"Son derece şüpheci bir insanım"
Yıllardır suç-şüphe-delil arasında kılı kırk yaran bir isim Sevil Atasoy. "Suç ve Delil" adlı yeni bir programa başlayan adli bilimler uzmanı, kendi hayatında da son derece şüpheci. Bir yere gidince sırtını duvara dönük oturacak kadar...
Türkiye’de adli bilimler denince akla gelen ilk isimlerden biri şüphesiz Adli Tıp Enstitüsü eski Başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy. 2005-2010 yılları arasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun seçimiyle Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu Başkanlığı’nı da yürütmüş olan Atasoy, 10 yıldır işlemediği bir suçun cezasını çekenlerin DNA analizi ile masumiyetlerinin ispatlanmasını amaçlayan "Masumiyet Projesi"’ni yürütüyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü cinayet masasının her hafta başka bir cinayeti çözmeye çalıştığı "Kanıt" dizisinden sonra şimdi de "Suç ve Delil" programını sunan Atasoy, geçen hafta başlayan programında üç farklı uzmanla birlikte yaşanmış bir olayın, delillerden hareketle nasıl aydınlatıldığını anlatıyor.
Her cuma saat 22.00’de CNNTürk’te ekrana gelen "Suç ve Delil"de içeriği gündem belirliyor; kadın ticareti, erkek fuhuşu, eşcinsellik, çocuk fuhuşu / pornosu, kadın sığınma evleri, ensest, pedofili, doping, uyuşturucu, medyada kadın imgesi, polisiye diziler ve şiddet, mağduriyet korkusu, ölüm (ölüm korkusu-defin–mezarlık–kremasyon–reenkarnasyon–ölümsüzlük-vampirizm), ötanazi hakkı, cezaevleri, paranormal aktiviteler, parafililer gibi konular ele alınıyor… Buyrun sohbetimize...
Filmi başa sarsak ve adli tıbba yönelmenizden başlasak…
Lisedeyken mimar olmak isterdim ben. Annemin özel bir biyokimya laboratuvarı vardı ve ailem evin tek çocuğu olduğumdan o laboratuvarı yürütebilmek için bir eğitim almamı kararlaştırdı. Kimya Fakültesi’ni bitirdim, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde biyokimya ana dalında uzmanlık yaptım. Üniversiteyi o kadar sevdim ki biyokimya üzerinde akademik kariyerime devam ettim. Bir öğretim üyesinin beni ikna etmesi üzerine biyokimyadaki öğretim üyeliğime paralel olarak da adli tıpla da ilgilenmeye başladım.
Adli bilimler uzmanı olmanız gündelik hayatınızı nasıl etkiliyor?
Adli tıp babamın alanı. Ölüm ve ölümle ilgili olarak her türlü olayın küçüklükten beri içinde olduğum için çok küçük yaştan itibaren bir duyarsızlaşma oldu. Mesela Sultanahmet’teki Adli Tıp Kürsüsü’nün bir tarafında otopsi yapılırdı, diğer tarafında yemek yenirdi. Böyle bir mekânda yetişmiş ya da orada olmadık fotoğrafları görmüş olmanın getirdiği bir duyarsızlık var. Ama bu karamsarlıktan uzaklaştırabilecek birtakım meşgaleler bulmakla kendimi korudum.
Mesela neyle?
Müzik dinlemekle, film izlemekle, araba kullanmakla… Normal hayatımda son derece keyifli ve eğlenceli bir insanımdır.
Her şeye şüpheci bakar mısınız peki?
Bakarım tabii; duyduklarıma, gördüklerime inanmam. “Hiçbir şey olduğu gibi değildir. Arkasında muhakkak başka gerçekler vardır” derim. Mesela bir yerde otururken sırtımı duvara vererek otururum. Kişilerle dostluklarımda da çok zorluk çektim. Arkadaşım yok gibi bir şeydir. Ne üzüntümü ne keyfimi kolay kolay biriyle paylaşmam. İyi bir dinleyiciyimdir, insanlar bana anlatır ama ben kendime ait pek fazla bir şey söylemem. İçine kapanık bir insanım.
İki sezon boyunca ‘Kanıt’ dizisinde yer aldınız. gazetede köşe yazdınız… Şimdi de ‘Suç ve Delil’i yapıyorsunuz.
‘Suç ve Delil’de suça, onun aydınlatılmasında kullanılan delillere ve yeni teknolojilere değineceğiz ama aslında yapmak istediğimiz suçu önleyebilmek. Suçun işlenmeden fark edilebilmesini toplumla paylaşmak, risklerin neler olduğunu göstermek ve önlemler hakkında bilgi vermek... “Bu suç işlenmeden durdurulabilir miydi?” ve “Mağduriyet hiç oluşmadan engellenebilir miydi?” sorusunu soruyoruz.
Hep şunu söylemek gerekir: “Bir kere mağdur olduğunuz zaman, telafisi imkânsızdır.” Ölüm son nokta ama çok daha basitini ele alalım: Evinize hırsız girmiş ve anneannenizden kalan tek hatıra olan bir yüzüğü çalmışsa o yüzük artık sizin için çok ciddi bir eksikliktir. Bu eksikliğinin mağduriyetini de kimse gideremez. O hırsızı ömür boyu hapsetseniz ya da size onun bir benzerini verseler, o yüzük o yüzük değildir artık. Hırsızlıktan cinsel suçlara, gasptan çocuklarımızın taciz edilmesine varıncaya kadar çok değişik platformlarda önleyici tedbirleri anlatacağız.
Konuları neye göre seçeceksiniz?
