Mor Çatı: "Hükümet politikaları, kadını özgürleştirmiyor, mahkum ediyor"
Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı, “Türkiye’de Erkek Şiddetiyle Mücadele Mekanizmalarının İzlenmesi” başlıklı raporunu ve kadına yönelik şiddetle etkin mücadele için çözüm önerilerini bir basın toplantısı ile açıkladı. Açıklamada, Türkiye’de kadın hareketinin mücadeleleri neticesinde kadına yönelik şiddeti önlemeye ve şiddete maruz kalan kadınları korumaya yönelik olumlu yasal düzenlemeler gerçekleşmesine karşın, yasaların uygulanmasında ciddi sorunlarla karşılaşıldığı belirtildi.
Şiddet yaşayan kadınlara destek vermesi gereken kurumlar yetersiz
Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve ardından kadına yönelik şiddeti önlemede etkin olması amaçlanan 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi, sosyal hizmet sisteminde yeni bir kurumu gündeme getirmiştir: Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM). 2012 yılında kurulan, 14 ilde pilot uygulamayla başlayan ve 2016 itibariyle 40 ilde destek verdiği ifade edilen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ne (kısaca ŞÖNİM) bağlıdır. ŞÖNİM’ler, şiddete uğrayan kadın ve çocuklara her türlü sosyal, hukuki, psikolojik desteği sağlaması gereken kurumlardır. Fakat ŞÖNİM’ler, bir sosyal hizmet mekanizmasından çok, gittikçe merkezileşen sistemde sadece bir koordinasyon birimine dönüşmektedir. “Tek kapı sistemi” söylemiyle kurulan ŞÖNİM’lere ulaşım dahi birçok ilde oldukça zordur. ŞÖNİM’lerin birçoğunda bu hizmeti sunan personel, nitelik ve nicelik bakımından şiddet yaşayan kadınlara yeterli desteği verebilecek kapasitede değildir.
Türkiye’de sadece şiddete maruz kalan kadınlara 7/24 destek veren bir acil yardım hattı yoktur. Kadınlar, acil durumlarda destek mekanizmalarına hemen erişebilmek, hemen çözüm bulabilmek ya da zaman kaybetmemek için acil yardım hattına ihtiyaç duymaktadırlar. Türkiye’de sadece şiddete maruz kalan kadınlara 7/24 destek veren bir acil yardım hattı yoktur. Bu ihtiyacı karşılamaya dönük ASPB’ye bağlı Alo 183 Kadın, Çocuk, Özürlü ve Sosyal Danışma Hattı kurulmuş olsa da kadına yönelik şiddet alanında deneyime sahip kişilerin çalıştığı bir hat olmadığından ,başvuran kadınlar yeterli desteği alamamaktadırlar. Örneğin, bir kadın, daha önce defalarca Alo 183’ten destek istediğini fakat bir türlü alamadığını, hatta son aradığında çağrı görevlisinin, kendisine, daha önce de aradığına istinaden “Bu hat, intihar aşamasına gelenler için acil durum hattıdır, bir daha ararsan görüşmeyiz.” dediğini paylaşmıştır.
