Terazinin bir kefesinde altın rengine boyanmış taşlar, bir kefesinde ise yakıcı Adıyaman güneşinin zamanla kuruttuğu bir ölü kuş, bir balık, bir kaç pet şişe, bir teneke kutu ve bir de balık ağı duruyordu.
Eseri yapan sanatçının İngilizce aksanı çok iyiydi ancak eserini yabancı sanatçılara ve de basına anlatırken aralarda Türkçe kelime ve cümlelerle İngilizce anlattığı hikayeye eklemeler yapıyordu. O an bir iki adım geri atarak eserin yanında duran, üzerinde sanatçının adının ve de eserin hikayesinin olduğu levhaya doğru yaklaşmak istedim. Levhada ‘Sanatçının adı: Murat Cem Baytok, Eserin Adı: Imbalance’ yazıyordu. Baytok, kendi yapmış olduğu o dev çöp adamın yanında ayakta durmuş eserini orada toplanmış olan kalabalığa anlatırken birden aynı o çöp adamın oturuşu gibi rahat bir pozisyonda oturuverdi taşlara ve şöyle dedi:
"İşte bu rahat pozisyonda oturan çöp adam, hemen önünde olan dengesizlik, düzensizlik, yanlışlık, para ile olan orantısızlık hepimizi anlatıyor. Her şey hepimizin gözlerinin önünde oluyor ve biz aynı rahat pozisyonda oturmaya, bu yanlışlığa karşı tepkisiz kalmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla da hiçbir şey değişmiyor, değişemiyor. Kısacası bu çöp adam biziz, kendimizi göremediğimiz bir haldeyiz. Belki görsek bir tepki verebileceğiz ama görmüyoruz. Umarım görebiliriz.."
Baytok'un eserini anlatırken seçtiği kelimeler ve cümleler tam olarak bunlar değildi ancak bende kalan his böyle bir şeydi ve bu eser insana gerçek anlamda "..acilen bir şeyler yapmak..” konusunda güçlü bir enerji veriyordu.
O anın ardından hepimiz bizi o adacığa getiren motorlara geri bindik ve de Fırat Nehri'nin suları ile dolu Atatürk Barajı'nda hızla yol almaya başladık. Hava Eylül ayında olmamıza karşın epey sıcak ve de yakıcıydı. Motorla o barajın üzerinde yol alırken, tek elim Fırat nehrinden dışarı çıkmak istemeden su ile oynarken birden aynı o çöp adamın pozisyonuna benzer bir pozisyonda oturduğumu farkettim ve bunu farketmiş oluşuma gülümsedim.
Yarım saat kadar sonra yemekte basın ve sanatçıların olduğu masada Murat Cem Baytok'la yan yana oturuyordum. 2023 yılının Şubat ayında yaşanan büyük depremin ardından Nihat Özdal'ın küratörlüğünü üstlendiği Adıyaman’daki Commagene Lar (Land and River) Bienali’nin basın önizleme gününün öğleden sonrasıydı. Kendisiyle tanışmam böyle gerçekleşti.
Tabi o sırada kendisini henüz tanımadığım için bilmiyordum neden çöp adam yaptığını, neden dünyanın gidişatı ile ilgili bir şeyler yapma çabasında olduğunu, arazi sanatının onu birkaç yıl evvel yaşama geri döndüren önemli bir alan olduğunu, çocukluğundan bu yana uzun yıllarını yurt dışında geçirdiğini ve bu nedenle de birkaç dili birden ana dili gibi konuştuğunu, bambaşka disiplinlerin içerisinde önemli deneyimler yaşadıktan, büyük şirketlerde büyük pozisyonlarda bulunduktan sonra kendini en çok sanatla ifade etmeyi sevdiği bir dönemde olduğunu..
