Prensip olarak güneş ışınlarının etkisiyle cildimizde ürettiğimiz doğal, sülfatlı D3 vitamini ile yapay/sentetik D vitamini arasında etki bakımından da bazı farklar var. Sülfatlı D3 vitamini kalsiyum taşınmasında fazla bir görev istemez. Buna karşılık kanserden korunmada, bağışıklık sistemini güçlendirmede, depresyon ve kardiyovasküler hastalıklardan uzak kalmada esas rolü üstlenen de D vitamininin sülfatlı formudur. Kısacası güneşlenerek üretebileceğimiz her bir sülfatlı D vitamini molekülü, bedenlerimizde adeta bir güneş pili gibi çalışacak bize enerji ve güç kaynağı olacak, yorgunluktan, halsizlikten, bitkinlikten beden ve ruhlarımızı uzak tutacak, bize enerji ve güç katacaktır.
STOKLARIMIZ NEDEN SÜREKLİ AZALIYOR
Konu D vitamini olunca aklımıza sık sık şu soru da gelebiliyor: “Daha 6 ay öncesine kadar D vitamini seviyem 50’nin üzerindeydi. Ne oldu da şimdi 15’e, 20’ye iniverdi?” Bu sorunun net ve açık yanıtı şudur: D vitamini de diğer vitaminler gibi sürekli olarak kullanılıp tüketilen bir bileşen. Hücrelerimiz görevlerini yaparken onu hammadde olarak kullanıyor. Eğer bu harcamalar zamanında yerine konmazsa stoklarımız eriyor, azalıyor. Yani burada da bir tür “havuz problemi” söz konusu. Eğer bedenlerimize giren D vitamini kullanılan miktarın altındaysa havuzdaki D vitaminimiz yavaş yavaş azalıyor, dibe vuruyor, 20’nin altına bile inebiliyor. Özellikle kış aylarında güneşten uzak kaldığımız için üretim zaten ya duruyor ya minimuma iniyor. Buna bir de kapalı mekânlarda çalışma ve yaşama zarureti eklenince, “dibe vurma” kaçınılmaz hale geliyor.