Kolluk güçleri kadınlara destekte yetersiz
Türkiye’de kadınlar, şiddete uğradıklarında neredeyse her zaman başvurdukları ilk kurum karakol/jandarma komutanlığıdır. Çünkü Türkiye’de kadınların şiddete uğradıklarında başvurabileceği etkili ve özellikli sosyal hizmet mekanizmaları yetersiz kalmaktadır. Kolluk güçlerine başvuran kadınlar, kadından yana bakış açısına sahip ve bu konuda eğitim almış bir kolluk görevlisiyle karşılaştıysa gereken hizmete ulaşması kolaylaşabiliyor. Ancak Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimlerinden, çoğu zaman karakollarda bu konuda deneyimli olmayan ve cinsiyetçi yaklaşıma sahip kolluk görevlileriyle karşılaşıldığı görüldü. Bir kadın, kendisini öldürmekle tehdit eden babasını şikâyet ettiğinde kolluk görevlisinin, “Ben de çocuğuma seni öldürürüm diyorum ama öldürmüyorum, baban gelsin elini öp barışın” dediğini belirtti. Babasının cinsel istismarına maruz kalan bir çocuğa “Babanı affeder misin? Uzlaşmak istemez misin? Sonuçta babandır. Yırtılma yok, zorlama yok, zor kanıtlarsın” diyen bir kolluk görevlisinin çocuğun cesaretini nasıl kırdığı annesi tarafından paylaştı. Başka bir kadın da yaşadığı şiddet sebebiyle karakola gittiğinde kolluk görevlilerinin, “bizim vaktimiz yok, sürekli seni koruyamayız” dediğini ve bu sebeple daha sonra şiddet yaşadığında karakola başvurmadığını paylaştı.
Kadınlar, şiddete maruz kaldıkları süre içinde uzun vadeli planlar yapmakta zorluk yaşayabilmektedirler. Kadınların can güvenliğini sağlayacak, çocuklarıyla birlikte destek alabilecekleri ve uzun vadeli planlar kurmalarını sağlayacak etkili yöntemlerden biri de sığınaklardır. Tükiye’de sığınak sayısı ve kapasitesi ihtiyacın çok altındadır. Belediyeler Kanunu’na göre Türkiye’de nüfusu 100.000’i geçen belediyeler bir sığınak açmak durumundadır. Oysa hali hazırda belediyelere bağlı sığınak sayısı 32, Türkiye genelindeki sığınak sayısı ise sadece 132’dir.
İlk kabul birimleri “toplama merkezi”
Sığınak için karakollara ya da ŞÖNİM’e başvurmak gerekmektedir. Sığınak desteğine ihtiyaç duyan kadınlar önce ilk kabul birimlerine, burada bir süre kaldıktan sonra sığınaklara yönlendirilmektedirler. İstanbul‘da bulunan 2 ilk kabul biriminin, toplam 80 kapasite ile hizmet verdiği belirtilmiştir. Kapasite her bir ilk kabul birimi için 40 iken, görüşme yapılan kadınlar, tek bir birimde yaklaşık 100-150 kadın ve çocuğun kaldığı bilgisini vermiştir. Odalarda yatak kapasitesinin üzerinde kadının kalması, çocuklar için ayrı yatak olmaması, anne ve çocukların aynı yatakta yatmak zorunda olması, aşırı gürültü nedeniyle diyalog kurmanın dahi imkansız hale gelmesi, hijyen, sağlık ve beslenme sorunları, kalabalığa ilişkin tanımlanan sorunlardır. Kalıcı sığınaklara nakil süresinin uzaması birçok kadının gerekli desteklere erişimini geciktirmektedir. Mor Çatı’ya başvuran kadınlar, nakil sürelerinin 1 ay sürebildiğini, bu süreçte sosyal hizmetten hemen hemen hiç faydalanamadıklarını paylaşmışlardır.
Şiddet yaşayan her kadın sığınak desteğinden faydalanamamakta
Sığınakların açılması ve işletilmesi açısından yaşanan aksaklıklar, bu hizmetin her kadın ve çocuğa ulaşmasını sekteye uğratıyor. Devlet sığınakları 12 yaş üstü erkek çocuğu olan kadınları çocuklarıyla birlikte sığınaklara kabul etmiyor. Kadınlar bu sebeple sığınağa gitmekten vazgeçiyor. 12 yaş üstü erkek çocuğu olan ya da engelli çocuğu olan kadınlar için ilgili yönetmelik gereği devletin ev tahsis etmesi gerekirken henüz bu kararın uygulandığına dair bir Mor Çatı deneyimi olmamıştır. Bu desteği almak için ŞÖNİM’lere yönlendirilen kadınlar ise “öyle bir desteğin olmadığı” söylenerek geri döndürülmektedir.