O ziyaretin ardından, Adıyaman'dan döndükten sonra bienale ve de Adıyaman'a dair olan hislerimi kaleme aldığım bir yazı yazdım. (9 Ekim tarihli, ‘Yıkımın Ardından Yeni Baştan Adıyaman..’ başlıklı yazım) Ancak bu yazının içerisine Murat Cem Baytok'u ve de "dünyanın görmezden gelinen hallerini anlatan çöp adam"ını koymadım. Çünkü bana göre bir paragraf bu hikaye için yeterli olmayacaktı. Bu hikaye daha uzun, daha özgür ve daha rahat anlatılmalıydı. O nedenle yılın sonunu bekledim. Bienalin 23 Aralık'taki kapanış gününü de hesap ederek bu yazıyı Aralık ayında kaleme almaya karar verdim. Ama işte hayatın cilveleri.. Ben yazıyı kaleme almaya başladığımda bienalin yoğun talep nedeniyle 23 Aralık'tan 21 Ocak'a kadar uzatıldığını öğrendim. Dolayısıyla bu yazı bir şekilde sizde olur da Adıyaman'a gitme hissi uyandırırsa artık Ocak sonuna kadar gidebilme şansınız var.
Adıyaman'ın ardından geçtiğimiz haftalarda Murat Cem Baytok ile kendisinin hem sanat hem de hayat yolculuğunu konuşmak üzere İstanbul’da yeniden buluştuk. Yazının bundan sonraki bölümünde işte o konuşmadan bazı notlar, kendisinin hikayesine dair bilmeniz gerektiğini düşündüğüm noktalar yer alıyor..
- Her şeyden önce arazi sanatı, sanatçıların ya sanatsal malzeme ile doğaya uyumlu çalışma yaptıkları ya da doğadan sanata aktarma yolu ile doğada buldukları malzemelerle sanatlarını bulundukları alanda icra ettikleri eserlerle sizi buluşturan bir sanat türü. Adıyaman’daki Commagene Lar (Land and River), Arazi ve Nehir Sanatı Bienali'nin de zaten en önemli özelliği buydu. Çoğunluğu yabancı olan 12 sanatçıya ait 11 eser, başta Adalar Bölgesi (6), Karakuş Tümülüsü (3) ve de Cendere Köprüsü’nde (2) yer alıyordu.
Baytok Adalar Bölgesi’nde yer alan eserini yapabilmek için 10 gün boyunca bu adada gezinmiş ve de eserini yaparken kullanabileceği parçaları teker teker bu adadan toplamıştı. Sonra da hepsini bir araya getirerek, anlatmak istediklerini orada bulduğu malzemelerle anlatmasını başarmıştı. Çöp adamın 300 kiloluk kütükten bedeni 10 kişi tarafından o adaya kadar taşınmıştı ve Baytok bu eserin hikayesini bana yeniden anlatırken “…bu iş hem dünya hem de insanlık için oldukça ağır bir meseleyi, gerçeği anlattığı için fiziken de çok ağırdı..” demişti.
- Kendisinin doğa ile olan yakınlığını anlamış olarak ne zamandan beri arazi sanatı ile ilgilendiğini, bu serüvenin ilk olarak nasıl başladığını sordum. Bana tam tarih veremeyeceğini çünkü nasıl başladığını kendisinin de hatırlamadığını ancak doğayla, taşlarla ve de doğada bulduğu sıradan şeyleri başka şeylere dönüştürmekle ilgili sürecinin 2017 yılında babasını kaybetmesi ile başladığını söyledi.
O sırada yaşadığı şehir olan Londra'ya bir daha geri dönmeme kararı almış ve de 6 ay boyunca Bodrum'da kendiyle baş başa kaldığı bir süreç geçirmiş. O günlerde denizden taşları topluyor, onları içinden geldiği gibi boyuyor, sonra da o taşları yeniden denize bırakıyormuş. Oturduğu yerden o taşları bulanların tepkilerini, şaşkınlık ve mutluluklarını izlemek ona çok iyi geliyormuş. Bu taş boyama süreci o günlerde onun için bir tür terapi gibiymiş ve ona çok sevdiği babasının acısına dayanma gücü veriyormuş. "450 - 500 taş boyamışımdır o dönemde. Benim için karanlık bir dönemdi. Yalnızdım. Başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmaya çalışıyordum..” diyerek anlattı bana o günleri..
