The Factory eşittir loft
Bu hafta dekorasyon ve emlak yatırımı çevrelerinde çok konuşulan loft kavramı nedir, nereden çıkmıştır'ı konuşacağız. Dikkat! Yazıda bolca New York kelimesi geçiyor. Seveni var, sevmeyeni var. Her ne kadar en yoğun loft kullanımı ve yatırımı bugün Londra'da olsa da, New York demeden loft'un l'sini telaffuz etmek mümkün değil. Çünkü loft demek, pop art demek. Pop art ise, New York demek. Hatta Manhattan. Hatta SoHo. Öncelikle bunu bir yere yazıp hiç unutmayalım.
Haberin Devamı
/

Yıllardır anlata anlata bitiremedik ve bitecek gibi de değil. Loft diye okunuyor ama bu dört harfle çok şey kast ediliyor. Herkesin ağzında adeta sakız. Her önüne gelen inşaat firması loft yapıyor mesela. Loft stüdyolar, loft 1+1'ler... Bu daireleri satın alanlar da loft kültürünün bir parçası oluveriyor değil mi? Gülüyoruz tabii... Kusura bakmayın, biraz aşağılıyoruz da. Kültür altyapısı olmayan, ne dediğini bilmeden pazarlama yapmaya çalışan, insanlara bilgi vermeyen, daha kötüsü yanlış yönlendiren herkesi, her şirketi, her mecrayı, her kafayı eleştiriyoruz. Kullanılan anlamların bir çoğu yanlış, bazıları doğru.
/

Kısa bir kelime olduğuna bakmayın. Kapsamı geniş. Çünkü bir dekorasyon stili olarak ele alındığında eklektik yani "her telden" bir stil olduğu için değişip dönüşüp zamanın ruhuna, toplumsal istek ve ihtiyaçlara uyum göstermek konusunda çok başarılı. Ancak değişmeyen yapısal kuralları var. Açık plan, yüksek tavanlar, çok ve büyük pencere, çok ışık, az perde, odalar yerine koza şeklinde küme küme yerleşim alanları, rabıta zemin, sıvasız duvarlar; yani duvarda tuğla ve brüt beton dokusu, dökme demir kolonlar, endüstriyel aydınlatma ve elektrik aksamı, kablo kanalları, mümkünse eğimli bir çatı...
Haberin Devamı
/

Loft stili tek bir stil değil. Alt kümelerine, loft yaşam tarzının detaylarına sonraki haftalarda bakacağız. O kadar dallı budaklı ki, bir yazı dizisine dönüştürsek yeridir. Ancak başlangıç noktasına, işin özüne dönmeden kavramın içeriğini, detaylarını anlamak, içselleştirmek mümkün değil. Şimdi bir bakalım, tüm bu loft çıkmazı, tantanasının sebebi neymiş...
Loft nedir?
/

Düşünülenin aksine uzunca bir tamlamanın baş harflerinden oluşan bir kısaltma değil. Almanca "Luft" yani hava kelimesinin İskandinav dillerindeki karşılığı, loft. Orta İngilizcede loft, hava, gökyüzü ya da "yukarıda olan" anlamında kullanılmış. Hangi dilden hangisine geçtiği belli değil. Bilindiği üzere İngilizce, Flamanca ve İskandinav dilleri (Fince dışında) Cermen dil ailesine mensup. Her ne kadar bu diller kulağa farklı gelse de aralarındaki etkileşim çok yoğun.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
/

Özellikle Amerika kıtasının keşfi; Orta ve Batı Avrupalıların yeni dünyaya akını sonrasında birbirine iyice karışan ve İngilizceyi ortak dil olarak benimseyen bu gruplar, İngilizcenin günümüzde bu kadar zengin bir dil olmasının ana sebebi. Loft, II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar kırsaldaki evlerin, ahırların ya da atölyelerin çatı katındaki açık planlı, yani duvarlarla bölünmemiş, kapısız depo alanı anlamında kullanılmış.
İlk dönüm noktası: Savaş
/

II. Dünya Savaşı, sadece kara, hava ve denizde değil, teknoloji alanında da verildi ve sonucunu orduların gücü değil, icatlar belirledi. Savaş, Alman, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları arasındaki "Kim daha verimli ve yararlı bir icat yapacak" yarışı sayesinde bir sonuca ulaştı. Bilindiği üzere İngiliz matematikçi Alan Turing, Alman şifrelerini çözebilmek için bilgisayarın atasını icat etmişti. Bu köşede bolca ismini duyacağınız Amerikalı tasarım dehası Charles Eames de savaş sırasında yaralı askerler için kontrplaktan bacak formunda eğilmiş bir kırık tahtası, (1942) hatta tek parça kontrplaktan eğilmiş planör gövdesi tasarlamıştı (1943). Bu tasarımları üretebilmek için keşfedilen yeni üretim teknikleri, günümüzün ikonik mobilyalarının da var olabilmesinin sebebi.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Her şeyin başladığı yer: SoHo
/