60 yaş üstü kadınlar ile engelli kadınlar da devlet sığınaklarına gidememektedirler. Ancak söz konusu kadınlar için ayrıca bir düzenleme ya da verilen hizmet yok. Örneğin, eski eşinin şiddetine maruz kalan 62 yaşındaki bir kadın, ısrarlı takip ve tehditlere dayanamayarak evden uzaklaştı. ASPB’den sığınak desteği alamadığı için huzur evleri için başvuruda bulunan kadın, 2 sene bekleme süresi verildiği için riski göze alarak eve geri dönmek zorunda kaldı.
Sığınaklardaki kısıtlamalar kadınların güçlenmesinin önünde engel teşkil ediyor. Örneğin çalıştığı yer, şiddet uygulayan kişi tarafından bilinmeyen bir kadın, kaldığı sığınak, merkeze çok uzak olduğu ve çalışma saatleri ile giriş çıkış saatleri uymadığı için işinden ayrılmak zorunda kaldı. Bazı sığınaklarda ise dışarı çıkmanın tamamen yasaklandığı görüldü. Bir kadın, sığınak desteği için başvuruda bulunduğu ŞÖNİM’de çalışan uzmanın “Sığınaktayken çalışamazsın hatta dışarı da çıkamazsın. Güvenlik nedeniyle dışarı çıkmak yasak.” demesi üzerine sığınağa gitmekten vazgeçmiştir. Aynı kadın, “Peki bu durumda ben oradan çıkınca ne yapacağım, çalışmazsam nasıl yeni bir hayat kuracağım” sorusuna ise yanıt alamamıştır.
Sosyo-ekonomik desteklere erişimde sorunlar yaşanıyor
Şiddetten uzak yeni bir yaşam için ekonomik olarak desteklenmek, iş sahibi olmak ya da çeşitli sosyo-ekonomik yardımlardan yararlanmak kadınlar için çoğunlukla belirleyci olmaktadır. Ekonomik destekler açısından başvurulan merkez, mülki amirlik veya bakanlık birimlerinde de kadınlar hak kaybına uğradığı ve sorunlarla karşılaşıldığı görülmüştür. Eve çıkmak için hazırlık yapan bir kadın, iki çocuğu için, ASPB’ye bağlı bir Sosyal Hizmet Merkezi’ne başvuru yaptığında, aldığı yanıt, “Kadınlar buraya devletin parasını yemek için geliyor.” olmuştur. Çocuğu olan ve çalışıp şiddetten uzak hayatlar kurmak isteyen kadınlar, yeterli sayıda gündüz bakımevi, kreş veya çocuk kulübü olmaması sebebiyle de sorunlar yaşamaktadır.
Hukuki uygulamalar ailenin korunmasını öncelikler iken kadınların şiddetten uzaklaşmasını göz ardı ediyor.
Mor Çatı’ya ulaşan ve daha önce herhangi bir kurumla teması olan kadınların %40’ı hukuki mekanizmalara başvurduğunu söylemiştir. Kadınlar Mor Çatı’dan en çok haklarını öğrenmek üzere bilgi istemektedirler. Ancak Türkiye’de çoğunlukla uzun ve yıpratıcı olan hukuki süreçlerde kadınlar haklarını bilse dahi, gerek yasaların uygulanmasındaki keyfiyet gerekse hukuk görevlilerinin cinsiyetçi tutumu sebebiyle çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Kanunlarda yapılan değişikliklerin hayata geçmesi için gereken toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı zihniyet dönüşüm ve sistemin altyapısı yetersizdir. Bunun en çarpıcı göstergesi 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uygulamalarında karşılaşılan zorluklardır.