Sonrasındaysa bu süreç devam etmiş. Cer Modern'de 2020'de pandemi sürecine, dünyanın ve de insanlığın yaşadıklarına, sıkışmışlığa dair bir eseri sergilenmiş. Yunan Mitolojisindeki Sisifos'un (Sisyphus) hikayesinden ilhamını alan bu eseri de yine Adıyaman’da olduğu gibi Cer Modern'in çevresinde bulduğu malzemelerle üretmiş.
- "Peki neden çöp adam?" diye sorduğumda ise beklemediğim bir yanıt aldım Baytok'tan; “Biz ailecek Almanya'da televizyon izlerken ailem anlamıyordu televizyonda konuşulanları. ‘Ne demek istiyor?’ diye soruyorlardı. Ben de hep anlatıyordum ama en basit şekilde anlatmaya çalışıyordum anladığımı. Çöp adam da bunu yapıyor aslında. Basitçe anlatıyor. “I try to keep it simple" yani basit anlatmaya çalışarak, daha kolay anlaşılır şekilde o bilginin karşı tarafa geçmesini sağlıyor. Çöp adam, çocuksu ancak gerçek bir şey.."
- Belki Baytok'un hikayesinde anlatılabilecek bir sürü vurucu nokta var ancak beni en çok etkileyen yer sanırım şu oldu. İşletme, ekonomi okuduktan reklamcılık, kontrolörlük, yöneticilik gibi işler yaptıktan, kurumsal şirketlerde "maaş, araba, ünvan, sigorta" gibi hayır demesi güç önemli kalemlerden oluşan çarkların dişlilerine Don Kişot gibi yürümeyi seçmesi ve de içinde olduğumuz sisteme, hayata karşı “..Siz olmasanız da ben yaşayabilirim. Bu dünyaya kafa tutabilirim. Okuduğum okulun mesleğini yapmak zorunda değilim.
İstediğim kişi olma özgürlüğüm var, olabilirim. Her şeye yeniden başlayabilirim. Korkmuyorum, zor olabilir biraz zorlanabilirim ama yine de kendi yolumdan yürümesini başarabilirim. Azınlık olmaktan çekinmiyorum, insanların ne dediğiyle ilgilenmiyorum, ben istediğim ve de sevdiğim şeyi yapıyorum. Beni anlayanlar, anlamak isteyenler bana yeter. Bu dünyaya, yaşama, doğaya ve de insana dair anladıklarımı anlatmanın yolunu sanatla buldum. Birkaç insanı bu yol ile fark ettirebilsem bana yeter. Ben istediğim hayatın peşinden gittim. Özgürüm. Bu verebileceğim en büyük mesaj." dercesine kendine güvenli ve ilham veren bir tavrı olması..
Baytok o sohbetimiz sırasında kendi yolculuğuna dair tabiki de bana böyle bir açıklamada bulunmadı ancak ben o böyle diyormuş, demiş gibi hissederek kalktım o sohbeti yaptığımız masadan. Dilerim hikayesi kendini hayata geç kalmış hisseden, kaybolduğunu zanneden ve de her şeye yeniden başlaması gerektiğini bildiği halde çekimser hareket eden kişilere sanatı hayatlarının merkezine almak konusunda güç verir.
Kendisinin eserini Adıyaman Commagene Lar (Land and River) Bienali’nde 21 Ocak'a kadar ziyaret edebilirsiniz. Gitsem mi demeyin, gitmek istiyorsanız bir bilet alın ve de gidin. Neden mi? Peki şimdi değilse ne zaman?
