"Türk toplumunu yüceltmeye, inceltmeye ve aydınlatmaya yarayan hangi kültür kolu yoktur ki Ata'mızı ilgilendirmesin? Onunla ve tiyatro ile ilgili bir hatıra mı? Çoook. Ama bu hatıraların içinde en unutulmazını hatta sanat tarihimize altın harflerle yazılacak değerde olan en şereflisini anlatayım size... Yıl 1930... Nisan'ın 12'nc akşamı, bir pazar günü 'Darülbedayi' adı altında çalıştığımız ve bugünkü 'Şehir Tiyatroları' topluluğunu kuracak olan sanatkar arkadaşlarla Ankara'da turnedeyiz. Eski Türk Ocağı'nda temsiller veriyoruz. Matine le suare arası tiyatroya bir müjde geldi: "Bu akşam temsilden sonra Çankaya'ya gelecek. Gazi Hazretleri’nin gece yemeğine davetliyiz." Bu, Afet Hanımefendi’nin delaletiyle bizim şerefemize hazırlanan bir ziyafetmiş. Çocuklar sevinç ve heyecan içinde nasıl oynadıklarını bilemediler... Temsilden sonra hazırlandık. Otomobiller gönderilmiş, biz Marmara Köşkü'ne götürdüler. Mükellef, muhteşem bir salon. Bizden önce oraya giden vekiller, mebuslar, diğer davetliler yeyip içiyorlardı. Biz Afet Hanım (İnan) karşıladı. Saat ikiye doğru Gaz, yukarıdaki dairesinden döndüler. Limonlu bir çay içtikten sonra bize iltihak ettiler. Yenildi, içildi. Saz geldi, danslar, farandollar ve saire... Saat beşe kadar en samimi en demokratik bir hava içinde aile toplantısı gibi eğlendik. Gün ışırken Gazi Mustafa Kemal misafirlerini uğurlamadan önce herkes ayakta ve şampanya kadehi ellerde olduğu halde bizim için nutuk söyledi. Bu nutkun her cümlesi hitabet sanatının bütün kudretini taşıyan bir şaheserdi. Atatürk nutkunu şu sözlerle bitirdi: "Efendiler... Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz. Hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat bir sanatkar olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim..." Yukarıdaki cümleyi o akşam sıcağı sıcağına defterime geçirmişim Sonradan benim delaletimle matbuata aydınlarımızın hafızasına geçmiştir. bununla iftihar ediyorum."