Mor Çatı’ya başvuran kadınların 6284 Sayılı Kanun’un uygulanması sırasında karşılaştıkları zorluklar şunlardır;
1-Evden uzaklaştırma tedbiri etkin bir şekilde uygulanmamaktadır
6284 Sayılı Kanun’un 5. Maddesi ile kadınlar, kendileri ve çocuklarının güvenliği için şiddet uygulayan kişinin, müşterek konuttan, okuldan, işyerinden ya da kullanılan diğer müşterek alanlardan uzaklaştırılmasını ve müşterek konutun kendisine tahsis edilmesini talep edebilmektedir.
Kadının ve beraberindeki çocuklarının uzaklaştırma kararı olmasına rağmen ihlal durumlarında polislerin şiddet uygulayanı evden uzaklaştırma yetkilerini kullanmadığı pek çok örnek bulunmaktadır. Şiddete maruz kaldığı sırada 155’i arayıp yardım isteyen bir kadın, eve gelen ekibin, kapıdan içeri girmeden kadının kocasının kendi boğazına bıçak dayadığını görüp, eğer içeri girerlerse kendisini keseceğini söylemesi üzerine geri çekildiği bilgisini paylaşmıştır. Polisler elinde bıçak olan ve güvenlik riski oluşturan adamı evden uzaklaştırmadığı gibi kadını ve çocuğu da evde söz konusu kişiyle baş başa bırakmıştır.
2-Gizlilik kararlarının uygulanmasında devlet, kurumlararası altyapı sistemini oluşturmadığından kadınlar kapı kapı dolaşmak zorunda kalıyor:
Mor Çatı‘ya başvuran kadınlar, 6284 Sayılı Kanun gereği gizlilik kararları çıkarttırma ve gizlilik kararı çıksa dahi uygulanmasında ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Sığınakta kalan birçok kadın, 6284 Sayılı Kanun’dan yararlanmak üzere başvurdukları ilk seferde gizlilik kararı alamamış, ancak çıkan kararlara itiraz ettiklerinde gizlilik kararı verilebildiği görülmüştür.
Mahkemece verilen gizlilik kararları, resmi kurumların sistemlerine otomatik olarak işlememekte ve bu nedenle kadınlar, gizlilik kararı ile birlikte kurumları tek tek dolaşmak zorunda kalmaktadırlar. Sağlık ve eğitim kurumları, Nüfus Müdürlükleri gibi kurumlarda çalışan personelin gizlilik kararlarının nasıl yerine getirileceğini tam olarak bilememesi nedeniyle kararın uygulanmasında ciddi zaman kayıpları yaşanmakta hatta zaman zaman gizlilik kararları hayata geçememektedir.
Bir kadın, gizlilik kararı çıkarttıktan bir süre sonra nüfus cüzdanını kaybetmiş, gittiği Nüfus Müdürlüğü adresinin sadece gizli göründüğünü, yer belirtilmediğini, bu nedenle ikametgâh belgesi verilemeyeceğini belirtmiştir. Daha sonra gizli kaydında belirtilen adresin bulunduğu bölgedeki muhtara gittiğinde, ikamet belgesi vermesi gereken muhtar; “sen burada oturmuyorsun, seni tanımıyorum. Sığınakta kalan kadınları sürekli buraya gönderiyorlar, ben bir şey yapamam” diyerek belgeyi vermemiş ve kadın nüfus cüzdanı çıkaramamıştır. Gizlilik kararı ile birlikte ikametgah veya fakirlik kağıdı çıkarmak, doktora gitmek, ilaç almak gibi en basit işlemleri yaptırmak için dahi ciddi çaba harcayan kadınların, çeşitli kurumlar arasında gidip gelmeleri nedeniyle zaman, para, moral kaybı ve bu sürecin sonunda bezginlik yaşadıkları anlaşılmıştır.