Terazinin bir kefesinde altın rengine boyanmış taşlar, bir kefesinde ise yakıcı Adıyaman güneşinin zamanla kuruttuğu bir ölü kuş, bir balık, bir kaç pet şişe, bir teneke kutu ve bir de balık ağı duruyordu.
Eseri yapan sanatçının İngilizce aksanı çok iyiydi ancak eserini yabancı sanatçılara ve de basına anlatırken aralarda Türkçe kelime ve cümlelerle İngilizce anlattığı hikayeye eklemeler yapıyordu. O an bir iki adım geri atarak eserin yanında duran, üzerinde sanatçının adının ve de eserin hikayesinin olduğu levhaya doğru yaklaşmak istedim. Levhada ‘Sanatçının adı: Murat Cem Baytok, Eserin Adı: Imbalance’ yazıyordu. Baytok, kendi yapmış olduğu o dev çöp adamın yanında ayakta durmuş eserini orada toplanmış olan kalabalığa anlatırken birden aynı o çöp adamın oturuşu gibi rahat bir pozisyonda oturuverdi taşlara ve şöyle dedi:
"İşte bu rahat pozisyonda oturan çöp adam, hemen önünde olan dengesizlik, düzensizlik, yanlışlık, para ile olan orantısızlık hepimizi anlatıyor. Her şey hepimizin gözlerinin önünde oluyor ve biz aynı rahat pozisyonda oturmaya, bu yanlışlığa karşı tepkisiz kalmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla da hiçbir şey değişmiyor, değişemiyor. Kısacası bu çöp adam biziz, kendimizi göremediğimiz bir haldeyiz. Belki görsek bir tepki verebileceğiz ama görmüyoruz. Umarım görebiliriz.."
Baytok'un eserini anlatırken seçtiği kelimeler ve cümleler tam olarak bunlar değildi ancak bende kalan his böyle bir şeydi ve bu eser insana gerçek anlamda "..acilen bir şeyler yapmak..” konusunda güçlü bir enerji veriyordu.
O anın ardından hepimiz bizi o adacığa getiren motorlara geri bindik ve de Fırat Nehri'nin suları ile dolu Atatürk Barajı'nda hızla yol almaya başladık. Hava Eylül ayında olmamıza karşın epey sıcak ve de yakıcıydı. Motorla o barajın üzerinde yol alırken, tek elim Fırat nehrinden dışarı çıkmak istemeden su ile oynarken birden aynı o çöp adamın pozisyonuna benzer bir pozisyonda oturduğumu farkettim ve bunu farketmiş oluşuma gülümsedim.
Yarım saat kadar sonra yemekte basın ve sanatçıların olduğu masada Murat Cem Baytok'la yan yana oturuyordum. 2023 yılının Şubat ayında yaşanan büyük depremin ardından Nihat Özdal'ın küratörlüğünü üstlendiği Adıyaman’daki Commagene Lar (Land and River) Bienali’nin basın önizleme gününün öğleden sonrasıydı. Kendisiyle tanışmam böyle gerçekleşti.
Tabi o sırada kendisini henüz tanımadığım için bilmiyordum neden çöp adam yaptığını, neden dünyanın gidişatı ile ilgili bir şeyler yapma çabasında olduğunu, arazi sanatının onu birkaç yıl evvel yaşama geri döndüren önemli bir alan olduğunu, çocukluğundan bu yana uzun yıllarını yurt dışında geçirdiğini ve bu nedenle de birkaç dili birden ana dili gibi konuştuğunu, bambaşka disiplinlerin içerisinde önemli deneyimler yaşadıktan, büyük şirketlerde büyük pozisyonlarda bulunduktan sonra kendini en çok sanatla ifade etmeyi sevdiği bir dönemde olduğunu..
