hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Deniz Alphan Deniz Alphan

    Ustadan sahanda sucuklu yumurta

    18.01.2018 Perşembe | 14:57Son Güncelleme:

    Geçen gün oradan buradan kesip biriktirdiğim yazıları koyduğum dosyaların birinde çok sevdiğim bir yemek yazısına rastladım. Yemek yazısı dediğime bakmayın, adından ötürü yemek yazısı deyiverdim. Yazıda tarih, felsefe, politika, anı, nostalji, lezzet her şey var, nasıl okuduğunuza bakıyor. Köşe yazısının başlığı Sahanda Sucuklu Yumurta, 13 Ocak, 2006 tarihindeki Milliyet Gazetesi'den kesmişim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yazan gazeteci Çetin Altan, her yazdığını hayranlıkla okuduğum bir yazar. Çetin Altan, yazdıklarını her okuduğumda bana iyi ki de anadilim Türkçeymiş dedirtir. Genç neslin maalesef artık onu pek tanıdığını sanmıyorum ama adını duymuşlardır diye düşünüyorum. Altan'ın lezzetli kaleminden Sahanda Sucuklu Yumurta yazısına aşağıda yer veriyorum. Eminim onun yazılarının tadını bilenler büyük bir zevkle okuyacaklardır, bilmeyenlere de leziz bir tadımlık olsun. Belki tadı damaklarında kalır da kitaplarını da okumaya heveslenirler... Çetin Altan'dan sıcak bir yaz gününü bekleyen bir de limonata yazısı var çekmecemde...

    Sahanda sucuklu yumurta

    Önce baharatı aşırı olmayan bir sucuktan, zarını çıkardıktan sonra, halka halka 5 - 6 dilim kesersiniz. Sonra da teflon bir sahana yarım çorba kaşığı tereyağı koyarak, içine atacağınız sucuk dilimleriyle birlikte ılık bir ateşte, yağı eritmeye ve sucukları bir iki kez tersyüz etmeye başlarsınız.

    Yağ kıvamında ısındığında yumuşayıp gevşemiş olan sucukların ortasına, bir yumurta kırarsınız, sarısını dağıtmadan. Ve kapatırsınız sahanın kapağını.

    6 - 7 dakika sonra kapağı açtığınızda pişmiş beyazların göbeğinde, üstü de azıcık yalazlanmış sapsarı bir yumurta, mis gibi sucuk kokularıyla iştahınızın libidosunu gıdıklamaya başlar.

    Ustadan sahanda sucuklu yumurta

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    2. Dünya Savaşı yıllarında ekmek de vesikaya binmiş oluduğu için, gece yatısı okulunun düzenli yemekhanelerinde, tabaklarımızın yanına bir iki dilim ekmekle birlikte, bir de haşlanmış patates konurdu.

    Delikanlılığa adım atmaya ve bıyıklarımızın terlemeye başladığı dönemlerdi.

    Cumartesileri, öğle tatilini bildiren zille birlikte derslerden çıktığımızda, hemen Beyoğlu'na fırlardık.

    Bendeniz gibi aileleri İstanbul'da olmadığı için hafta sonu akşamlarını da okulda geçiren “bekar öğrencilerden” bir çoğu karşıdaki çeşitli sandviçlerle birlikte sahanda yumurta da yapan “Levent” şarküterisine koşarlardı.

    Ve bazıları yüksek tabureli hızlı servis masalarında, sahanda yumurta yerdi.

    Okuldan çıkar çıkmaz ben de uğrardım "Levent"e... Sahanda sucuklu yumurta o kadar güzel kokardı ki...

    Aynı okulu parasız yatılı olarak 1911'de bitirmiş olan babam, nedense haftalık olarak bana 1 lirayı münasip görmüş ve harçlığımı öyle bırakmıştı okul idaresine...

    Ve "Levent"te sucuklu yumurta 60 kuruş, sinemaların koltuklu salon ve balkonları ise 66 kuruştu...

    Sucuklu yumurta mı sinema mı?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Cumartesileri Beyoğlu'na çıkınca, cebimdeki tek liralık harçlığımdan ötürü sıkışır kalırdım sahanda sucuklu yumurta yemekle, sinemaya gitmek arasında...

