Portofino yahut "bir tatlı huzur"
Portofino, İtalya'nın kuzeybatısında rengarenk evleri ve mütevazı limanıyla şirin bir tatil beldesi. Ama her gezginin deneyimi başka... Reklamcı ve yönetmen Barış Bayraktar, aniden karar verdiği Portofino seyahati izlenimlerini Cnnturk.com için yazdı.
Barış Bayraktar / Cnnturk.com
"Beni lütfen ara! Ben Barış, hani roket tasarımcısı olan..."
Konuya güzel bir giriş ve Portofino özeti yaparak, son söyleyeceğimi başta söyleyeyim: O meşhur “I found my love in Portofino” şarkısının nakaratını İngilizce, geriye kalan sözleri İtalyanca, şarkının en namlı icracısı Fransız iken yani tam bir kültürel kaos hakimken, parçaya adını veren sizi tüm sempatisiyle karşılayan bu koy da tam anlamıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu öğle yemeği arası vermişçesine farklı insan ırkıyla dolu... Öyle ki yakında Türklerin bayrak çekip “Burası artık bizimdir birader” diyebileceği kadar da Türk var. Belki de Portofino, feth edip haritaya çizdirmeyi unuttuğumuz yerlerden biridir. Onu da İlber Hoca'ya sormak lazım tabi.
Her turizm meraklısı, mutlaka Portofino’yla ilgili bir sürü şey duymuştur. Fakat yılın önemli bir kısmını Milano’daki evimde geçirmeme rağmen, nedense Portofino’ya hiç gitmemiştim. Genelde bu "Avrupalılar" şehirlerini güzel bir kartpostal gibi simgelerle Avrupalı olmayanlara itelerler ama bu sefer durum farklı beyler, ayık olun!
Milano’daki evde; Türkiye’den getirdiğim rakı, naçizane hazırladığım haydari ve marketten aldığım kavunla birlikte hasbihal içindeyken sanırım müziğin sesini fazla kaçırmış olsam gerek, dedelerinin Meksikalı olduğundan şüphe ettiğim yan komşu Eduardo kapıyı çaldı. Kısa ve rica içeren kısımları İngilizce, uzun ve rahatsız olduğundan bahsettiği kısımları İtalyanca olan birkaç cümle kurdu. Müziğin sesini kabul edilebilir seviyeye çekip özür diledikten sonra, hayallerdeki İtalyan erkeklerine benzemeyen bu İtalyan kardeşimi içeri davet ettim. Yenge hanım da onun başını ağrıtmış olsa gerek hemen eşlik etmeyi kabul etti.
Sabah ilk iş Portofino'ya bir tren bileti
Rakıyla tanışmanın verdiği ilk şoku atlatan Eduardo’nun kafası 30 dakika sonra paket oldu, ara ara İbrahim Tatlıses’e mırıldanarak eşlik etmeye bile çalıştı hatta. Sonra kendisine Heijan’dan "Burası Bağcılar Welcome to cehennem" parçasını dinlettim hastası oldu. Kendi kendime çok eğlendim. Sonra konu ince meselelere nasıl baktığımıza geldi. Anlattıklarım Eduardo’nun zihninde nasıl bir çağrışım yaptıysa artık, o meşhur şarkıyı açmamı rica etti: “I found my love in Portofino”.
Eduardo gitti ama ben şarkıya takılı kaldım ve sabah ilk iş Portofino’ya gitmek üzere bir tren bileti aldım.
Ve karşınızda, Portofino!
Portofino’ya vardığımda, geziye hatalı başladığımı fark ettim. Ben trenle geldim ama siz teknenizle gelin bence!? Portofino koyunun bulunduğu yarım adanın diğer tarafında Santa Margherita ve Rapallo koyları bulunuyor. Ve aslına bakılırsa konaklama için Santha Margherita’yı seçmek çok daha akıllıca bir seçim olur. Portofino’daki otel sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğundan, fiyatlar oldukça yüksek. Fakat Santa Margherita’daki oteller buraya nispeten daha uygun fiyatlı bir konaklama sağlıyor. Santa Margherita’da deniz manzaralı uygun fiyatlı müthiş bir odaya yerleşiyorum. Bornozları harikaydı. (Özür dilerim.)
Eğer araba kiralamaya alışkınsanız, burada bundan vazgeçin. Zira bu bölge araba ile gezilmeyecek kadar küçük ve dar sokaklara sahip. Üstelik Portofino’nun içine araçla girmek yasak. Eğer ehliyetiniz varsa, motosiklet iyi bir alternatif olabilir.