O ziyaretin ardından, Adıyaman'dan döndükten sonra bienale ve de Adıyaman'a dair olan hislerimi kaleme aldığım bir yazı yazdım. (9 Ekim tarihli, ‘Yıkımın Ardından Yeni Baştan Adıyaman..’ başlıklı yazım) Ancak bu yazının içerisine Murat Cem Baytok'u ve de "dünyanın görmezden gelinen hallerini anlatan çöp adam"ını koymadım. Çünkü bana göre bir paragraf bu hikaye için yeterli olmayacaktı. Bu hikaye daha uzun, daha özgür ve daha rahat anlatılmalıydı. O nedenle yılın sonunu bekledim. Bienalin 23 Aralık'taki kapanış gününü de hesap ederek bu yazıyı Aralık ayında kaleme almaya karar verdim. Ama işte hayatın cilveleri.. Ben yazıyı kaleme almaya başladığımda bienalin yoğun talep nedeniyle 23 Aralık'tan 21 Ocak'a kadar uzatıldığını öğrendim. Dolayısıyla bu yazı bir şekilde sizde olur da Adıyaman'a gitme hissi uyandırırsa artık Ocak sonuna kadar gidebilme şansınız var.
Adıyaman'ın ardından geçtiğimiz haftalarda Murat Cem Baytok ile kendisinin hem sanat hem de hayat yolculuğunu konuşmak üzere İstanbul’da yeniden buluştuk. Yazının bundan sonraki bölümünde işte o konuşmadan bazı notlar, kendisinin hikayesine dair bilmeniz gerektiğini düşündüğüm noktalar yer alıyor..
- Her şeyden önce arazi sanatı, sanatçıların ya sanatsal malzeme ile doğaya uyumlu çalışma yaptıkları ya da doğadan sanata aktarma yolu ile doğada buldukları malzemelerle sanatlarını bulundukları alanda icra ettikleri eserlerle sizi buluşturan bir sanat türü. Adıyaman’daki Commagene Lar (Land and River), Arazi ve Nehir Sanatı Bienali'nin de zaten en önemli özelliği buydu. Çoğunluğu yabancı olan 12 sanatçıya ait 11 eser, başta Adalar Bölgesi (6), Karakuş Tümülüsü (3) ve de Cendere Köprüsü’nde (2) yer alıyordu.
Baytok Adalar Bölgesi’nde yer alan eserini yapabilmek için 10 gün boyunca bu adada gezinmiş ve de eserini yaparken kullanabileceği parçaları teker teker bu adadan toplamıştı. Sonra da hepsini bir araya getirerek, anlatmak istediklerini orada bulduğu malzemelerle anlatmasını başarmıştı. Çöp adamın 300 kiloluk kütükten bedeni 10 kişi tarafından o adaya kadar taşınmıştı ve Baytok bu eserin hikayesini bana yeniden anlatırken “…bu iş hem dünya hem de insanlık için oldukça ağır bir meseleyi, gerçeği anlattığı için fiziken de çok ağırdı..” demişti.
- Kendisinin doğa ile olan yakınlığını anlamış olarak ne zamandan beri arazi sanatı ile ilgilendiğini, bu serüvenin ilk olarak nasıl başladığını sordum. Bana tam tarih veremeyeceğini çünkü nasıl başladığını kendisinin de hatırlamadığını ancak doğayla, taşlarla ve de doğada bulduğu sıradan şeyleri başka şeylere dönüştürmekle ilgili sürecinin 2017 yılında babasını kaybetmesi ile başladığını söyledi.
O sırada yaşadığı şehir olan Londra'ya bir daha geri dönmeme kararı almış ve de 6 ay boyunca Bodrum'da kendiyle baş başa kaldığı bir süreç geçirmiş. O günlerde denizden taşları topluyor, onları içinden geldiği gibi boyuyor, sonra da o taşları yeniden denize bırakıyormuş. Oturduğu yerden o taşları bulanların tepkilerini, şaşkınlık ve mutluluklarını izlemek ona çok iyi geliyormuş. Bu taş boyama süreci o günlerde onun için bir tür terapi gibiymiş ve ona çok sevdiği babasının acısına dayanma gücü veriyormuş. "450 - 500 taş boyamışımdır o dönemde. Benim için karanlık bir dönemdi. Yalnızdım. Başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmaya çalışıyordum..” diyerek anlattı bana o günleri..
