Şehirdeki dev heykeller
Görüp de geçemediği absürd heykelleri fotoğraflayıp biriktiren şehir planlamacısı Meltem Parlak, blogunda devasa şehir heykellerinin eşsiz bir arşivini oluşturuyor.
İçine tükürülen, müstehcen bulunan ve ucube diye yıkılan heykelleri düşününce yakın tarihimizde heykellerle aramızın pek de hoş olmadığı ortada. Tabi heykel deyince her zaman uzun ve sancılı yaratım süreçleri sonunda ortaya çıkan sanatsal eser anlaşılmıyor. Bazen de şehrin orta yerine “alem heykel görsün” diye kondurulan zanaat ürününden de bahsediliyor olabilir. İşte bu heykellere kayıtsız kalamayan bir blogger, Meltem Parlak ile blogu “Spektaküler Şehir Heykelleri” üzerine konuştuk.
İşiniz gücünüz yok mu, heykellerle ne alıp veremediğiniz var?
Yaşadığı ülkenin dört bir yanında bu heykellerle karşılaşıp, her gün görmek zorunda olduğumuz heykeller bunlar mı, tahammül etmemiz gereken anlayış bu mu, diye soran biri olarak işim tam olarak bu aslında.
Nasıl başladı bu hadise? Neden bu devasa heykelleri listelemeye başladınız?
Çocukluğum babamın mesleği sebebiyle farklı şehirler görerek geçti. Her şehrin merkezinde, refüjünde, yol kenarında, girişinde, çıkışında veya yüksek bir noktasında kendine has bir heykeli olması fikriyle o zamanlar tanışmıştım. Denizli’deki meşhur horoz heykelinin önünde fotoğraf çektiren insanlar, Bursa’nın Orhangazi ilçesindeki ‘ishal olmuş dünya’ heykelinin önünden umursamadan geçen insanlar yine aynı zamanlardan aklımda kalan manzaralar. Sonrasında üniversiteye başlayıp kentle ilgili bir meslek seçince, hem gördüğüm şehirlerin sayısı katlandı hem de karşılaştığım garip heykelleri daha farklı bir gözle değerlendirmeye başladım. Arkadaşlarımla paylaştığım, komik, acayip ve en önemlisi de üzücü olduğunu düşündüğüm bu ibretlik heykelleri listelemeye başlamam da, bunların sayısı hiç de az değilmiş, diye düşünüp arşivini oluşturmaya başlamamla ortaya çıktı. Bir başka deyişle Spektaküler Şehir Heykelleri tamamen kişisel bir arşiv çalışması.
"Aydın’ın Karpuzlu ilçesinde karpuz heykelinin bulunması ne kadar yaratıcı."
Her şehrin bir heykeli olmak zorunda mı? Bizi buna kim inandırmış?
Heykellerin kentleri süslemesi çok eski çağlara dayanıyor. Şehir heykelleri tarih boyunca hükümdarın gücünü yansıtan, mevcut yönetim biçimini yücelten, devletin resmi dinine ait öğeler içeren önemli araçlar olmuştur. Bir diğer yandan da heykeller buluşma ve toplanma alanlarının belirleyicisi, yol tariflerinin referans noktası olarak tanımlanabilecek önemli nirengi noktalarıdır. Sadece heykellere bakılarak o kentin yaşam biçimi, alışkanlıkları, ortak hafızası, sanata olan yaklaşımı ve mevut siyasi anlayışı hakkında fikir sahibi olmak mümkündür. Bu açıdan değerlendirildiğinde de heykeller kentte akşamdan sabaha yapımına karar verilen ve yapımı gerçekleştirildiğinde listede üzeri çizilen zorunlu bir iş olmaktan öte, kent hakkında önemli ipuçları veren, kente renk katan, hikayesi olan ve kenti daha anlaşılır hale getiren önemli göstergelerdir. Heykeller kentle bütünleştikleri ve bulundukları alana anlam kazandırdıkları ölçüde kentin ne kadar canlı bir yaşamı olduğunun somut kanıtıdır.
Peki sistem nasıl çalışıyor, o heykelin tam da bulunduğu yerde bulunmasına, konsepte kim karar veriyor? Heykeltıraşın o süreçteki payı nedir?