Gizlilik tedbiri kimi durumlarda hayati tehlikenin önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Uygulamada gizlilik tedbirlerinin sehven karşı tarafa tebliğ edilmesi halinde kadınların hayatlarının tehlike altına gireceği gözetilerek kanunda ya da yönetmelikte açıkça hasımsız olarak gizlilik vb. tedbirlere başvurulabileceğine ilişkin düzenleme yapılması önem taşımaktadır. Örneğin; evlilik dışı gebe olan bir kadın, ailesinin çocuk doğurduğunu öğrenmesi halinde canına kastedecekleri veya kötü bir şey yapacaklarını ifade etmiş, bu nedenle yalnızca ikametgâhının, sağlık kurumları nezdindeki tüm kayıtlarının gizlenmesi için hasım göstermeksizin gizlilik tedbirine başvurmuş, kendisine 6 aylık gizlilik tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir.
3-Geçici Velayet ve Nafaka tedbirleri nadiren uygulanıyor
6284 sayılı Kanun’un 5. Maddesine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında Aile Mahkemesi tedbir kararı verebilir.
Geçici velayet ve nafakaya ilişkin tedbirlere başvuran şiddete maruz kalan kadınlara nadiren bu tedbirlerin verildiği gözlenmiştir. Geçici velayet ve nafaka tedbirleri için hâkimlerin delil olmadan bu tedbirleri vermekten kaçındıkları görülmüştür.
Geçici velayet ve nafaka tedbiri konusunda, 6284 Sayılı Kanun ile ilgili eğitimi alan Baroların Adli Yardım bürolarından gelen dosyaları takip eden avukatlar dâhil olmak üzere birçok avukatın bilgi sahibi olmadığı, dolayısıyla kadınların yanlış yönlendirilebildiği gözlenmiştir. Mor Çatı’ya başvuran bir kadına Adli Yardım Bürosu’ndan atanan bir avukat, yalnızca boşanma davası ile birlikte geçici velayeti isteyebileceğini söyleyerek, tedbir başvurusunda kadın lehine geçici velayet ve ona bağlı olarak nafaka talebinde bulunmamıştır.
4-Geçici maddi yardım tedbiri etkin bir şekilde uygulanmıyor
Şiddete maruz kalan kadınlar geçici maddi yardıma erişimde zorluklar yaşamaktadır. Kanun ve yönetmelikte açıkça ifade edildiği halde, bununla ilgili kaymakamlıklara başvuruda bulunan kadınlar, başvurularına hiç yanıt alamamakta ya da böyle bir yardım olmadığı söylenerek geri çevrilmektedir. Bu konudaki yasal düzenlemelerin olması gerektiği gibi uygulanmasının sağlanması için kadınlar ŞÖNİM’e başvurduklarında, ŞÖNİM, geçici maddi yardıma başvuru halinde diğer yardımların kesileceği, bu yardımın şiddet uygulayandan tahsil edileceği ve bu nedenle tekrar şiddet uygulayabileceği gibi bilgiler vermiş, bu bilgiler nedeniyle kadınlar kendiliğinden bu yardıma başvurmaktan vazgeçebilmişlerdir. ŞÖNİM’in kadınları geçici maddi yardım yerine başka yardımlara teşvik ettiği gözlenmiştir.
5-Tedbir kararının ihlali halinde süratli ve etkin yaptırımlar uygulanmamaktadır
6284 Sayılı Kanun kapsamında verilen kararların ihlalinde, hangi noktada yaptırım uygulanacağı konusunda belli bir standardizasyon olmaması dikkat çekmektedir.
Mor Çatı’ya başvuran ve 2 yıl boyunca ısrarlı takibe maruz kalan bir kadın, bu 2 yıl içerisinde kişi hakkında defalarca şikâyette bulunduğunu, ceza davası açıldığını, ancak herhangi bir ceza almadığı için ısrarlı takibin sonlanmadığını belirtmiştir. 6284 Sayılı Kanun’u ihlalden kişi hakkında zorlama hapsi talebiyle dava açılmış, ancak zorlama hapsi kararı çıkmamıştır.
