Tarihte bugün: 24 ocak
Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, 1993'de otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu katledildi.
Uğur Mumcu, 1942 yılında Kırşehir'de doğdu. 1966'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi, sonra aynı fakültede asistan oldu. 1974'de asistanlıktan ayrılarak yazarlığa başladı.
İlk yazıları 1962'den itibaren 'Yön', 'Türk Solu', 'Devrim', 'Ant', 'KIM' gibi dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında 'Akşam', 'Milliyet', 'Cumhuriyet' gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı.
Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık 'Yeni Ortam' dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansı'nda 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977'den sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı.
'Gözlem' başlıklı köşesinde 1991 yılının kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı.
1 şubat - 3 mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet'te yazan Mumcu, Cumhuriyet'teki yönetim değişikliği üzerine 7 mayıs 1992'de gazetesine geri döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu, 24 ocak 1993'de uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
'Sakıncalı Piyade', 'Suçlular ve Güçlüler', 'Mobilya Dosyası', 'Bir Pulsuz Dilekçe', 'Büyüklerimiz', 'Çıkmaz Sokak', 'Tüfek İcad Oldu', 'Silah Kaçakçılığı ve Terör', 'Liberal Çiftlik', '12 Eylül Adaleti', 'Terörsüz Özgürlük', 'Rabıta', 'Söz Meclisten İçeri', 'Papa-Mafya-Ağca', 'Devrimci ve Demokrat', 'Sosyalizm ve Bağımsızlık', 'İnkılap Mektupları' ve 'Kürt Dosyası' gibi roman, oyun ve inceleme kitaplarına imza attı.
25 ağustos 1975 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde aşağıdaki yazıyı yazmıştı.
Sesleniş
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım unutma bizi...
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
Günün diğer önemli olayları
1921: Ankara-Sivas demiryolunun inşasına ilişkin yasa TBMM'de kabul edildi. Hattın inşası 1930 yılında tamamlandı.
1921: Çerkez Ethem'in güçleri dağıtıldı.
1946: Cumhuriyet Halk Partisi Sanat Ödülü'nü '35 Yaş' şiiriyle Cahit Sıtkı Tarancı kazandı.
1946: BM, Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu'nu kurdu.
1955: Zonguldak'ta, Ereğli Kömür İşletmelerine bağlı Gelik ocağındaki grizu patlamasında 52 madenci öldü, 19 madenci yaralandı.
1958: Türkiye'de modern cerrahinin kurucusu İstanbul'un eski belediye başkanı ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Cemil Topuzlu, İstanbul'da 90 yaşında öldü.
1959: İstanbul Küçükyalı'da Neşe Sineması çöktü: 37 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.
1961: Yassıada duruşmalarında Başsavcı Altay Ömer Egesel, Adnan Menderes'in idamını istedi.
1962: Yazar ve şair Ahmet Hamdi Tanpınar 61 yaşında hayatını kaybetti.
1963: Çatalca'da kara saplanan trenle ilgili haber yapmak için 23 ocakta gazetelerinden ayrılan Hürriyet gazetesi yazarı Yüksel Kasapbaşı ile foto muhabiri Abidin Behpur ve aracın sürücüsü Yüksel Öztürk'ün donmuş cesetleri, Çatalca yakınlarında bulundu.
1965: İngiliz siyasetçi Winston Churchill öldü.
1980: Başbakan Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümetçe alınan ve 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomik istikrar programı kamuoyuna açıklandı.
1994: Türkiye'nin ilk haberleşme uydusu TÜRKSAT-1, fırlatıldıktan 12 dakika 12 saniye sonra okyanusa düştü.
2001: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, dört koruması ve şoförü, silahlı saldırıda şehit edildi.
Tarihte bugün arşivi
Ekim ayı arşivi
Kasım ayı arşivi
Aralık ayı arşivi
1 ocak
2 ocak
3 ocak
4 ocak
5 ocak
6 ocak
7 ocak
8 ocak
9 ocak
10 ocak
11 ocak
12 ocak
13 ocak
14 ocak
15 ocak
16 ocak
17 ocak
18 ocak
19 ocak
20 ocak
21 ocak
22 ocak
23 ocak
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
MASTERCHEF SOMER SİVRİOĞLU'NUN TARİFİ! Hem lezzetli hem de sağlıklı! 'OMEGA 3, B12 ve D vitamini deposu'
Dünya Çocuk Hakları Günü ne zaman? Dünya Çocuk Hakları Günü önemi nedir?
Gördes'ten kartpostallık sonbahar görüntüleri
Strese karşı etkisi kanıtlandı! Yağlı yiyeceklerin olumsuz etkilerinden koruyor, vücudun damar sistemine iyi geliyor: Kakao...
Gören hayran kalıyor! Terkos Gölü'nde masalsı sonbahar manzarası