Bu ve buna benzer tasarımlar savaş öncesindeki üretim tekniklerini birden bire çok ileri taşımış, savaş sonrasında bu gelişmelerin başka alanlara aktarılmasıyla ikinci endüstri devrimi yaşanmıştı. O zamana kadar Amerika'da şehrin içindeki küçük atölyelerde hayat bulan endüstri sektörü genişleyerek, şehir dışında çok daha büyük fabrikalara taşındı. Bu durumda savaş öncesinde New York'un endüstriyel bölgesi sayılan SoHo'daki atölyeler kaderlerine terk edilmiş oldu.
Halk memnun, Vali memnun
/

Savaş zamanı büyük ölçüde Los Angeles'ta kabuğuna çekilen sanatçı kesim ise, 1950'lerle birlikte yeni ufuklara açılmak üzere New York'a göç ettiklerinde bu terk edilmiş atölyelere korsan olarak yerleşmeye, buralarda üretmeye ve yaşamaya başladılar. Bu durum aslında New York'ta geçerli yasalara göre kanuna aykırı bir davranıştı. Ancak bölge pis, işe yaramaz ve tehlikeli görüldüğünden bu durum mal sahiplerinin ve belediyenin çok uzun süre umurunda olmadı ve bu evsiz, çılgınca eğlenen, uyuşturucu kullanan toplum dışı kesimin, "toplumun dışında" yaşaması geleneksel aile yapısına sahip New Yorkluları ve çoğunlukla dini ve toplumsal kurallar açısından bağnaz bir yapıya sahip Cumhuriyetçi partiden seçilen New York valisini pek de rahatsız etmediğinden, buna göz yumuluyordu.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
/

Sonuç olarak 60'ların sonuna gelindiğinde SoHo'da yaşayıp çalışan sanatçı kesim şehirden tamamen bağımsız, kendilerine özel bir çevre kurmuştu. İşte günümüzdeki loft çılgınlığının hikayesi tam olarak bu noktada, bu zamanda başlıyor.
The Factory etkisi
/

Biraz geri saralım. Yıl 1962. Atmosferi hissedin. Rocknroll'dan çok ötesini görün. 1960, 70 ve 80'lerde sanat dünyasını adeta tekeline alıp seri üretimi sanat olarak kabul ettiren, popüler kültürün yapı taşlarından biri, Andy Warhol. Sanatçı o yıl, atölye / evi The Factory (Fabrika)'yı Manhattan'ın merkezindeki bir endüstri yapısının 5. katında hayata geçirmişti. 1950'lerde serbest illüstratör olarak kendine sanat ve reklam dünyasında hatırı sayılır bir yer ve isim edinmiş olan sanatçının dehasının yükselişi tam da The Factory'i kurduğu yıla denk geliyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
/

Örneğin, pop kültürün ikonlarından sayılan ve serigrafi yöntemiyle Campbell çorba konservesi kutularını resmettiği 32 tuvalden oluşan enstalasyon 1962 tarihli. Halihazırda alternatif duruşuyla ünlü ve maddi problemi olmayan bir sanatçı olan Warhol'un sanatını "parlatmak" için o dönemin hayalet semti Manhattan'da yıllığı yüz dolara kiraladığı eski bir endüstri yapısını seçmesi, beklendiği üzere tam da popülarite kelimesinin içini dolduracak bir etki yapmış.
İlk loft değil ama en ünlü loft
/

Aslında yukarıda anlattığımız üzere bölgeye yerleşen ilk ya da tek sanatçı Andy Warhol değildi. Çoğunlukla korsan sanatçı komünleri tarafında işgal edilen binaların üst katları, açık, kesintisiz alanları ve dev pencerelerden içeri giren muhteşem gün ışığıyla sanat üretimi için biçilmiş kaftandı ve Andy Warhol bölgeye yerleştiğinde burada halihazırda ziyadesiyle eklektik bir loft kültürü oluşmuştu. Ancak bu kültürün yükselişini sağlayan gelişmeler Warhol'un kişiliğinde hayat bulan, adı üstünde "popüler" sanatın bir sonucuydu.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Gümüş saçlı adamın gümüş fabrikası
/

