Genç bir nüfusa sahibiz. Bununla övünüyoruz. Övünmekte de haklıyız, çünkü yarınlarımızın teminatı çocuklarımız ve gençlerimiz. Ama çok değil, bundan 6 sene sonra, yani genç Cumhuriyetimizin 100. yılında dahi “genç nüfusumuz” derken muhtemelen biraz duraksayacağız. Çünkü yaşlanıyoruz.
Yaşlanıyoruz, çünkü nüfus artışımız devam etse de, artış hızımız düşüyor. Dolayısıyla arkadan gelen yeni nesil sayısal olarak azalıyor. Bu da yaş ortalamamızı yukarı çekiyor. Gerçekten de 2000 yılında binde 14,3 olan yıllık nüfus artış hızımız, istisna yıllar dışında hep düşmek suretiyle, TÜİK çalışmasına göre 2017’de binde 10,1’e ve nihayet 2023’te 8,4’e kadar geriliyor. Buna paralel olarak da, 2000 yılında 29,3 olan 0-14 yaş grubunun toplam nüfusa oranı, 2017’de 23’e ve nihayet 2023’te 21,2’ye kadar düşüyor.
Burada kritik olan, nüfus yaşlandıkça yaşlı bağımlılık oranımızın artıyor olması. 2016 yılsonu rakamlarına göre 21 milyon 131 bin sigortalı çalışanımız var. Ayrıca 12 milyon da sigortalı olmayan işgücümüz var. Buna karşılık yaşa bağlı olarak 34 milyon 925 bin bağımlı, yani bir çalışanın haneye getireceği ekmeğe ihtiyaç duyan insanımız var. Yine, 11 milyon 755 bin emekli, dul ve yetim var. Her şeyi bir tarafa bırakalım, sadece sigortalı çalışanların emekli, dul ve yetimlere oranı bize her 2 çalışanın 1 emekli ya da emekli yakınına bakmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Yani yükümüz ağır. Gelecek nesillerinki daha da ağır. Nitekim OECD verilerine göre düzenlenmiş aşağıdaki grafik, aslında kamerayı nereye çevirmemiz gerektiğini bize söylüyor.
Buna göre, yükseköğrenim görmemiş nüfusun ancak yarısı istihdam edilebiliyor. Oysa yükseköğrenim görmüşlerde bu oran yüzde 75 bandında. Öyleyse, yarına dair öncelikli kaygımız nitelikli işgücü sayımızı artırmak olmalıdır. Bunun da yolu, çocuklarımızın ve gençlerimizin donanımını artıracak şekilde topyekûn bir eğitim seferberliğinden geçiyor. Ya eğitimin kalitesini artıracağız ya da herkese eğitimine göre istihdam edileceği iş alanı yaratacağız. Üçüncü bir yol yok.
Genç bir nüfusa sahibiz. Bununla övünüyoruz. Övünmekte de haklıyız, çünkü yarınlarımızın teminatı çocuklarımız ve gençlerimiz. Ama çok değil, bundan 6 sene sonra, yani genç Cumhuriyetimizin 100. yılında dahi “genç nüfusumuz” derken muhtemelen biraz duraksayacağız. Çünkü yaşlanıyoruz.
Yaşlanıyoruz, çünkü nüfus artışımız devam etse de, artış hızımız düşüyor. Dolayısıyla arkadan gelen yeni nesil sayısal olarak azalıyor. Bu da yaş ortalamamızı yukarı çekiyor. Gerçekten de 2000 yılında binde 14,3 olan yıllık nüfus artış hızımız, istisna yıllar dışında hep düşmek suretiyle, TÜİK çalışmasına göre 2017’de binde 10,1’e ve nihayet 2023’te 8,4’e kadar geriliyor. Buna paralel olarak da, 2000 yılında 29,3 olan 0-14 yaş grubunun toplam nüfusa oranı, 2017’de 23’e ve nihayet 2023’te 21,2’ye kadar düşüyor.
Burada kritik olan, nüfus yaşlandıkça yaşlı bağımlılık oranımızın artıyor olması. 2016 yılsonu rakamlarına göre 21 milyon 131 bin sigortalı çalışanımız var. Ayrıca 12 milyon da sigortalı olmayan işgücümüz var. Buna karşılık yaşa bağlı olarak 34 milyon 925 bin bağımlı, yani bir çalışanın haneye getireceği ekmeğe ihtiyaç duyan insanımız var. Yine, 11 milyon 755 bin emekli, dul ve yetim var. Her şeyi bir tarafa bırakalım, sadece sigortalı çalışanların emekli, dul ve yetimlere oranı bize her 2 çalışanın 1 emekli ya da emekli yakınına bakmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Yani yükümüz ağır. Gelecek nesillerinki daha da ağır. Nitekim OECD verilerine göre düzenlenmiş aşağıdaki grafik, aslında kamerayı nereye çevirmemiz gerektiğini bize söylüyor.
Buna göre, yükseköğrenim görmemiş nüfusun ancak yarısı istihdam edilebiliyor. Oysa yükseköğrenim görmüşlerde bu oran yüzde 75 bandında. Öyleyse, yarına dair öncelikli kaygımız nitelikli işgücü sayımızı artırmak olmalıdır. Bunun da yolu, çocuklarımızın ve gençlerimizin donanımını artıracak şekilde topyekûn bir eğitim seferberliğinden geçiyor. Ya eğitimin kalitesini artıracağız ya da herkese eğitimine göre istihdam edileceği iş alanı yaratacağız. Üçüncü bir yol yok.