Gündem belirleyici olacak. O hafta yaşanan en önemli olay neyse, o konuyu konuşacağız; soruşturmanın nasıl yürüdüğü; delillerin neler olduğu; nasıl aydınlatılmakta olduğu; hangi teknolojilerin kullanıldığı; dünyada benzer olaylar varsa bunlarda neler kullanılmış olduğunu anlatacağız. Faille ilgili bütün ayrıntıyı masaya serdikten sonra kurbanla ilgili olanları da konuşacağız, Böyle bir sonuca gitmeden bu olay nasıl engellenebilirdi? Bu bir cinayet idiyse, bunu nerede durdurmak mümkündü? Eksik olan bir hizmetimiz mi var, devlet olarak üzerimize düşeni yapamadık mı? Aile ya da yakınlar bunu fark edebilir miydi? Bu soruları soracağız.
Polisiye-kriminal programların suçlulara yol gösterdiği, taktik verdiği iddialarına ne diyorsunuz?
Bunu kabul etmiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde CSI benzeri programların suçu arttırdığına, oradaki tekniklerin kullanılarak suç işlendiğine ya da kopya cinayetlerin yapıldığına dair bir veri yok. Hatta birçok ülkede şiddet suçlarının azaldığı görülüyor. Bir kere bu diziler suçun aydınlatılması ve failin yakalanmasıyla noktalanıyor. O süreçte ne gibi teknolojilerin kullanıldığını gösteriyoruz, akla dahi gelmeyen ince detaylara dikkat edildiğini söylüyoruz.
Yani caydırıcı etkisi var diyorsunuz...
Muhakkak ki caydırıcı etkisi var. İnsanlar yakalanmaktan korkar. Son zamanlarda sıklıkla verdiğim konferans konularından bir tanesini “Kusursuz bir cinayet işlemek için ne yapmalı?” şeklinde bir başlıkla anlatıyorum. Konferansın sonunda dinleyici kusursuz bir cinayet işlemenin mümkün olmadığını görüyor. Fakat başlangıçta zannediyor ki ben onlara kusursuz cinayet nasıl işleniri anlatacağım.
O konferansa kusursuz cinayet işlemeyi öğrenmek için gelen katil var mıdır?
Birisini öldürmeyi kafaya koyduysa, benim anlatmamı beklemeyecektir. Kriminal Haber Portalı (http://khaber.com.tr) diye bir internet gazetesi çıkarıyoruz. Orada en çok izlenen “CSI gibi yakaladılar” isimli bir foto galeri. O galeride Türk polisinin nerelerde, nasıl yakaladığını, hangi ipuçlarından yola çıktığını fotoğraflarla anlatıyoruz.
Bu bilgileri polis kendisi mi veriyor?
Polislerin gazetelere vermiş olduğu bilgiden ediniyoruz, evet.
Polis de caydırmak için veriyor tabii…
Tabii ki. “Elimde böyle bir teknoloji var, bunu kullanıyorum, ayağınızı denk alın, yakalarım” diyor. Topluma vermek istediğimiz, “Ne yaparsan yap seni yakalayacağız” duygusu. “Mezara bile girsen yakalarız” diyoruz. Fail ölmüş bile olsa o kişinin mezarını açıp oradan DNA’sını elde ediyorsunuz. O DNA’nın cinayet silahının üzerindeki DNA’yla uyuştuğunu gördüğünüz zaman diyorsunuz ki: ‘Ölsen bile kurtulamayacaksın.’
İsminizin birlikte anıldığı bir dava var: Pınar Selek davası...
Benim Pınar Selek ’le doğrudan bir bağlantım yok, verdiğim raporun da onunla doğrudan bir ilgisi yok. Her zaman için söylediğim şu: Asıl önemli olan kendisinin bu davayla nasıl bağlantılandırıldığıdır. Altında imzamın bulunduğu raporda bomba patladı yazmaz. Sadece adını koyamadığımız bir kimyasal maddenin varlığından söz edip, bir yol haritası çizmiştir o rapor. Ve bu yol haritasında Adli Tıp Kurumu’nun ve polis krimal laboratuvarının yapması gerekenler sıralanmıştır.
Bunun, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün raporu üzerine düğümlenmesini anlamak mümkün değil. Artı delil toplayanlardan biri bizdik. Sadece biz delil toplamadık, Savcının görevlendirdiği ekiplerden biri biziz. Bunun dışında benim bu konuda söyleyecek bir şeyim yok. Bizim orada topladığımız deliller üzerinde yaptığımız o günün koşullarında bir kimyasal analiz var. Bugün yapsanız yine aynı sonuç çıkar. Dolayısıyla bombadır diye bir rapor olmadığını da defalarca söylediğim halde yine de öyle yazıyor internette...
DNA bankasının zamanı geldi geçiyor bile Neden hâlâ bir DNA bankamız yok? 2006’da bir yasa tasarısı hazırlanmıştı, nedir bunun çıkmasına engel olan?
Bir engel yok aslında, DNA bankası bir Meclis kararıdır. Bu banka, “Analiz için kimlerden DNA alınabilir?”, “Alınan örneğin DNA bilgisi ne kadar süreyle saklanacak?” gibi ayrıntıları içerir. Ama tabii ki en önemli konu bu bankanın hangi bakanlığın kontrolünde olacağı…
Sizce hangi bakanlığa bağlı olmalı?
Beni bağlı bulunduğu bakanlıktan ziyade denetiminin iyi yapılması ilgilendiriyor. Suçun aydınlatılması konusunda olağanüstü bir yeri var bu bankanın. Ve DNA bankasının olmadığı hiçbir gelişmiş ülke yok artık! Kısacası bizim de bir bankamızın olmasının zamanı geldi de geçiyor bile... Üstelik polis çok daha başarılı olacaktır bu sayede…
İpek İzci / Radikal