6-Tedbir kararlarının süresinin giderek daha kısa olduğu gözlenmektedir
6284 Sayılı Kanun’un 8. Maddesinde “Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir” denmektedir.
6284 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2012 yılında, tedbirlerin çoğunlukla 6 ay olarak verildiği gözlemlenmiş iken zamanla tedbir sürelerinin daha kısa verildiği, daha çok tedbir sürelerinin 1 ila 4 ay arasında verildiği, süre konusunda ilkesel standartların bulunmadığı gözlenmiştir.
Özellikle 1 ay, 2 ay gibi çok kısa süre için verilen tedbir kararlarının fiilen kadını korumaktan ve şiddeti önlemekten uzak olduğu dolayısıyla kanunun amacı ve ilkeleriyle tedbir sürelerinin birbirleriyle çeliştiği gözlenmiştir. Zira tedbir kararlarının şiddet uygulayana en erken bir haftalık sürede tebliğ edilebildiği, zaman zaman tebligat süresinin birkaç ayı bulduğu hatta tebligatın yapılamadığı, şiddet uygulayanın yeni adreslerinin araştırılarak yeni adreslere yeniden tebligat çıkartıldığı, tedbir kararlarının süresinin bu süre zarfında bittiği gözlenmiştir.
Her ne kadar 6284 Sayılı Kanun uyarınca istenen tedbirler için delil aranmasa da kararı uzatma taleplerinde genellikle delil arandığı, aksi halde yeni bir şiddet olgusu olmadığından bahisle taleplerin reddedildiği gözlenmiştir. Örneğin; bir kadın hala risk altında olduğu için sığınakta kaldığı ve tüm resmi kayıtlarının gizlenmesi için gizlilik tedbiri alınması gerektiği halde tedbir süresi uzatılmamıştır.
7-6284 Sayılı Kanun’da ve İstanbul Sözleşmesi’nde düzenlenen ısrarlı takip karşısında etkin ve caydırıcı önlemler alınmamaktadır
Türk Ceza Kanunu’nda ısrarlı takip suç olarak düzenlenmemiştir. Israrlı takibe konu fiiller nedeniyle; taciz, özel hayatın gizliliğini ihlal, tehdit, şantaj gibi fiillerden dolayı yargılanan erkekler, gerçekte caydırıcı şekilde ceza almamaktadırlar. Bu durumun, ısrarlı takip karşısında kadını koruyacak etkili önlemler alınmasını da engellediği görülmüştür.
Mor Çatı’ya başvuran kadınların çoğu aynı zamanda ısrarlı takip mağdurlarıdır. Israrlı görüşme taleplerinin giderek tehdide dönüştüğü, zaman zaman kendisi ve ailesinin fiziksel şiddete maruz kaldığı, sıklıkla tehdit edildiği ve fiili olarak takip edildiği bir süreç yaşayan bir kadın, yargılama sürecinde de birçok zorlukla karşılaşmıştır. Devam eden davalara ve koruma kararlarının defalarca ihlaline ilişkin kişi bazı cezalar almıştır. Ancak basit yaralama, tehdit gibi suçlardan yargılandığı için aldığı bu cezalar kısa süreli olmuş, tüm bu süreçlerin sonunda kadının hayatını sürdürmesi neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Israrlı takibin Ceza Kanununda suç olarak düzenlenmesi ısrarlı takip faillerini caydırmak açısından büyük önem taşımaktadır.
Ceza ve hukuk davalarında sorunlar yaşanmaktadır.
Türkiye’de kanunen öngörülen cezaların uluslararası hukuk normlarına uygun olduğu ancak erkek şiddetine konu suçların etkin, süratli ve adil bir yargılamadan ziyade cinsiyetçi, kadın-erkek eşitliğine aykırı şekilde daha düşük cezalar veya cezasızlıkla sonuçlandığı görülüyor. Kadınlar, ilk şikâyetlerinden sonra, şiddet uygulayanın kendilerini korkutması veya ikna etmesi, caydırıcı bir yaptırımla karşılaşmaması gibi nedenlerle tekrar eden şiddet olaylarını yargılama süreçlerinin uzun sürmesinin de etkisiyle şikâyet etmekten kaçınabilmekte veya varolan şikâyetlerinden vazgeçebilmektedirler.