Bu durum her kentte farklı şekilde işleyebiliyor. Kimi zaman yerel yönetimler kenti güzelleştirmek(!) adına bu tür girişimlerde bulunabiliyor. Kentin girişine, meydanına, devlet dairelerinin önüne ya da dikkat çeken bir noktasına yerleştirilen bu heykeller çoğunlukla kentin adıyla özdeşleşmiş bir kişi ya da değerden ilham alınarak oluşturuluyor. Her kentin olmazsa olmazı ise cumhuriyetin ilk yıllarından beri meydanları ve kamu binalarının bahçelerini süsleyen Atatürk heykelleri. Sadece bu alanda eserler üreten birçok heykeltıraş bulunuyor.
Yapımına yarışmayla karar verilen ya da belli bir kişi veya kurumun hediyesi olan heykeller olduğu gibi kimi zaman da heykeltıraşlara kent için belli bir konsept dahilinde eser üretmesi için başvurulabiliyor. Konseptin ne olacağı konusunda ise o sıradaki yönetimin siyasi görüşü ya da o sıralar kentin gündemini meşgul eden bir olay etkili olabiliyor. Heykelin konseptinin ne olacağına karar verildikten sonrası heykeltıraşın becerisine bakıyor. Ortaya çıkan esere itiraz etmek ya da kentin meydanına götürüp dikmek de karar alıcıların beğenisine (kimi zaman da vicdanına) kalıyor. Yerel yöneticiler heykelin tam olarak nerede bulunmasına karar verdikleri gibi bazen de hiç bulunmaması gerektiğine karar verebiliyorlar. Önceki yönetimler tarafından yaptırıldığı için kaldırılan ve güç savaşlarına malzeme olan heykeller de yok değil tabii ki.
Kentin bütünü için anlam ifade etmesi, ortak bir hikayeden yola çıkması, önemli bir buluşma noktasını göstermesi ve kentin ortak belleğinde yer tutması gereken heykellerin bugün giderek daha fabrikasyon bir ruhla üretilmeye başlandığını ve anlamsız alanlara yerleştirildiğini söylemek de mümkün. Plastik malzeme ya da alçıdan yapılan, heykelden çok maket olarak adlandırılabilecek bu tür eserler, yerel yönetimler tarafından işi şehir heykelleri üretmek olan özel şirketlere sipariş verilerek kentin çeşitli noktalarında sergilenebiliyor.
"Dev eliyle ünlü bir başka şehrimiz de Erzurum’un Oltu ilçesi"
Ortak hafızamıza kazınan "Tükürürüm ben böyle sanatın içine" sözlerini ya da Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın yıkılmakta olduğunu gözönüne alırsak heykel sevmeyen bir toplum olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Güzel sanatlarla ilişkimiz ‘yap ama hobi olarak yap’ şeklinde olsa da, bu gibi talihsiz açıklamalar heykel sevmemekten daha ziyade hoşumuza gitmeyen şeylerin yok edilmesini isteyen, çeşitliliğe tahammülü olmayan ve ifade özgürlüğü konusunda sıkıntılar yaşayan bir toplum olmamızdan kaynaklanıyor. Çünkü heykeli müstehcen ya da çirkin bulduğu için kaldırılmasını talep eden devletin önemli kademelerindeki ahlak savunucusu heykel beğenmeyen yöneticilerle, dev bir armut heykelinin önünde şen şakrak kurdele kesen yöneticiler aynı kişiler. Heykelin sevilmediği durumlar genellikle ifade ettiği fikrin sevilmediği durumlar oluyor. Bu davranış sadece devletin ifade özgürlüğü ile ilgili sahip olduğu genel tutumun güzel sanatların bir kolundaki yansıması. İfade özgürlüğünün tehlike olarak görülmesi; suya sabuna dokunmayan, estetik yoksunu, bir nesnenin yüzlerce kat büyütüldüğü, maket benzeri ve kent için hiçbir anlam ifade etmeyen mutant heykeller ortaya çıkması ile sonuçlanıyor.
"Artık biter herhalde" dediğimde bile bloga yeni eklenen heykel fotoğraflarını şaşkınlıkla takip ediyorum. Sonu gelecek mi bu serinin?
İnanması güç ama bloga eklenen birçok heykelin yapım tarihi çok eski değil. Yani bugüne kadar elimizde bulunan spektaküler heykelleri görüp ‘biz ne yapıyoruz yahu’ demiş değiliz henüz. Mevcut anlayış geçerli olduğu sürece de serinin bitmesi şöyle bir yana, artarak devam etmesi daha olası gibi gözüküyor.
Blog için: http://spektakulersehirheykelleri.tumblr.com/