Benim de ilk işim motosiklete binip Portofino’ya gitmek oldu. Yıllardır motosiklet kullanmama rağmen ilk defa ufak çaplı bir kaza yaptım. Yaya geçidinden geçen takriben 60 yaşlarındaki bir İtalyan hanımefendiye neredeyse dokundum diyebileceğim kadar hafifçe çarptım. Sonrasında ise bir taraftan bu hanımefendinin yerden kalkmasına yardım etmeye çalışırken, diğer taraftan da Portofino’daki ilk günümde dayak yememek için dua etmeye başladım. Zira kalabalıklar önünde dayak yemeye de alışkındım, lisedeyken 19 Mayıs sabahı törende arkadaşımın şortunu 20 bin kişilik stadın gözü önünde indirdiğimden dolayı aynı 20 bin kişinin gözü önünde müdür yardımcısından dayak yemiştim. Her neyse, bildiğim bütün özür cümlelerini arka arkaya sıralarken, hanımefendinin de benden özür dilemeye başladığını fark edip, kendisini an itibariyle teyze olarak bahsedecek kadar sahiplendim. Teyzenin bir şeyi yoktu, hatta tamamen kendine geldiğinde bana nereli olduğumu sordu "Türk'üm" dedim. Demez olaydım, İstanbul’da görülebilecek onca tarihi mekân varken, Avrupalılar'ın neredeyse hepsi Kapalı Çarşı’yı biliyor ve Kapalı Çarşı hakkında cevabını dahi bilmediğiniz bir sürü soru sorabiliyor evet Teyze son 15 dakika kafamı fena açtı.
Portofino'da döner keyfi
Tekrar yola düşüp Portofino girişindeki otoparka motosikleti bırakıp sahilde fotoğraf çekmeye gittim. (Evet, ben de yaptım.)
Sokaklarda birkaç dakika bile gezmek Portofino’da ne kadar çok Türk olduğunu fark etmenize yetiyor. Haliyle bu kadar çok Türk’ün olduğu bir yerde yemekte ne yiyeceğim de belli oldu: Bütün Avrupa’yı fetheden döner! Siz yemeyin cidden sahilde çok güzel yerler var.
Sanırım bir yer hakkındaki en nitelikli bilgiyi oranın esnafından almak gerekiyor. Hele bir de o esnaf Türk olunca, şehir hakkında bir istihbarat raporu hazırlamak bile mümkün. Bu esnaf abinin samimiyetinden olsa gerek, kısa süre içinde muhabbeti “kanka” seviyesine getiriyoruz. “Abi,” diyorum “iyi yere kapat atmışsın.” Gözleri de sözleriyle paralel bir şekilde “Herhalde oğlum” diyor.
Portofino "Gamsız hayat”ın kapısını açabilir
Biz muhabbete devam ederken bisikletle yaşlı bir adam geçiyor. Abi, esnaflara özgü o kısık sesle, “Bu adam 85 yaşında. Her gece karısıyla birlikte sahilde şarabını içer, her yere bisikletle gider. Kardeşim sen söyle şimdi bu adam ölür mü? Adamda stres yok bir şey yok. Benim amcam 45 yaşında stresten öldü ya!” diyor. Ki gerçekten söylediği kadar var. Portofino, ölümsüzlük vadeder mi emin değilim fakat böylesine güzel ve korunmuş bir doğal güzellik “Gamsız hayat”ın kapısını açabilir. Dolce vita (tatlı hayat), burada yerini "Dolce far niente" (hiçbir şey yapmamanın tatlılığı)’na bırakıyor.
Tüm güzelliğine rağmen Portofino gerçekten çok küçük bir koy. Haliyle 20 dakikalık muhteşem evleri izlemenin zevkiyle dolu bir gezinin ardından, “Üstünde çok bir şey yok, acaba altında ne var?” fikriyle şnorkel ve gözlük alıp Şile kıvamında denize gitmeye karar verdim. Hatta denize girip boy bile verdim. İnanın altı da üstü de bir.
Portofino’da kartpostal kıvamındaki tüm minik koylara sırayla gidip denize girdikten sonra kendime aksiyon aramaya başladım ve tahmin edersiniz ki bulamadım. İçimi manasız bir huzur kapladı, sanki o an tüm kötü haberlere tebessüm edip geçebilecek kadar hazırlıklıydım.
Portofino’da romantizm
Sahilde bir kafeye oturup etrafı kesmeye başladım. Ufak bir açıklama yapmam gerekirse burada ‘potansiyel çok yüksek fakat şansınız çok düşük. Çünkü tüm genç kadınların yanında ya ailesi ya da sevgilisi var çünkü burası tek başınıza gelebileceğiniz İbiza gibi bir yer değil. Fakat burada biriyle tanışıyorum, harika biri, hatta heyecandan adını bile sormayı unutuyorum, biraz muhabbet ettikten sonra numaramı veriyorum. "Bu yazıyı okuyorsan beni lütfen ara. Ben Barış, hani roket tasarımcısıyım dediğimde gözlerimin içine inanmadığını belli ederek baktığın adam..."
Tekrar özetlemek gerekirse, Portofino İtalya gezisi yapacak her insanın uğraması gereken bir durak. Fakat yalnızca Portofino'yu görmek için gelmek en kısa haliyle "bir tatlı huzur"dan fazlasını vadetmiyor.