1962 yılı itibariyle dönemin stil ikonlarının, yazar ve rock yıldızlarının, dragqueen ve bohemlerin, ünlü iş adamlarının, Hollywood yıldızlarının katılımıyla bugün efsaneleşmiş partilere ev sahipliği yapmaya başlayan The Factory, 1963 - 64 yıllarında yepyeni bir çehreye kavuştu. Dönemin insanı bilindiği üzere her eylemi, hatta belki her cümleyi bir partiyle kutlama eğilimi gösterdiğinden o zaman için pek normal sayılan bir "saç kesme partisi"ne katılan Andy Warhol'un hem bilinen "gümüş saçlı adam" imajı, hem de fotoğrafçı Billy Name ile yıllarca sürecek dostluğu burada şekillenecekti.
/

20'li yaşlarından itibaren aslında ne kadar genç olduğunu vurgulamak için saçını griye boyayan Warhol, Billy Name'in fotoğrafçılıkta reflektör adı verilen, ışığı yansıtıcı ekipmanın malzemesinden esinlenip tüm yüzeylerini alüminyum folyo ve kırık aynalarla kapladığı ya da gümüşe boyadığı evindeki partide saçına o meşhur gümüş ışıltıları yaptırdı. Ardından Billy Name'e dönüp aynı dekoru yeni kurduğu The Factory'nin içine de uygulamasını istedi. O tarihten itibaren The Factory; "Gümüş Fabrika", Andy Warhol; "Gümüş Saçlı Ada", Gümüş Saçlı Adam'ın Gümüş Fabrika'da çalışıp yaşadığı dönem ise "Andy Warhol'un Gümüş Dönemi" olarak anılacaktı.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Pop art'ın mabedi
/

1967'de binanın yıkımı gerçekleştiği için Batı Manhattan'da Decker binasının altıncı katına, 1973'te ise Broadway'deki başka bir loft'a taşınan The Factory, 1984 yılına kadar, dünya sanatının merkezi olarak tarihe geçti. Güncel sanat tarihinin en önemli bazı üretimleri burada hayat buldu. Örneğin 1960'ların başında film endüstrisi devlet kanallarının ya da dev prodüksiyon şirketlerinin elinden çıkıp halka indiğinde video da sanata aracılık eden bir mecra olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bunun ilk örneklerini Gümüş Fabrika'da üreten Andy Warhol, halka açık ilk video enstalasyonunu yapan sanatçıydı.
/

Sonuç olarak popüler sanatın kitabı bir loft'ta yazıldı. Kendisini endüstriyel bir yapının içinde, varoşta ifade eden yüksek sanat, bir salgına dönüştü. Manhattan; Warhol'un yaratıcılığından etkilenen, onun sanatının alıcısı olan iş adamlarının, mirasyedilerin akınına uğradı. Başka sanatçılar da burada yaşadığı için bu kez binaların alt katları dev galerilere dönüştü. 1970'lere gelindiğinde zengin sanat alıcısının Central Park'a bakan milyon dolarlık dairelerinden çıkıp hafta sonlarını "dekoratörlerine yaptırdıkları" Manhattan'daki loftlarında partileyerek, belki de biraz resim yapıp, fotoğraf çekip sanatçıcılık oynayarak geçirmeleri bir gelenek haline geldi. Bohem loft stilinden lüks loft stiline geçiş işte bu toplumsal hareketin bir sonucu.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Ne acayip ülke şu Amerika
/

Hani yazının başında sanatçıların komünler halinde Manhattan'daki binaları işgal ettiklerinden, para vermeden ya da çok küçük paralara buralarda yaşayıp çalıştıklarından, buna da kimsenin itiraz etmediğinden bahsetmiştik. Ancak işin bir de rant kısmı var tabii. Yıllar geçip de, bohem zenginler bu sanatçıların peşinden Manhattan'a yerleşmeye başlayınca işin rengi değişiyor. Sanatçılar gibi para vermeden ya da Warhol gibi aşırı düşük kiralarla buralarda yaşayan zenginlere bir dur demek için mal sahipleri kazan kaldırıp, Vali'ye gidiyorlar.
/