    Babama da söylemezdim haftalığımı 2 liraya çıkarmasını.

    Kendisi 10 yaşındayken babasını kaybettiği için “baba” modelinden yoksun yetişmişti. Aynı lisede okumakta olan oğluna, ne kadar harçlık verilmesi gerektiğini bilemiyordu.

    Faik Türün Paşa tarafından Selimiye Kışlası'nda gözaltına alındığım ve geceleri görünmeyen hoparlörlerden işkence seslerini dinleyerek uyumamamaya çalıştığım günlerde bile, canım hep sahanda sucuklu yumurta istemişti.

    Bugün de en favori yemeğimdir sucuklu yumurta; vazgeçemem ben ondan.

    Abdi İpekçi'den köşe yazarlığı teklifi

    Abdi İpekçi 3 sınıf daha küçüktü benden... O daha okuldayken ilişki kurmaya başlamıştı Babıali ile...

    Ben ise, 9. sınıfta başamıştım Naim Tirali ve Ali Avni Öneş aracılığı ile "Yeşil Giresun" gazetesinde yazılar yazmaya. İstanbul'da da, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun “Yeni Adam” dergisinde çıkıyordu yazılarım; Sedat Simavi'nin "7gün" dergisinde de şiirlerim...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    1959 yılının 22 Haziran günü, bitirdiğimiz lisenin pilav gününde buluşmuştuk Abdi İpekçi ile...

    Ata biner gibi oturmuştuk bahçedeki bankların birine.

    Abdi bana, Yazı İşleri Genel Yayın Müdürü olduğu Milliyet'te, Peyami Safa'nın yerine köşe yazıları yazmamı öneriyordu.

    Ahmet Altan 8, Mehmet Altan 5 yaşındaydı. Zeynep Bakan henüz doğmamıştı.

    Birden tüm hayatımız değişti ve İstanbul'a taşındık; görünmez karanlık dalgalarla boğuşa boğuşa yaşamak zorunda olduğumuz İstanbul'a...

    Silahlı, parkalı bir örgüt iddiası...

    Kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi, Abdi'nin bir suikast sonucu hayattan kopup gidivereceği... Elimde belgem, kanıtım, hatta bendenizi doğrulamayı kabul edecek bir tanığım bile yok ama; vaktiyle de üstünde durduğum bir senaryodan söz edeyim azıcık...

    Abdi İpekçi askerliğini Kore'de yapmıştı. Koredeki komutanı, 27 Mayıs devriminin önde gelen isimlerindendi ve sonradan da Milli Birlik Komitesi'nden çıkarılan "14'ler" listesinde yer almıştı. Ne var ki "14'ler" de 2'ye bölünmüşlerdi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sanırım bu bölünmeden sonra bir gün Abdi İpekçi'nin Kore'deki komutanı Abdi'ye gelmiş ve kendisine; Genelkurmay'dan bile habersiz silahlı, parkalı bir örgütün, her gün düzenli talimler yapmaya başladığını haber vermişti.

    Ve canımın içi Abdi İpekçi, bu yıldırımılı haberi yazmak yerine, Ankara'ya koşmuş, durumu en üst düzeydeki bazı sorumlu kişilere anlatmaya kalkmıştı.

    Oysa öyle silahlı bir örgütün kurulduğundan, kimsenin haberli olmaması gerekiyordu.

    Haberin, Abdi tarafından gazeteye de yansıtılmasından korkulmuştu.

    Ola ki, Abdi İpekçi suikastının nedeni, böyle bir senaryo ile ilgili değil; olabilir.

    Bilenler de bilir neden olduğunu...

    Ne var ki, Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'nın Kartal Cezaevi'nden nasıl kaçırıldığı su yüzüne çıkmış durumda.

    Gerisi işin erbabına havale...

    Zordur zor. Türkiye'de sevdiğin işe layık olmaya çalışan bir kalem adamı olmak. Binbir kaşkariko, pençe büyütür görünmeyen karanlık dalgaların içinde...

    Şükredelim, şimdiye dek yiyebildiğimiz sahanda sucuklu yumurtalara...