En tipik örnekler olarak kanunda öngörülen iyi hal indiriminin derinlemesine araştırma yapmaksızın otomatik olarak uygulandığı, “haksız tahrik” indiriminin kanuni tanımından uzaklaşılarak cinsiyetçi şekilde erkek lehine yorumlandığı ve dolayısıyla düşük cezalar verildiği görülüyor.
Tecavüz de dahil olmak üzere cinsel şiddete ilişkin suçlar Ceza Kanunu’nda yeterli ceza ile düzenlenmiş ise de uygulamada cezasızlık sık rastlanan bir durumdur. Kadının tecavüz esnasında ve sonrasındaki tepkilerini, olaydaki tehdit, hile ve benzeri davranışları irdelemeden, genellikle erkek lehine yorumlayan kararların kadınları bezdirdiği görülmüştür. Kadınlara sıklıkla “neden bağırmadın, karşı koymadın” şeklinde sorular sorulduğu saptanmıştır. Kadınlar bu soruya genellikle “beni öldürmekle tehdit etti”, “bağırırsam daha da kötü şeyler yapacaktı” gibi cevaplar verdiklerini iletmişler, ancak “bağırmadığım için ceza almayacak mı” gibi kaygıları da yaşadıklarını ifade etmişlerdir.
İstanbul Sözleşmesi'nin 25. Maddesi, cinsel şiddete maruz kalanlara yönelik bir hüküm getirmektedir: “Taraf Devletler, mağdurlara yönelik tıbbi ve adli muayene, travma desteği ve danışmanlık sağlamak üzere, yeterli sayıda, uygun ve kolay erişilebilir tecavüz kriz veya cinsel şiddet yönlendirme merkezlerinin kurulması için gereken yasal veya diğer tedbirleri alır.”
Türkiye’de tecavüz kriz merkezleri ya da cinsel şiddet merkezleri henüz kurulmamıştır. Cinsel şiddet olayları için de genellikle başvurulan yerler kolluk, sağlık kurumları, savcılık gibi kurumlardır. Kolluk birimleri olayı dinledikten sonra gerekli işlemler için yönlendirme yapmaktadır. Ancak kolluğa başvuran kadınlar, kolluk görevlilerinin yargılayıcı yaklaşımı ile karşılaşmak, olayı defalarca anlatmak zorunda kalmak, zamanında ilgili kuruma yönlendirilmemek gibi nedenlerle yeterli desteği alamamakta ve tekrar tekrar travmatize olmaktadırlar.
Tecavüz kriz merkezlerinin veya cinsel şiddet merkezlerinin bir ihtiyaç olduğu, Mor Çatı’ya aktarılan deneyimlerle de ortaya çıkmıştır. Örneğin; akrabası olan bir erkek tarafından sistematik olarak tecavüze uğrayan bir kadın, Alo 183’ü aradığında ilgisiz davranılmış, gittiği ASPB psikoloğu cinsel şiddetle ilgili bilgisi olmadığından yeterli desteği verememiş, sonrasında kolluğa gitmiştir. Bu süreçte kadın, her seferinde yaşadığı şiddeti yeniden anlatmak zorunda kalmıştır. Mor Çatı’ya başvuran bir başka kadın, tecavüze uğradığını polise bildirmesine rağmen hiçbir işlem yapılmamıştır. Bu sürecin işleyebilmesi için önce konsolosluğa, sonra Mor Çatı’ya başvurarak, kişisel ilişkilerini kullanarak işlem yapmaya çalışmış, oradan oraya sürüklenmiştir.