Sonrasındaysa bu süreç devam etmiş. Cer Modern'de 2020'de pandemi sürecine, dünyanın ve de insanlığın yaşadıklarına, sıkışmışlığa dair bir eseri sergilenmiş. Yunan Mitolojisindeki Sisifos'un (Sisyphus) hikayesinden ilhamını alan bu eseri de yine Adıyaman’da olduğu gibi Cer Modern'in çevresinde bulduğu malzemelerle üretmiş.
- "Peki neden çöp adam?" diye sorduğumda ise beklemediğim bir yanıt aldım Baytok'tan; “Biz ailecek Almanya'da televizyon izlerken ailem anlamıyordu televizyonda konuşulanları. ‘Ne demek istiyor?’ diye soruyorlardı. Ben de hep anlatıyordum ama en basit şekilde anlatmaya çalışıyordum anladığımı. Çöp adam da bunu yapıyor aslında. Basitçe anlatıyor. “I try to keep it simple" yani basit anlatmaya çalışarak, daha kolay anlaşılır şekilde o bilginin karşı tarafa geçmesini sağlıyor. Çöp adam, çocuksu ancak gerçek bir şey.."
- Belki Baytok'un hikayesinde anlatılabilecek bir sürü vurucu nokta var ancak beni en çok etkileyen yer sanırım şu oldu. İşletme, ekonomi okuduktan reklamcılık, kontrolörlük, yöneticilik gibi işler yaptıktan, kurumsal şirketlerde "maaş, araba, ünvan, sigorta" gibi hayır demesi güç önemli kalemlerden oluşan çarkların dişlilerine Don Kişot gibi yürümeyi seçmesi ve de içinde olduğumuz sisteme, hayata karşı “..Siz olmasanız da ben yaşayabilirim. Bu dünyaya kafa tutabilirim. Okuduğum okulun mesleğini yapmak zorunda değilim.
İstediğim kişi olma özgürlüğüm var, olabilirim. Her şeye yeniden başlayabilirim. Korkmuyorum, zor olabilir biraz zorlanabilirim ama yine de kendi yolumdan yürümesini başarabilirim. Azınlık olmaktan çekinmiyorum, insanların ne dediğiyle ilgilenmiyorum, ben istediğim ve de sevdiğim şeyi yapıyorum. Beni anlayanlar, anlamak isteyenler bana yeter. Bu dünyaya, yaşama, doğaya ve de insana dair anladıklarımı anlatmanın yolunu sanatla buldum. Birkaç insanı bu yol ile fark ettirebilsem bana yeter. Ben istediğim hayatın peşinden gittim. Özgürüm. Bu verebileceğim en büyük mesaj." dercesine kendine güvenli ve ilham veren bir tavrı olması..
Baytok o sohbetimiz sırasında kendi yolculuğuna dair tabiki de bana böyle bir açıklamada bulunmadı ancak ben o böyle diyormuş, demiş gibi hissederek kalktım o sohbeti yaptığımız masadan. Dilerim hikayesi kendini hayata geç kalmış hisseden, kaybolduğunu zanneden ve de her şeye yeniden başlaması gerektiğini bildiği halde çekimser hareket eden kişilere sanatı hayatlarının merkezine almak konusunda güç verir.
Kendisinin eserini Adıyaman Commagene Lar (Land and River) Bienali’nde 21 Ocak'a kadar ziyaret edebilirsiniz. Gitsem mi demeyin, gitmek istiyorsanız bir bilet alın ve de gidin. Neden mi? Peki şimdi değilse ne zaman?