olduğunu düşünmeme yol açıyor ve kendi kendime iletişim kabiliyetlerimin üzerine düşünmeye başlıyorum. Kalabalık bir şehirde olmasaydım insanlarla iletişimim eminim bu denli kalabalık bir yalnızlık barındırmazdı içerisinde diyorum.
Yazardan not: Unutmadan, Adahan Otel 2012 yılında Adahan Otel oldu ve 2013 Ocak ayında da -1 sanat galerisi ilk sergisinin başladığını sanatseverlere duyurdu. Geldiğiniz vakit sergiyi gezdikten sonra bir mola vermek isterseniz doğrudan terasa çıkın. Özellikle bu mevsimde dışarıdaki soğuğun aksine içerde güneşli ve sıcacık bir hava olur. Bir köşede yan yana oturan bir çift görürseniz de - Sedat Bey ve Lale Hanım - yanlarına gidip bir selam verin. Bu kimseler, Adahan Otel’i yıllar içerisinde karanlık izbe bir yere dönmüşken şimdiki haline getiren Sedat Sırrı Aklan ve eşi Lale Platin’dir. Sonra da benim için köşe masalardan birine gidin ve eski İstanbul’u izleyerek bir kahve için. Osmanlı döneminden kalma bu taş bina eğer dinlemek için hazırsanız eminim sizinle başka bir dilde konuşacaktır.