Sonuç olarak 1971'de bir yasa çıkıyor. Buna göre Manhattan'daki terk edilmiş endüstri yapılarının içindeki loft'larda komün ya da tek başına yaşama - çalışma hakkı sadece sanatçı olduğunu belgeleyebilenlere verilmiş. Yani sanat dışında başka hiçbir geliri olmadığını kanıtlayan belge ve portfolyo ibrazı karşılığında belediyeden resmi sanatçı belgesi alanları o yıllarda Manhattan'da işgal ettikleri binadan kimse çıkaramıyordu. Devlet eliyle sanatçıya destek olmak tam olarak böyle bir şey olmalı. Bizim belediyeler ise gecekonduculara aynı hakları tanıyıp sanatçıları kovalıyorlardı değil mi?
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Video art'ın etkisi
/

Zengin kesimin SoHo'daki loft'lara yerleşmek istemesini "özendikleri sanatçılar gibi yaşamak" olarak tanımlamak biraz haksızlık olabilir. Çünkü video art etkisi burada devreye giriyor. 1960 ve 70'lerde sanatçıların ve sanatseverlerin büyük ilgi gösterdiği video art; bir tablo gibi basitçe duvara asılabilen bir mecra değil. Yüksek tavanlı, büyük galeri alanlarında sergilenebiliyor. Bir video art ürününü satın aldığınızda bunu sergileyemiyorsanız elinizde sadece bir makara film ya da video kasedi, şimdiki şartlarda ise küçük bir flash disk kalıyor. Evet, biraz komik. Ama pop artı pop art yapan çok önemli bir enstrüman olduğu için dönemin sanat koleksiyonerleri video formatına büyük ilgi göstermişler.
/

Lüks loft kavramıyla burada tanışıyoruz. New York'un sanata yatırım yapan zengin kesiminin (sosyeteye girebilmenin ilk şartı dünyanın her yerinde sanata yatırım yapmaktır) ellerindeki dev ölçekli tabloları ya da video art eserlerini evlerinde sergileme isteği de loft'lara yönelmelerine yol açıyor. Bohem sanatçıların sağdan soldan topladıkları ya da kendi elleriyle yaptıkları mobilyalarla yarattıkları çingenevari eklektik iç mekanların aksine ikonik tasarım ürünleriyle şekillenen ultra lüks loft'lar ortaya çıkıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Son bir fırça darbesi
/

Warhol'un "Fabrika"sı, gerçekten fakir ama gururlu eksantriklerle bohem mirasyedileri, iş adamlarını, hatta aristokratları bir araya getirme gücüne sahip adeta dünya dışı bir mekan olarak hayat buldu. Mekanın tek getirisi bu ultra hümanist yaklaşım değil, bölgede yaşayıp çalışan ve sanatını alıcıya ulaştırmaya çalışan henüz ünlenmemiş sanatçıyla, ilham verici yeni sanat arayışındaki sanat alıcısını bir araya getirmesiydi.
/

Andy Warhol para kelimesini telaffuz etmeden her şeyin başlangıç noktasını para, popülarite ve reklama çekebilen, bu kavramları rahatsız edicilikten kurtarıp "sanat" kılığında satabilmiş çok büyük bir dehaydı. Diğer taraftan lüks anlayışıyla başta kendisi dalga geçiyor, insanlara her şeye başka açıdan bakmayı öğütlüyordu. Warhol'un; Gümüş Fabrika'nın yerleştiği Manhattan'daki loft alanı için 1962 - 67 arasında "senelik" 100 dolar kira ödediğini söylemiştik. Manhattan'da bugün benzer boyutlardaki loft'larda kiralar "aylık" 10 - 15 bin dolar civarında. Tabii, 15 yıl sonra bin dolara düşmeyeceğini kimse bilemez. Neden mi?
Haberin Devamı
Haberin Devamı
/

Yaratıcılık, Manhattan'dan taşındı da ondan... Çünkü bu lüks çılgınlığı içinde barınamayan bohem sanatçılar, yıllar içinde kendilerine Brooklyn'de, 80 - 90'ların varoşunda bir dünya yarattılar. Bilin bakalım son 10 yıldır neresi yükseliyor? Gümüş bulutların arasından bize bakıp kıs kıs gülen Andy'i siz de görebiliyor musunuz? Şimdi onun gözünden bakıp lüks ve varoşun tanımını yeniden yapıp, aradaki farkı görmeye çalışalım mı? Varoşu lükse çeviren değer bir sanatçının fırçasının belki gümüş tonlarında bir darbesinden başka bir şey değil, lüksü varoşa çeviren ise sanatçının yokluğudur. Bunu anlayan, sanatçının yaşama, çalışma yollarını açar, destekler, karşılığında hem ruhunu hem de cebini zenginleştirir. İstanbul Betonlaştırma Belediyesi'ne duyurulur.