Şiddetten uzaklaşmak için mücadele eden kadınlar, şiddet uygulayan kocalarından en hızlı şekilde ayrılıp yeni bir hayat kurmayı istemektedirler. 2015 yılında Mor Çatı’ya başvuran 105 kadın boşanma davası açmak için mahkemeye başvurduğu bilgisini paylaşmıştır. Evlenmenin oldukça kolay bir prosedürden ibaret olduğu Türkiye’de boşanmak masraflı ve uzun süren bir mücadeleyi gerektirmektedir. Çekişmeli boşanma davalarının yerel mahkemede yaklaşık 1-2 yıl sürdüğü, davanın Yargıtay’a taşınması halinde bu sürenin 3 yılı aşabildiği, kararın bozulması halinde ise yeniden yargılama yapıldığından sürecin uzun yıllara yayılabildiği bilinmektedir. Dava açıldıktan sonra, uzun süren dava süreçlerinin kadınları bezdirdiği, travmatize ettiği, zaman zaman sadece bu sürece dayanamayarak bir an önce boşanabilmek için haklarından feragat ederek anlaşmalı boşanma tekliflerini kabul ettikleri ve çeşitli hak kayıplarına uğradıkları gözlenmiştir.
Sonuç olarak;
6284 Sayılı Kanun’un uygulanmasında mahkemelerin “başvuran herkes alabilir” düşüncesinden sıyrılarak, Kanun’a kadınların beyanını esas alan bir gözle bakmaları gerekmektedir.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet politikalarının mevcut durumu, yasaların gereği gibi uygulanmaması, keyfi uygulamaya açık olması gibi nedenlerle şiddete maruz kalan kadınlar, erkek şiddeti karşısında “ikincil mağduriyetler” ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Mevcut hükümet politikalarının kadınları özgürleştirmeyi değil aileye mahkum kılmayı, kadınlara yönelen erkek şiddetinin temelindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için çalışma yapmak yerine toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına karşı argümanlar geliştirmeyi öncelemesi, erkek egemenliğinin hayatın her alanına sirayet etmesi ve siyasi aktörlerin sıklıkla kadınların kararları ve bedenleri hakkında ayrımcı söylemleriyle ortaya çıkması, kendilerini kadınların yaşamlarına ilişkin söz söylemeye muktedir görmeleri, elbette şiddetle mücadele politikalarını da, şiddete maruz kalan kadınların aldığı hizmetleri de etkilemektedir.
Kadına yönelik şiddet alanında politika oluşturma bakımından 2015 yılında edinilen deneyimlere dayalı olarak hazırlanan bu izleme raporu ile erkek egemenliğini besleyen siyasi söylemlerin siyasi aktörler tarafından terkedilmesi, uluslararası sözleşmelerin sistemsel bir değişim yaratmak amacı ile ele alınması, demokratik ve şeffaf politika yapım süreçlerinde kadına yönelik şiddet alanında, kadınların güçlenmesinden, hak ve özgürlüklerinin tanınmasından yana çalışan kadın örgütlenmelerinin dâhil olması sağlanarak ilerlenmesi acil bir talep olarak ortaya çıkmaktadır.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Ne kadar hızlı düşünüyoruz? Bilim insanları insan düşüncesinin hızını ölçtüler! Sonuçlar şaşırttı
Dünyanın yeni sorunu: EV GENÇLERİ! Dijital dünyada aktif gerçekte pasifler
PRATİK KESTANE KEBABI TARİFİ! Kışın vücudu çelik gibi yapıyor, faydası say say bitmiyor... Grip, soğuk algınlığı iyi gelmediği şey yok
PASTANECİLERİN SIR GİBİ SAKLADIĞI YÖNTEM! 5 Dakikada Hazırlanıyor: 'Tarçınlı Yılbaşı Kurabiyesi Ve Püf Noktaları!'
YAPAY ZEKADAN '2025' YILI KEHANETLERİ! Sosyal Medyayı İkiye Bölen Soruya Bakın Ne Yanıt verdi!